Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'Bizim yüreğimiz yanmış, torunlarımız için barış istiyoruz...'

Gazeteci-Yazar Hasan Cemal'in 'Brış Sürecinde Güneydoğu Notları' adlı yazı dizisi devam ediyor...

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-04-23 08:12:24

'Bizim yüreğimiz yanmış, torunlarımız için barış istiyoruz...'

TIMETURK / Haber Merkezi

VAN

Bembeyaz yemenili Vasfiye Ana’yı dinliyorum, Van Barosu’nun toplantı salonunda. Soyadı Kiye. “Hasan Bey kardeşimize teşekkür ederiz, buralara gelip bizi dinlediği için” diye söze başlıyor. Arkasından, barış konusundaki çabalarından dolayı, Öcalan’la Erdoğan’a saygılarını belirtiyor.

İki kardeşini dağda kaybetmiş. “İki oğlum da halen gerillada, dağda” dedikten sonra da ekliyor:

“Bir abim var, mühendis... Oğlum askerliğini komando olarak yaptıktan bir süre sonra dağa çıktı, gerillaya katıldı. Polisin sürekli takibinden, baskısından bunalmıştı. 2004’ün 12 Şubat’ında dağa gitti. Dokuz yılda bir kere telefon etti bana, o da 2007’de... Ailemizden 15 kişi dağda...”

Söz hemen “barış”a geliyor.

Acılarının derinliğini anlatıyor. “Esas gayemiz barıştır, inşallah bu barış yeşerir. Yeme içme, aş iş barıştan sonra gelir” diye ekliyor.

Vasfiye Ana’nın iki dudağının arasından ilginç bir cümle de çıkıyor:

“Sayın Öcalan’la Murat Karayılan arasında doğrudan temas olması gerekir.”


Çocukları 15, 17 ve 20 yaşlarında çıkmış dağa...


Rukiye Ana.

O da beyaz yemenili bir barış annesi.

İlk defa 1992’de kocası tutuklanmış Rukiye Ana’nın. Hapiste eziyet çekmiş. Çıkınca da, dağa gitmiş, gerillaya katılmış.

Üç oğlunun üçü de dağa gitmiş. Dağa çıktıklarında 15, 17 ve 20 yaşlarındaymış çocukları. İkisini kaybettiğini biliyor, kısaca diyor ki:

“İkisinin de cenazesi gelmedi. Üçüncü oğlum dağda, ama akıbetini bilemiyorum. Acılarımız çoktur. 30 yıldır savaş var. Kürdistan’da anaların dağa verdikleri çocuklarla acıları çok büyüktür. Şimdi barışı bekliyoruz. Belki de sağdır oğlum, geri döner bir gün...”

Gözleri doluyor.

Rukiye Ana 60 yaşında.

Noktası virgülü yerinde konuşuyor:

“Barış olunca, çocuklarımızı yabancı memleketlere göndermek istiyorlarmış. Biz çocuklarımızı kendi göğsümüze basmak istiyoruz. Biz çocuklarımızı Kürt halkına feda etmişiz, mezarlarında rahat uyusunlar.”

Sözlerinin devamını şöyle getiriyor:

“Bizim yüreğimiz yanmış. Benim yüreğimdeki acıyı Allah kimseye göstermesin. Artık torunlarımız için barış istiyoruz bu topraklarda...”


İki kızı da dağda!

Mülifer Ana, soyadı Kaçak.

İki kız çocuğunun ikisi de dağda, kendi deyişiyle gerillada.

Biri 18, diğeri 30 yaşında.

Biri sekiz yıl, diğeri beş yıl okumuş...

Mülifer Ana aynı zamanda Kadın Barış İnisiyatifi’nin de sözcüsü.

Şu cümlesi dikkatimi çekiyor:

“Sayın Öcalan’la Sayın Erdoğan iki taraftır.”

Van Barosu’nun toplantı salonu canlı. Baro yöneticileri, avukatlar, BDP’den, Mazlum Der’den, Van Kadın Derneği’nden, Hak-Par’dan, İnsan Hakları Derneği’nden, DDKD’den üyeler, işadamları, esnaf temsilcileri, öğretmen ve işçiler...

Sıcak bir tartışma ortamı.

Barışa karşı çıkan yok tabii.

Eleştirel yaklaşımlar ise var.

Ama sürece ilişkin bazı eleştirilerin barışa karşı olmak anlamına çekilmemesi gerektiğini de belirtiyorlar.


Ya Erdoğan demokratikleşme konusunda ipe un sererse...

Biri bana pat diye soruyor: 

“Anlaşılan sınır dışına çekilme başlıyor. Peki ama çekilme olduktan sonra ya Tayyip Erdoğan demokratikleşme konusunda ipe un sererse ne olacak?”

Güneydoğu gezimin her durağında karşılaştığım bir soru. Ben de bu soruyu her seferinde hep karşı soruyla yanıtlıyorum:

“Yani alternatif, silahlı mücadele mi? Yoksa silahsız, demokratik mücadele mi? Öcalan artık silahların değil, fikirlerin yarışması, mücadelesi demedi mi?..”

Bu soruma karşılık olarak, “Evet, alternatif silahtır!” diyene bir hafta içinde rastlamış değilim. Ateşkes ve çekilmeyle birlikte yeni bir dönemin açıldığı, bundan geri dönüşün kolay olmayacağı genellikle kabul görüyor.

Birinin deyişiyle:

“Kan dursun, hayat artık normalleşsin!”


Sürecin devam etmesi gerektiği ve geri dönüşün felaket olacağı yaygınlaşan bir görüş. Hayatın normalleşmesine ilişkin talep, Güneydoğu’da uğradığım her durakta kendini belli ediyor.

Ama aynı zamanda Ankara’nın, hükümetin demokrasi konusunda hiçbir şey olmamış gibi olduğu yerde çakılıp kalmasının da suyu bulandıracağı, gerçek ve kalıcı barışı geciktireceği belirtiliyor.

Genç bir kadının şu sözleri, yaşanan acıların değişik bir boyunu sergiliyor:

“Uzun yıllardır şiddetle büyüyen bir nesil var bu topraklarda... Onlar ne olacak? Yıllar yılı ağır travmalar yaşadı, yaşıyor bu nesil. Çocuklarını kaybeden insanların yaşadıkları acılar, travmalar... Bu insanlar barış sürecine nasıl sokulacaklar?.. ”


Tayyip Erdoğan’la işkence gören...

Yakup Aslan, 56 yaşında.

Mazlum-Der Van Şube Başkanı.

Sakin sakin anlatıyor:

“Akıncılar örgütündeydim. Tayyip Erdoğan da üyeydi. Erbakan Hoca’nın MSP’sinin gençlik kolları gibiydik. 1977’de bir gün Fatih’te korsan gösteri yaptık. Karakola çektiler. Erdoğan’la birlikte Komiser Naci tarafından ağır işkence gördük.”

Devam ediyor:

“12 Eylül’de operasyon yedik. Biri kız iki kardeşim ve babam tutuklandı. İki kardeşim de Diyarbakır’a, o meşhur askeri cezaevine götürüldü. On yıl da İran’da yaşadım.”

Yakup Aslan, Türkiye’de devletin özünün kolay değişemeyeceği kanısında. Tayyip Erdoğan’ın da Kürt sorunu konusunda, “Gerekirse baldıran zehiri içerim” noktasına gelişini ise şöyle değerlendiriyor:

“Türkiye’nin karnının en zayıf yerinin Kürt sorunu olduğunu gördü Erdoğan... Rusya’nın, İran’ın, Suriye’nin Kürt meselesiyle oynayarak Türkiye’yi rahat bırakmayacaklarını, istikrarsızlaştıracaklarını anladı. İşte asıl bu çıkmazdır, Erdoğan’ı Kürt sorununda çözüm sürecine getiren... Bu süreçte, Kürtlere yönelik asimilasyon ve inkârcılık, biraz da Cemaat’in eliyle inceltiliyor. Ama TC’nin özünde değişeceğini hiç sanmıyorum.”


Mazlum-Der Başkanı Yakup Aslan, Tayyip Erdoğan’ın genlerinde demokrasi ne kadar var, ne kadar yok sorunu konusunda epeyce kuşkulu bir dil kullanıyor. Bu bakımdan, Tayyip Erdoğan’ın bugün hâlâ Kürt sorunu değil, terör sorunu ya da terör örgütü diyor olmasını eleştiri noktası olarak belirtiyor.

Hak-Par’ın bir yetkilisine gelince...

“Ne olursa olsun barış değil, eşitlik üzerine kurulu bir barışa taraftarız” dedikten sonra ekliyor:

“Biz Türkiye için federasyonu savunuyoruz.”



Atatürk’ten Atakürt’e olabilir mi?

Birinin çıkışı ilginç. “Barışı bu kadar yeşerttikten sonra geri dönüş çok ama çok güç” diyor.

Sonra da nedense ekliyor:

“Ama kendi içimizde de demokrasi uygulamak, bu konuya özen göstermek gerekir.”

Nusaybin’de Belediye Başkanı Ayşe Gökkan aklıma takılıyor. O da sohbet sırasında bir ara şöyle demişti:

“Biz Kürt kadınları olarak, Türk devletinden sonra Kürt devleti bizi dövsün diye mücadele etmiyoruz.”

Şimdi de Van Barosu’ndaki toplantıda Bir Kürt kadınının “kendi içimizde demokrasi” sözüyle yaptığı çıkış üzerine ben de şöyle bir soru attım orta yere:

“Ne yani, Atatürk’ten sonra Atakürt mü?”

Sessizlik!

Sorum orta yerde kaldı, yanıtlayan çıkmadı.

Güneydoğu yollarından barış notlarının 10. yazısı da yarın Van’dan...

(Hasan Cemal / T24)

Haber Ara