Adını, bir katılımcının konuşmasının son cümlesinden alan bu yazı dizisinde, inşallah tüm şehirlerini ziyaret edeceğimiz İç Anadolu Bölgesi'nde karşılaştıklarımızı bulacaksınız. İlk Konya ile başlıyoruz. Vira Bismillah...
Maraşlı Ahmet Taşgetiren, İzmir Alsancaklı Beril Dedeoğlu, Rizeli Cemal Uşşak, Dersimli Celalettin Can, Diyarbekirli Vahap Coşkun, Denizlili Erol Göka, Kayserili Mustafa Kumlu ve bendeniz Çankırılı Hilâl Kaplan'dan oluşan heyetimiz, yurt dışı seyahati sebebiyle katılamayan Doğu Ergil'i saymazsak firesiz halkla buluştuk. Şimdlik üç gün boyunca Konya ve Karaman'da temaslarda bulunduk. Bini aşkın kişiyle yüz yüze geldik, 150 kadar kişiyi dinledik. Ayrıntılı notlar tuttuk. Hasbihal ettik, istişare ettik, birbirimizden öğrendik.
Katıldığımız toplantılarda, bazen mahcubiyetten yüzümüzü kızartacak kadar büyük bir teveccüh dalgasıyla karşılaştık. Şimdi yazarken bile utanıyorum ama hakkımızdaki kara propagandaların işlevsiz kaldığını göstermek amacıyla belirtmek zorundayım. Heyetimizi Arap kabileleri arasındaki çatışmaların verdiği zararı bertaraf etmek üzere bir araya gelen Hılfu'l Fudul'a (Erdemliler İttifakı) benzetenler de oldu, Hz. Peygamber'in (s.a.v.), Hz. Umeyr'i (r.a.) hicret öncesi Medine ahalisini irşad etmek amacıyla gönderişine benzetenler de... 'İyilik melekleri' diyenler de oldu, 'Allah böyle toplulukları hayırlara vesile eylesin' diye dua eden Şeyhler de... Evet, 100'ü aşkın kişi içerisinden dört kişi 'Heyet-i Nasıha' benzetmesini yaptı ama onları da buruk bir tebessüm eşliğinde dinledik.
Her şey bir yana heyetin başarmaya çabaladığı işi en güzel özetleyen Hüseyin Şahin oldu. Bingöl-Elazığ Karayolu'nda, 1993 yılında, 33 silahsız erin kurşunlandığı mel'un hadiseyi hatırlarsınız. Hüseyin Amca'nın oğlu Seyit Hilmi Şahin de o katliamda şehit düşenlerdendi. 'Sizinki de bir nevi vatanî hizmet' deyip, 'Allah yolunuzu açık etsin' diye dua ederek bizleri uğurladı. Sanki o anda, üzerimizden bir tas arı su aktı ve maruz kaldığımız tüm hakaret ve küfürleri aldı götürdü...
ŞEHİTLER BÖLGESİ
İç Anadolu, nerdeyse otuz yıldır süren bu kan gölü sırasında en çok şehit veren bölge. O yüzden heyetimiz, ziyaret ettiği illerde, ilk ziyareti mümkün olduğunca şehit ailelerine ayırdı. Tabii şehit yakınları, bu süreçten duygusal olarak en çok etkilenen kişilerin başında geliyor. Ancak önce Allah sonra medya şahit ki bu ziyaretlerin hiçbirinde, en yakınlarını kaybetmiş bu acılı insanlarımızın hiçbirinden 'Vur de vuralım, öl de ölelim' izansızlığında bir tepki almadık.
Konya ziyaretimizde çaldığımız bir kapı vardı ki sanırım o bir saati ömür boyu unutmam zor. Çünkü Şükriye Teyze'yle orada tanıştık. Şehit er Seyit Hilmi'nin annesi Şükriye Teyze. Hayatımda onun kadar bilge bir insanla karşılaşmadım desem yeridir. Şehit ailelerine sabır ve metanet dilemek gerektiği düşünülür ama 'Benim oğlum çok şükür şehit oldu. Başka analar böyle yanmasın' diyen bir şehit anasına söylenebilecek pek bir şey yoktur... Şükriye Ana, süreçle ilgili şunları söyledi:
HER NAMAZDA DUA
'Şu ortam, öyle güzel bir ortam istiyordum. 'Allah da verdi' dedim. '100 senede bir gelirmiş, geldi' dedim. Her şey güzel gidiyor, inşallah bozulmaz. Namazlarımda dua ediyorum. Allah bana o gururu verdiyse kimseye küs olamam. Biraz üzüldüm ama sonra Allah'a şükrettim.'
Yani, her ne kadar 'bir kısım medya' görmese de sürecin selâmeti için namazlarda dua eden şehit anneleri de var. Bu ülke, biraz da böyle irfan sahibi yüreklerin yüzü suyu hürmetine dimdik ayakta aslında.
ACININ DİĞER YÜZÜ
Gezilerimizde dağda yaşamını kaybeden veya derin devletin işlediği 'faili meçhul' cinayetlere yakınlarını kurban veren ailelere de yer vermeye çalıştık. Ziyaret ettiğimiz Ramazan Ot ve ailesi, Mardin'in Dargeçit İlçesi'nden 1994 yılında göç etmek zorunda kalmış. Askerin 'Ya korucu ol ya terk et' baskısına dayanamayıp Konya'ya yerleşmişler. Zaten bu baskıdan bir yıl önce de kardeşleri Kutbettin Ot'u faili meçhul bir cinayetle kaybetmişler. Ot ailesinin evinde tanıştığımız Zeynep Yalçın ise başka bir acı hikâye anlattı bizlere. Evin tek erkek çocuğu olduğu için, el üstünde büyüttükleri kardeşi Erkan'ın dağa çıkış hikâyesini... Erkan, üniversite öğrencisiyken, en sert devlet politikalarının sürdüğü 90'larda göz altına alınmış. Tam dokuz gün boyunca kendisinden ve arkadaşlarından haber alınamamış.
HEPSİ BİRLİKTE AĞLAR
Erkan, başına gelenleri hiç kimseye anlatmamış ama Zeynep Hanım, arkadaşlarından işkenceye uğradıklarını dinlemiş. Bu olayı müteakip üç yıl boyunca Erkan derin bir depresyon geçirmiş ve sonunda ailesine yurt dışına çıkmak istediğini söylemiş. Kabul etmişler. Ne var ki, gelen bir telefonla Erkan'ın dağa çıktığını öğrenmişler. On yıl sonra bir gün, Erkan'ın bir çatışmada öldüğü haberini almışlar. Zeynep Hanım, gözleri dolu olduğu halde sözlerine şöyle son verdi: 'Ben bu acıyı yaşadığım halde hiçbir zaman Türk arkadaşımdan kopmadım ya da hiçbir zaman kendimi farklı hissetmedim. Annem bayramın ilk günleri ağlar, komşuları gelir annemle birlikte onlar da ağlar. Annem, oğlu için de asker için de dua ederdi. Asker ailelerinin yaşadığı acıyı en iyi biz biliriz.'
Evliyalar şehri umutlu
Konya, 'evliyâlar şehri' olmasının yanı sıra, süreç açısından bakıldığında da oldukça kıymetli bir şehir. Zira nüfusunun üçte biri Kürtlerden oluşan, 10 yıl boyunca (1989-1999) belediye başkanlığını aynı zamanda Kürt olan Refah Partili Halil Ürün'ün yaptığı nadir İç Anadolu şehirlerinden birisi. Kürtlerin bazıları 200-300 yıl kadar önce Osmanlı döneminde göç etmiş, önemli bir kısmı ise 90'lı yıllardaki gerçek adıyla 'köy yakmalar/ boşaltmalar', teorik adıyla zorunlu göç uygulamaları sırasında Mardin, Ağrı ve Siirt gibi şehirlerden gelmiş. Bu yüzden Konya halkı, soruna İç Anadolu şehirlerinden daha fazla hakim. İnsanların kendi sözlerini alıntılayarak yer vereceğim. Zira bu heyetin bir parçası olduğum için sürece verilen desteğin abartılarak yansıtıldığının düşünülmesini istemiyorum. Aşağıda Konya'daki sivil toplum temsilcilerinden bazılarının, sürece ilişkin görüş ve beklentilerini bulacaksınız.
Peki sürece eleştiri yok muydu? Elbette vardı. Üç İşçi Partisi üyesi ve SP'ye yakın, bir Anadolu Gençlik Derneği üyesi süreci 'emperyalizmin oyunu' olarak adlandırdı. Gerçi 'PKK, silahlı saldırı yapınca da emperyalist oyun, silahsızlanma sürecine girince de emperyalist oyun oluyor. Bu nasıl çelişki?' sorusuna cevap alamadık ama olsun.
Üç beş kelimeyle Türklük silinmez
Mustafa Güçlü (Konya Aydınlar Ocağı Başkanı): Oğuzların Kayı Boyu'nun Sarıkeçeli kolundan bir Oğuz olarak görüşüm şöyle: Oğuzlar tarih sahnesine çıktığından beri 1000 yıldır ismimizle bir devlet kurmadık. Yani Selçuklu'yu kurduk, Osmanlı'yı kurduk, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduk ama hiç Oğuz ismini kullanmadık. Aslında biz kendi aramızda Türk kelimesini çok fazla kullanmayız. Türkler imparatorluk kurarken Hunlar'ı, Avarlar'ı, Tapgaşlar'ı, Gökturkler'i, Selçuklular'ı, Osmanlılar'ı kurarken bir konfederasyondu.Yani bir boy kuruyor ama o boya bütün milletler, diğer boylar dahil oluyor. Ve o isimler o an için üst kimlik oluyor. Devlet yıkılınca üst kimlik bitiyor ama herkesin alt kimliği devam ediyordu. Genellikle kuşatıcı, kapsayıcı, kendi kimliklerini öne çıkarmadan özgüvenleriyle bütün bu devletleri kurdular. O yüzden Oğuz ismini kullanmadılar. Dolayısıyla bu ülkenin de ana omurgasını teşkil edenin bir kimlik olmaması gerekiyor. Diğer Kürt, Çerkez, Laz gibi grupların kabullenmesi de daha kolay olur. Türklüğü etnik kimlik olarak vurgulayınca diğerlerinin itirazı oldu. Bu noktanın vurgulanması lazım. Türklüğün silindiği gibi bir korkunun yaşanmaması lazım. Anayasadan üç beş kelimenin çıkmasıyla bu silinemez. Zaten Batı ve Arap dünyası sana Türk sıfatını bin sene önce yakıştırmış. Onlar bunu vurgulamaya devam eder. Sen kullansan da kullanmasan da, bu hem Batı hem İslâm dünyasında kullanılacaktır. Anayasadan çıkması karşısında kompleks yapmamak lazım. Ayrıca biz büyük devlet olmak istiyorsak federatif yapıya alışacağız. Yani bizim Yörük kimliğimizde belli bir coğrafyanın, belli bir bölgenin mikro milliyetçiliği olamaz. Biz Orta Asya'dan Balkanlar'a kadar tüm İslâm dünyasını ülke kabul eden bir anlayıştan geldiğimiz için böyle görüyoruz. Türk İslâm dünyasının hamisi olacaksak korkmamalıyız.
Artık daha farklı bakıyoruz
Mehmet Ali Korkmaz (MÜSİAD): Benim 'Kız alıp verdik, etle tırnağız, Alparslan'ın ordusunda omuz omuzaydık' demeye dilim varmıyor. Biz bir dönem bir şeyleri kaybetmişiz, şimdi onu tekrar bulmaya çalışıyoruz. Misyonunuz sadece Türkiye'yle ilgili değil. Mısır, Libya, Cezayir, Suriye hep Türkiye'yle benzer rejimlerle yönetilmiş. Türkiye'yi ilgiyle takip ediyorlar. Farklılıkları bir arada görmeye alışık bir toplum değiliz. O yüzden bu heyeti çok önemsiyorum. Ekonomik gelişmişlikle bizler de pek çok şeyi daha farklı ve geniş bir pencereden görmeye başladık.
Siyasi otorite olmayınca
Yusuf Demirel (Veren El Derneği): Silahlı Kuvvetler Jandarma'dan emekliyim. Gelinen noktadan çok memnunum. 22 yıl hizmet ettim. İrticadan sorgulandık, soruşturma geçirdik. Devlet otoritesi hiçbir zaman olmadı, sadece silahlı mücadele. Meselenin uzama sebebi siyasi otorite olmamasıydı. Asker, polis yönetti ve yürüttü. Ama şimdi siyasi otoritenin eli güçlenince, mesele çözülme yoluna girdi. Yoksa bitmeyecek. Biz gittik, oğlumuz gitti, bu gidişle torunlarımız da gidecek. Bütün eski silah arkadaşlarımız rahatlamış. 'İzinlere gidiyoruz' diyorlar.
Geçmişle yüzleşelim
Cevdet Köprülü (KESK- Eğitim-Sen): Geçmişle yüzleşmeye ihtiyaç var. Devletin özür dilemesi gereken meseleler var. Adalete güvenebilmeliyiz. Bu sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun barışı olacaktır. Başaracağımızı düşünüyorum. Güvenin inşa edilmesi lazım. Demokratik anayasa yapılmalı. Kimliğimizle yaşamak, dilimizi çocuklarımıza aktarmak, miras bırakmak istiyoruz. Hasan Mutluer (Büyük Selçuklu Vakfı): Kulu'da yaşıyorum. Aslen Trabzon doğumluyum. Konya'ya 1963'te geldim. Laz, Türkmen, Tatar, Kürt hep birlikte yaşıyoruz. Dağa çıkanlar var ama bu insanların kardeşliğini etkilemedi. İslam gibi büyük bir değer bizi birleştirdi. Kulu örneği değerlendirilmeli.
Bu vebalden kurtulalım
Adem Seleş (Mazlum-Der): Kur'an'da ilanihaye yaşamış bir devlet ve topluluk görmeyiz. Yaşadığım toprakların yakın tarihte hayırla yad edilmesini, ahirette de burada yapılacak sorgulamalardan kurtulmak isterim. Darbe hukukunun bitmesi icin çaba gösteririm. Müslüman biri olarak bu vebalden kurtulmayı önemsiyorum.
Su olmayı başarmalıyız
Abdullah Ağrılı: Konya halkının kapısı da gönlü de size açıktır. Hekimliğin ilk ilkesidir: Önce zarar verme. Duygulara hakim olmak gerekiyor. İlkokulda Türkçe bilmediğim için iki kez dayak yedim, Kürt olduğumu anladım. Diğerinde de camiye gittiğim için. Askerliğimi Maraş'ta yaptım. Eşim Türk ama başörtülü. O yüzden orduevine almadılar. Hz. Ömer 'Kızgınlık anında biriniz ateşse, diğeriniz su olmalısınız' der. Su olmayı başarmalıyız.
Umudumuzu artırdı
Mehmet Bozdağ (BDP İl Başkanı): Umudumuzu artıran bir toplantı oldu. Buradaki vakıf ve cemaatlerle paylaşacağım çok şey olduğunu gördüm. Geçtiğimiz sene çatışma arttığından beri Türk arkadaşlarımızla aramızda bir gerilim vardı. Ben Konya'da büyüdüm. Pek çok Türk arkadaşım ve onlardan ayrışmak istemiyorum. Ama anadilimi de rahat kullanmak istiyorum. Çocuğumun okulunda öğrenmesini istiyorum.
Sorunun kökü anayasa
Muhammed Salih Ekinci (Âlim): Mardinli ve Arabım. Allah'a hamd ediyorum. Bu çok hayırlı, mübarek bir süreçtir. Çözümden önce sorunun kökü nedir? Kökü anayasadır. Anayasa Türkçülük üzerine kurulmuştur. Başka bir dilin, milletin varlığı kabul edilmediği için sorun çıkmıştır. Kürtlerin üçte ikisi Türklerin içinde yaşıyor. Bölünmesi mümkün değildir.