Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Aleviler sürece nasıl bakıyor? Neye tepki gösteriyor, neyi destekliyor?

Aleviler kimdir, siyasi tercihleri nasıl şekilleniyor, ne talep ediyorlar? CHP ve Sol’un aleviler için anlamı nedir? Çözüm sürecine nasıl bakıyorlar? Haber10'dan Ömer Altaş, Alevi yazar Cafer Solgun ile konuştu....

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-04-16 14:44:20

Aleviler sürece nasıl bakıyor? Neye tepki gösteriyor, neyi destekliyor?


TIMETURK / Haber Merkezi


Türkiye büyük bir değişim ve dönüşüm yaşıyor. Bu değişim toplumun farklı kesimlerinde siyasal, etnik, dini, mezhebi ve sınıfsal yeni tartışmaları da birlikte getirdi. Bir çok tabu yeniden masaya yatırılıyor. Aleviler de coğrafyamızın önemli bir inanç topluluğu. Ulus devlet sürecinde mağdur edilmiş, istismara uğratılmış ve ötekileştirilmiş kesimlerin başında geliyor.

Önemli adımların atıldığı bu dönemde Alevi toplumunun siyasi, toplumsal, dini vs. bütün meselelerini ve Alevilerin süreç içindeki rolünü Alevi aydın yazar ve kanaat önderi Cafer Solgun ile konuştuk. Bu uzun söyleşimizde Yazarımız Cafer Solgun, CHP, Sol, Devlet, açılım, haklar ve Yeni Türkiye konularında çok çarpıcı tespit ve önerilerde bulundu.



-Demokratik açılım süreci toplumun kapalı birçok sorununu gündeme taşıdı. Alevi toplumunun bu anlamda durumu nedir?


-Evet, içerisinden geçtiğimiz demokratikleşme süreciyle birlikte Türkiye’de konuşulmayan problemler günışığına çıktı. Bunlar çözülmesi bir yana konuşulması bile "yasak" sorunlar olduğu için, daha da ağırlaşarak günümüze kadar gelmiş sorunlar. Şüphesiz ilk önce Kürt sorunu akla geliyor. Kürt sorunu bugün Türkiye’nin en önemli sorunu haline gelmişse bunu sebebi inkâr siyasetidir. Malum, resmi ideoloji zihniyeti içerisinde Kürt diye bir şey yoktur. Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri Cumhuriyet kurulurken tanınmış olsaydı, bugün konuştuğumuz manada bir Kürt sorunumuz da olmayacaktı. Belki Kemalistlerin tercih ettikleri bir söylemle, sadece bazı bölgelerimizin geri kalmışlık problemleri söz konusu olacaktı.

Türkiye’nin bütün temel demokratikleşme sorunları için aynı şeyi rahatlıkla söyleyebilirim.

Türkiye’de dindar yurttaşlarımız her zaman irtica konseptlerinin konusu oldular. Dinini layıkıyla yaşama çabası içinde olan vatandaşlar gerici olmakla itham edildiler. Ve o yurttaşlarımızın ihtiyaçlarını beklentilerini ifade etmeleri için kurulan bütün partiler laikliğe karşı faaliyetlerin odağı gibi ciddi suçlamalarla kapatıldılar.

Peki, böyle oldu da ne oldu? Tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi siz bu yasakçı yaklaşımla insanların inançlarını çeşitli biçimlerde damgalayarak tasfiye etme yoluna gittiniz diye insanların dindarlığında inancında bir şey mi eksildi? Tam tersine arttı.

Benzer bir durum Aleviler açısından da geçerlidir. Osmanlı dönemini bir kenara bırakırsak Aleviler yasaklı bir inanç grubu olarak bugüne kadar geldiler. Yani Alevi olmak düpedüz Türkiye’de yasaktı. Diğer bir deyişle ulu orta ifade edilmemesi gereken bir şeydi Alevi olmak. Dersimli olmak başlı başına çok sayıda ön yargının muhatabı olmanız anlamına geliyordu. Dersimli iseniz kafadan Alevi ve Solcusunuz demekti. "Makbul" olmayan, olağan şüpheli bir vatandaşsınız demekti.

Bu devlet nezdinde böyle olduğu için otomatik olarak toplum nezdinde de böyle oldu.

Peki, siz Alevileri yok saydınız, inancına saygı duymadınız, onları yok etmek istediniz, Aleviliği cehaletin son halkası olarak gördünüz ve buna yönelik baskıcı, yasakçı, hatta katliamcı uygulamalar içerisine girdiniz de ne oldu? Aleviler yok olmadı. Aleviler ve Alevilik baskıcı politikalara rağmen varlığını sürdürdü. Alevi açısından söyleyecek olursak baskıcı inkarcı yaklaşım meseleyi sadece daha da tanınmaz hale getirmiştir.

- “Alevi topluluğu” olgusu nedir? Türkiye sosyolojisindeki yerini biraz açar mısınız?


-Alevi toplumu Türkiye’nin toplumsal bütünlüğünün bir parçasıdır. Anadolu coğrafyasında Türkmen ve Kürt ağırlıklı olmak üzere çeşitli etnik kimlikler içerisinde var olan ve azınlıkta-bu tabiri kullanmayı çok da tercih etmesem de- kalan bir gruptur. Tabii Alevi meselesi Osmanlı’ya kadar geri giden Yavuz Sultan Selim’in halifelikle beraber Sünni İslam’ı bir resmi din haline getirmesiyle beraber başlayan acılı bir tarih içerisinde şekillenmiştir.

Açıkçası bugün Alevi toplumu içerisinde Alevilerin adına söz söylemek iddiasında olanların büyük çoğunluğu biraz da Kemalist bir hissiyatla Osmanlı zamanında gördükleri zulüm ve baskıya ve kırsal, sarp yerlerde yaşamak zorunda bırakılmalarına vurgu yaparlar. Ben ise Cumhuriyet dönemine vurgu yapıyorum. Çünkü Osmanlı dönemini geri getirip bir daha yaşama şansımız yok. Ama Cumhuriyet tarihi hala yaşamakta olduğumuz bir tarihtir.

Bu tarihi gidişatı değiştirme şansımız bugün var.

Bu açıdan bakıldığında Alevi toplumu Türkiye’nin toplumsal bütünlüğü içerisinde sadece Alevi inancına sahip olmakla ayırt edici bir özellik arz etmektedir. Onun dışında Türk olarak, Kürt olarak Arnavut olarak, Arap olarak Aleviler toplumsal bütünlüğümüzün olağan ve ayrılmaz bir parçasıdır. Örneğin Türkiye’nin varlığını tehdit eden bir gelişme olduğunda bir Alevi yurttaşın tavrı ve hissiyatı herhangi bir yurttaştan farklı olmaz.

Türkiye açısından hayırlı bir gelişme Alevi vatandaşı için de sevindirici bir gelişmedir. Olumsuz bir gelişme de, üzücüdür.Alevi olmaktan ileri gelen problemlere işaret ederken Alevilerin bu toplumsal bütünlük içerisinde başka bir yere oturdukları gibi bir düşünceye kapılmamak gerekir. Çünkü böyle bir şey yoktur.

-Alevi toplumunun coğrafyası ve rakamsal durumu hakkında neler söylersiniz?

-Anadolu coğrafyasının tamamında Alevilerin olduğunu söylemek gerekir. Ama bazı bölgelerde yoğunlaştıklarını görüyoruz. Daha çok kırsal kesimlerde. Anadolu’da, Batıda, Balıkesir’de, İzmir ve çevresinde, bir miktar Trakya’da, Orta Anadolu’da, Yozgat’ın kırsal kesiminde, Doğu'da Erzincan, Dersim, Malatya, Sivas, Maraş, Karadeniz’in alt kesimleri, Tokat ve Çorum’da varlar. Dersim dışında nüfus olarak herhangi bir yerde çoğunluğu oluşturan durumda değiller.

Alevilerin nüfusu ise maalesef bir spekülasyon konusudur. 15-20 milyon gibi tahmini bir rakam teleffuz edilebilir. Tahmin dememin tabii ki bir sebebi var. Biliyorsunuz Türkiye’de 5 senede bir nüfus sayımları yapılırdı. O nüfus sayımlarında insanların sosyal statülerine ilişkin çok detaylı sorular sorulurdu ama inançlarına yönelik sorular yoktu. O yüzden ne kadar Alevi olduğuna yönelik resmi bir rakam bulunmuyor. Fakat 1998 yılında dönemin MGK’nın siparişiyle yapılan yarım kalmış bir araştırma var. O araştırmanın sonuçlarında Türkiye’de 8-9 milyon Alevi’nin varlığından söz ediliyor. Ama bu tamamlanmamış ve ne kadar sağlıklı olunduğu tartışılır bir çalışma. Çünkü bu çalışma MGK genel sekreterliğinin talimatıyla ve tamamen istihbarat mantığı ile yapılmış.

Kendi bilgi ve gözlemlerime, yapılan sınırlı araştırmalara dayanarak Alevilerin nüfusunu 15-20 milyon olarak belirtmek mümkün diye düşünüyorum.

-Bu konuda yabancı kaynaklardan bir bilgi var mı?

-Yabancı kaynaklarda da telaffuz edilen rakamlar var ama onlar hiç sağlıklı değil. Bir yabancı istihbarat memurunun sınırlı bir süredeki gözlem ve araştırmalarına dayalı olarak ortaya koyduğu sonuçların pek sağlıklı olabileceğini düşünmüyorum...

-Sohbetimizin sağlıklı yürüyebilmesi için bir bütün olarak Alevi toplumunun ortak karar, ortak onay ya da ortak algısından bahsedebilir miyiz?

-Bazı konularda evet, ama genel olarak hayır... Biraz daha yakından baktığımız zaman Alevi toplumunun her konuda aynı duruşu esas alan, dünyaya aynı pencereden bakan, aynı tepkileri veren bir topluluk olduğunu söylemek mümkün değil. Maalesef bu konuda toplumda yanlış bir algı var. Aleviler şöyledir Aleviler böyledir diye çok toptancı yaklaşımlar görülüyor. Doğru değil.

Her toplumda olduğu gibi Aleviler içerisinde de akıllısı var, akılsızı var, sağcısı var, solcusu var, farklı siyasi düşünsel duygusal eğilimleri olanları var.

Fakat öne çıkan bir algı var, o da Alevi toplumunda bizzat derin devlet olarak adlandırdığımız yapının devreye soktuğu senaryoların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Mesela, “Sünniler iktidar olsa bizi kesecekler laiklik olduğu niçin biz varız” şeklinde bir düşünce Aleviler içerisinde yaygınlaştırılmıştır. Buradan hareketle de, Alevilerin sırtına "rejimin teminatı, laikliğin teminatı" türü misyonlar yüklemek istemişlerdir. Şimdi Aleviler açısından CHP’ye sarılmış olmanın temelinde biraz da bu durumun rolü var...

- Aleviler çok geniş bir yelpaze içindeler. Bazı açılardan bir bütün olarak ele almamak gerekir. Aleviler kendi hallerinde yaşarlarken toplumda Alevileri bir potaya koyan yaklaşım var. Bu kez Alevi toplumunda karşı bir refleks gelişiyor. Sunniler diye genellemeci indirgemeci bir yaklaşım doğal haliyle gelişiyor. Bu iki olgu nasıl pekiştirildi?

-Bunu doğru anlaşılması için kısa bir tarihçisine vermek lazım. Birincisi Alevi toplumu egemen sisteminin sözün en geniş anlamında ezdiği mazlum ve mağdur bir toplumdur. Bunu üstüne basa basa söylememin sebebi şu: Alevileri devletin gözünde makbul vatandaşlarmış zanneden Sünni kardeşlerimiz ve canlarımız da var. Böyle bir şey yok. Aleviler Cumhuriyet tarihinin her döneminde ezilen, kafasına vurulan bir toplum olmuşlardır.

- Bir devlet vatandaşına bunu neden yapar?

-Zaten temel sorunumuz bu. Bu devletinin kurucuları Türkiye Cumhuriyeti devletini bir ulus devlet olarak tasarlayıp hayata geçiren mimarlar Türkiye’nin bu yolda "çağdaşlaşması" için "muasır medeniyetler seviyesine" gelmesi için onların dini değer yargılarının etkisiz kılınması gerektiğine inanıyorlardı. Buna bağlı olarak kendi tarihinden kopması gerektiğine inanıyorlardı. Yine buna bağlı olarak bu coğrafyanın insanlarını “kendi yapan”, değer yargılarından, geleneklerinden, göreneklerinden ve giyim tarzlarından bile arındırmak gerektiğine inanıyorlardı.

-Bir toplumu inançlarından sıyırmak istiyorlar. Bir devlet bunu durup dururken yapmaz neden bunu yaptı sizce?

-Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllara hâkim olan veya o dönemde var olan dünya durumuna baktığımızda cevabını bulabileceğimiz bir soru. Ulus devletler var. Türkiye kendini gecikmiş bir ulus devlet olarak inşaa etti. Osmanlıda bu ulus devletlerden esinlenen bir sivil askeri bürokrasisi vardı.

-Burada esinlenme mi var yoksa dayatma mı?

-Dönemin şartlarının dayatmış olduğu söylenebilir. Aslında bu bir tartışma konusudur. Zaten etkilenen düşüncelerin kendisi Avrupa kaynaklı. Egemen bir dünya sisteminin etkisinden bahsediyoruz. Bu yönüyle yapaydır. Batıcı bir düşünce sisteminin etkisi altında askeri elit zümre yeni bir devlet imkanı kurma şansı ortaya çıktığında bu devleti etkilendiği düşüncelere uygun bir devlet olarak tasarladı.

Anadolu halklarının böyle bir talebi yok.

Anadolu hakları kendi tarihsel beraberlikler içerisinde neyin nasıl olması gerektiğini ortaya koymuş bir deneyimin sahibiler. Bu boş bir laf değil. Milli mücadele sürecinin karargahı olan Meclis’te karşılığını bulmuş olan bir tesbit. Daha çok Kemalist reflekslerle olaya yaklaşan insanlar " başka nasıl olacaktı?" sorusunu yöneltiyorlar.

Başka nasıl olacaktı sorusunun cevabı milli mücadele karargâhı olan millet meclisinin ta kendisidir. Orada ne bir etnik ne dini bir sorun var. Orada tüm Anadolu halklarını kapsayan bir irade var. Son derecede demokratik ve eşitlikçi bir yaklaşım var. O yaklaşımın hakim olduğu bir Cumhuriyet kurulabilirdi tabii ki. Ben burada br hayalden bahsetmiyorum. Ama o süreçte gücü ele geçiren ve özellikle de belirli bir tarihten sonra egemen güçlerin icazetini alan yapı, kendi anladığı çağdaşlaşma projesinin ancak böyle bir ulus devlet eliyle olabileceğine inandı. Elinde de bir devlet gücünü tuttukları ve bu güce de çok güven duydukları için bu toplumu kendi kafalarında tasarladıkları toplum haline getirebileceklerini düşündüler.

-Hangi dönemi kastediyorsunuz burada?

-Ben Cumhuriyet tarihini iyi irdelediğimi söyleyebilirim.

Tarih söyleyeyim, 1922 Mudanya mütarekesi. 1922’den itibaren dönemin İngiliz emperyalizmiyle kurulmuş olan ilişki artık dönemin egemen güçlerinin saltanat hükümetiyle ilişkilerini kesip Ankara hükümetiyle temas kurmaları Ankara hükümetinin de zaten buna açık olması nedeniyle yeni bir dönüm noktasıdır. Dönemin emperyalist güçleriyle girişilen mücadele dikkat ederseniz Maraş’ta, Urfa’da ve Antep’tedir. Ege’deki mücadele Yunanistan’ın işgaline karşıdır. Ve İngiltere Yunanistan’a belirli bir tarihten sonra desteğini çektiği için Yunanlılar geri püskürtülmüştür. 1922 Mütarekesi ile Ankara hükümetini tanımışlardır. Ankara Hükümeti de buna dünden razıdır.

Yani bu kurmay heyet sonradan Kemalist ve Atatürkçü kesilenlerin iddia etiği gibi bağımsızlığa her şeyden önem veren bir yaklaşım içerisinde değillerdi.

Bu yüzden 1922’den itibaren farklı bir tarihi süreç içerisine girilmiştir. Ve o süreç dönemin egemenlerine karşı olmaktan çıkıp onların icazet verdiği bir doğrultuda gelişen bir süreçtir.

Diğer bir tarih de 1923 İzmir İktisat Kongresi. Orada cumhuriyet hükümeti siyaseten ve özellikle de iktisaden emperyalist kapitalist dünya ile uyumlu bir yapı oluşturmak kararlılığında olduğunu deklare etmiştir. Burada halk adına verilen kararlar var. Türk etnik temeline dayalı bir ulus devlet kararı uygulamaya sokulmaya başlanmıştır. 1924 yılında kabul edilen yeni anayasa da bu sürecin belgesidir. Bu anayasanın kabulüyle 1921 Teşkilat-ı Esasi Kanunu ortadan kaldırılmış, Türkiye gerçeklerini kapsayan, kucaklayan değil, o gerçeklerle kavga eden bir anlayış devlete egemen kılınmıştır.

Onun öncesinde Türkiye’nin bugün konuştuğumuz temelde bir Kürt sorunu yoktur. Onun öncesinde bir irtica sorunu yoktur. Hatta bugün konuştuğumuz mana da bir Alevi sorunu da yoktur. Yeniçeri ocağının lağv edilmesi ve aynı tarihte Alevi Bektaşi tekke ve dergâhlarının kapatılmasına rağmen sistem nezdinde yarı kabul gören bir özelliğe sahip idiler. Fakat Cumhuriyetle beraber Alevilik yasaklanıyor. Bir inanç yasaklanıyor.

Bu yasağın kanunu da var, o da, tekke ve zaviyeler kanununun ta kendisidir. O kanunla beraber camiiler kapatılmıyor. Hacı Bektaş dergâhı dâhil olmak üzere bütün Alevi tekke ve dergâhları kapatılıyor. Yani Osmanlı döneminde olan yapı Cumhuriyet döneminde kapatılıyor.

İkincisi Aleviliğin kendini sürdürmesi açısında hayati önem ifade eden dini sıfatlar ve payeler yasaklanıyor. Şimdi burada herhangi bir Aleviye soracak olsanız, size Aleviliğin dede-talip ilişkisi içerisinde yaşayabilen bir inanç olduğunu söyleyecektir. Dolayısıyla Dedeliğin, Seyitliğin, Pirliğin yasak olması Aleviliğin yasaklanmasından başka bir şey değildir.

-Şimdi Türkiye Cumhuriyeti dış dünyayla savaşırken yenildikten sonra kendi içine döndü bu kez kestirmeden gidecek olursam kendi halkına karşı savaştı. Şimdi demokratik açılımla tekrar toplumuyla barışmaya çalışıyor. Alevi toplumu ile teknik ifade ile Sünni toplumunun zihnindeki olumsuz algıları pekiştiren toplumun mozaiğini bozan serüvene dönüş yapalım tekrar, önemli bir nokta çünkü.

-Aleviler açısından var olan hâkim algının nasıl yapay olduğunu ve Alevilerin bu olmadığını hatırlatacağım.

Şimdi Aleviler açısından 1920-30 yıllar karanlık bir dönemdir.

Destek verdikleri Cumhuriyet kendileri için hayal kırıklığı olmuştur. 1946 seçimlerini saymazsak ilk serbest seçimlerde Aleviler neredeyse blok olarak Demokrat Parti’yi desteklemişlerdir. Bunnu devlet arşivlerindeki bilgilere bakarak da teyit edebilirsininiz. Bunun tek bir nedeni vardır. O da tek parti zulmünden kurtulmak. Yani Aleviler başından beri bu rejimin muhafızı gibi bir olay yok. Aleviler bu sistemin mağdurudurlar. Aleviler 1960'lı yılların sonlarından itibaren, bu kez sol gruplara destek vermişlerdir, bırakın statükoyu korumayı, statükoyu devirmek isteyen yapılara yani. Alevilerin CHP ile temas kurdukları dönem CHP’nin Ecevit’le beraber “ortanın solu” söylemiyle kamuoyunun karşısına çıkmasıyla beraberdir. Ancak bu CHP’ye Aleviler ilgi duymaya, destek vermeye başlamışlardır. Yani rejim elden gitti gidiyor CHP’sine değil. 12 Eylül’de de yine en çok işkence gören Alevilerdir.

Alevilerin deyim yerindeyse "kimyasını bozan" gelişmeler, 90 yıllardan itibaren ortaya çıkmıştır. 90’lı yıllarda derin devlet senaryolarını hazırlayan güçler "irticayı” Türkiye için "öncelikli tehdit ve tehlike" olarak tespit ettikleri zaman, bu "tehdit" konseptinin bir gereği olarak Türkiye'yi bir "laik-anti laik" kutuplaşmasının cenderesi içine sokmak istediler. Bunu yaparken laikliğe karşı gördükleri ve kendi siyasi partilerine de kitlesel olarak destek veren yurttaşlar oluyor tehlike ve tehdit kaynağı. Buna karşılık laikçiliğin de bir kitleye ihtiyacı vardı. İşte bu laikçi kitle olarak Aleviler seçildi.

Aleviler oldu demiyorum Aleviler seçildi diyorum.

Alevilerin bu rolü oynamaya en yatkın kesim olduklarına hükmedildi. Bunun nedeni yakın tarihi acı olaylarla dolu olan ve kendilerini çevreleyen Sünni çoğunluğa karşı tedirginlik hisseden bir durumda olmaları idi. Yani Alevilerin tedirginliğini istismar etmek kolaydı. “Bunlar iktidara gelirse sizi kesecek” propagandasıyla bu tedirginliği istismar etmek kolaydı. Bu tedirginliği Cumhuriyet mitinglerine çekmek kolaydı ve bunu yaptılar. Örneğin 28 Şubat sürecinde ilk defa Aleviler şöyle bir duyguya kapıldılar. Yani hep ordunun sopasını yemiş olan Alevileri içten içe "biraz da onların canı acısın" diye düşünen bir toplum haline getirdiler. Alevilik bu değildir oysa. Alevilerin inancında başkasının acısına sevinmek yoktur.

Alevilerin kimyasını bozdular dememin sebebi budur.

Ve bunun yanı sıra Alevilerden “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganını en yüksek şekilde bağırması istendi. Bu nasıl ilginç ve olmayacak bir durumdur? Bu sistem Alevileri tanımıyor bile!

Şimdi bu kısa tarihi hatırlatmayı yapmamın nedeni, Aleviler için "hep böyle idiler" algısının yanlışlığını ortaya koymak.

Alevilerin kendileri olmaları kendilerine dışarıdan empoze edilmiş rollerden arınmaları Türkiye’nin geleceği açısından hayırlı bir durumdur.

-Sebepsiz yere üretilen, abartılan, manipüle edilen algılarla ve önyargılarla mozaik toplulukları nasıl da ayrıştırıp ötekileştirme mantığını etkinleştirdiler!

-Bu bahsettiğiniz önyargılar Sünnilerin de Alevilerin de kendi doğal mecrası içerisinde ortaya çıkardıkları önyargılar değil siyaseten dışarıdan empoze edilmiş algılardır tabii ki. Yoksa olağan akışı içerisinde hiçbir Alevinin hiçbir Sünniyle sorunu yoktur, hiçbir Sünninin hiçbir Aleviyle bir sorunu yoktur, olmaması gerekir. Bin yıldır beraber yaşıyoruz, peki, kim Alevi-Sünni çatışması çıkarmak istedi? Aleviler mi Sünniler mi istedi? Hayır başka birileri istedi. Onun için kanlı provokasyonlar devreye sokuldu. Bu kanlı provokasyonların sorumlusu ne Alevilerdir ne de Sünnilerdir.

-Belki yapılması gereken en önemli iş bu olumsuz boş algıların dağıtılması. Buradan başlamak gerekir. Bu anlamda yeterli bir çaba sarf dilmediği içinde Alevi toplumuyla ilgili açılımlar yavaş gidiyor. Bu algının nasıl parçalanabileceği noktasına biraz odaklanalım. Bunun için siyasetin, kanaat önderlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, aydınların işin içinde olması lazım. Toplulukların da yaratılan algılarla hareket ettikleri, en azında o algılarla kalıverdikleri ya da davranamadıkları muhakkak. İki taraftaki türedi algının dağıtılması için neler yapılabilir?


-Benim halihazırda başkanlığını yürüttüğüm Yüzleşme Derneği’nin bu alanda mütevazi imkanlarla çok anlamlı işler yaptığını söylemekle başlıyayım. Örneğin biz 2011 yılında "Aleviler ve Sünniler 28 Şubat ile yüzleşiyor" başlıklı bir etkinlik düzenledik. Alevi ve Sünni kimlikleriyle tanıdığımız akademisyen, gazeteci ve yazarların konuştuğu, tartıştığı bölümler, bir de forum bölümü vardı orada bir başörtülü kardeşimiz Cem evlerine yasal statü tanınması gerektiğini söyledi.

Şimdi bunu bir başörtülü kardeşimiz söyleyince beyni o klasik önyargılarla doldurulmuş olan Alevilerin psikolojisini siz düşünün.

Bir ezber orada yıkıldı yerle bir oldu.

Sonra bir Alevi çıktı “biz başörtülü kardeşlerimizin gördükleri zulme sessiz kaldık, görmezden geldik hatta içten içe bunlara sevinenler oldu ben bunun için büyük bir mahcubiyet duyuyorum” dedi.

Burada da beyni klasik önyargılarla dolduran Sünni kardeşlerimizin de ezberi bozuldu.

Şimdi bu bir örnek tabi bu örnekleri çoğaltmak gerekir. Ama maalesef bu konuyla ilgilenen çok fazla sivil toplum kuruluşu olduğunu söyleyemiyorum. Burada herkes var olan durumu esas alıyor. Bizim var olan durumu bozmamız lazım oysa. Bu böyle neden devam edip gitsin! Aleviler de Sünniler de moda tabirle bu toprakların asli unsuru, sahibi, yurttaşıdır.

Herkes burada kendi inancını yaşama konusunda özgür olsun. Ortak meselemiz bu olmalı...

-Buradan aydınlara ve siyasete gelirseniz..


-Aynı yaklaşım aslında aydınlar, kanat önderleri diye isimlendireceğimiz kişiler için de geçerlidir.

Yani toplumdaki var olan verili durumu olduğu gibi kabul edip bunun üzerinden siyaet yapma anlayışı hakimdir.

Bizim tam da bunu terk etmemiz lazım.

Bizim Alevi camiasında da var. Bunu terk ederken de tek başına Alevilerin taleplerinin karşılanması diye bir şey yok. Alevi sorununun çözüldüğü ama Kürt sorunun devam ettiği, Alevi sorununun çözüldüğü ama başörtüsü meselenin devam ettiği bir Türkiye özgür olabilir mi? Bu yüzden herkesin kendi geleceğini güvenle içinde görebileceği bir demokrasiyi savunmak gerekiyor. Bu aydınlar için de geçerli. Var olan durumu ilelebet devam edecek gibi yazar, konuşursanız en başta aydın olma misyonuyla ters düşüyorsunuz demektir.

-Bu temeldeki çabaları yetersiz mi buluyorsunuz?

-Tabii ki, şüphesiz her iki camia açısından çaba gösterenler var, ama yetersiz. Bu yetersizliğin birinci derecede nedeni de herkesin iktidardan gelecek rüzgâra yelken açmak gibi bir yaklaşım içerisinde olması. Bundan ileri gelen bir yetersizlik var. Örneğin hükümet Alevi açılımı başlattığında, hükümet ağzıyla kuş tutsa buna karşı çıkmak gerektiğine şartlanmış bazı çevreler dışında herkes buna destek verdi. Dolayısıyla hükümet bu açılımdan vazgeçtiğinde de eleştirmesi gerekirdi destek verenlerin, değil mi? Ama maalesef öyle bir durum yok. Bu doğru bir şey değil. İktidardan gelecek rüzgârlara göre yelken açmak bir "aydın tavrı" olabilir mi? İktidarın cevaz verdiği konularda yazmak, çizmek, ama demokratikleşmenin temel sorunlarıyla ilgili yeri geldiğinde yapıcı ve eleştirel bir tutum içinde olmamak da herhalde bir "aydın" tavrı değildir.

Bu yönüyle bu "aydın olma" halinin ülkemizde son derece tartışılır olduğu kanısındayım...

-Türkiye’deki aydınların her zaman kendilerine müesses sistemin davranışlarına göre e rol biçmeleri toplumu sağlıksız sonuçlara itti. Bir aydını aydın yapan neden bence öngörü ve bunun için lazım olan cesarettir. Tarih ve toplum bu anlamda davrananlara aydın sıfatı verecektir diye düşünüyorum. Şimdi dev soruma geliyorum; Demokratik açılım süreci Alevi açılımını ter ketti mi?

-Hükümetin ustalık dönemi diye isimlendirdiği, kendini en güçlü ve "iktidar" hissettiği bu üçüncü dönemde, Alevi açılımı sürdürülmedi, terk edildi...

-Alevi toplumunun da zihninin netleşmesi için bir soruyu daha sormalıyım size. O da Türkiye’de son o yılda gelişen sosyal ve siyasal dönüşümler iyi şeyler mi? benim de ısrarla kullandığım Yeni Türkiye tanımı için neler söylemek istersiniz?

Çözüm süreci çok büyük önemli tarihi bir sorumluluk örneğidir.

Evet, yeni bir Türkiye doğuyor.

Ak Parti iktidarı döneminde Türkiye kendine özgü bir demokratik bir değişim ve yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreç henüz bitmiş değildir devam etmektedir.

Bunu somutlaştırmak gerekirse ilk defa darbeciler yargı önündedir. Bu ilk defa oluyor. Herkes orduya bakarak siyaset yaparken bugün yargı önüne çıkarılması gibi bir olay yaşadık. Bunun yanı sıra Cumhuriyet tarihindeki en köklü yasal düzenlemeler getirmek bu dönemde yaşanmıştır. Hatta 12 Eylül darbe anayasasının ruhuna dokunan düzenlemeler, reformlar ilk defa bu dönemde olmuştur. Yargı oligarşisine ilk defa dokunulmuştur demokratik bir düzen getirmeye niyet edilmiştir. Bunlar çok önemli şeyler. Türkiye’nin sancılı bir demokratik değişim yaşadığına delalet eden şeyler bunlar.

Belki benim gönlümden geçtiği gibi değil ama olanı da olmuyormuş gibi değerlendirmek hakkaniyetli bir yaklaşım olmaz.

AK Parti iktidara gelir gelmez değil ama iktidara intibak ettiği ölçüde kendi öncesiyle kıyaslanmayacak derecede köklü değişimlerin önün açan bir siyasi performans sergiledi. Bir tür demokratik devrim cereyan ediyor. Buraya Kürt meselesini de eklersek önceki Oslo sürecini saymazsak ilk defa bir iktidar Kürt sorununu Kürt sorunu olarak ele aldı meseleyi kökünden çözecek bir siyasi irade sergiledi. Bunlar şüphesizi geleceğimiz adına çok umut veren şeyler.

-Acaba Türkiye’nin elini kolunu bağlayan sorunları vardı, askeri yargı vesayet ve Kürt hareketinin yaratmış olduğu moral ve ekonomik çöküntü bunlar aşılmaya çalışıldı acaba diyorum Alevi açılımı bu büyük sorunlar nedeniyle mi ertelendi ya da terkedildi?

-Görünen terkedildiğidir. Hem de Ak Partinin en güçlü döneminde.

İkinci döneminde Alevi çalıştayları diye gündeme geldi. 1.5 sene içerisinde 7 çalıştay düzenlendi çeşitli kesimlerden temsil kabiliyeti olan Alevi kanaat önderleri, yanısıra meseleyle ilgili olan gazeteci akademisyen, yazar özelliği bulunan insanların çağrıldığı bu toplantılarda mesele enine boyuna incelendi irdelendi. Ve neyin nasıl çözülmesi gerektiği konusunda iyi kötü bir yol haritası diyebileceğimiz sonuçlar ortaya çıktı. Fakat bu sonuçlar ortada kaldı. O ara seçimler gerçekleşti.

Ak Partinin yeni döneminde Alevi açılımını sürdüreceğine dair işaret sayabileceğimiz hiçbir yaklaşım göremiyoruz. Ama bunun tam tersini görüyoruz.

Alevi açılımını gündeme getirdiği dönemde kişi olarak ben siyasi olarak bir kompleks içine girmeden bu süreci destekleyen yazılar yazdım. Çalıştaylara katıldım, farklı slogancı tavırlar içinde olanlarla karşı karşıya gelme pahasına. Doğrusu bu olduğu için destek verdim sürece.

İslamcı gelenekten bir partinin iktidarında bu meselenin çözülmesinin daha sağlıklı olacağına inandığım için destek verdim.

Bu meseleyi de bu iktidar isterse çözer. En azından asgari olarak çözer. Bugün de inancım ve beklentim bu yöndedir. Ben işin siyasetini yapanlardan değilim. Benim ilgili olduğum konu, daha demokratik, özgür, güvenli bir ülkede yaşamanın bu sorunu da demokrasi bağlamında çözmenin mümkün ve gerekli olmasına vurgu yapmak.

Biliyorsunuz, 2010 referandumunda CHP “hayır” kampanyası yürüttü. Bu kampanya sürecinde Sayın Başbakan'ın hasbelkader Alevi olan Kılıçdaroğlu’na yönelik deyim yerindeyse "belden aşağı" vuran söylemleri oldu.

Bunlar doğru değil.

Bir insanın kimliğini, inancını bir siyasi polemiğin konusu haline getirmek hiç doğru bir tutum değil.

Onun dışında Alevilerin Cem evleri ile ilgili talepleri konusunda diyanetin yaklaşımının esas alan bir tutum içerine girmesi de doğru değil. Biraz da bu tutumlarla birlikte düşündüğümüzde anlıyoruz ki Alevi açılımını kaldığı yerden sürdürme konusunda en azından bugün itibariyle bir niyet taşımıyor iktidar.

Şöyle bir sonuç çıkıyor. İktidar partisi “biz ağzımızla kuş tutsak yine Aleviler CHP’ye oy verecek o yüzden biz açılım yapmıyoruz” gibi günlük siyasi hesaplara meseleyi kurban etti gibime geliyor.

Aslında mesele siyasetler üstü bir anlam atfedilmesi gerekiyor. Bu Türkiye’nin toplumsal barışı için elzemdir. Bunun ilk adımını Ak Parti attı devamını getirmedi. Bundan sonra dileyelim ki getirsin. Alevi açılımından vazgeçmesinin nedenini günlük siyasi yaklaşım nedeniyle olduğunu kanaatini taşıyorum. Anlıyorum, siz günlük siyaseti de hesaba katmak zorundasınız. Alevilerden nasıl oy alabilirsiniz? Alevilerin talep ve ihtiyaçlarına, beklentilerine karşılık vererek oy alabilirsiniz. Ve bakın Ak partinin Türkiye’nin partisi olmak gibi bir iddiası var. Hemen hemen bütün illerden milletvekili çıkaran bir partinin bu iddiasını güçlü bir şekilde sahiplenmesi doğaldır. Ama Türkiye içerisinde Aleviler de var. Alevilerden gelen seslere de kulak vermeniz gerekir. Bu noktada sanırım şöyle bir tereddüdü var Ak partinin, "biz Alevi açılımını sürdürürsek bize zaten oy veren insanlarımız bundan rahatsız olur.” Bu noktada da bir tedirginlik içerisinde olduklarını düşünüyorum. Yanlış düşünüyorlar. Bakın bugün yurt çapında sayısı yüzü geçmiş Cem evi var ve bunlar resmen değilse bile fiilen Alevilerin ibadet mekanları olarak faaliyet gösteriyor. Cem evleri kapansın kampanyası yürütenler mi var? Yok. Siz adını koysanız da bugünden farklı olmayacak aksine siz insanların gönlünü kazanacaksınız. Cem evlerine yasal statü kazandırılmasının Ak Parti tabanında bir rahatsızlığa neden olacağı ön kabulünün doğru olmadığı düşünüyorum. Ama iktidar partisinin böyle davrandığı kanısındayım. Bu yaklaşımlarını gözden geçirmeleri gerekiyor.

- İktidar partisinin Alevi açılımı ile ilgili yavaşlığını etkileyen başka nedenler olabilir mi? Alevi toplumu aslında kendi haline yaşarken Alevi toplumu adına kamuoyuna konuşan sözcülerin sertliği ve ne olursa olsun karşı çıkan yaklaşımları örnek olarak..?

Şüphesiz olabilir. Alevi toplumunu temsil iddiasında çok sayıda vakıf, dernek vb. kurumlar var. Örneğin Alevi Bektaşi Federasyonu var. Cem Vakfı var. Çok sayıda Cem evi bu kurumların bünyesinde faaliyet gösteriyor. Başka Alevi kurum ve kuruluşları da var. Ancak bunların önemli kısmı Alevi toplumunun son derece haklı taleplerinin sözcülüğünü yapmak yerine bu mesele üzerinden siyaset yapmakla meşgul.

Alevileri belirli bir siyasi partinin, ki o da CHP'dir, arka bahçesi, payandası haline getirmeyi temel varlık gerekçeleri olarak görüyorlar.

Örneğin Alevi toplumunun taleplerini dile getirmek iddiasında bazı mitingler oldu. Seçimlerde bu mitingleri düzenleyen kurumların asıl niyetlerinin ne olduğunu görünce şaşırdık; CHP’den milletvekili aday adayı olmak için kuyruğa girdiler çünkü. Bu arada hiçbiri de aday gösterilmedi, tıpkı Deniz Baykal CHP sinde olduğu gibi. Alevi taleplerini siyaset yapmak için kullanma anlayışıyla hareket edenlerin temel meşgalelerinin sorunun çözümü olduğunu düşünmüyorum.

Aksine, bazıları adeta çözümsüzlüğün sürmesinden yana gibidirler.

Çözümsüzlük sürsün ki kendileri de siyaseten "bir şey" olabilsinler gibi bir anlayış. Geçtiğimiz yıl bir Alevi mitingi daha oldu, eşit yurttaşlık talebiyle gerçekleştirilen bir mitingdi. Kişi olarak kurum olarak bu mitinge destek vermemizi istediler. Eşit yurttaşlığı elbette destekliyorum dedim ama geçmiş mitinglerde olduğu gibi siyasi bir partinin alanı haline mi getireceksiniz diye de sordum. Cevap olarak hayır böyle bir şey olmayacak dediler ama maalesef kaygılarımda yine haklı çıktım. Miting CHP seçim otobüsü üzerinden yapıldı. Böyle bir skandal olabilir mi? O otobüsün üzerinde bazı kişiler Atatürkçü olmayan Alevileri "düşkün" ilan ettiler. Bir inancı bu denli pervasız ve pespaye bir şekilde siyasete alet etmek, en hafif deyişle ahlaksızlıktır. Alevi toplumu; sözcüleri, temsilcileri, örgütleri ve onların yöneticileri konusunda çok talihsiz. Ancak şunu da önemle eklemem gerekir: Bu görüntüye bakıp da Alevileri değerlendirmek doğru değil. Sessiz çoğunluğun hissiyatı farklıdır. CHP ile olan sorunlu ilişkilerini de, kendileri adına söz söyleyen kişi ve kurumların durumlarını da sorgulamaktadırlar.

-Türkiyedeki topluluklar içerisinde en karmaşık üst yapı Alevilerde. Hem ideolojik, hem karmaşık, hem farklılıkları çok. Üst yapı bu anlamda ne kadar dinamikse taban o kadar sessiz. Dolayısıyla harici kesimlerin algısında Alevi toplumu budur imajı var. Oysaki Alevi topluluğu bunlara bağlı olmadan yaşıyor. Bu noktayı kamuoyuna nasıl izah edeceğiz?

-Şimdi Alevi toplumu CHP ile olan ilişkisini sorgulamaya başlamıştı. Bunun en ciddi göstergesi Onur Öymen’in 2009 Kasım’ında demokratik açılımla ilgi bir meclis oturumda yaptığı ünlü konuşmasıdır: Sayın Öymen Dersim 38 katliamını Kürt sorunund bir "çözüm yolu" olarak hatırlatmıştı. Ve "Dersim 38’de analar ağlamasın denildi mi?" demişti. CHP genel merkezi de onu sahiplenmişti. Zaten CHP zihniyeti budur. Tıpkı geçtiğimiz günlerde Birgül Ayman Güler’in yine CHP zihniyetini deşifre ettiği konuşmasında olduğu gibi. Bunu takip eden haftalarda Aleviler CHP’den kitlesel olarak ayrıldılar. CHP’nin Dersim'de örgütü kalmadı. İl yönetimleri ilçe yönetimleri istifa ettiler. Ve bu istifa furyası yurt çapında oldu. Aleviler artık dışarıdan atfedilen figüranlık provalarını oynamak konusunda isteksiz olduklarını çok açık gösterdiler. 2010 Mayısında malum bir şekilde Baykal’ın alaşağı edilerek kılıçdaroğlu’nun koltuğa oturtulmasını bir operasyon olduğunu düşünüyorum.

CHP’deki bu kan kaybına son vermek için yapılan bir operasyon.

Sayın Kılıçdaroğlu koltuğa oturdu ama ogün bugündür Alevilerle ilgili tartışmalarda herhangi bir net tutum içerisinde olmadı. Siz ana muhalefet partisisiniz diğer seçmenlerinize olduğu gibi Alevilere de bir şeyler vaat etmeniz gayet doğal. Bunu bile yapmadı.

Ama Alevilerin çaresizliği de buradadır işte.

Aleviler Kılıçdaroğlu’nun ağzında somut hiçbir şey çıkmadığı halde, "bizim insanımızdır" diye düşünerek, hatta pirdir, aşiretindendir, dededir diye düşünerek CHP ye geri döndüler. Oysa sayın Kılıçdaroğlu, aslında işin aslını çok iyi bildiği Dersim tartışmalarında, polemiklerinde bile, kayda değer bir şey dememeyi başarabildi! Biliyorsunuz Sayın Başbakan "gerekirse Dersim 38 için devlet adına özür dilerim" şeklinde gerçekten tarihi bir açıklama yapmıştı. Kılıçdaroğlu ve CHP, sıkıştıkları köşede kalakalmayı tercih ettiler. Çünkü Dersim gerçeğiyle yüzleşmek, CHP zihniyetiyle yüzleşmek demektir. Buna cesaret edemediler...

Siz burada yönünüzü ille de Alevileri sorgulamaya yönelik bir tercihten yana yaparsanız Aleviler tutarsızdır diyerek işim içinden çıkarsınız ama bu doğru değil.

Bu Alevilerin çaresizliğine dalalet eden bir gelişmedir.

Aynı zamanda bunun kalıcı ve sağlıklı bir ilişki olmadığının kanıtıdır da. Şimdi Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’ye geri dönen Aleviler hayal kırıklığı içinde hissediyorlar kendilerini. Aldatılmış hissediyorlar kendilerini. Siyasi yelpazeyi oluşturan partilerin durumlarını göz önüne aldığınız zaman, Alevilerin çaresizlik duygusunu daha iyi anlayabilirsiniz diye düşünüyorum...

-Bir filonun hızı en arkadaki geminin hızına eşit olması gibi eğer bu ülkede demokratikleşme gerçekleşecekse toplumunun bütün sınıflarını kapsamalı. Toplumun en küçük bir sınıfı dahi demokratik kapsam dışında kalıyorsa bu demokratikleşmenin yavaş ilerlediğini gösterir. Alevi toplumu yeni Türkiye oluşumunda hak ettikleri yerde olması gerekir. Bu toplumun bünyesi aslında buna hazırken siyasi varlık buna engel oluyor. Alevi toplumu çaresiz diyorsunuz CHP’yi eleştiriyor diyorsunuz. Aslında kemalimizle çelişkili diyorsunuz ve Alevi toplumu alternatif siyasi bir mecra bulamadığını söylüyorsunuz. Bu çerçeve içinde Türkiye’nin demokratikleşme sürecini yürüten insanların içinde bulundukları ciddi bir savaş var. Bu olguyu da dönüştürmek, karanlık noktaları bertaraf etmek Alevi toplumu da bu sürecin içine katmak zorundalar. Neler yapılırsa Alevi topumu bu demokratikleşme süreci içinde yerini alır?

-Bu Türkiye’nin normalleşmesi ile paralele ilerleyen bir süreç. Siyaseten Alevilerin çok seçeneklerinin olmadığını söyledim, bu da normal bir durum değildir. Tıpkı Alevilerin bir misyon olarak CHP’ye ilgi duymalarının sorunlu olmasına işaret ettiğim gibi. Türkiye’de siyasetin normalleşmesinden kastım Türkiye’de sosyal demokrat bir seçenek yok mesela. Var olan CHP böyle bir ihtiyacın gerçekleşmesinin önünde ki en büyük engel aynı zamanda.

Bakın 2009 yılı sonlarında Eşitlik ve Demokrasi Partisi adı altında Alevilerin de ilgi duyduğu gerçekten sosyal demokrat bir oluşum söz konusuydu.

Bu parti Alevilerin de rağbet ettiği bir partiydi. Toplantılar oldu. Fakat Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkan olmasından sonra EDP içinde siyaset yapmaya karar vermiş bazı zat-ı muhteremler hemen CHP’ye koştu. Gelişme şansı olan bu parti daha sonra ayakta kalmaya çalıştı ama sonuçta kendini fesh etti. Şimdi bunu şunun için anlattım: Sosyal demokrat bir seçeneğin olması halinde siyasi yelpaze de bugünküne kıyasla daha da normalleşmiş olacak. İnançlarını gereği gibi yaşayan Aleviler belki AK Partiye oy verecekler. Belki siyasi dünya tercihleri biraz daha ön planda olan Aleviler şimdi var olmayan sosyal demokrat partiye oy verecekler. Belki milliyetçi hassasiyette olanlar başka partilere oy verecekler.

Normal olan bu. Türkiye’nin normalleşmesiyle orantılı bir durum bu.

"Onlar şu partiye oy verir" gibi bir algı doğru ve "normal" değil. Bu noktada en büyük görev ve sorumluluk tabii ki iktidar partisine düşüyor. Kaldı ki Alevi çalıştaylarını düzenleyen bir partiden bahsediyoruz. Konuya hâkim bir partiden bahsediyoruz. Belki 2009’ dan önceki Ak parti ne Alevi meselesini biliyordu, ne de Alevileri tanıyordu... Ben iddia ediyorum AK Parti en azından konuyla ilgili kurmayları itibarıyla ve ortaya çıkardığı arşiv değeri son derece yüksek birikim nedeniyle CHP’den veya başka bir partiden Alevi meselesine daha çok hâkim bir partidir. İktidar Partisinin sorumluluğu açılımı kaldığı yerden sürdürmek olmalı. Şimdi bu sadece yasal düzenlemeler yapmakla sınırlı bir sorumluluk da değil. Bu meselenin toplumsal yüzleşme anlamı taşıyan boyutları var ve bunlar belki yasal düzenlemeler yapmaktan daha büyük bir önem ifade ediyor... Öncelikle AK Parti’nin topluma verdiği görüntü itibariyle yurttaşlarını bir kısmının dertlerine açık duran ve bir kısmının dertlerine uzak duran bir parti görünümünden uzaklaşması gerekir. Kişi olarak ben Ak partinin Sünni kardeşlerimizin talep ve beklentilerine karşılık verme çabasından, onların başörtüsü gibi konular itibarıyla mağduriyetlerini gidermeye çalışmasından rahatsızlık duymuyorum, gocunmuyorum. Hak ve özgürlükler konusunda hiç kimsenin mağduriyeti üzerinden biz hiçbir anlamda daha iyiye ve ileriye gidemeyiz.

Sorun şu ki, hak ve özgürlükler konusunda yaklaşımınız, sadece ideolojik veya inanç bakımından daha "kendinizden" saydığınız bir kesimin taleplerine açık olmak ile sınırlı ise, örneğin Alevilerin istemleri çok da umurunuzda değilse, biz bu yaklaşımla herkes için özgür, herkes için demokratik, herkes için adil ve güvenli bir ülke haline gelemeyiz.

Şunu da eklemem gerekir, bu durum, "birilerinin" karanlık senaryolar hazırlamasına, bazı insanlarımızın sorunlarını, taleplerini, hassasiyetlerini kötü niyetli amaçlarla kullanmasına, istismar etmesine de açık kapı bırakmak demektir. Şu anda Alevi toplumu açısından Ak Parti'nin onlara verdiği görüntü budur. Kendilerinin sorun ve taleplerini görmezden geldiklerini düşünüyorlar. Umutsuzlar. Bu herhalde hiç kimse için "hayırlı" bir şey değildir. Yurttaşlardan bazılarının umutlu, bazılarının umutsuz olması hali yani.

-Bunlara örnek verebilir misiniz?

Bakın artık başörtülüler kamusal alanda da iş yapabilecekler. Avukat olarak mahkemeye de girecekler. Din dersi saatleri arttı. Bunları söylerken “bakın sizin hala istediğiniz şekilde din dersi koymayanlar var. Bakın din dersleri hala zorunlu. Cem evlerine hala yasal statü tanımadılar. Bakın Cem evlerini ibadet yeri saymıyoruz" diyorlar. Bu iki cümle kalıbını yan yana koyarak söyledikleri zaman Ak Parti nezdinde Sünni kesime karşı da tedirginliklerini yeniden canlandırmış oluyorlar. En azından bunu hedefliyorlar. Ak Parti kurmaylarının görmesi gereken tablo budur. Türkiye’de son yıllarda yeni bir kutuplaşmanın temelleri atılıyor. Bakın Kürt sorunu ile ilgili içine girdiğimiz barış süreci bile Alevileri karşıtlaştıracak bir duyguya sokmanın malzemesi haline getirilmek isteniyor bazı "malum" çevreler tarafından. Bir tür kampanyaya dönüştü bu. "Bakın Apo da İslamcı oldu Kürtler ve Ak Parti birleşip Alevilerin üzerine çökecekler" diyorlar mesela. Barış sürecini dahi Alevilerin dünyasına yeni bir "korku" empoze etmemin argümanı haline getirmek istiyorlar. Oysa sorun Türkiye’nin en sıcak ve önemli sorunudur. Tabii ki Aleviler inançlarının da gereği olarak bu barış ve çözüm sürecini desteklemelidirler. Bundan korkulur mu? Sorunlarımızın demokrasi içinde çözümü Alevileri rahatsız eder mi? Aksine memnun eder ve kendileri için de yeni imkan ve ufukların ortaya çıkmasını sağlar. Acılar, sorunlar, mağduriyetler ve tabii ki talepler konusunda hiyerarşiler oluşturmak doğru değil.

- Alevi toplumunun taleplerini sıralar mısınız?

-En başta Cem evlerine yasal statü tanınması gerekiyor. Bunu çok polemik haline getirmemek gerekiyor, “İslam’ın ibadethanesi Cami’dir şimdi de Cem evi mi getireceksiniz” şeklinde. Mesele bu değil. Hem Camii’dir hem Cem evidir. İnanan bir insan için ibadetin yeri, mekânı çok da hayati bir sorun olmasa gerektir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut durumu ayrımcılık üretmektedir. Mutlaka düzeltilmesi gerekir. Yani kimi Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilsin derken kimi bize orada bir masa verilsin diyor. Diyanet İşleri Başkanlığının bir devlet kurumu olmaktan çıkarılması üzerinde mutabık olunacak bir formüldür diye düşünüyorum. Bu Alevilerin de başka inanç gruplarının da kendi üst örgütlerini kurmalarına imkan sağlar. Diyanet bir devlet kurumu olmasın başındaki de bir devlet adamı olmasın. Zorunlu din dersleri kaldırılsın. Burada da çok ince bir sözcük oyunuyla polemik üretmeye kalkanlar oluyor: Din dersinden neden rahatsız oluyorsunuz diyorlar. Öyle değil işin aslı, problem, birincisi bu dersin "zorunlu" olması ve ikincisi de, o derste sizin inancınızla ilgili kayda değer önemde bir eğitim verilmiyor olmasıdır. Geçtiğimiz eğitim-öğretim döneminde din dersi kitaplarına Alevilikle ilgili bazı bölümler monte edildi; ama çok yetersiz ve yüzeyseldi bu.

-Peki, Alevilik yeterince anlatılırsa?

-Bakın, bu bir takım Milli Eğitim görevlilerinin işin içinden çıkabileceği bir şey değil. Bunu Alevilerin sözlerine güven duydukları kişilere yaptıracaksınız. Aleviliği herhalde en iyi Aleviler anlatabilecektir. Devam edeyim.

Alevi sorununda güven krizinin çok önemli bir yeri var.

Güven krizinin aşılması için atılması gereken adımlar var: Madımak Oteli’nin adına müzemi dersiniz anıt mı dersiniz o acı olayı Alevilerin ve Sünnilerin birlikte anacakları, kendi geçmişleri ile yüzleşecekleri bir yapı olarak düzenlenmesi gerekiyor. Bunun inançla bir alakası yok. Meselenin güven boyutuyla alakalı. Maraş gibi, Çorum, Madımak gibi dosyaların tekrar açılması. Bunların hiçbiri adaletin tecelli ettiği yargılamalara konu olmadı. Derin devlet bu olaylarda açığa çıkarılmadı. Temelde konunun yasal boyutu, Cem evlerinin yasal statüye kavuşturulması ve Diyanet’in yeniden düzenlenmesidir. Bunları da kapsayacak şekilde gerçek bir din ve vicdan özgürlüğünün bir anayasal anlayış olarak kabul dilmesi lazım.

-Bu süreçte daha sağlıklı bir yol alınabilmesi için “canlara” ne önerirsiniz?

-Türkiye’nin sancılı da olsa iniş çıkışlı da olsa bu yeniden yapılanma, demokratikleşme süreci herkes açısından olduğu gibi bizim için de çok önemlidir. Bu sürecin seyircisi değil öznesi olmak gibi bir sorumluluğumuz olduğu kanısındayım.

Sağlıklı, işleyen bir demokrasiye herkesin ve özellikle Alevilerin ihtiyacı var.

Bu sürece yapıcı ve destekleyen bir tutumla yaklaşmaları gerektiğine inanıyorum. Ve kendi dertlerine taleplerine sahiplik etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Başkalarının konseptlerini taşıyan değil, başkalarının onlara yükledikleri hassasiyetlerin bayraktarlığını yapan değil, başkalarının onlara yükledikleri rolleri oynayan değil, Alevi olarak kendi sorunlarına sahiplik etmeleri gerekiyor. Herkesin kendi gibi olması gereği var.

Takiyye türü tutumlara başvurmadan, bu takiyyeleri "sahici" hale getirmeden, "kendi gibi" olabildiğimiz ölçüde, eminim, toplumsal bütünlüğümüz daha güçlü ve sağlam temellere oturabilecektir.


Haber Ara