Bekaroğlu yazdı: Yaşama isteği “hesapları” boşa çıkaracaktır
Mehmet Bekaroğlu 'Çözüm Süreci'ni konu alan yazısında, ''Zordur ama bu sorunu çözeceğiz; bu çözümün en büyük güvencesi Türklerin ve Kürtlerin büyük çoğunluğunun bunu istemesi, çözüm sürecine destek vermesidir'' ifadelerine yer verdi.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-03-29 17:08:06
TIMETURK / Haber Merkezi
Yüz yıllık kangrenleşmiş bir meselenin önemli bir aşamasına geldik. En son PKK isyanı ile 40 binin üstünde insanın öldüğü Kürt meselesinde silahların gömülmesi yolunda son üç ayda baş döndürücü hızla adımlar atıldı. Şimdi herkesin kafası karışık.
Gazete ve televizyonlarda öyle sorular soruluyor, öyle şeyler anlatılıyor ki bunları dinleyen insanların yönelimleri bozuluyor. Bir de başka hesapların bu gündem üzerinden görülmesi var ki, bu durum, kafaları daha da karıştırıyor.
O nedenle ne olmuştu sorusundan başlayarak konuyu sistematik bir şekilde konuşmakta fayda var.
Osmanlı İmparatorluğu’nın dağılmasından sonra bölgede çok sayıda devlet kurulurken Kürtler bir devlet kur(a)mamış, Kürtlerin yaşadığı coğrafya, Türkiye, Irak, Suriye ve İran sınırları içinde kalmıştır. Osmanlı’nın devamı olarak gördükleri için Türkiye sınırları içinde kalan Kürtlerin başlangıçta fazla bir şikâyetleri yoktur. Ne zaman ki Türk ulus devleti, “modern Türk ulusu” inşa projesine girişti, işte o zaman bugün “Kürt sorunu” olarak tartıştığımız sıkıntılar da başladı. Cumhuriyetin ilk Kürt isyanı olan Şeyh Sait ayaklanması çok manidardır; hala “Kürtçü kalkışma” diyenler var ama esasen Şeyh Said’in amacı, Kürt devletinden çok, “din-i İslam” ve onun koruyucusu olan “hilafet”tir. Yani orta da henüz bir Kürt meselesi yoktur. Nitekim sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’nin çok farklı bölgelerinde “din-i İslam ve hilafet” için çok sayıda itiraz olmuştur.
Devlet, bu itirazları çok sert ve kanlı bir şekilde bastırırken önce “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” denilerek herkes hukuken Türk yapılmış, sonra da fiilen Türk olmaya zorlanmıştır. Bu, “inkâr ve asimilasyon” demektir. Kürt sorunu da zaten budur.
Kürt sorunun çözümü de buradadır; bu sorun, bu inkâr ve asimilasyona son verilerek çözülür.
Elbette bu inkâr ve asimilasyon süreci çok acımasız geçmiş; yasaklar, sürgünler, isyanlar, idamlar, katliamlar yaşanmıştır. En son PKK isyanı ile 30 yıl boyunca olup bitenler herkesin hafızalarındadır; Diyarbakır Cezaevin’den başlayarak yaşanan baskınlar, faili meçhuller, yargısız infazlar, zindanlar, köy yakmalar, zorunlu göçler, aşağılamalar, dışlamalar daha dün olmuştur ve herkesin dilindedir. Bu durum, 30 yıldır devam ediyor; Türkiye’de bu isyandan etkilenmemiş, acısını yaşamamış Türkü ile Kürdü ile tek bir aile yoktur. Çoğu genç 40 bin insan toprağa düşmüştür ve hepsinin acısı yüreğimizi yakmaktadır.
Zordur ama bu sorunu çözeceğiz; bu çözümün en büyük güvencesi Türklerin ve Kürtlerin büyük çoğunluğunun bunu istemesi, çözüm sürecine destek vermesidir.
İnsanlar çocuklarının ölmesini istemiyor, gençler ölmek istemiyor. Siyaset de, ölme ve öldürme üzerine kurulu olan, 30 yıldır uygulanan yöntemle bir yere gidilemeyeceğini gördü.
Yukarıda ifade ettik; başka hesapları bu sorun üzerinden görenler var, kanın siyasetini yapanlar var, bunların etkilediği insanlar var ama yaşama istediği bu ölüm ve yıkım hesaplarını boşa düşürecektir. Buna inanmak gerekir.
Şimdi sadede gelebiliriz; süreç iki alanda ilerleyecek.
Biri “silahların bırakılması”, diğeri “inkâr ve asimilasyonun terki ve hakların iade edilmesi”. Bu arada çok önemli üçüncü bir iş daha var ki bu olmazsa ilk ikisini de yapamayız; “gönüllerin onarılması.”
21 Mart’ta Diyarbakır Nerwuzunda silahların bırakılması konusunda açık, tartışmasız ve ön şartsız bir irade ortaya konmuştur. Öcalan, sadece “silahları bırakıyoruz” değil, “silahlı mücadele dönemi bitmiştir, Kürtlerin silahla ulaşacakları bir amaçları yoktur” demiştir. Yani Türkiye bölünmüyor; bu, Türkiye’nin bütünlüğünü, toprağını korumak için Kürtlerle savaşması seçeneğini ortadan kaldırmıştır.
Silahlar konusunda bundan sonra yapılacak olanlar tamamen tekniktir. Bunun için elinde silah bulunanlar/PKK örgütü ile devlet arasında görüşmeler yapılır, yol ve yöntem tespit edilir. Burada; “sınırları nasıl geçecekler, yürüyerek mi, uçakla mı, nereye gidecekler, kaç kişiler…? “ gibi sorular sormak bile gereksizdir. Bakan Ergin, haklıdır; hiçbir savcı, barış yapıyorsunuz diye kimseyi suçlayamaz. Kaldı ki, devletin istihbarat örgütünün görevi budur, mevcut yasalar, bu işi sorunsuz yapmasına izin verecek yeterliliktedir. Yine hiç kimse komplekse kapılmamalı; kimse kimseyi yenmedi, ülkeye/devlete dayatılan bir şey yok, sadece barış yapıyoruz. Bu barışın vazgeçilmez bir gereği silahlı gücün dönüştürülmesidir. Kürt siyaseti, yani PKK, silah bırakıyor, “Artık silahla elde edeceğim bir amacım yok, ‘bağımsız Kürdistan’ talebimden vaz geçtim” diyor. O halde PKK’lilere demokratik yollarla amaçlarını –ki bunu demokratik Türkiye diye tarif ediyorlar- kovalayabilecek koşulları sağlayacaksınız. Bunun tek yolu aftır.
“İnkar ve asimilasyonun terk edilmesi ve hakların iadesi” için yapılacak olanlar da bellidir. Türkiye, Kürtler dahil tüm farklılıkların kendilerini ifade edebilecekleri, yönetimde söz sahibi olabilecekleri bir ülke olacaktır. Bunun için yapılacak anayasanın “çoğulcu ve adem-i merkeziyetçi” olması yeterlidir. Hakların asla pazarlığı olmaz; bağımsız ve tek bir devlet olma keyfiyeti zedelenmeden herkesin dil, din ve yaşam tarzı garanti altına alınacak bir hukuki düzenleme mümkündür.
Bugüne kadar atılan adımlar bile “bir iyimserlik ve barış iklimi” oluşturmuştur; Bu iklimi destekleyecek ve büyütecek adımlara ihtiyaç var. Bunun için “intikam ve devr-i sabık” havası oluşturmadan gönüllerin onarılması amacıyla yapılacak işler var. Örneğin; Meclis’te kurulacak ve belki de yeni yasa ile yetki ve çalışma süresi ile ilgili sorunları giderilmiş bir komisyon(ismi hakikatler komisyonu olması şart değil) kurulabilir. Bu komisyon; bugüne kadar yaşanan faili meçhuller ve diğer olayları araştırır, sorumluları yargının önüne çıkarır. Yine bu komisyona bağlı ya da başka bir şekilde kurulacak sivil bir çalışma grubu (ismi akil insanlar komisyonu olmayabilir) süreci halka anlatır, yüzleşmeler, acılı ailelerin rencide edilmesini önleyecek çalışmalar yapar…
Sistematik baktığımız zaman işin içinde çıkılmayacak bir zorluk yok. Eğer topu taca atmak için yapmıyorsanız, “uluslar arası konjonktür, bölgemizi düzenlemek isteyenler, ABD’nin, emperyalist güçlerin amacı” gibi konuyu etkileyecek dış faktörlerin ne olduğunu sorun. Aynı şekilde; “Hükümetin/ Başbakan’ın başka amaçları olabileceği, bu iklimden iktidarını pekiştirecek Türk tipi bir başkanlık sistemi çıkarabileceği”ni aklınızda tutun, barışın ancak tam demokrasi ile mümkün olabileceğinde ısrar edin. Yine, “Öcalan’ın bu durumu bir aşama olarak gördüğü, aslında sadece amaçlarına ulaşmak için bütün bunları yaptığı, sonra başka şeyleri dayatacağını” da dikkate alın. Teslim olmak, kimseye mutlak olarak güvenmek zorunda değilsiniz.
Ama bu ihtimaller ya da riskler var diye barışın karşısında durmayın. Barış olsun, silahlar sussun. Sonra bu halkı; Türkleri ve Kürtleri kimse küçümsemezsin, bu barış iklimini teneffüs ettikten sonra, inkâr, ayrımcılık, düşmanlık ve adaletsizlik kalktıktan sonra hiç kimse bu insanların eline bir daha silah vermez, veremez. Bundan sonra her ne yapılacaksa konuşarak, müzakereyle, siyaset yoluyla yapılacak. Bu en iyidir, herkes için en iyi olan budur.
Dahil olalım, müdahil olalım; siyasetçileri kendi hallerine bırakmayalım. İşin sorumluları da her “-ama” diyeni “kandan, kavgadan yana” kategorisine sokmasın, insanları dahil etsin. İnsanların dahil olmadığı hiçbir işten hayır gelmez.
(fikirzamani)
SON VİDEO HABER
Haber Ara