Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

El Kaide tartışması devam ediyor: Defne Bayrak yazdı

Yazdıklarımla insanlara fetva veriyor gibi anlaşılmaktan Allah’a sığınırım. Verdiğim bilgiler tamamen fıkıh, tefsir ve hadis kaynaklarına dayalı olup haklı çıkma gayesiyle türetilmiş bir şeyler değildir. Allah’ın izniyle mazlumu savunacak kadar medeni cesarete sahip olduğum gibi hata yaptığımda hatamdan dönüp özür dileyebilecek kadar cesarete de sahibim elhamdülillah. Burada önemli olan insanların uygulanan çifte standardı görmeleri, karşıdaki düşman Amerika olduğunda nasıl da mizanın değiştiğini anlayabilmeleridir

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-03-22 11:46:47

El Kaide tartışması devam ediyor: Defne Bayrak yazdı

TIMETURK / Haber Merkezi

Bismillahirrahmanirrahim
Fıtratallah!

(aleykum selam ve rahmetullah ve berekatuh)

Öncelikle ne alimim ne de –haşa- alimlik taslamaktayım. Ancak ne pahasına olursa olsun zulme karşı susmamanın yanındayım. Bu tartışmayı bugün kimler yapmalıydı derseniz, bence gazeteciler ya da sıradan vatandaşlar değil alimler yapmalı ve hakikati Müslümanlara anlatmalıydı.

Bu yazıyı yazmadaki gayem zannedildiği gibi birilerine laf yetiştirmek değildir. Bir grubun ya da bir şahsın partizanlığını yapma adına batılı hakkın önüne geçirmekten ise Allah’a sığınırım. Kalplerin özünü ancak Allah bilir.

Konuya girmeden önce şu noktaları da vurgulamakta fayda görüyorum: Kütübü sitteyi Arapça haliyle hevesle satın alıp evime getirdiğimde Arap bir bayan arkadaşım bana şöyle demişti: ‘İstersen beraber okuruz, ancak şunu da bil ki bu hadisleri teker teker alıp ahkam olarak kabul edemeyiz.’ O zaman tam olarak ne demek istediğini anlamamıştım. Ama daha sonra hadislerin hayata geçirilmesinde fıkhın önemini kavradım.

Bir de şu var ki her insanın idrakı farklı olduğu gibi her Müslüman’ın idrakı da farklıdır. Buna kısaca bir misal de vermek isterim: Üniversiteyi bitirip Allahu Teala’nın bana ilk başörtü takmayı nasip ettiği sıralarda bir arkadaşım bana şöyle sormuştu: ‘Allah’ın bizim ibadetlerimize ne ihtiyacı var? Cennetin o kadar süslü olmasına ne gerek var?’ Akrabalarımızdan biri de bize sürekli şöyle soruyor: ‘Neden buralardan oralara –Afganistan’ı kasdediyor- giderler ki savaşmak için? Onlara ne?’ bunları bir kenara bırakalım içimizde başörtünün hikmetini anlayamayan binlerce Müslüman var. (Allah hepimize hidayet versin, dinini en güzel şekilde anlayıp yaşayabilmeyi nasip etsin).

Müslüman Kardeşler hakkında sorduğum sorulara gelince, sorularım ve getirdiğim deliller arasında zahiren bir çelişki görünse de anlaşılamayan kastımdır. Yoksa ortada bir çelişki bulunmamaktadır. O soruları sorarken demek istediğim şudur: Eğer El Kaide’yi eleştirip getirilen deliller yetersiz bulunuyorsa, savunulan fikir de o derece kuvvetli delillere dayanıyor olmalıdır ve bu delilleri bilmek isteriz!
Peygamber efendimiz zamanındaki savaşlara baktığımızda ya savaş meydanlarında olduğunu ya da kuşatma tarzında seferler şeklinde olduğunu görürüz. Ancak
Bununla birlikte Peygamber efendimiz (s.a.s.) döneminde olduğu gibi ikinci büyük halife Ömer (r.a.) dönemindeki fetihlerde ve Amr b. As zamanında Mısır-İskenderiye’de, Sa’d b. Ebu Vakkas dönemindeki İran fetihlerinde ve daha birçok İslami fetihte de mancınık kullanılmıştır. Aynı şekilde gece baskınları da sürmüştür.
Mancınık kullanımı ve gece baskınlarının peygamber efendimize (s.a.s) en yakın sahabelerin devrinde dahi devam etmesi kadınların ve çocukların ayrıştırılması mümkün olmayan durumlarda erkeklere tabi olarak kastedilmeden öldürülmesinde bir sakınca olmadığının ve bu sünnetin devam ettiğini göstermektedir.

Tekrar daha önce bahsi geçen şu hadisi şerife dönecek olursak;

Sa’b bin Cessame hadisinde şöyle geçer: “Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem), müşriklerin, gece baskınlarında öldürülen çocuk ve kadınları hakkında soruldu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Onlar müşriklerdendir” diye cevap verdi. Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: “Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem), atlı bir grubun geceleyin düşmana saldırması esnasında, müşriklerin çocuklarından isabet alanların durumu ile alakalı soruldu. Bunun üzerine şöyle cevap verdi: “Onlar babalarındandır.”[9]

Nevevi (rahimehullah) şöyle der: “Onlar babalarındandır”, yani bunda bir sakınca yoktur. Çünkü miras, nikah, kısas, diyetler ve başka şeylerde babaları için uygulanan hükümler onlar için de geçerlidir. Maksat, bu işin zaruret olmaksızın ve kasten yapılmaması şartı ile bir sakıncasının olmadığını belirtmektir. Kadınların ve çocukların öldürülmesini yasaklayan yukarıdaki hadisten maksat ise, onların ayrı bir yerde iken öldürülmelerinin yasaklığıdır. Ama geceleyin müşriklerin kadın ve çocuklarının da bulunduğu bir yere askerlerin baskın yapması halinde kadın ve çocukların öldürülmesinde bir sakınca olmaz. Bu, bizim, Malik’in, Ebu Hanife’nin ve cumhurun görüşüdür. Çünkü geceleyin baskın yaparken kadın, erkek ve çocuklar birbirinden seçilemez. Hadiste geçen, “Zerari” sözcüğü şeddeli veya şeddesiz söylenebilir ki bundan maksat kadın ve çocuklardır. Bu hadis gece baskını yapmanın ve daha önceden davetin ulaşmış olduğu kişilere karşı haber vermeden saldırmanın caiz olduğunu gösterir. Ayrıca dünyada kafirlerin çocuklarının babalarının hükmüne tabi olduğunu da belirtir. Ancak ergenlik yaşından önce ölmeleri ile ilgili olarak üç farklı görüş bulunmaktadır.”

Burada Nevevi’nin (rahimehullah) şerhinden kendisinin ve dört büyük mezhep imamlarının hiç de gece baskınlarına karşı olmadıkları anlaşılmaktadır. Yani iddia edildiği gibi İmam Nevevi çocuk ve kadınların erkeklere karışmış durumda oldukları halde bile öldürülemeyecekleri gibi bir görüş beyan etmemiş aksine Malik ve Ebu Hanife ile cumhurun görüşünün aksi yönde olduğunu ifade etmiştir.

Gece baskınları hakkında İbn-i Kudame (rahimehullah) de şöyle der: “Kafirlere geceleyin baskın yapmak ve haber vermeden öldürmek caizdir. Ahmed, geceleyin baskın yapmakta bir sakınca olmadığını söyler. Zaten Rumlara geceleyin baskın yapılmadı mı? Düşmana geceleyin saldırmanın mekruh olduğunu söyleyen kimse bilmiyoruz. Süfyan, Zuhri, Abdullah bin Abbas ve Sab bin Cessame sened zinciri ile Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle aktarılır: “Müşriklerin evlerine gece baskın düzenliyoruz, onların kadın ve çocuklarını esir alıyoruz, bunda bir sakınca var mıdır?” diye soruldu. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Onlar da onlardandır” diye cevap verdi. Bu hadisin senedi hasendir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadın ve çocukların öldürülmesini yasaklamaktadır, diye itiraz edilirse, bunun kasten onları öldürmenin yasaklığıyla ilgili olduğunu söyleriz. Ahmed, onların kasten öldürülmesine karşı çıkmaktadır. Sab’ın (radıyallahu anh) rivayet ettiği hadis kadınların öldürülmesinin nehyinden sonrasına denk gelmektedir. Çünkü kadınların öldürülmelerinin nehyi İbn-i Ebi Hukayk’ın öldürülmesi için adam gönderilmesi esnasında olmuştur. Her iki rivayeti uzlaştırmak da mümkündür. Yasaklanan öldürme, kasıtlı öldürmedir; mübah olan öldürme ise, kasıtsız yapılandır.”

Sab’ın hadisini şerhederken İbn-i Hacer (rahimehullah), bunun mensuh olabileceğini belirtir. Çünkü Ebu Davud’un rivayetinde Zuhri’nin sözünden bu hadise ilave olunmuş bir fazlalık bulunmaktadır. Rivayetin sonunda “Süfyan der ki: Zuhri dedi ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kadın ve çocukların öldürülmesini yasakladı.” İbn-i Hacer şöyle der: “Zuhri bu sözü ile sanki Sa’b hadisinin mensuh olduğuna işaret etmektedir.” Ne var ki bu yasaklamanın tarihi ile ilgili rivayet konusunda da ihtilaf bulunmaktadır. Ebu Davud’un rivayetinde Ebu’l-Hukayk’ın öldürülmesi için adam gönderildiği dönemde olduğu söylenirken, İbn-i Hibban’ın rivayetinde ise Huneyn günü olduğu belirtilmektedir.

Aramızda bu dini, peygamberimize (s.a.s.) ashablık, bu ümmete önderlik eden Ömer bin Hattab’dan daha iyi anlamış olduğunu iddia edecek bir kimse herhalde çıkmaz! Sizce cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Ömer bin Hattab’ın (r.a.), kadın, çocuk, erkek ayırt etmeyen mancınığı kullanırken ya da gece baskınları yaparken peygamberimizin (s.a.s.) kadınları ve çocukları öldürmeyi meneden hadislerinden gafil olduğu ya da bu hadislere isyan ettiği anlaşılabilir mi? Bu deliller ve fıkıh ulemasının açıklamaları kadın ve çocukların öldürülmesinin kesinlikle yasak olmadığını, bunun istisnaları bulunduğunu göstermektedir. Bu istisnaları fıkıh uleması tek tek sıralamıştır. Dileyen fıkıh kitaplarına biraz göz atıp bu halleri öğrenebilir.

Bu noktada 11 Eylül saldırılarına dönecek olursak, Allah Resulü’nden (s.a.s.) sonra sahabelerin uygulamasını ve fukahanın sözlerine de bakıldığında işgalci Amerika’nın ekonomisine büyük bir darbe indirme adına kadın ve çocuklarının kastedilmeden İkiz Kulelerin hedef alınabileceği anlaşılmaktadır. Zira düşmanın ekonomisine zarar vermek için kapsamlı operasyonlar yapılabileceği de fıkıh kitaplarının ‘savaş’ ve cihad’ın ele alındığı sayfalarında genişçe işlenmiştir.

Ancak yine de vurgulamak gerekir ki buraya kadarki hadis ya da şerhler veya uygulamalar her ne kadar kadın ve çocukların kasıtsız olarak öldürülebileceğine delil teşkil etse de hiçbiri misilleme hususuyla alakalı değildir. Misliyle muamelenin kapsamı ve delilleri ise farklıdır.

İslam’da, işgalci düşmanı defetmek ve caydırmak için genel maslahatın gözetilmesi -fukahanın görüşüdür- esastır. Bu sırada kafirlerden bir kısım kadın ve çocuğun ölecek olması bu maslahatın, dinin yücelmesi, Müslüman ümmeti üzerinden zulmün kaldırılması için yapılacak bir saldırının önüne geçemez. Saldırıda kastedilmeden öldürülen Müslümanların hesabı da Allah’adır. Alimlerden bu Müslümanların ‘şehit’ mertebesinde olduğunu söyleyenler dahi vardır. Bu maslahatı ön planda tutmak savaşta temel kurallardan biridir. O halde İkiz Kulelerde üç bin kişinin ölmesi Amerikan ekonomisine verilecek büyük zararın önüne geçemez. Alimler kafirlerden ‘masumların’ kanlarının helal kılınabileceği durumları sıralarken bu hallerden sadece birinin hasıl olmasının yeterli olduğuna işaret etmektedir. Bunun en büyük delili de yine kadın ve çocukların aralarında bulunduğu halde Peygamber efendimizden (s.a.s.) sahabelere (r.anhum) ve büyük İslam devletlerine kadar gece baskını ve mancınıkla saldırı uygulamalarının devam edegelmiş olmasıdır.

Amerika’nın vurulmadan önce İslam’a davet edilmesinin şart olduğu iddiasına gelince Malik der ki: “İslam yayıldığından dolayı, kimin yurdu İslam yurduna yakınsa İslam’a çağrılmadan öldürülür, kimin de yurdu uzaksa, şüpheyi ortadan kaldırmak için davet yapılır.”

Ondan öncesinde de Allah Resulü (s.a.s.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: ‘Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.’ [Hâkim] Öyle ise yıllardır Müslüman topraklarını işgal eden, sömüren, Müslümanları kadın, çocuk, yaşlı demeden katleden, kendisinin katletmediği yerlerde de Yahudilere ve işbirlikçilerine verdiği silahlar ve paralarla katlettiren Amerika’nın Müslümanlıktan ya da İslam’dan bihaber olması mümkün müdür? Peygamber efendimiz zamanındaki savaşlarda yapılan davetlere bakarsanız davetin tek tek bireylere yapılması gibi bir durumun söz konusu olmadığını siz de rahatça görebilirsiniz. Ayrıca işgalciye karşı istişhadi operasyon sırasında davet yapılması da gerçekten üzerinde çok ama çok düşünülmesi gereken bir mevzudur!

Ama illa ki de Amerika’ya İslam ne zaman ulaşmış merak konusu ise şu linkten okunup bilgilenilebilir: http://www.okubakim.com/index.php/maziden-haberler/tarihin-raflar%C4%B1/11657-abd-deki-ilk-muesluemanlar-ve-islamiyet-in-tarihi

Peygamber efendimiz (s.a.s.) zamanındaki savaşlarda kadın ve çocukların esir alındığı göze çarpar. Kasıtlı olarak kadın ve çocukları öldürme kültürü görülmez. Ayrıca Peygamberimizin (s.a.s.) böyle bir durum hasıl olup affetmiş olması bile Kur’an’da geçen misliyle cevap verme hakkını ortaya koyan hükümleri -İbn Kesir tefsirinde vurgulandığı gibi-iptal etmemektedir. Bunu da en güzel şekilde peygamber efendimizin (s.a.s.) amcası Hamza (r.a.)’ın cesedine işkence yapılması hadisesinde görebiliriz.
İbn Kesir tefsirinde geçtiği şekliyle konuyu tekrar hatırlatacak olursak: ‘Orada Hamza (r.a.) öldürülmüş ve ona işkence edilmişti. Allah Rasûlü (s.a.) : Şayet biz onlara galip gelirsek mutlaka onlardan otuz kişiye işkence edeceğiz, buyurmuştu, Müslümanlar Allah Rasûlünün bu sözünü işittiklerinde: Allah'a yemin olsun ki eğer biz onlara galip gelirsek onlara öyle bir işkence edeceğiz ki; araplardan hiç kimse, kimseye böyle bir işkence yapmamıştır, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ sûrenin sonuna kadar: «Ceza verecek olursanız, size nasıl ceza verildi ise siz de öylece ceza verin...» âyetlerini indirdi. Bu hadîs mürseldir. İsnadında ismi belirtilmemiş mübhem bir râvî vardır. Hadîs başka bir kanaldan muttasıl olarak şöyle rivayet edilir ; Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr der ki: Bize Hasan İbn Yahya'nın... Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayetine göre; Allah Rasûlü (s.a.) şehit olunduğunda, Hanaza İbn Abdülmuttalib (r.a.) in başucunda durdu, öyle bir manzaraya baktı ki kalbi daha çok acıtacak başka bir şeye bakmış değildi. Ona baktı ki, işkence edilmişti. Şöyle buyurdu: Allah sana rahmet eylesin. Bildiğime göre muhakkak sen akrabalarına gider gelir, (süa-ı rahme dikkat eder), çokça hayır işlerdin. Allah'a yemîn olsun ki senden sonra sana olan hüznümüz olmamış olsaydı yırtıcı hayvanların karınlarından Allah'ın seni hasretmesine kadar seni bu halde bırakmam beni sevindirirdi. —Veya Allah Rasûlü buna benzer bir kelime söylemiştir— Allah'a yemîn olsun ki bu yüzden onların sana işkence ettikleri gibi yetmişine mutlaka işkence edeceğim. Bunun üzerine Cibril Muhammed (s.a.) e bu sûreyi indirdi ve âyetin sonuna kadar olmak üzere «Ceza verecek olursanız, size nasıl ceza verildi ise siz de öylece ceza verin...» âyetini okudu.’

Bu hadisede peygamber efendimiz (s.a.s.) mezkur ayetin inmesi üzerine ‘sabrederiz ve ceza vermeyiz’ buyurarak niyetinden vazgeçtiğini ortaya koymuştur. Ancak tefsir şöyle devam etmektedir: ‘Kur’an’da bu ayetin birçok benzeri vardır ki; bu ayet, adaletin meşruiyyeti yanında fazla ihsanda bulunmaya çağrıyı da içermektedir.’

Şu noktada akla ilk gelen soru bu hak saklı ise gerekli görüldüğünde nasıl uygulanacaktır? Savaş halinde kimin kimin cesedine işkence ettiğini saptayıp bulmak mümkün müdür? Elbette ki bu mümkün değildir. Hele hele de günümüz savaşlarında asla! Şeyhu’l İslam konu hakkında şöyle demiştir: ‘Ölünün cesedine işkence, kısas dışında caiz değildir. Sahabeden İmran bin Husayn (r.a.) da şöyle demiştir: ‘Allah Resulü bize bir hutbe vermiş olmasın ki muhakkak bu hutbede bize sadakayı emretmiş ve bizi müsleden alıkoymuştur. Hatta kafirleri öldürdüğümüzde bile onların cesetlerine işkence etmeyiz. Kulaklarını koparmaz, karınlarını yarmayız. Ancak eğer onlar bize bunu yaparsa biz de onlara bunu yaparız…’
El Füruu kitabının yazarı da İmam Ahmed’den şu sözü nakletmiştir: ‘Eğer cesetlere işkence ederlerse cesetlerine işkence edilir.’

Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye de şöyle demiştir: ‘Ölüye işkence etmek (Müslümanların etmesi) haklarıdır. Bunu karşılık ve intikam almak için yaparlar. Terkedip sabretmeleri ise daha iyidir.’ (detaylı bilgi için: ( http://www.almoslim.net/node/82328 )
Görüldüğü gibi savaşta cesede işkence, kafirlerin ölülerine yapılmaktadır. Yoksa işkenceyi yapan hususi aranıp bulunup öldürüldükten sonra böyle bir işe kalkışılmamaktadır. Zaten bunu yapanı bilmenin de herhalde günümüzde mümkünatı yoktur!
Burada vurgulanması gereken başka bir nokta da var ki o da Peygamberimizin (s.a.s.) hadislerinde cesede işkenceden menedildiği halde bu uygulamanın kısas olarak gerçekleştirilmesi istisnai bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Yani misilleme gerektiren haller başkadır, gerektirmeyen hallerde ‘başlayan taraf’ olmanın yasaklanması başkadır. (Geniş bilgi için fıkıh kaynaklarında ‘misliyle muamele’ kısımlarına başvurabilirsiniz)

Sözüm ona konuda baştan şu ana kadar bireysel davalarda kısas uygulanması ile savaş halindeki kısas birbirine karıştırılmıştır. Bireysel davalarda öldüren dışında bir kişinin öldürülemeyeceği sabittir. Ancak bu tartışmada bireysel davalardaki hükümler, savaş ortamına indirilmeye kalkışılmaktadır. Oysa savaşın da kendine has kanunları, kuralları vardır. Amerikalı John, Irak’ta bir evi savaş uçağıyla bombaladığında biz onu ya da onun evini nasıl bulalım? Ya da insansız uçaklarla vurulan, bombalanan Müslüman topraklarında düşmana karşılık vermek için hangi kişiyi muhatap alıp kendisine kısas uygulayalım? Irak’ta bir kurşun sıkmadan ambargo sonucu açlık ve ilaçsızlıktan ölen 1 milyon 700 bin Müslümanın hesabını kime soralım? Ya da daha da kısacası tüm bunlardan sadece Bush ya da Obama’yı sorumlu tutmak ne kadar adilanedir?
Araştırdığım tüm kaynaklarda fıkıh ulemasının savaşta misliyle muamele olarak düşmanın kullandığı aynı silahların kullanılabileceğinden bahsettiğini gördüm. Allahu Teala yüce Kur’an’ın da misillemeye işareten yine şöyle buyurmuştur: ‘Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.’

Şimdi günümüz ulemasının bazı fetvalarından alıntılar sunmak istiyorum. Bu fetvaların özellikle Afganistan ya da Irak hakkında olmamasına özen gösterdim ki herkes El Kaide’ye yapılan haksızlığı, çifte standardı, düşman ‘Amerika’ olunca nasıl da terazilerin yanlış tartmaya başladığını görsün.

İlki Filistin Alimler Birliği tarafından ‘İstişhadi operasyonlar Allah yolunda cihaddır… Şer’an helaldir’ başlığıyla yayınlanan bir fetva!

Bu fetvada ‘şu iki şüpheye cevabımız’ başlıklı kısmın ikincisi bölümü olan ‘İstişhadi operasyonlarda Yahudilerin çocukları, kadınları ve yaşlıları da ölüyor’ altbaşlığı altında aynen şu ifadeler yer almaktadır: "İslam’da cihad prensiplerinden biri de ‘misliyle muamele etme’ prensibidir. Yani İslam, Müslümanlara, düşmanlarına kendilerine muamele ettiği gibi muamele etme hakkı vermiştir. Zira Allahu Teala yüce kitabında şöyle buyurmaktadır: ‘Kim size saldırırsa, siz de ona size saldırdığı gibi saldırın.’ Yine Allahu Teala başka bir ayette de şöyle buyuruyor: ‘Eğer cezalandıracak olursanız size uygulanan cezanın aynıyla cezalandırın.
Yahudi düşmanlar ve diğerleri bizim hakkımızda ne bir ahid ne de bir anlaşma tanıyor. Çocuklarımızı, kadınlarımızı ve yaşlılarımızı öldürüyorlar. Bizler Müslüman olduğumuza göre İslam bize onların yaşlılarını, kadınlarını, sivillerini ve çocuklarını öldürme izni vermiştir. ‘

Fetvanın ilgili bölümünde ilerleyen satırlarda ise şu ifadeler yer alıyor: ‘Bunun dışında fetva verenlere de diyoruz ki: Kudüs ve eteklerinde murabıt olanlar bizleriz. Filistin halkı biziz. Mekke’nin ehli halkını başkasından daha iyi bilir.
İmam İbn Teymiyye şöyle demiştir: Eğer İslam davetçileri bir şeyde ihtilafa düşmüşse güvenilir olan mücahitlerin görüşüdür. İki imam; Abdullah bin Mübarek ve Ahmed bin Hanbel de (r.anhuma) şöyle demiştir: Eğer insanlar bir konuda ihtilafa düşerse cephe ehlinin ne üzere olduğuna (görüşüne) bakın. Zira hak onlarla beraberdir. Çünkü Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: ‘Bizim uğrumuzda cihad edenleri biz elbette yollarımıza iletiriz.’
(Fetvanın tamamı için: http://www.tawhed.ws/r?i=0mwkphb2)

Çok uzağa gitmeyerek bir de İslami Direniş Hareketi (Hamas) liderlerinden ve parlamento grubu üyelerinden Şeriat Profesörü Dr. Yunus El-Estal’ın 2002 yılındaki fetvasından dikkat çekici kısımları aktarmak isterim: ‘Siviller, siyasi rejimin ve askeri komutanlığın sorumluluğunu şu açılardan taşımaktadır:

Birincisi: Dünyanın birçok ülkesinde seçim sandıkları aracılığıyla siyasi liderliğe güveni veren (onları seçen) kendileridir.
İkincisi: Rejimler ancak vergi toplamakla ayakta durur. Rejime vergileri ödeyen de sivillerdir.

Üçüncüsü: Evlatlarıyla rejimleri destekleyen, oğullarının (rejime ait) birimlere ve orduya girmesine izin veren kendileridir.
Dördüncüsü: Siviller, siyasi veya askeri rejimlerinin, saldırıp işgal etme yoluyla başka ülkelerin içişlerine karışmasına ya susup sessiz kalarak ya da bu hareketten memnuniyetlerini ortaya koyarak onaylıyor.

Bunlar ve bunların dışındaki daha başka sebeplerden ötürü siviller devletten bir parçadır. Devletin işlediği suçlardan sorumludur. Buna ek olarak siviller, askeri açıdan devletin yedek ordusudur.

Aynı şekilde devlet, dış saldırısını finanse edebilmek için ihtiyaç duyduğu takdirde kendilerinden daha fazla vergi isteyebilir. Rusya’da Çeçen mücahit kardeşlerimizin durumunda görüldüğü gibi!

Bu nedenle Çeçen mücahit kardeşlerimizin yaptığı fıkhi açıdan meşrudur. Çünkü ilk olarak nefsi müdafaadır. İkinci olarak da Çeçen halkına yaptığı zulmü ortadan kaldırmak için saldırgan hükümete baskı babındandır. Üçüncüsü de bu tür olay, saldırganlık politikasını değiştirmesi için Rusların gerek rejim gerek halk bazında kalplerine korku salar.’
El Estal, fetvasının sonunda Kur’an ve sünnetten uygunsuz ve yersiz bulduğunuz delilleri de sunarak bunun misliyle muamele etmek olduğunu vurguluyor.

Çok kısa özetle değinecek olursak aynı yıl Avrupa Araştırma ve Fetva Konseyi Başkan Yardımcısı Şeyh Faysal Mevlevi de şöyle fetva vermiş: ‘İslam, savaş sırasında savaşçı olmayan sivillere saldırıyı mübah kılmamıştır. Bu, ‘kim sivil sayılır’ hususundaki geniş ya da dar çerçeve farklılığı dışında fukahadan cumhurun görüşüdür.

Ancak eğer düşman Müslümanların sivillerine saldırırsa işte o zaman misliyle muamele edip düşmanın sivillerini vurmamız caiz olur.

Rus kuvvetleri sivillerden yüz binlercesini bombalıyor ve yerinden ettiğine göre Çeçen savaşçıların da misliyle karşılık vermek hakkıdır.’

(Detaylı bilgi için: http://www.onislam.net/arabic/ask-the-scholar/8363/8407/52360-2004-08-01%2017-37-04.html )
İslam topraklarını işgal eden kafire karşı sabır mı daha iyidir yoksa onu defetmek için uğraşıp zulmüne karşı koymak mı; bu konuda da Şura Suresi’nin 40-41. ayetleri ile ilgili Kurtubi tefsirinde yer alan şu açıklamalar sanırım yeterince aydınlatıcı olacaktır. Böylece bu ayetten ne anlaşılması gerektiği sadece herkes tarafından daha iyi anlaşılmış olacaktır: "İbnu'l-Arabî dedi ki: Yüce Allah yapılan haksızlıklara karşılık vermeyi övgü sadedinde söz konusu etmiştir. Buna karşılık bir başka yerde yapılan kötülüğü affetmeyi yine övgü sadedinde söz konusu etmiştir. Bundan dolayı birinin diğerinin hükmünü kaldırma ihtimali olduğu gibi, onun iki farklı durum hakkında olma ihtimali de vardır. Birincisine göre haksızlık yapan ve haddi aşan günahı açıktan açığa işleyen birisi olup ve herkes arasında yüzsüzce bunu işlerken küçüğe de, büyüğe de eziyet eden birisidir. Böyle birisinden intikam almak daha faziletlidir. İbrahim en-Nehaî böyle birisi hakkında şöyle demiştir: Onlar, kendilerini zelil kılarak fasıkların kendilerine karşı cesaret kazanmalarından hoşlanmazlardı. İkinci durum ise istemeyerek yahutta hata işlediğini kabul edip bağışlanmayı dileyen bir kimse hakkında söz konusu olabilir. İşte bu durumda af daha faziletlidir. "Sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır." (el-Bakara, 2/237); "Fakat kim onu sadaka olarak bağışlarsa, bu ona keffaret olur." (el-Maide, 5/45) ile; "Affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah'ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?" (en-Nur, 24/22) buyrukları bu gibi haller hakkında inmiştir."
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: "Muhammed, Allah’ın rasulüdür. Onunla beraber olanlar kafirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı ise merhametlidirler." (Feth: 29)
Allah Resulü de Buhari’de geçen bir hadiste şöyle buyuruyor: "Ben, kıyamet kopmadan önce, sadece Allaha kulluk edilmesi ve herhangi bir şeyin ona ortak koşulmaması için kılıç ile gönderildim. Rızkım, mızrağımın gölgesinde kılındı. Zillet ve aşağılık ise emrime karşı gelene verilmiştir. Kim bir kavme benzerse o onlardandır."
Yani Allahu Teala bizlere işgalci, gaspçı, yağmacı kafire karşı pek merhametli olup içimizden milyonları öldürmesine sessiz kalıp İslam ümmetinin zelil düşmesine seyirci kalmamızı emretmemiştir!
Tüm bu sıraladıklarımızdan sonra Müslüman ümmetine şunları sormak sanırım yerli yerinde olacaktır: Filistin’de, Çeçenistan’da cihadın adı cihad da Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de, Yemen’de… adı terör mü? İşgalcinin adı değişince Müslümanın uyguladığı ahkamlar yobazlık, bağnazlık, haricilik mi oluyor? Filistin ve Çeçenistan ya da Suriye için cesurca fetva verebilen alimler neden Amerika’nın işgal edip sömürdüğü topraklar hakkında aynı fetvaları verememiştir? Amerika’yı ekonomik olarak boykot etmek ya da ekonomisini direk vurmak arasındaki fark nedir? Neden Danimarka’da karikatür krizinde tüm şirketler boykot edilsin diye fetvalar verilmiş ve Danimarka şirketleri cezalandırılmıştır? Yoksa halkın temsilcisi olan Ramussen özür dilemediği için mi? O zaman orada başkan ya da başbakan halkı temsil ederken Amerika’da nasıl temsil etmiyor olabilir? El Kaide, işgalci düşmanı caydırmak için operasyonlar yaptı diye dünyayı ayağa kaldıranlar Amerika onlarca yıldır Müslümanları katlederken nerede idi? Neden Müslümanlara yapılan zulüm için başkaldıramadı? Neden cihad sahalarında kendilerinin ‘harici’ olmayan metotlarıyla savaştıklarını göremedik? İslam ümmetinin topraklarını işgalden kurtarmak için ‘hava üslerini Amerika’ya açmak ve işbirlikçi askerleri eğitmek, işgalciye maddi destekte bulunmak’ dışında ne adım atmışlardır? Yoksa güçlünün yanında durup, kendilerini savunup dertlerini anlatmaya bir minber bulamayan mücahitleri taşlamak işlerine ve kolaylarına mı gelmiştir? 11 Eylül’de uçaklarda ölenler de kastedilmeyen ölen ‘siviller’ kapsamındadır. Bunları daha detaylı öğrenmede samimi iseniz de tavsiyem fıkıh kaynaklarına başvurun. Ama gelip de artık Ahmet niye öldü, Mehmet niye öldü diye sormanıza kanımca gerek yok.

Eğer El Kaide bir yerlerde hata yapmışsa da diğer cihad grupları da yapmıştır. Bu hataların en büyük sorumlusu ise dinlerini ve ilimlerini üç kuruşluk dünya karşılığında satıp hakkı saklayan, kendilerine doğru yolu göstermeyen alimlerdir. Ve eğer mücahitler yaptıkları hatalardan ötürü dışlanacak olsalardı bu işi ilk Allah Resulü (s.a.s.) yapar ve Halid bin Velid’i (r.a.)Mekke fethinde olanlardan sonra dışlar ve bir daha da hiçbir sefere göndermezdi!

Mücahitleri Kenya’da, Tanzanya’da, İkiz Kuleleri vururken ya da Irak’ta kendilerini katleden Şiilere misliyle muamele ettikleri için hata yaptıkları iddiasıyla ümmette yetkili bir mercii edasıyla ‘ümmetten çıkarsanız bir şey değişmez, bir şey eksilmez’, ‘İslam ümmetinin sırtında kambur oldu’, ‘balık baştan kokar’ gibi yakışıksız ifadelerle eleştirmek ise çok isabetsiz ve üzücü olmuştur. Zira Filistin ve Çeçenistan için cesurca verilen fetvalardan da anlaşılacağı El Kaide’nin yaptığı tarz operasyonlar bu topraklarda da yapılmaktadır. O zaman birini kahraman birini terörist addetmek adaletsizliğin en büyük göstergesidir. Ya hepsi kambur kabul edilip kendilerinden özür beklensin ya da kendilerine haksızlık yapılandan özür dilensin!

Bir belgesel izlemiştim. Bu belgeselde aslanlar bufaloların yavrularına saldırmıştı. Bu saldırıda uğraşmalarına karşın yavrularını ölümden kurtaramayan bufalolar bir süre sonra ordu gibi toplanarak gidip aslanların yavrularını öldürdü. Bu manzaradan çok etkilendim ve Subhanallah, dedim. Allahu Teala’nın hayvana koyduğu ‘yavrusunu koruma ve aynı şekilde karşılık verme duygusuna bak! Aslanlara değil gidip yavrularına saldırdılar. Çünkü içleri yanmış ve karşılarındaki düşmanın da aynı acıyı hisssetmesini istemişlerdi. Bu onlara Rablerinin koyduğu içgüdü, fıtrat!

‘Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan (ne varsa) hepsi ancak sizin gibi ümmetlerdir. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (onların hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecektir.’ (En’am suresi, 38).
Son olarak buradan Osman Akyıldız, Ömer Belül ve kendileriyle beraber isimlerini bilmediğim diğer kardeşlerimizin de ‘El Kaide Terör Örgütü’ne üye olup propagandasını yapma suçundan İncirlik üssünün merkezi olan Adana’dan talimatla, çifte standardın, Amerikancılığın en büyük göstergesi olarak tutuklanmasını, El Kaide’nin ‘terör’ örgütü addedilmesini kınadığım gibi şiddetle kınıyorum.

Not: Yazdıklarımla insanlara fetva veriyor gibi anlaşılmaktan Allah’a sığınırım. Verdiğim bilgiler tamamen fıkıh, tefsir ve hadis kaynaklarına dayalı olup haklı çıkma gayesiyle türetilmiş bir şeyler değildir. Allah’ın izniyle mazlumu savunacak kadar medeni cesarete sahip olduğum gibi hata yaptığımda hatamdan dönüp özür dileyebilecek kadar cesarete de sahibim. Burada önemli olan insanların uygulanan çifte standardı görmeleri, karşıdaki düşman Amerika olduğunda nasıl da mizanın değiştiğini anlayabilmeleridir. Bu arada şu da tekrar vurgulanmalıdır: El Kaide ‘haydi gelin şurada kadınlar var, haydi gelin burada çocuklar var, onları bombalayalım’ politikası güden bir örgüt değildir. Aksine elinden geldiğince düşmana stratejik ve ekonomik zararlar verdirmeye çalışmaktadır. Kimse de gelin kadınları çocukları öldürelim demiyor. Sadece demek istediğimiz; bakın böyle diyen fıkıhçılar, tefsirciler, fetvalar veren alimler var. O zaman İsrail’de bir sivil mekan hedef alınıp kadın ve çocuklar ölürken ses çıkarmayıp Amerika’da aynısı yapılınca ayaklanmak adaletsizliktir. Konu hakkında daha fazla bir şey yazmayı da düşünmüyorum. Zira merhamımı yeterince anlatabildiğime inanıyorum. Konuya ilişkin daha fazla şüpheleri olanlar araştırma yaparak inşallah sonuca ulaşabilir. Vesselamu aleykum ve rahmetullah ve berekatuh.

İLGİLİHABERLERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ


El Kaide Tartışması devam ediyor: 'Üsame' kitabının yazarı Defne Bayrak yazdı


El Kaide tartışması devam ediyor: Hakan Albayrak cevap verdi


El Kaide tartışması devam ediyor: Defne Bayrak, Hakan Albayrak'a yazdı


El Kaide tartışması devam ediyor: Hakan Albayrak, Defne Bayrak'a cevap yazdı


EL KAİDE TARTIŞMASINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara