Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Nureddin Şirin: Suriye'de “Baas partisi” eksenli yapının kalıcılığını savunmadık

Nureddin Şirin: 'Üçüncü Yılında, Suriye'de Rejim ve Muhalefetin Yanında veya Karşısında Olmak' balıklı bir yazı yazarak Suriye meselesini kendi cephesinden dillendirdi

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-03-19 22:04:20

Nureddin Şirin: Suriye'de “Baas partisi” eksenli yapının kalıcılığını savunmadık
15 Mart 2011’da Suriye’nin Dera ilinde başlayan ve zamanla bütün Suriye’ye yayılan rejim karşıtı gösteriler, bugün tüm şiddetiyle süren bir iç savaşa dönüştü. Bu çatışmalar ülkeyi neredeyse tam bir harabeye çevirmiş durumda.

Suriye’de halkın rejime karşı itirazlarının haklı gerekçelerini, özgür, adil ve halka dayalı bir yönetim isteklerini hiç kimse göz ardı edemez ve bu taleplere kulaklarını tıkayamaz. Suriye’de rejim karşıtı muhalefetin arkasında baas rejiminin suçlarının, baskıları ve despotizminin de bulunduğu apaçık bir gerçektir. Arap rejimlerinin diktatöryel yapısı Suriye’de de süregelmiş, halkın özgür düşünce, örgütlenme ve kendi kendini yönetme hakkı elinden alınarak yıllar boyu tek parti yönetimi ve baas ideolojisine mahkum bırakılmıştır.

Dünyanın her neresinde olursa olsun, bütün halkların kendi yönetimlerini, iktidarlarının ideolojik ve politik niteliğini kendi özgür iradesi ile belirleme hakkına saygı duymak, bunun ötesinde bu haklarına ulaşmalarına yardımcı olmak da her şeyden önce insani bir sorumluluktur.

Dolayısıyla, Suriye’de “yeni bir rejim” talebi meşru bir hak olduğu gibi, bu hakkı savunmak ve desteklemek de İslami ve vicdani bir görevdir. Bu noktada, bizler Suriye’de yükseltilen bu taleplerin tamamıyla arkasında olduğumuzu belirttik. Hiçbir zaman “baas partisi” eksenli politik ve ideolojik yapının kalıcılığını savunmadık, asla savunmayız, savunamayız.

Suriye olaylarının başlamasından bu yana, sürekli üzerinde durduğumuz nokta, emperyalizmin Suriye üzerinden planlarına dikkat çekmek oldu. Zira emperyalizmin İslam dünyasına yönelik hesapları, planları, işgal, yıkım, katliam ve soykırımları onlarca yıldır tüm azgınlığı ile sürmekteydi.

Daha gerilere gidecek olursak, Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasından bu yana İslam dünyası yeni baştan uyanış ve diriliş kavgasını veriyor, özellikle emperyalist işgal ve sultalara, işbirlikçi rejim ve diktatörlere karşı bağımsızlık, özgürlük ve adalet savaşını sürdürüyordu.

Mağrib’teki Senusi hareketinden Ömer Muhtar’lara, Hindistan’daki özgürlük mücadelesinden Anadolu’daki kurtuluş savaşına, Cezayir’deki bağımsızlık savaşından İran’daki İslam devrimine, Mısır’daki İhvan hareketinden Filistin’deki İntifada’ya kadar İslam dünyasının her bir bölgesi emperyalist ve siyonist saldırganlık karşısında ayağa kalkıyor, verilen mücadelelerle büyük dönüşümler ve zaferler ardı sıra geliyordu.

Emperyalizm ise, soğuk savaş dönemi sonrasında İslam dünyasında yeni sömürge ve sulta planlarını açıkça dile getiriyor, önceleri “Yeni Dünya Düzeni” dedikleri planlarını daha sonra “Büyük Ortadoğu Projesi” ve “Yeni Ortadoğu” şeklinde ifade ediyor, özellikle 11 Eylül sonrasında Envangelist Bush’un bütün dünyaya meydan okumasıyla “Ya bizimle birliktesiniz, ya da teröristlerle” diyerek "terörle mücadele" adı altında Afganistan ve Irak işgallerini başlatıyordu.

Bush’un da açıkça ifadesiyle “yeni bir haçlı savaşı” başlatan büyük şeytan Amerika, Afganistan ve Irak işgallerinin bedelini ağır bir şekilde ödeyerek hüsrana uğrarken, diğer taraftan Siyonistlerin Lübnan işgaline karşı 1982’de başlayan Hizbullah direnişi, ardından 1987 Filistin İntifadası, peşi sıra Temmuz 2006 savaşı ve Gazze’deki Furkan savaşı ile sürekli yenilgiler alan siyonist rejim bir yok oluş sendromu yaşıyor, artık emperyalist ve siyonist projelerin üst üste bozguna uğradığı ufuklarında İSlam güneşinin parıldadığı “yeni bir Ortadoğu” konuşuluyordu.

Amerika ve batılı müttefiklerinin yanı sıra, siyonist İsrail rejimi bir taraftan bu yenilgilerini telafi edebilmenin hesabını yaparken, diğer yandan da İslam dünyasındaki hegemonyalarını sürdürebilmek için yeni yıkım stratejilerini de planlıyordu.

Böylesi bir saldırganlık içinde olan emperyalizmin “Suriye” üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı planların karşısında durmak, Suriye halkının haklı ve meşru taleplerini göz ardı etmek, ya da onların itirazlarını önemsizleştirmek değildi.

Biz bu emperyalist hesaplara dikkat çektiğimizde, birileri de sürekli olarak bizleri “komplo teorileri” üreterek gündem saptırmaya, Suriye halkının devrimini karalamaya çalışmakla suçladı. Bizleri olmayan bir şeyi iddia etmekle, dez-enformasyon yapmakla itham etti.

İki yıl geride kaldı. ABD ve Batılı ülkelerin bölgesel müttefikleriyle birlikte Suriye’de neyin peşinde oldukları, kendilerinin kurgulayıp icat ettiği sözde muhalefet örgütleri ve liderleriyle neyi gerçekleştirmeye çalıştıkları her geçen zaman daha belirgin bir hal alınca bu kez söylemler de değişmeye başladı.

ABD, Fansız ve İngiliz istihbaratının ortaya çıkardığı “Özgür Suriye Ordusu”nu bayraklaştırıp bu grubu "Suriye halkının özgürlüğü adına mücadele veren İslam mücahidleri” diye göstermeye kalkanlar şimdilerde artık bunu dillendirmiyorlar.

“Suriye Ulusal Konseyi” adlı yapıyı Suriye halkının yegane meşru temsilcisi olarak gösterenler, şimdiler de ne bu konseyi, ne de ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un talimatıyla Katar’ın başkenti Doha’da hotel odalarında ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Katar’ın nezaretinde oluşturulan “Suriye Devrimci Güçleri Ulusal Konseyi”ni dillendirip savunmuyorlar.

Bizler Bosna Hersek savaşı sırasında Aliya İzzetbegoviç’leri, Kafkasya cihadı sırasında Cevher Dudayev’leri, Şamil Basayev’leri, Aslan Mashadov’ları, Abdulhalim Sadullayev’leri, Filistin intifadasında Ahmed Yasin’leri, Fethi Şikaki’leri, Yahya Ayyaş’ları bayrak edindik, eylemlerimizde, gösterilerimizde her zaman gururla onların posterlerini kaldırdık.

Şimdi, “Suriye halkıyla dayanışma” adı altında eylem ve gösteri düzenleyenler niçin Burhan Galyun’ları, Abdulbasit Seyda’ları, George Sabra’ları, Muaz el Hatib’leri kendilerine bayrak edinmiyorlar? "Özgür Suriye Ordusu"nun sözde kurucusu olarak sahneye çıkan şimdilerde ise adından sanından hiç söz edilmeyen Albay Riyad Esed’leri, General Mustafa el Şeyh’leri niçin anmıyorlar..?

Çünkü artık herkes gördü ki, bu yapılar ve isimler emperyalist projelerin unsurları olarak sahneye çıkarıldı. Bunlar özgür ve bağımsız olmadıkları gibi, Suriye halkını temsil etme hakları da yok. Zira Suriye halkı ABD, İngiliz ve Fransız uçaklarının kanatlarıyla gelecek bir özgürlüğün peşinde değil. Suriye halkı kendi meşru taleplerini istismar eden batılı haçlıların himmetine muhtaç değil…!

Amerika ve batılı müttefikleri şimdilerde bu sözde liderler ve muhalefet örgütlerine yeni misyonlar ve görevler yüklüyor:

Suriye’deki “aşırılıkçı İslamcılar”ın (!) etkilerinin kırılması için, daha önce Irak’ta da başvurdukları “sahve” (uyanış konseyleri) yöntemine devreye sokuyorlar. Amerika, İngiltere ve Fransa bir taraftan “ılımlı” olarak tanımladığı silahlı grupları askeri ve mali açıdan güçlendirerek silahlarını “aşırılıkçı” diye tanımladıkları İslamcı muhaliflere doğrultmasını isterken, diğer yandan da kendileri doğrudan saldırmak için planlar yapıyorlar.

Şimdi sormak lazım; “Özgür Suriye Ordusu” adı altında ortaya çıkartılan silahlı gruplar, önceleri “Suriye Ulusal Konseyi”, şimdilerde ise “Suriye Devrimci Güçleri Ulusal Konseyi” adı altında oluşturulan yapılar Suriye halkının meşru temsilcileri ise, niçin bunları kendi zeminlerinize taşımıyor, bunların projelerini ve söylemlerini dillendirmiyor, bunların gündemlerini konuşmuyorsunuz?

Kendinize güveniyorsanız, “Burhan Galyun’lar, Abdulbasit Seyda’lar, George Sabra’lar, Muaz el Hatib’ler, Riyad Seyf’ler, Şuheyr Atassi’ler Suriye halkının liderleridir” deyin! Onların başında bulundukları konseylerin ve muhalefet örgütlerinin “Suriye halkının meşru temsilcileri” olduklarını söyleyin!

Eğer bunu diyemiyorsanız, o zaman emperyalizmin bölgesel müttefikleriyle birlikte bunlar üzerinden sürdürdüğü projelere karşı duruşumuzdan niçin rahatsız oluyorsunuz?

Bunların dışındaki muhaliflere gelince.

ABD’nin “terörist” (!) diye tanımladığı ve sözde muhalefet konseylerinin de teberi ettiği “En Nusra Cephesi” gibi yerel ve küresel mücahidlerin oluşturduğu silahlı grupların yanında duruyorsanız, o zaman bu duruşunuzu açık yüreklilikle genelleştirin. Bir zaman “teberri” edip “terörist” diye tanımladıklarınızı bugün zahiren baş tacı ediyor gibi davranmanız dürüstlük noktasında tartışmalı olmayacak mı? “Dün dündür, bugün bugündür” demiyorsanız, o zaman hangi ilkeleri benimsediğinizi söyleyin.

Bizler vaktiyle, “küresel cihad” adı altında batı emperyalizmine karşı savaşan mücahidleri savunup onların eylemlerini takdirle andığımızda yerin göğün ağırlığını sinemizin üzerine yığan ve bize karşı tecrit politikaları uygulayanlar eğer bugün gerçekten bir muhasebe yapıp “küresel cihad misyonu”nu benimseme noktasında gelmişlerse, bunu saygıyla ve takdirle karşılarız.

Birileri tarafından yine “El Kaideci” diye suçlansak da dün savunduklarımızın bugün de arkasındayız.

Mesela Hakan Albayrak kardeşimizle Suriye konusunda farklı düşünüyoruz.

Hakan kardeşimizin Sancaktar’da yazdığı bir yazı üzerine yoğun tartışmalar yaşanıyor. Ama Hakan bugün yazdıklarını dün de savunuyordu. Kendisiyle bu konularda geçmişte ihtilaflı idik. Bu konuda bizi eleştiren yazılar da yazdı. Ancak Hakan dün savunduklarını bir kenara atıp konjonktür fırsatçılığı yapmadı. Ağır eleştiriler alma pahasına düşüncelerini ortaya koydu. Yazdıklarıyla ihtilaflı olsak da, dürüstlüğü noktasında saygıdan başka söyleyecek hiçbir sözümüz olamaz.

Ben sadece Hakan kardeşime, Suriye rejimine muhalefete, rejim değişikliği talebine “evet”, Suriye Ulusal Konseyi gibi, Suriye Devrimci Güçleri Ulusal Konseyi gibi, Riyad el Esed gibi, Özgür Suriye Ordusu gibi kişi ve oluşumların savunulmasına, bunların Suriye halkının temsilcisi gibi görülmesine ve gösterilmesine “hayır” derim.

Kısacası;

Suriye’deki emperyalist kıskaç gittikçe daralıyor. Bu kıskaç Suriye sahnesinde yeni sayfalar açacak. Bundan sonra “sahve”ler daha çok konuşulacak. “Muhalif” diye öne çıkarılanların gerçekte hangi amaç ve hedefler için var oldukları çok daha iyi anlaşılacak. Bugün bulanık ve bulutlu görünenler yarın daha berrak gözükecek.

Evet üçüncü yılındayız; “neredesiniz?” sorusunun cevabı; “Suriye halkının haklı ve meşru taleplerinin arkasındayız”dan başka bir şey değildir. Çekilen acılara, ödenen bedellere, oynanan oyunlara, kurulan tuzaklara rağmen biiznillah Suriye halkı kazanacak. Suriye halkı emperyalizmin ve bölgesel işbirlikçilerinin hesaplarını da bozacak, siyonist rejimin heveslerini de kursaklarında bırakacaktır.

Tüm karanlığa rağmen sabah elbet yakındır!

Halkın özgür iradesi ile kendi yönetimini kuran Suriye’ye, İslam’ın bayrağını yükselten Suriye’ye, Kur’an’ı kendisine rehber edinen Suriye’ye, Emperyalizm ve siyonizmin karşısında İslami direnişin kalesi olan Suriye’ye, İsrail’siz Ortadoğu’nun cephesi olan Suriye’ye, nehirden denize Filistin’in her karış toprağının özgürlüğünü müjdeleyen Suriye’ye selam olsun…!

İşte bizim istediğimiz ve arkasında durduğumuz Suriye budur...

NOT: Bu yazıyı yazdıktan sonra, haberleri takip ettiğimde Ghassan Hitto adlı muhalifin Amerika'dan Türkiye'ye gelmesinin ardından, Suriye Devrimci Güçleri Ulusal Koailasyonu'nun İstanbul'da bir hotelde gerçekleştirdiği bir oylama ile Suriye için geçici başbakanlığa seçildiği ilan edildi.

O halde bundan sonra Hitto'yu takip edip Suriye muhalefet liderliğinin kimliği ve misyonunu daha iyi tanımış olalım.

(velfecr.com)

Haber Ara