Dolar

34,8931

Euro

36,6241

Altın

3.010,73

Bist

10.058,63

Chavez ve Latin Solunun Sınırları

Chavez iktidarında yoksulluğun ciddi biçimde azaltılması (yarı yarıya olduğu söyleniyor) önemli bir başarıdır. Fakat bunun ötesinde ne gelecektir? Tüketim toplumunu tatmin etme yarışına mı girilecek, yoksa Sovyetler Birliği veya Küba’nın akıbetine mi uğranılacak? Acaba materyalist bir ideolojiye, uygulamada bazı liberal ögelerin eklenmesi bu sonuçlardan sakınmayı mümkün kılacak mıdır?

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-03-14 13:55:41

Chavez ve Latin Solunun Sınırları
TIMETURK / Mesut Karaşahan

1983 yılının 23 Nisan günü Nikaragua’nın başkenti Managua’da uluslararası nitelikte bir konser düzenlenmişti. “Orta Amerika’da Barış İçin Konser” adını taşıyan etkinliğe Latin Amerika’nın dört bir yanından sanatçılar iştirak etmişti. Henüz birkaç yıl önce Somoza diktatörlüğüne son verip iktidarı ele geçiren solcu Sandinistalara destek vermek için oradaydılar. 

Nikaragua toprakları, ABD’den yardım gören ve Honduras’ta üstlenen Kontraların saldırısı altındaydı. Amerikan kaynaklı “uluslararası terörizm” suçlaması, Sandinista yönetimini dış dünyadan tecrit etmeye başlamıştı. Konser bu bakımdan ABD ve işbirlikçisi yönetimlere karşı bir meydan okuma anlamı taşıyor ve yerli halka moral vermeyi hedefliyordu.

Milli Saray’ın önünde kurulan sahneye Alí Primera çıkmıştı Venezüella’yı temsilen. Alí Primera’nın hayat hikayesi, Latin Amerika insanının kaderi haline getirilen yoksulluk, suç, melezleşme, dışlanmışlık ve nihayet direnişi özetler. Venezüella’nın batısında küçük bir kasabada doğmuş (1942), dedeleri Arap olduğu için Alí adı verilmiş, üç yaşındayken babası bir cinayete kurban gidince annesiyle beraber iş arayışı içinde oradan oraya dolaşıp durmuş, ayakkabı boyacılığından boksörlüğe kadar çok değişik işler yapmış ve bir yandan da öğrenimini tamamlamaya çalışmış. Üniversite yıllarında beste yapmaya ve şarkı söylemeye başlayan sanatçı, Venezüella Komünist Partisi’nin sağladığı bursla Romanya’ya da gitmişti. Onu ünlü yapan bestesi “No Basta Rezar” (dua etmek yetmez) başlığını taşır.

Latin Amerika, Avrupalı sömürgeciler eliyle işlenen yerli soykırımı ve Afrika kökenli kölelere reva görülen zulüm günlerinden bu yana pek fazla değişmedi. İspanyol ve Portekizli sömürgeciler kovuldu, ABD imparatorluğu musallat oldu.

ABD topraklarında Amerika Kıtalar Okulu’nda eğitilen askerler, işkenceciler kıtanın dört bir yanında dehşet saçtı. Yerli kaynakları uluslararası sisteme peşkeş çeken diktatörleri ve zengin ve şımarık elitlerleri iktidarda tutmak için Akbaba Operasyonu icra edildi. Kurtuluş İlahiyatçıları şehit edildi.

Soğuk Savaş döneminde Kurtuluş İlahiyatı hareketini bastırmak için ABD ve diktatörlerle işbirliği yapan Vatikan’da papalık makamına Arjantinli bir kardinalin getirilmiş olması manidar bir durum. Acaba Kilise’nin Latin Amerika’da kirlenen ve bozulan imajını tamir etmek de hedeflerden biri olabilir mi? Gerçi Papa Francis seçilir seçilmez geçmişinde diktatörlükle işbirliği yaptığına dair suçlamalara maruz kalmaya başladı.

***

Latin Amerika’da kurulu düzene başkaldırdığını söyleyen solcu hareketler artık gerilla faaliyetleriyle değil, demokratik seçimler yoluyla iktidara gelmeyi tercih ediyorlar. Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), gerek Hugo Chavez, gerekse Lula da Silva tarafından açıkça eleştirildi: Artık iktidar uğruna silaha sarılmanın devri geçmiştir.

Chavez 1998’de Venezüella devlet başkanı seçildiğinde kıtanın tek solcu hükümetini kurmuştu. 2002’de Brezilya’da Lula da Silva, 2005’te Bolivya’da Evo Morales (devlet başkanı olan ilk yerli Bolivyalıdır), 2006’da Ekvator’da Rafael Correa, 2008’de Paraguay’da Fernando Lugo (eski bir papazdır), 2009’da El Salvador’da Mauricio Funes (eski Marksist isyancılardandır) solcu liderler olarak iktidara geldi.

Gerçi Chavez gibi eski bir darbeci ve solcu lider olan Lucio Gutierrez Ekvator’da 2002’de başkanlık seçimini kazanmıştı, ama Yüksek Mahkeme’nin de dahil olduğu muhalefet karşısında üç yıl dayanabilmiş ve Kongre’deki oylamayla iktidardan uzaklaştırılmıştı. Latin solunun geleceğine dair akıllarda soru işaretleri bırakan bir istikrarsızlık örneği.

Latin Amerika’daki solcu hükümetler çoğu ABD kaynaklı olan çözümlemelerde genellikle iki gruba ayrılır: “İyi” sol ve “kötü” sol. Brezilya, Peru ve Uruguay’da “iyi” solcular, Venezüella, Bolivya ve Ekvator’da “kötü” ve “popülist” solcular işbaşındadır. Brezilya modelini izleyenler pragmatisttir, sık sık “modern, açık fikirli, ılımlı, reformcu ve enternasyonalist” diye övülür. Küba’nın takipçisi olarak görülen ikinci grup ise “ulusalcı, popülist, fazla gürültücü, dar görüşlü ve bağnaz” diye yaftalanır.

Brezilya’da Lula da Silva ve Uruguay’da José Mujica iktidara gelirken geniş ittifaklar oluşturmaya çalıştıkları ve sistem içinde kalmayı tercih ettikleri için “köprü inşa edenler” diye de nitelenir. Chavez, Morales ve Correa ise “hendek kazıcılar”dır; çünkü grup çıkarına hizmet ediyor diye geleneksel siyasal partileri, oligarşinin yozlaşmış adamlarıdır diye de muhalefet liderlerini dışlamaktadırlar. Bazen de “vejeteryen sol” ve “etobur sol” diye adlandırılan bu kategorilerin dışında ve üstünde “en kötü” sol, yani Küba yönetiminin yer aldığı düşünülür.

Bu ayrımlar kuşkusuz küresel emperyalist sistem açısından bir değerlendirmeyi yansıtıyor. Fakat solcu olduğu söylenen hükümetlerin icraatlarındaki pragmatizm, ideolojiyle çelişen uygulamalar ve liberal modellerin kolaylıkla benimsenebilmesi de dikkat çekici durumlardır.

Brezilya’da Lula’nın yerine seçilen Dilma Rousseff, gerilla hareketleri içinde yetişmiş ve Marksist metinleri iyi çalışmış bir lider olarak, havalimanlarını özelleştirme yoluna gitmişti. Gerekçe, 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyat Oyunları için altyapı hazırlıklarını hızlandırma ihtiyacıydı.

Yine de arasıra icra edilen pragmatizm ve oportünizm, devrimci bir hareketin iktidarda yolsuzluk batağına saplanması kadar kötü olmayabilir.

***

Chavez Latin Amerika’da ABD güdümünde oluşturulan uluslararası örgütlere karşı alternatif arayışına girdi. Bunlardan en eskisi olan, Kuzey ve Güney Amerika’nın bütün devletlerinin üye olduğu, merkezi Washington’da bulunan Amerikan Devletler Örgütü’ne (OAS) karşı CELAC’ı kurdu.

CELAC, yani Latin Amerika ve Karayip Devletler Topluluğu, 2011 yılının Aralık ayı başlarında Karakas’ta Latin Amerika liderlerinin zirvesi ardından ilan edildi. ABD ve Kanada dışında Amerika kıtalarındaki bütün ülkelerin dahil olduğu yeni örgüt, üye ülkelerin ana meselelerde “Latin Amerika ve Karayipler için ortak bir ses” oluşturmasını ve zamanla “siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel entegrasyonu” gerçekleştirmelerini sağlayacaktı. Keza enerji konusunda işbirliği, açlık ve okur-yazarlık problemlerinin çözülmesi, bölge içinde ticaretin arttırılması, insani yardım ve çevre sorunları konusunda ortak hareket edilmesi gibi hususlar da örgütün gündemindeydi.

Gerçi Chavez bundan önce ACLA’ya karşı ALBA’yı kurmuştu. ALBA, yani Amerikamızın Halkları için Bolivarcı İttifak, 2004 yılında Venezüella ile Küba’nın girişimiyle ALCA’ya, yani Amerika Kıtaları Serbest Ticaret Bölgesi’ne alternatif olarak meydana getirilmişti. Zamanla Bolivya, Ekvator ve Nikaragua’nın da katılımıyla ittifak güçlenmiş olmakla birlikte kıtanın diğer büyük devletleri henüz üye olmamıştır. Venezüella ile Küba arasındaki petrol karşılığında tıp ve eğitim desteği biçiminde gelişen işbirliği ALBA çerçevesinde yürütülmektedir. Son yıllarda ALBA üyesi ülkeler arasındaki ticarette ABD doları yerine SUCRE adı verilen yeni bir ortak para birimi kullanılmaya başlandı, hiç değilse elektronik ortamda. (SUCRE: Sistema Único de Compensación Regional, yani Ortak Bölgesel Bedel Sistemi)

Chavez vefat ettiğinde beş büyük devleti geçemeyen üye sayısıyla (birkaç küçük ada devleti de dahildir) ALBA ve SUCRE’nin geleceği soru işaretleri taşımaktadır. Daha büyük bir tehlike ise ALBA ülkelerinden herhangi birinde sağcı bir partinin iktidara gelmesidir.

***

Aslen Şilili olan, Salvador Allende’nin hükümetinde yer almış, Küba devriminin komutanlarından biriyle evlenmiş ve Fransa’da Marksist düşünür Louis Althusser’den dersler almış olan Marta Harnecker, 2000’li yıllarda Chavez’e danışmanlık yapmıştı. Harnecker, “yeni sol” ve “21. Yüzyıl Sosyalizmi” kavramlarını muğlak bulmakta, içeriklerinin zaman içinde doldurulacağını ummaktadır.

Buna rağmen, solcu hükümetlerin kapitalizme alternatif olarak oluşturdukları sistemin, insanoğlunun tam anlamıyla gelişmesini sağlayacak bir vasatı sağlayacağını öne sürmekten de geri durmamaktadır. İnsanı sadece maddi boyutuyla alan, ihtiyaçlarını ekonomik alanla sınırlı sayan bir ideolojiden yana fazla yüksek bir beklentidir bu.
Halbuki solcu partilerin siyaset tarzı bakımından sağdakilerdan pek de farklı olmadığını söyleyen yine Harnecker’dır. Aynı şekilde, bu partilerle diğerleri arasında seçmen himaye etme ve kayırma, iktidarın kişiselleşmesi, siyasi kariyerizm ve hatta Makyavelist yöntemlere başvurulması bakımından büyük farklılıklar yoktur.

Toplumsal projelerin tatbiki anlamında da ciddi eleştiriler söz konusudur. Chavez’in on beş yıllık iktidarında kültürel ve toplumsal dönüşümün başarıldığı veya en azından siyasal değişim kadar köklü biçimde gerçekleştiği söylenemez. Venezüella toplumu hâlâ bir tüketim toplumudur; pahalı ve lüks ürünlerle gösteriş yapmanın revaçta olduğu, bireyciliğin aşılamadığı ve özel mülkiyetin büyük öncelik ve değer taşıdığı kapitalist bir toplumdur. Karakas’ın, hâlâ dünya başkentleri arasında en yüksek suç oranına sahip, en tehlikeli şehirlerden biri olması düşündürücüdür.

Chavez iktidarında yoksulluğun ciddi biçimde azaltılması (yarı yarıya olduğu söyleniyor) önemli bir başarıdır. Fakat bunun ötesinde ne gelecektir? Tüketim toplumunu tatmin etme yarışına mı girilecek, yoksa Sovyetler Birliği veya Küba’nın akıbetine mi uğranılacak? Acaba materyalist bir ideolojiye, uygulamada bazı liberal ögelerin eklenmesi bu sonuçlardan sakınmayı mümkün kılacak mıdır?

***

Alí Primera, Nikaragua konserinden iki yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Orkestra olmaksızın, küçücük gitarıyla şarkı söyleyip kalabalıklara devrimci ruh aşıladığı Milli Saray meydanında şimdi bambaşka rüzgarlar esiyor.
Sandinistalar artık iktidara gelmek için eski düşmanları Somozacılarla ve Kontralarla ittifak yaparken, solcu lider Daniel Ortega, hasımlarından Kardinal Miguel Obando y Bravo’nun desteğini alabilmek için uzatmalı partneriyle beraber Katolikliğe geçtiğini ilan etti ve Kardinal’e nikah kıydırdı.

Sandinistalar muhalefet gösterilerini bastırıp sindirmek için gençlik çetelerini örgütlüyor. Ortega ise ALBA çerçevesinde Venezüella’dan aldığı 500 milyon dolarlık yardımı kamu denetimi dışında kendi başına harcıyor ve hesap sormaya kalkışanlara dünyayı dar ediyor. Sandinizmo’yu Kurtarma Hareketi’nin eleştirilerine bakılırsa köklü ve büyük bir devrimci hareket, neoliberal sistemin çoktan bir parçası haline gelmiş durumda.

Devrimler böyle bitmemeli; çile ve ızdıraptan doğan hareketler, yeni acılara, zulüm ve sömürüye kapı aralamamalı
SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara