Dr. Mücahit Bilici: PKK sonrası dönem Kürt Baharı olacak
Mücahit Bilici: Kürtler eşitlikten sadece Türk olarak yararlanabiliyorlar. Kürtler Kürtlüklerine sahip çıkmadıkları sürece Türklerle eşit olabiliyorlar. Bu ülkede halen “Kürt” diye bir varlık mevcut değildir. Türkiye anayasası ve devleti Kürtleri politik bir varlık olarak tanımıyor.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-03-05 13:56:19
TIMETURK / Haber Merkezi
Dr. Mücahit Bilici, hem Amerika’da hem de Türkiye’de çalışmalarıyla tanınan bir kültür sosyoloğu. Sosyoloji teorisyeni olan Bilici hem Amerika’da İslam konusunda hem de Türkiye’deki siyasi meseleler konusunda uzman bir isim. Kemalizm, İslamcılık ve Kürt sorunu konularındaki makale, yorum ve konuşmaları hem Türkçe hem de İngilizce süreli yayınlarda çıkıyor.
Diyabakır’da doğan Mücahit Bilici, Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji bölümünde okudu. Daha sonra Amerika’ya doktora yapmak üzere gitti. University of Michigan, Ann Arbor’da sosyoloji doktorasını aldı. Halen City University of New York, John Jay College’da sosyoloji bölümü öğretim üyesidir. Bilici’nin Finding Mecca in America: How Islam Is Becoming an American Religion başlıklı kitabı University of Chicago Press tarafından yakınlarda yayınlandı.
PKK ile yürütülen son dönemdeki barış süreci hem Türkiye’de hem de dünyada uzun yıllar sürmüş bu çatışmanın bir nihayete ereceği konusunda ümitlerin yeşermesine sebep oldu. Yine de barış sürecinin nasıl ilerleyeceği konusu tam olarak açıklığa kavuşmuş değil.
Kürt sorunu sizce nedir?
Kürt sorunu herşeyden önce bir insan haysiyeti sorunudur. Daha teknik bir dilde söylemek gerekirse, Kürt sorunu, Kürdistan’nın Kemalizm tarafından sömürgeleştirilmesi sorunudur. Kürdistan bugün Türk milliyetçiliğinin işgali altındadır. Diğer bütün soru(n)lar, ne kadar ciddi olurlarsa olsunlar, bu temel sorunun yan ürünleridir. Türkiye’de Kürtler Türklere bugüne kadar eşit olmadı, halen de eşit değiller. Kürtler Türklere sadece kendilerini Türk olarak sundukları sürece eşit olabiliyorlar. Kürtler Kürt olarak eşit insanlar değiller.
Peki Türk kime denir?
Benim açımdan, ben Türküm diyen herkes Türktür. Çerkez, Arnavut, Tatar veya Gürcü farketmez, her kim ben Türküm derse benim için o Türk’tür. Insanların iradelerine ve beyanlarına bakarım. Etnik olarak Türk olup olmamaları beni hiç ilgilendirmez. Esasen, bugün kendine Türk diyenlerin büyük bir çoğunluğu etnik olarak Türk değil. Fakat bunun benim için bir önemi yok. İnsanların hür iradeleri ile kendilerine yapıştırdıkları kimliklere bakarım. Fakat kendi seçtiği kimliği başkasına (kendi tecrübesini, bu göçmenlik yahut Müslüman milliyetçiliği vesaire olabilir) zorla yapıştırmaya çalışırsa, orda sorun çıkar, dur denilir. Benim kırmızı çizgilerim burdadır. Aynı şekilde ben Türk değilim diyen hiçkimse de Türk değildir. Kürtler biz Türk değiliz diyorlar. Dolayısıyla Türk değiller. Onlara Kürt denilir. Bu kadar basit. Türklüğün üstkimlik olmasından dem vuranların demokrasiden haberleri yok. Kürtler kendilerine Türk demedikleri sürece hiçkimsenin onlara Türk demeye hakkı yoktur. O kadar.
Kürtler Türklere eşit değil dediniz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak Kürtler diğer vatandaşlarla aynı haklara sahip değiller mi?
Kürtler eşitlikten sadece Türk olarak yararlanabiliyorlar. Kürtler Kürtlüklerine sahip çıkmadıkları sürece Türklerle eşit olabiliyorlar. Bu ülkede halen “Kürt” diye bir varlık mevcut değildir. Türkiye anayasası ve devleti Kürtleri politik bir varlık olarak tanımıyor. Daha da kötüsü kanunlar Kürtlere Türk diyor. Kürt çocukları okullarda Kemalist milliyetçi andları okumaya, kendilerine Türk demeye zorlanıyor. Bugün anayasa ve devlet dürüst olmamayı teşvik eden bir temel üstüne kurulmuştur. Devlet ahlaksızlığı teşvik ederek Kürt çocuklarını kim olduklarına dair yalan söylemeye düpedüz zorluyor.
Bir Kürt kendi Kürtlüğünü dile getirmediği sürece eşit bir vatandaştır. Kürtlüğünü ifade ve insani haysiyetini vikaye ettiği anda ise hemencecik milliyetçilik, ayrılıkçılık ve hatta teröristlik ile suçlanır. Türkiye’de tanınma lüksüne sahip olan yegane Kürt PKK’lı teröristlerdir. Bunlar ayrıca devletin (dikkat: “Kürt olarak”) ciddiye aldığı, muhatap aldığı yegane Kürtlerdir. Türkiye’de bir kısım Kürt terorist oldu çünkü Kürt olmanın başka yolu bırakılmadı.
Hükümetin Kürt sorununu çözme konusundaki stratejisini nasıl buluyorsunuz?
Bu hükümet çok önemli bir demokratik devrimi temsil ediyor. Esasen, AK Parti hadisesi demokrasinin bihakkin takdir edilememiş sessiz bir devriminden başka birşey değildir. Denebilir ki Menderes veya Özal döneminin mevzi küçük çaplı kazanımları önemli olmakla beraber, AK Parti ile birlikte Türkiye’nin meşru demokratik güçleri, özellikle de dindarlar, Kemalizm denen yumuşak diktatörlüğün belini kırdılar. AK Parti’nin başarısı bu sebeple başbakanın şahsından veya partideki birkaç simadan çok daha büyük bir gerçekliğe tekabül ediyor. Gülen cemaati ve diğer sivil toplum güçlerinin bu büyük inkılaptaki rolü önemli.
Fakat tüm bunlar şimdi geride kaldı. Artık ileriye bakmamız lazım. İleriye baktığımızda şunu görüyoruz: AK Parti olması gereken devrimlerden sadece ilkidir. Türkiye’nin iki tane daha devrime ihtiyacı var. Birinci devrim, AK Parti devrimi, Türkiye’nin kahir ekseriyetini oluşturan dindar kitlelerin ınkılabı idi. Hatta bu özgürleştirici dalga şimdi muhafazakarlaşma temayülü gösteriyor.
Bu Türkiye’nin de-kolonizasyonundaki ilk adımı oluşturuyordu. 2009’da Taraf’ta yayınlanan bir makalede bidayetini yaşadığımız bu yeni dönemin bir de-kolonizasyon, bir müstemleke olmaktan çıkma süreci olarak adlandırılması gerektiğini yazmıştım. Bu süreci hala yaşamaya devam ediyoruz. Türkiye’nin bugün ikinci bir devrime daha ihtiyacı var, o da Kürdistan’ın özgürleşmesidir.
Gayet iyi biliyoruz ki birinci devrime destek olanların mühim bir kısmı bu ikinci devrim fikrine lakayt kalacak ve hatta direnç gösterecektir. Fakat demokratikleşme ve insan haysiyeti kaçınılmaz olarak böyle bir inkılaba zemin hazırlıyor: Kürtler şu an sadece “Türk”lere ait olan bu devletin egemenliğinde hisse sahibi olacaklar, öyle tanınacaklar. İlk devrim dindar Türkiye vatandaşlarına onlara ait olan devleti iade etmiştir. İkinci bir devrim de Kürtlere de ait olan bir devleti iade etmelidir. Kürtler devletin sahibi olacaklar. Ümid edilir ki bu devlet Türkiye olur. Nasıl bir Türkiye? Kendi sahiplerinden biri olan Kürtlere karşı işlediği günahlarından istiğfar etmiş bir Türkiye.
Maalesef Kemalist milliyetçiliğin propagandası sonucu ve Kemalizmden kaçarken Osmanlı nostaljisine sığındıkları için dindarlar devlete bir kudsiyet atfediyorlar. Devletin milletin ve vatandaşların mülkü olduğunu tam takdir edemiyorlar. Dindarların çoğu, devletin Kürtlere şefkat etmesinin, sahip çıkılan bir ev hizmetçisi muamelesi yapmasının normal olduğunu, yeterli olduğunu sanıyor. Kürtlerin de bu devletin sahibi ve ortağı olmaları gerektiği gerçeğini göremiyorlar. Türkler arasında devletin bugüne kadar husule getirdiği cehaletin izalesi için yapılması gereken çok iş var.
Bahsini ettiğiniz üçüncü devrim hangisi?
Evet, üçüncü devrim nispeten daha küçük ama eşit ölçüde önemli bir inkılaptır. O da gayrimüslimlerin, özellikle de Ermenilerin haklarının tanınması ve kendilerine yapılan zulmün itiraf edilmesi lüzumudur. Başka hiçbir sebep olmasa bile, artan İslami duyarlılık Müslümanlık adına Ermenilere karşı işlenmiş olan seküler-milliyetçi bir tarihi günahtan ve zulümden istiğfar etmeye bizi mecbur bırakacaktır.
Hükümetin Kürt sorununa yaklaşımından memnun musunuz?
Mevcut hükümet hiç cesaret edilememiş kadar ileri bir seviyede sorunu çözmeye gayret ediyor. Fakat bu gayrette sergilenen tavırda ciddi bir sorun var. Kürtlerin hukukuna sadaka muamelesi yapılıyor. Halbuki Kürtlerin temel hakları ne başbakanın gönül genişliğine, ne de Türk kamuoyunun şefkat ve onayına tabi kılınamaz. Kürtlerin eşitlik ve egemenlik hakkı müzakere konusu değildir, olamaz. Eğer Kürtlerin demokrasiden ve insan haklarından neşet eden bir hukukları var ise bu hukuk Türklerin onayına tabi olmamak zorundadır. Kürtler ne kadar az ve Türkler ne kadar çok olursa olsun bu değişmez. Türk kamuoyunun ikna edilmesi, onların rızasını almak AK Parti için siyasi bir kaygı konusu olabilir fakat Kürtlerin hakları açısından hükümsüzdür.
Ama Türk kamuoyunun böyle hassas bir konuda ikna edilmesi gerekmez mi?
Aslında gerekmez. Türk kamuoyunun eğitilmesi ve bugüne kadar zerkedilmiş milliyetçilik hastalığından tedaviye ihtiyacı var. Ne zaman ki Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliği eşit ölçüde çirkin görünür (ayaklar altına alınır) o zaman Kürtlerin eşitliğinden bahsedebiliriz. Bugün Türk milliyetçiliği resmi ve aleni olarak övünülen, pervasızca yapılan birşeydir. Kürt milliyetçiliği ise bölücülük ve terörizm olarak görülüyor. Niye? Çünkü Kürt bir vatandaş değil, tebadır. Türkiye’de Kürtler sadece devletin altında olan tebadırlar, devletin sahipleri değiller. Demokraside devletin tebası ile sahibi bir olur. Türkiye’de Kürtlerin devlete nispeti herzaman ve sadece tebalik ile sınırlıdır. Onlar üzerinde hakimiyeti cari olan mevcut Türk devleti Kürtlere ait olan bir devlet değildir. Kürtler ona aittir, teba olarak. Kürtler devletin sahipliğine ne zaman iştirak edebiliyor? El an sadece Kürtlüklerini inkar ettikleri zamanlar.
Bugün demokrasi ve hürriyet Türk devletinin önüne büyük bir imtihan çıkartmıştır: Ya devlet Kürtleri, teba olarak değil, sahip/ortak olarak tanıyacak ya da kendisini Türklüğe ait referanslardan arındıracak. Başka bir ifadeyle, devlet ya herkesin olacak ya da hiçkimsenin olacak. Eğer bu devlet herkesin ise, o zaman Kürtlüğün tanınması ve devletin tanımına entegre edilmesi gerekir. Yok eğer devlet hiçkimsenin olacaksa o zaman da devletin Türk(çü)lükten arındırılması gibi bir görevimiz var.
Sizce Kürtlerin bağımsız bir devlet hakkı var mı?
Evet, Kürtlerin Türklerden ayrılmaya hakları vardır. Bu onların sahip olduğu demokratik bir haktır. Aynı şekilde Türklerin de Kürtlerden ayrılmaya hakları vardır. Kürtlerin bu hakkının tanınması Türklerin sorumlulukları arasındadır. Eğer Türkler Kürtlerle birlikte yaşamak istiyorlarsa, Kürtlerin (eğer isterlerse) kendilerinden ayrılmaya haklarının olduğunu kabul etmeye hazır olmaları gerekir.
Ne zaman ki Türkler bu demokratik şuur ve olgunluğa ulaşır, o zaman Kürtler eşit hale gelmiş olur. Bütün bunları, Kürtlerin Türklerden ayrılması fikrine karşı olan biri olarak söylüyorum. Fakat Kürtlerin gaspedilen kimlik ve haysiyetlerinin yeniden temin ve tamiri için Türklerin Kürtleri kendilerine eşit olarak görmeyi öğrenmeleri gerekiyor. Kürtlerin haklarına zekat veya sadaka muamelesi yapmak bize çok istediğimiz eşitlik ve barışı getirmeyecektir.
Eğer Kürtlerin Türklerden ayrılmasını istememek noktasında samimiysek, mevcut devleti Kürtlere ait hale getirmemiz gerekir. Türkiye kendisini Kürtlerin meşru devleti haline getirirse Kürtler hür olacaklar ve başka bir Kürdistan’a ihtiyaç duymayacaklar. Eğer bu yapılmazsa Kürdistan Kürtlere helaldir.
Türkiye kendisini Kürtler için Kürdistan, Türkler için Türkistan ve hatta Ermeniler için Ermenistan haline getirmelidir. Eğer bu mülkü sahiplerine iade işlemi için Türkiye’nin isminin değişmesi gerekiyorsa, o da yapılmalıdır. Hakiki ve meşru bir meşrutiyet ve demokrasinin gerektirdiği şey budur. Üç devrimin yapacağı şey de budur.
Bu değerlendirmelerimde etnik veya milli bir zeminden hareket etmiyorum. Benim için esas olan insanın haysiyeti ve egemenliğidir ki İslami terminolojideki hilafet kavramının asli manası da budur. Özetle, Kürtler, Müslüman Türk kardeşleri ile kendilerini ne zaman eşit hissedecekler? Onların sahip olduğu şeylere sahip olarak: devlet, tanınma, malikiyet, söz hakkı.
Durum gerçekten bu kadar vahim mi? Tanınma dediğiniz şey o kadar önemli mi?
Evet, çok önemli. Bugün Türkiye’de Kürtler siyaset felsefesi açısından bir hayvan veya nesneden farklı değiller: devlet tarafından bir sorun olarak, Türk kamuoyu tarafından ise ekonomik ve psikolojik bir yük olarak görülüyorlar. Kürtler Kürt olarak tanınmadıkları için onların insaniyetleri Türk siyaset hayatında teslim edilmiş, kabul edilmiş birşey değildir. Kürtlerin insaniyetlerini, egemenliklerini (hilafetlerini) tanıyıp iade etmek ancak PKK şiddeti dolayısıyla gündeme gelebilmiştir.
Bugün Kürt teorik olarak var olabilir ama resmen eşit bir varlık değildir. Ayrıca Kürt diye birşeyi reddeden anayasa olduğu yerde duruyor.
İslam kardeşliği söylemi konusunda ne dersiniz? Sorunu çözmede faydalı bir yaklaşım mı?
Dini araçsallaştırırsanız, din olmaktan çıkar. Eğer namazı Allah’ın rızası için değil de patronunuzun rızası için kılarsanız, o kıldığınız şey namaz olmaktan çıkar, bir ikiyüzlülük eylemine dönüşür. Buna hem İslamiyet hem de vicdanlar şahittir. Şu halde “din kardeşliği” söylemi sadece ve sadece Kürtlerin hakları ve eşitliğe dayalı bir hukuk işletildikten sonra caizdir ve bir anlam ve samimiyet ifade edebilir. Yoksa bugün cari olan kardeşlik söylemi Kürtlerin Kürt olarak çok zaruri olan tanınmalarını engelleme amacıyla istimal edilen görünmezleştirme vasıtası halini almıştır.
Kemalistler de hep biz de Müslümanız demediler mi? Ama dindarları ezmekte bir beis görmediler. Kürtler niçin benzer bir iddiaya itimad etsinler? Hem, eğer kardeşim isen, bu senin kanuna tabi olmayacağın ve bizim kanun önünde eşit olmayacağımız anlamına mı geliyor? Aramızda bir ihtilaf çıkınca mahkemeye gitmeyecek miyiz, kardeşler olarak şeriate tabi olmayacak mıyız?
Evet, bugün Kürtler Türk devletine insanlığın adalet mahkemesinde dava açmışlar. Kürtler bizim kardeşimizdir, din kardeşiyiz demek bizim onlara vermeye devam ettiğimiz mağduriyetlerin hesabını vermekten bizi kurtarmayacaktır.
Kürt sorununun son gidişatını nasıl görüyorsunuz? Devlet ve PKK bir yol haritası konusunda anlaşmış görünüyor?
Barışa dönük her türlü adımı destekliyorum. Sulha giden bir süreç beni en fazla memnun eder. Bu konuda gayret edenleri cesaretlerinden dolayı tebrik etmek lazım. Fakat eksik bir husus var: Şimdiye kadar ortaya çıkanlara bakıldığında bütün çaba çatışmanın bitirilmesi ve PKK’nın silahı bırakmasına yönelik görünüyor.
Bu çatışmayı bitirecek mi? Sizce PKK Türkiye’de Kürtleri temsil ediyor mu?
PKK dahil edilmeden barış veya problemin çözümü imkansız. Fakat PKK’yla yapılmış bir barış da aynı şekilde yetersiz olacaktır. Hatta diyebilirim ki PKK silahsızlandırılıp entegre edildikten sonra Kürtlerin haysiyet ve eşitlik mücadelesi PKK sonrasında yepyeni bir safhaya girecek. O zaman Kürtlerin eşitlik mücadelesi üzerindeki PKK vesayeti veya gölgesi kalkmış olacak. PKK-sonrası dönem Kürt hakları mücadelesinin popülerleşmesine, yaygınlaşmasını şahit olacak. Kürtlerin eşitlik ve egemenlik mücadelesi sivilleşerek demokratikleşecek, karşısında durulamaz bir meşruiyet edinecek.
Tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Şunu demek istiyorum: PKK-sonrası dönem bir Kürt baharına gebedir. Bunun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. PKK’nın sahneden çekilmesi ve şiddetin ortadan kalkması ile birlikte Türkiye’de ikinci bir sessiz devrim vuku bulacak diye düşünüyorum. Hem devletten Kürtçülük etiketini yememek için, hem de Kürtlük meşru davasının PKK’nın söylemsel tekeline kalmış olmasından dolayı, pekçok Kürt bugüne kadar sesini çıkartamadı ve kendi hukukunu müdafaa yoluna gidemedi. Yakın gelecekte Kürt kimlik ve eşitlik şuuru yaygınlaşacak ve medeni hakların temini için daha çok insanın hukuklarına aktif sahiplenişi sözkonusu olacak.
PKK’nın Kürtlerin sözhakki üzerindeki tekeli bitecek, yerine demokratik bir Kürt uyanısı gelecek. Böyle bir meşruiyyet ve teyakkuz patlaması karşısında Türkiye’nin direnme imkanları çok sınırlı olacaktır. Bu konuda Allah da kader de haklı olanın, Kürtlerin tarafındadır.
İki sebepten dolayı, PKK’nın seküler-milliyetçi dili yerini daha sahih ve yerli bir Kürt sesine bırakacaktır. Birincisi, Kürtlerin mücadelesi hem demokratikleşiyor hem de yaygınlaşıyor. Çünkü her çevreden Kürt hukukunu müdafaa etmeye başlayacak. İkincisi ise masanın öbür tarafındaki Türk/devlet tarafı artık laik Kemalist diktatörlük yerine demokrat dindarların elinde olacak.
Her iki faktör de Kürtlerin eşitlik mücadelelerini büyük ölçüde belirleyecek kanaatindeyim. Yeni dönemde Kürtlerin hukuk mücadelesi de İslami bir renk kazanacak diye düşünüyorum.
Türkiye devleti en sonunda Kürt vatandaşlarının hürriyet ve eşitlik taleplerine teslim olacak. Bugün çokça bahsedilen “din kardeşliği” söyleminin eşitlik olmadan sadece devlet ve milliyetçi statüko için kullanılmasından dolayı birşey ifade etmediği anlaşılacak. Türk kardeşlerinden daha az dindar olmayan Kürtler zaten PKK’nın laik solcu dilini aşmaya başladılar. Kürt demokrasisi ve adalet dini araçsallaştıran Türk milliyetçiliğini mağlup edecektir.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Şunu söyleyebilirim: İkinci bir inkılaba ihtiyacımız var. Kürdistan’ın sömürge olmaktan çıkarılması lazım. Kürtleri Kemalizmin ve Türk milliyetçiliğinin zulmünden kurtarmamız lazım. Kürtlere şu imkanı tanımalı ve onlara yardım etmeliyiz: Onlar da kendi inkılablarını yaparak hem Türklere hem de kendilerine eşitliğe liyakatlarını ve vesayete adem-i ihtiyaçlarını ispat etmeleri gerekiyor.
Eğer dindar Türkler, Kürtlerin haklarına yaklaşımlarının ekseriyetle ne kadar çirkin olduğunu anlamak isterlerse, 28 Şubat’ın laik generallerinin vesayetini hatırlamalılar. Aynı anti-demokratik vesayet tavri görülmektedir. Sözkonusu Kürtler olunca, dindar Türkler Kemalist generaller gibi hareket etmekten vazgeçmeliler.
Bu arada, devletin Kürtlerden yapılan zulüm ve haksızlıklardan dolayı resmi olarak ve alenen özür dilemesi gerekiyor. Bu barış sürecinin en ihmal edilen, en gözden kaçan boyutlarından birisidir. Hiçbirşey bir özrün yerini tutmayacaktır. Ve özür olmadan barış tamamlanmamış olacaktır. Türkiye’de devletin Kürtlere çok büyük bir özür borcu var.
(Today's Zaman / Aydoğan Vatandaş)
SON VİDEO HABER
Haber Ara