Üç adet irticai elbise bulundu
28 şubat’ta bir sivil memurun evini basıp yatak odasına giren ekipler, eşinin etek boyunu ölçüp böyle rapor tutmuşlar.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-02-25 12:29:39
2006’DA İŞTEN ATILAN SİVİL MEMUR ANLATIYOR
2006’da işten atılan sivil memur Abdulkadir Bozdemir, 28 Şubat’ta ailecek maruz kaldıkları baskı ve zulümleri anlattı: “Bir akşam kurmay albay, tabur komutanı ve silahlı askerler evimize geldi. İtirazlarıma rağmen yatak odasına girip dolaptan eşimin elbiselerini çıkardılar. Etek boyunu mezurayla ölçtüler. Bilahare tuttukları rapora ‘Üç adet irticaî elbise bulundu’ yazmışlar. Kızımın ismi Rüveyda’nın irticaî olduğunu, fotoğraf çektirirken el bağlama şeklinin namaz pozisyonunda olduğunu belirtmişler."
ASKERî VESAYET BİTMEDİ, HÂLÂ DEVAM EDİYOR
Bozdemir, “Ev baskını için mahkemeye başvurduk, ancak reddedildi. Sivil mahkeme 1602 sayılı kanunun 20. maddesi uyarınca yetkisizlik kararı verdi. Çünkü o madde sivil memur da olsak bizimle Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin ilgilendiğini söylüyordu. Bu kanun son dönemde değişti, ancak uygulamada henüz değişen birşey yok. AYİM aynı şekilde devam ediyor. Askerî vesayet bitmiş değil. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonuna elimdeki belgeleri verdim. Ve ön rapora da girdi” şeklinde konuştu.
28 Şubat döneminde baskılara maruz kalıp 2006 yılında işten atılan sivil memur Abdulkadir Bozdemir: Yatak odasına girip eşimin etek boyunu ölçüp irticai kıyafet olarak raporladılar
28 Şubat’ın yıl dönümüne bir kaç gün kala yaşanan haksızlıklar ve hukuksuzluklar tar-tışılmaya devam ediyor. Biz de bu hafta TSK içinde Sivil Memur olarak görev yapan Abdulkadir Bozdemir’le konuştuk. Bozdemir 28 Şubatta yaşadığı dehşet günlerini bize anlattı. Ve evini ziyaret eden Kurmay Albay’ın Allah hattını ne idüğü belirsiz olarak tanımladığını, eşinin etek boyunun ölçülerek irticai kıyafet olarak raporlandığını söylüyor. Kur’ân-ı Kerîm ve Risale-i Nurlardan da bahsediyor...
Askeriye’den 28 Şubat döneminde “Sivil Memur” olduğunuz halde atıldınız. Askeriye’ye nasıl girdiniz?
O dönem her kurum kendi sınav yapıyordu. Ben Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı 15. Fz. Üs. K.lığının kendi bünyesinde açtığı sınava katıldım ve kazandım. Daha öncesinde çeşitli devlet kurumlarının açtığı sınavlara girmiştim. Hava Kuvvetleri’nde girdiğim sınavdan sonra altı ay boyunca bizim hakkımızda tahkikat yapılacağı söylendi. Sınavın ve tahkikatın sonunda işe alımların yapılacağı bildirildi. Yapılan incelemeler sonunda 1998 yılında işe alındım. Kendim personeli olduğumdan işe alınmadan önce hakkımda hazırlanmış inceleme dosyasını gördüm. JİTEM’İ inkâr ediyorlar, ama JİTEM’in imzalı onaylı araştırma yazısını gördüm.
28 Şubat dönemi olması size yapılan baskıları arttırdı diyebilir misiniz?
Cumalara gidiyordum, ama kimse ciddî manada bir şey demiyordu. Sivil memurlar, Sivil işçiler namazlarını kılıyordu. Bu nedenle ortaya çıkan paradoksu çözemiyordum. Terörün yoğun olduğu dönemde güneydoğu’da yaptığım askerlik nedeniyle mi daha esnek davranıyorlar diye düşündüm.
Güneydoğu’da neler yaşadınız?
Hakkâri-Yüksekova’da askerliğimi yaptım. Yaklaşık dört karakol gezdim. Ciddî ölümler gördüm, iki sıcak çatışmadan sağ çıkmayı başardım. O çatışmalardan omuriliğime yakın bir çekirdek kaldı. Felç olma riski olduğu için müdahale edilemedi. Hâlâ o çekirdekle yaşıyorum. Ellerim donma tehlikesi atlattı ve soğuk yanığı oluştu parmaklarımda. İki parmağım aylarca cansız durdu sonra doğu kökenli bir asker karla aylarca ova ova parmaklara can gelmesini sağladı o yanığın izi hala ellerimde mevcut. Operasyonların devam ettiği çok karışık bir dönemde yaklaşık on köy yaktık.
Köyleri nasıl yakıyordunuz?
Tanklarla, BTR’lerle köyün etrafı sarılıyordu ve çıkmaları için yarım saat gibi bir zaman tanınıyordu. Acı şeyler yaşadım. Kadınlar sacın üstündeki pişen ekmekleri bırakmak zorunda kalıyorlardı. Kerpiç evlerin üstünden tanklarla geçiyordu, evin eşyaları paletlerin altında kalıyordu. O tablo karşısında sadece oturup ağlıyordum.
Komutanınıza bunun sebebini sormadınız mı?
PKK saldırıları ve lojistiği yüzünden güvenli alan oluşturduklarını söylüyorlardı. Bu insanların nereye gittiğini bilmiyorduk. Hakkâri Yüksekova’da bu insanlar için çadırlar kurulmuştu, çöplerden yemek toplayan insanlar o dönem medyaya yansıdı.1994 yılı gerçekten çok çetin bir yıl olmuştu.. Yıllar sonra bir genç grupla konuşurken bu hatıramı anlattım. İçlerinden biri ağlayarak o köylerden birinde oturduklarını ve ailesinin o müdahalelere maruz kaldığını söyledi. Kendisine üzüntülerimi ifade ettim. O da benim bir suçumun olmadığını söyledi.
Askerî memur olduğunuz döneme geri dönersek…
Basit bir memurken daha sonra merkez kısım amirliğine geçtim. Burada alt birimlerden gelen zarfın içindeki belgelerin ağzını kapatıyordum. O zarfların içinde irticai faaliyetler yüzünden izlenecek personellerle ilgili bilgiler vardı. Öbür taraftan sivil memur olmanın ayrıca bir sıkıntısı vardı. Bize inanılmaz baskılar yapıyorlardı. Hatta bizi bir bahaneyle günlerce göz ve oda hapsiyle cezalandırabiliyorlardı ki bende “adabı muaşerete aykırı suçtan dolayı aralıksız 14 gün göz hapsi cezası aldım.
Size baskıları ne zaman hissettirmeye başladılar?
İstihbarat zarfları artık kapalı gelmeye başladı. Daha sonra beni merkez kısım komutanlığından Oto taburuna gönderdiler. Orada yağın içinde kendi işlerini yapan memurların arasında takım elbiseyle takılmam gerekiyordu. Hatta bir ara benim de tulum giymemi istediler, ancak itiraz ettim. “fişlendiğim” bariz hale gelince üzerime baskılar etraftan da artmaya başladı.
Etrafınızda gördüğünüz baskı yöntemlerinden anlatacaklarınız var mı?
İnsanlardan eşlerinin fotoğrafları isteniyordu. Erkeksen getirme! Makinist bir arkadaşım oturmuş ağlıyordu. Neden ağlıyorsun diye sorduğumda babamın fotoğrafını istiyorlar dedi. Babası seksen yaşında sakallı bir amcaydı. Babam başını kestirir sakalını kestirmez dedi. Bunun üzerine bilgisayarda fotoğraf üzerinde oynamalar yaparak amcanın sakalını yok ettik. Çünkü arkadaş Ankara’da amelelik yaparak geçinirken memur olmuştu ve bu olanaklardan ayrılmak istemiyordu. O arkadaşla hâlâ görüşüyoruz dini konuda baskıların azalsa bile devam ettiğini söylüyor. Ayrıca maaşlarımızdan Kartal Vakfı isimli bir vakfa paralar kesiliyordu. Bu vakfın ne iş yaptığını hâlâ bilmiyorum. Sayıştay bu kurumu ne kadar denetliyor onu da bilmiyoruz! Ben TSK dan ayrıldıktan sonra bana tek kuruş geri ödeme yapılmadı.
Sizinle komutanlar, “irtica” konusunu hiç konuşmadı mı?
Benim 3. Sicil amirim 1. Taktik komutanı Org. İbrahim Fırtına’ydı. Birgün normal mesaim devam ederken telefonum çaldı. İstihbaratçı bir üsteğmen beni odasına çağırdı ve “Anlat” dedi. Bende anlatacak bir şeyim olmadığını söyledim. Kendisi önündeki dosyayı gösterip “Seninle ilgili her şeyi biliyoruz, cemaattensin, cemaatler birleşip Türkiye’yi yıkacak” dedi. Saatlerce benimle konuştu. Bu seanslar devam ederken atıldım.
Sizin hakkınızda toplanan belgelere ulaştınız mı?
Dolabımda bulunan Kur’ân, ilâhi kasedi, Ahmet Kaya kasedini tutanağa geçirmişler. Günlüğüme neden Bismillah diyerek başladığımı sorduklarını benim de Allah’ın ismiyle başlamanın daha doğru olacağını söylediğimi belirtmişler. Karımın kıyafetlerinin ve kızımın ismi Rüveyda’nın irticai olduğunu, iki yaşındaki küçük kızımın fotoğraf çektirirken el bağlama şeklinin namaz pozisyonunda olduğunu belirtmişler.
Evinizle ilgili bir tacizde bulundular mı?
Bütün sivil memurların evlerini komutanlar ziyarete gelirler. Bir akşam saat 8.30 sularında eşim komşudayken evimizin zili çaldı. Kapıyı açtığımda karşımda Kurmay Albay, arkada tabur komutanı ve silâhlı askerler vardı. Çay içmeye geldik dediler. Tabur komutanı eve botla girmeye çalıştı, ancak ben ikaz edince çıkardı. Bizim geleceğimizi duyup eşini evden gönderdin mi dedi. Sonra içerde koltuğa oturdu ve duvardaki Allah hattını gördü, üsteğmene neidüğü belirsiz şeyleri eve asmış bunları da al dedi. O ara üsteğmen itirazlarıma rağmen yatak odasına girdi ve dolaptan eşimin elbiselerini çıkardılar…
Bunlar gerçek mi!
Sonra eşimin etek boyunu elindeki mezurayla ölçtü. Daha evi ziyaretlerinde tuttukları belgeye “Üç adet irticai elbise” bulundu yazmışlar. Savunmalarım alındı. Bu savunmalardan birinde birlik komutanıma sadece şu savunmayı verdim. “Doğuda görev yaptığım yıllarda sıcak çatışmada Keşke Sırtıma saplanan kurşun beni paramparça etseydi.. Keşke 25 arkadaşım döne döne şehit olduklarında ben de onlarla birlikte ölseydim de şu karşılaştığım akıl tutulmasına bir anlam yüklemeye çalışmasaydım.
Arz ederim..”
Evinize mahkeme kararı olmadan girmeleri hukuksuz değil mi? Bununla ilgili daha sonra dâvâ açmadınız mı?
Sivil mahkeme 1602 sayılı kanunun 20. Maddesi uyarınca takipsizlik kararı verdi. Çünkü o madde sivil memurda olsak bizimle AYİM’in ilgilendiğini söylüyordu. Bu kanun son aylarda Anayasa Mahkemesi tarafından değiştirildi, ancak uygulamada henüz yok.
Askerî Yüksek Mahkeme’ye gittiniz mi?
Dediğim gibi sivil mahkemenin bakamadığı bir dâvâda askerî mahkemenin olumlu bakması çok zor. Mahkemeye baş vurduk ancak reddedildi. Sonuçta askerî mahkemeler de belli bir emir komuta zinciri işliyor. Hukuksuz olaylar o kadar çok ki; bir gün sarı zarfın içinde eşime verilmek üzere bir yazı gönderildi. Zarfın içinde eşime çağdaş olmayan kıyafet giymesinin TSK’ya yakışmadığı bu giyinme şeklinden vazgeçmezse İç Hizmetler Kanunu gereği işten atılacağım yazılıydı. Daha öncede bu zihniyetteki insanların Kur’ân yaktıklarına dair bir haber Yenişafak’ta yayınlanmıştı.
Kur’ân’ı neden yakıyorlardı?
Kur’ân yasaklı listesinde olmasa da dini bilgiler içerdiği için el konulan kitaplardandır. Bu kitaplar içerisinde Risale-i Nurlar’da vardır. Bu kitapları potansiyel tehlike olarak gördükleri için geri vermek yerine imha yolunu seçiyorlardı.
Eşiniz siz görevden ayrılınca ne yaptı tavrı ne oldu? Neler yaşadınız?
İlişik kesme kararımı alınca eve gittim. Ve karşıma alıp olan olaylara bir anlam yükleme gayreti içerisinde sadece görevden alındığını söyledim. “neden” diyecek oldu “irtica” diyorlar dedim. “Nereye iltica ettin ki?” dedi ben de “iltica” değil “irtica” dedim. “O ne ki?” dedi şaşkınlıkla. Ben de “hani senin örtün, elbiselerin falan evimizden götürdükleri Kur’ân, tablo ve kızımın ismi bunlar TSK tarafından hoş görülmeyen ve güvensizlik addeden envanterlermiş..” dedim ve bayıldı. 1 ay yarı felç şekilde yattı. Çok acılar çektik birlikte.. İş bulamadım aylarca. Sonra güvenlik, çaycılık, hangi işi bulsam helâlinden kazanacağım o işlerde çalıştım. Soğuk kış gecelerini iliklerime kadar hissettim yıllarca. Sonra üniversite tahsilim ve iyi İngilizcemden dolayı ilk önce özel rehberlik ardından da çeşitli dershanelerde İngilizce öğretmeni olarak ça-lıştım, ama aldığımız ücret, evin kira olması belimi büktü. Düşüş o düşüş. Hâlâ mağdurum.
Sizce bu düzen değişti mi?
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi bütün zorbalığıyla devam ediyor. Anlayacağınız askerî vesayet bitmiş değil. Darbeleri Araştırma Komisyonuna elimdeki belgeleri verdim. Ve ön rapora da girdi.
H.HÜSEYİN KEMAL-YENİ ASYA
SON VİDEO HABER
Haber Ara