Dolar

34,8959

Euro

36,5882

Altın

3.011,31

Bist

10.058,63

Pöttering: Türkiye ile daha yakın ilişkilerden memnuniyet duyarız

Almanya'nın önde gelen siyasi vakıflarından Kondrad Adenauer Vakfı Başkanı Hans-Gert Pöttering, Başbakan Angela Merkel'in ziyareti öncesinde iki ülke ilişkilerini Cihan Haber Ajansı'na değerlendirdi. Aynı zamanda AB Parlamentosu Başkanlığı görevini d

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-02-22 09:20:44

Pöttering: Türkiye ile daha yakın ilişkilerden memnuniyet duyarız
Almanya'nın önde gelen siyasi vakıflarından Kondrad Adenauer Vakfı Başkanı Hans-Gert Pöttering, Başbakan Angela Merkel'in ziyareti öncesinde iki ülke ilişkilerini Cihan Haber Ajansı'na değerlendirdi. Aynı zamanda AB Parlamentosu Başkanlığı görevini de yürüten Pöttering, Türkiye ile daha sıkı işbirliğinden memnuniyet duyacaklarını dile getirdi. Hans-Gert Pöttering, çalışmalarının tamamen şeffaf olduğunu vurgulayarak, Alman vakıfları hakkındaki şüphe ve eleştirilerin de temelinin olmadığını savundu.

Almanya Başbakanı Angela Merkel, resmi ziyaretlerde bulunmak üzere haftasonu Türkiye'de olacak. Merkel'in AB üyeliği sürecinde müzakere başlıklarının açılmasına desteğini yenilemesi, terörle mücadelede işbirliği vurgusu yapıp ekonomide işbirliğini övmesi bekleniyor. Bunun yanında son yıllarda Avrupa'yı kıskandıran bir büyüme gerçekleştiren Türkiye'nin altyapı yatırımları ve enerji pazarında Almanya'nın pay alma gayreti olduğu görülüyor. Merkel'in özellikle enerji pazarına yönelik girişimlerde bulunacağı tahmin ediliyor.

Türk tarafının ise önceliği terörle mücadele ve vize meselesi olacak. Almanya'nın terör örgütü PKK'ya karşı adım atmasını isteyen Türkiye, Türk vatandaşlarına çıkarılan vize engelinin kaldırılmasına yönelik beklentilerini dile getirecek.

Merkel'in Türkiye ziyareti öncesi Türk-Alman ilişkilerini ve Almanya'nın en önemli düşünce kuruluşlarından Kondrad Adenauer Vakfi'nın (KAS) Türkiye'deki faaliyetlerini KAS Başkanı ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans-Gert Pöttering Cihan'a değerlendirdi.

* Almanya Başbakanı Merkel Türkiye'yi ziyaret ediyor. Ağırlığı ekonomik konular olan alışılagelmiş bir ziyaret mi olacak, yoksa mesela AB sorusuna bir hareketlilik gelmesini bekliyor musunuz?

* Mutlaka ki, bu ziyarette de ekonomik işbirliği önemli bir yer bulacaktır; bu kapsamda Şansölye Angela Merkel ve Başbakan Erdoğan'ın da katılacakları bir Ekonomi Liderleri Forumu gerçekleşecektir. Alman firmalarının dünya çapında en büyük oranda Türkiye ekonomisine katılım gösterdikleri düşünülürse, bunda şaşılacak bir şey yoktur. Ama elbette, Suriye'deki durum ve terörle ortak mücadele isteği gibi başka meselelerin de gündeme gelmesi muhtemeldir.

* Almanya çoğunluğu Hıristiyan olan bir ülke. Buna karşılık Türkiye, çoğunluğu Müslüman olan bir ülke. İki ülkede birbirine çok yönlü olarak bağlılar. Globalleşmiş bir dünyada bu iki ülke, hangi siyasi projeler ile sorunların çözülmesine katkıda bulunabilirler?

* Öncelikle değerler temelinde, demokrasi ve insan hakları odaklı bir politika ile. Almanya'nın ve Türkiye'nin dünyanın birçok yerinde ve bölgesinde ortak talepleri var. Örneğin her iki ülke de Avrupa ve Ortadoğu'da siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmasını istiyor. Bilhassa politik devrim yaşayan Arap Dünyası'na stratejik bir köprü olan Türkiye, aynı anda Avrupa'ya olan yakınlığı ile işbirliği alanında kilit bir rol oynuyor. Öte yandan kalkınma politikası gibi yeni alanlarda da, iki ülke birlikte hareket edebilir. Bu konuda, özellikle Afrika'da Türkiye önemli bir partner olarak öne çıktı.

* İki ülkenin "hükümetler arası istişare"de bulunması fikrini nasıl buluyorsunuz?

* Türkiye şüphesiz, stratejik konularda ve dış politikada çok sıkı koordinasyon halinde olmamız gereken, önemli bir ülkedir. Türk ve Alman bakanlıkları ve de bakanları arasındaki istişareler hali hazırda çok üst düzeyde seyrediyor. Biz, politik alanda "Alman-Türk olağanüstü ilişkileri" diye bir şeyden boşuna bahsetmiyoruz. 25 Şubat'ta Şansölye Angela Merkel'in Türkiye'ye ziyareti var. Niteliği itibariyle ikili ilişkilerimiz, hükümetler arası istişareye benzer niteliktedir. Tabii ki bunu daha da geliştirebiliriz. Ben bunu memnuniyetle karşılarım.

* CDU çoğu kez Türkiye'nin çıkarları ile uyuşmayan görüşleri savunuyor. Türkiye AB ye girmeyi istiyor fakat CDU buna karşı. Türkiye Türk vatandaşları için vize zorunluluğunun kaldırılmasını talep ediyor. CDU buna karşı. Türkiye aile birleşmesi için lisan zorunluğunun kaldırılmasını talep ediyor. CDU ise bunu savunuyor. CDU´nun siyasi vakfı olarak, sizin bu sorunların çözülmesinde katkınız ne olabilir?

* Biz bir siyasi vakıf olarak partiden bağımsızız. Biz öncelikle, Almanya ve Türkiye arasındaki diyaloga, işbirliğine ve uzlaşmaya katkı sağlıyoruz ve iki ülkenin ortak çıkarları için çalışıyoruz. Partime gelince: CDU'nun siyasi pozisyonunun Türkiye'nin çıkarları ile çatıştığını sanmıyorum. Berlin'deki yeni Türk Büyükelçiliği'nin açılışı vesilesiyle Şansölye Angela Merkel, Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan ile buluştuğunda, Almanya'nın adil bir müzakere süreci arzu ettiğini ve bunu sağlamak için de çaba gösterdiğini dile getirdi. Almanya geçmişte de yeni fasılların müzakereye açılmasına engel olmadı. Bu noktada belirtmek isterim ki, Avrupa Halk Partisi (EVP) ve Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS) Türkiye'nin gümrük birliğine kabul edilmesi için zamanında aktif biçimde çaba gösterdi. Fakat iki taraf da AB'ye üyelik müzakerelerinin uzun ve karmaşık bir süreç olduğu konusunda hemfikirler. Çünkü AB sürekli gelişiyor. Müzakere süreci, sonunda Avrupa Birliği'ne üye 27 ülkenin birden oylamaya gitmesini gerektiren ucu açık bir süreçtir. Cumhurbaşkanınızın en son Almanya ziyaretinde belirttiği gibi, o gün geldiğinde Türkiye de oylamaya gitmek durumundadır.

Vize meselesinde bir süredir bir hareketlilik söz konusu. Yakın zamanda bilhassa iş adamları için kolaylıklar sağlandı. Almanya ve Türkiye vize kolaylığı için bir yol haritası üzerinde beraber çalışıyorlar. Ve bu konuda, yakın zamanda yeni iyileşmelerin olması beklenmelidir.

Almanca öğrenme yükümlülüğüyle ilişkili olarak şunu söylemeliyim: Başbakan Erdoğan en son ziyaretinde, Berlin'deki Türk kökenli yurttaşlarımıza yaptığı konuşmasında, onlara sadece Yunus Emre'yi değil, Goethe ve Kant'ı da okumaları için çağrı yaptı. Bu, tüm Türk kökenli yurttaşlarımızın Almanca okuyup anlamaları gerektiği anlamına gelir ki yapılan bu düzenlemenin hedefi de özünde budur. Geçen on yıllarda bu konu çok ihmal edildi ve deneyimlerimize bakarak bunun telafisinin hiç kolay olmayacağı da söylenmelidir. Bu anlamda, uyumun sağlanması için Almancanın öğrenimine artık değer verilmesi mühimdir. Bu bağlamda önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Bu tartışmada söz konusu olan uyum ve öğrenim şanslarıdır; yoksa -çoğu kez de kasıtlı olarak- yanlış anlaşıldığı gibi asimilasyon değildir. Uyumu sağlamada ne kadar başarılı olunursa, Alman-Türk ilişkileri de bundan o kadar karlı çıkacaktır.

* Türkiye ekonomik, siyasi ve toplum olarak derin bir değişim yaşıyor. Sizin acınızdan Türkiye'de neler oluyor?

* Gerçekten de geçen on yıl zarfında Türkiye'nin ekonomik, siyasi ve toplumsal açıdan etkileyici bir değişim yaşadığını gözlemledik. Olumlu gelişmelerden sadece bir kaçını saymak gerekirse: Ordu vesayetinin gerilemesi, ekonomik canlama ve siyasi istikrar artışında olağanüstü bir süreç yaşandı. AB standartlarına yaklaşmak hiç kuşkusuz, ekonomik başarıya önemli bir katkı sağladı. Bilimsel alanda Erasmus-Programı başarıyla sürüyor. Ancak yine de belirli alanlarda reform ihtiyacı devam ediyor, örneğin düşünce ve basın özgürlüğü. Bize, reform gayretlerinin bu alanlarda yavaşlamayacağını ve Türkiye'nin, çoğulcu bir demokrasi yolunda daha da başarılı ilerlemesini umut etmek düşüyor. Bilhassa, süregelen anayasa reform sürecinin başarı ile sonuçlanmasını umuyoruz. Şimdiki anayasada hala askeri rejimden kalma birçok demokratik olmayan öge bulunduğu için, bu çok önemli ve gereklidir.

* Geçen Ekim aynında Türkiye'deydiniz ve Türkiye Başbakanı ile ayrıntılı olarak konuştunuz. Erdoğan'ın Almanya politikasında neleri doğru ve neleri yanlış buluyorsunuz?

* Ben Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile daha önceki görevim sırasında, EVP-ED-Fraksiyonu Başkanı ve Avrupa Parlamentosu Başkanı iken, tanışmıştım. Başbakan Erdoğan'ı çok takdir ediyorum. Konuşmalarımızda genel anlamıyla Alman vakıflar sistemini ve Konrad-Adenauer-Stiftung'un Türkiye'deki çalışmalarını ayrıntıları ile anlattım. Dramatik gelişmelerle birlikte Suriye'de kötüleşen son durum karşısında Almanya'nın Türkiye'ye verdiği destek ve Türkiye'deki Hıristiyan azınlığın durumu da bu görüşmede gündeme geldi. Rum Ortodoks Patrikhanesi Patriği I. Bartholomeos'un bana verdiği bilgilere göre, Hıristiyan azınlıkla ilgili olarak son zamanlarda ilerlemeler kaydedildi. Ben, Türkiye'nin Başbakanı'nı bu konuda, yola kararlı biçimde devam etmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu'nun tekrar açılmasına destek vermesi için teşvik ettim. Almanya ve Türkiye arasındaki gelenekselleşmiş yakın ve dostane ilişki, Başbakan Erdoğan tarafından- selefleri tarafından da olduğu gibi- destekleniyor ve bence bu iki taraf için de büyük önem taşıyor.

* AKP'nin muhafazakar partiler ailesine dahil edilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Avrupa Halk Partisi (EVP), Hıristiyan-demokrat ve merkez halk partilerinin bir birliğidir; deyim yerindeyse bir siyasi partiler ailesidir. EVP'ye üye olabilmek için, partinin etkinlik gösterdiği ülkenin AB üyesi olması gerekir. Fakat AKP önemli bir ortak olduğu için, 2005 senesinde EVP içinde gözlemci statüsü elde etmiştir. Hatta şu an, AKP'nin EVP'ye ortak üye ("associate member") olması için de müzakereler sürdürülüyor. Geçen yıllarda Türkiye'nin siyasi rotasını belirleyen AKP'nin önemi dolayısıyla, EVP ile AKP arasındaki yakın işbirliğini memnuniyetle karşılıyorum.

* Belirli aralıklar ile Türkiye Raporu yayınlıyorsunuz.Bir kaç şendir Türkiye'de Ergenekon davası devam ediyor.Bu hukuki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ergenekon davası ile ilgili olarak, Türk medyasında nelerin yayımlandığını büyük bir ilgi ile takip ediyoruz.Bizim açımızdan burada önemli olan, geçmişteki hatalı uygulamaların hukuk devleti kriterlerine uygun olarak telafi edilmesi ve böylelikle hukuk devleti ve demokrasinin gelişmesine sağlanan katkıdır. Bu bilhassa, ordu siyaset ilişkilerindeki yeni dengeyle ilişkilidir ki Türkiye devleti bugün daha sivil bir duruş sergilemektedir.

* Türkiye'de Alman siyasi vakıflarına karşı güvensizlik var. KAS, en yüksek hükümet platformu tarafından bir antidemokratik yapılanmanın parçası olmakla suçlanmıştı. Böyle suçlamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

* İşbirliğinde taahhütlerimizin çok şeffaf olması ve ciddiyetle siyasi ve toplumsal işbirliği içinde olduğumuz Türk ortaklarımızın kamuoyunda tanınmış olmaları dolayısıyla objektif olarak bir şüpheye sebebiyet vermiyoruz. Ayrıca Konrad-Adenauer-Stiftung, Batı Avrupa'da en itibarlı düşünce kuruluşlarından biri olarak kabul ediliyor. Türkiye'de 30 senedir, başarılı ve kalıcı olarak tanınmış kuruluşlar ile birlikte çalışıyoruz.Sırası gelmişken, 2012'de Türkiye'de yerel gazeteciliğe verdiğimiz destekten ötürü, Avrupa Gazeteciler Derneği tarafından yılın en iyi vakfı olarak ödüllendirildiğimizi dile getirmek isterim.

* Siz siyasi görevi net olarak tanımlı bir vakıf mısınız? Sizin siyasi misyonunuz nedir?

İlk olarak şu söylenmelidir: Vakıflar Almanya'nın siyasi kültürünün önemli bir parçasıdır ve onlarca yıldır Almanya'da istikrarlı bir demokrasinin gelişimine büyük katkı sağlıyorlar. Biz bu güne kadar, hem Almanya'da ve hem de -Alman kalkınma işbirliği çerçevesinde- tüm dünyada barış, özgürlük, demokrasi, insan hakları ve adalet için canla başla çalışa geldik. Konrad-Adenauer-Stiftung olarak çalışmalarımızda, Avrupa'nın birliği ve sosyal piyasa ekonomisinin pekişmesine belirli bir ağırlık veriyoruz.

* Siz, 100 den fazla ülkede- bunun içinde Türkiye'de var- bu "Alman" siyasi misyonu için aktifsiniz. Hükümetlerin sizin yaptığınız işi "içişlerine müdahale" olarak değerlendirmeleri normal değil mi?

Biz, 50 seneden daha uzun süredir, bugün itibariyle yüzden fazla ülkeyle ilişkili görev yapan seksen yurtdışı temsilciliğimizle dünyanın her yerinde etkiniz. Bu ülkelerde kalkınma politikaları temelinde, başta siyasi diyalog olmak üzere çeşitli alanlarda çalışma ortağı olarak çok takdir görüyoruz. Enternasyonal işbirliğimizi aynı göz hizasındaki ortaklık ilişkisi prensibiyle sürdürdüğümüz için, Almanya ile çalıştığımız ülkeler arasındaki siyasi ve sivil toplum bağlarını kuvvetlendiriyoruz ve böylelikle çoğu kez çatışmalara varabilecek yanlış anlaşılmaların en başından önüne geçmiş oluyoruz. Çalışmalarımızı, bu ülkelerin kendini kanıtlamış olan hükümet ve hükümet dışı oluşumlarıyla, güven temelindeki ortaklıklarla sürdürmemiz, yaptığımız işin "içişlerine müdahale" olarak görülmesini engelliyor.

* Almanya'da yaklaşık 3 milyon Türk yaşıyor. Bunların çoğunluğu dindar ve muhafazakar bir görüşe sahip. Buna rağmen CDU bu insanları kendine çekmeyi başaramadı. Neden?

* CDU, programı itibariyle, aslında bu kesim için ilgi çekicidir. Çünkü Türk kökenli yurttaşlarımızın çoğu aileye, dine ve muhafazakar değerlere gösterdikleri bağlılık ile CDU olarak bizimle çok yakınlar. Bu sebeple, gelecek yıllarda daha çok Türk kökenli seçmenin, seçimlerde tercihini CDU'dan yana kullanacağı beklentisini taşıyorum.

Artık CDU'nun merkez yönetim kurulunda Aygül Özkan, Emine Demirbüken ve Serap Güler gibi üç değerli Türk kökenli temsilciye sahibiz. Öte yandan, başta Kuzey Ren Vestfalya olmak üzere pek çok eyalette mevcut olan Alman-Türk forumlarının, CDU içinde Türk kökenlilerinin temsilinin güçlendirilmesine önemli katkıları söz konusudur.

* Türkiye ile üyelik müzakereleri durdu. Bu sürecin devam ettirilebilmesi için ne gerekli?

Durmuş olan müzakere sürecinin İrlanda'nın dönem başkanlığında yeniden canlanacağına dair sevindirici gelişmeler oluyor. Bu kapsamda ilk gelişme olarak yakında iki fasıl daha müzakereye açılacak. Bunu olumlu bir işaret olarak değerlendirmek gerekir.

*İngiltere AB üyeliği hakkında referandum yapmak istiyor. AB'nin geleceği İngiltere'siz bir gelecek mi?

İngiltere Avrupa Birliği'ne dahildir ve ben İngiliz vatandaşlarının çoğunun AB'de kalmak istediklerinden eminim. Referanduma gitme isteğinin iç politika ile ilgili sebepleri olduğunu düşünüyorum. Muhafazakar partinin içindeki durum da burada önem taşıyor. Ben, David Cameron´ın Ocak ayında yaptığı, çok dikkat çeken konuşmasında, sadece iç pazar ve ekonomik birlikten değil, Avrupa Birliği'nin siyasi çekirdeğinden, yani bizi birleştiren değerlerden, insanlık onurundan, insan haklarından, barıştan, demokrasiden, hürriyetten, hukuk devleti ve yerinden yönetim ve dayanışma ilkelerinden söz etmesini arzu ederdim. Fakat Cameron, kurumsal reformlar talep etmekle yanlış davranmadı. Bu bizi gelecek yıllarda mutlaka meşgul edecektir. İngilizlerin AB içinde yaklaşık 30 senedir gördükleri özel muameleyi bitirmek de elbette bu meseleye dahildir.
SON VİDEO HABER

Annenin uyuşturucu isyanı: 'Oğlumu kurtarın, artık kafayı yedim!'

Haber Ara