Irkçılığa dikkat
Meclis kürsüsünden millet, ırk, Türkler, Kürtler laflarının anahtar kelimeler olduğu tartışmalar bir anda her yere taşındı.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-02-19 15:50:08
İnsanları, kitleleri bu kavramlar telaffuz edildiğinde böylesine heyecanlandıran, hareketlendiren, bir anda tartışmanın içine çeken nedir? Hepimizin varlığını tanımlayan, kendine söylediği, aynı zamanda başkalarınca bilinen kimlikleri var. Cinsiyet, yaş, meslek, memleket, inanç nihayet kolektif aidiyet kimlikleri bunlardan başlıcaları. Kimliklerin bize bu dünyada bir yer, bir konum bahşettiği, dünyayı anlamlandırmak için harita verdiği doğrudur. Başkalarıyla ilişkilerimizi kimliklerimiz üzerinden kurarız. Mezun olduğumuz okul, geldiğimiz şehir, üye olduğumuz dernek, partimiz ilişki ağlarımız içinde anlamlar taşırlar. Kimliklerimiz, toplumsal ilişkilerin kurulmasında da karşımızdaki kişilere fikir verirler. Beklentiler ve tutumlar bunlar üzerinden oluşur.
Geleneksel dünyada baskın olan kimlikler, modernleşmeyle birlikte anlamlarını yitirirler. Kabile, aşiret, boy, soy, hemşerilik şehirli bir toplumda yerlerini yeni türden kimliklere bırakırlar. Bunun bir anlamı da toplumsal şartlar değiştikçe kimliğimizi oluşturan niteliklerin de değişime uğrayacağıdır. Özellikle kolektif aidiyetler kendilerinin ebedi, öz, değişmez, tarih dışı oldukları yolunda bir inançla var olurlar. Fakat bu durum, sadece o toplumsal şartlar için doğru gözüken bir yanılsamadır. Köyde yaşarken aşiretiyle kendi hayatı arasında en derin bağlar oluşturmuş kişi, şehre gidip okuduğunda artık köye, oradaki kimliğin anlamına daha mesafeli bakmaya başlar. Dünkü doğru, bugün yanlış olmuştur.
Kimliğin unsurları, toplumsal ve politik şartlara göre anlam dizgesi oluştururlar. Olağan şartlarda çok arka planda duran, çoğu zaman aklımıza bile gelmeyen özellikler, şartlar değiştiğinde bir anda öne çıkabilir, bütün hayatımızı doldurabilirler. Özellikle aynı kategorideki başka kimliklerle yaşanan karşılaşmalar, hatırlatıcı, uyarıcı, nihayet tutum alıcı sonuçlar doğururlar. Hiç camiye gitmeyen bir Müslüman, turistik gezisinde uğradığı katedralde camiyi düşünebilir, kendi Müslüman kimliğine dair aklında nelerin bulunduğunu test edebilir. Yabancı mutfaklar pişirme usullerinin, lezzetlerin üzerinden yerli mutfakları çağırabilir. O yüzden kimliklerin ilişkisel bir dünyası vardır. Aynı genetik kodda yer alan karşıtların, kültürel temasın doğması halinde birbirlerini seslendireceklerini söyleyebiliriz.
Meclis kürsüsüne de zaman zaman hararetli tartışmalarla yansıyan Türk, Kürt, millet, kültürel haklar meselesi, yaşadığımız tarihi hikâye, bulunduğumuz toplumsal değişim aşaması, nihayet kimliklere atfettiğimiz göreceli anlamların bir neticesi. İşin tarihsel hikâyesi farklı anlatımlara müsait. Bu da olağan. Çünkü “tarihi hakikat” güncel şartlardan bağımsız değil. Osmanlı'dan sonra yeni bir Cumhuriyet kurduk. Zamanın ruhuna uygun olarak yöneticiler, bunun bir milletten ve onun devletinden teşekkül etmesi gerektiğine karar verdiler. Türk milleti, zaten sosyal akışın içinde gönüllü bütünleşme yollarıyla teşekkül eden bir yapıydı, siyasal katkı, entelektüel destek, nihayet ulus devlet üzerinden tahkim edildi. Arıza şurada. Geçmiş siyasal yapılar içinde milletler “kendiliğinden” var olurken, ulus devletlerle birlikte devletle ilişkili hale geldiler. Böyle olunca da, bir bakıma “verili millet” devlet için yeniden kurgulanan ve icat edilen bir anlatımla dönüşmeye başladı. Her devlete bir millet anlayışı çerçevesinde aynı sınırlar içindeki insanlar, gönüllü gönülsüz aynı milletin unsurları sayıldılar. Demokrasinin olmadığı ya da sınırlı bulunduğu otoriter yönetimler devletin milletini bir bakıma herkese dayattılar. Bu şekilde, gönüllü birlikteliğin yanına zoraki entegrasyon da eklenmiş oldu. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru iki husus öne çıktı: Bir anlam ve aidiyet mekânı olarak mikro milliyetçilikler, bunların telaffuzuna imkân veren teknolojik ve demokratik gelişmeler.
Tüm bu saydıklarımızdan Türkiye de nasibini aldı. PKK'nın ortaya çıkışı ise kimlik tartışmalarını içinde şiddetin olduğu bambaşka bir mecraya taşıdı. Bugün biz Türklük, Kürtlük konuşurken, hemen paralelinde şiddeti, mağdurları, cenaze törenlerini, kolektif tehdit anlatımlarını hatırlıyoruz. Bunlar ise bu konuları aklın, nesnelliğin alanında tartışmamıza, evrensel referanslar üzerinden akıl yürütmemize önemli engel oluşturuyor. Şiddet üzerinden mikro milliyetçilik olarak ortaya çıkan her hareket, başkaldırdığı egemen milliyetçilikten kendini ayırmak için, soy asabiyesine dayalı bir anlatıma güç verir. Mikro milliyetçilik “evrensel insani değerler ortaktır” fakat “egemen milleti oluşturan değerlerle kesin bir ayrılık” içindedir. (Çok açık bir çelişki) Şiddet ise doğurduğu insani, sosyal psikolojik sonuçlarla bu anlatımın ayırıcı sınırlarını pekiştirir, artık “aynı gökkubbe altında olmadığımız” duygusuna güç verir. Mikro milliyetçiliğin rayiç dili, kaçınılmaz olarak etnik temellidir, ırkçılığın dolaylı kavramlarını ödünç almıştır. Milliyetçiliklerin teşekkül devrindeki çocukluk hastalığı olan ırkçı eğilimler böyle bir ortamda güç kazanır. Kimse ırkçı olduğunu söylemez. İçinde yer aldığımız dünyanın egemen değerleri bunu yasaklar. Fakat otoriter yönetimlerin bile demokratik oldukları, iddiasıyla meşruiyet aradığı dünyamızda, ırkçılığı reddederek de ırkçı olmak mümkündür. Sorun şu ki; hiçbir ırkçılık yükselişini tek başına yapmaz, diğer ırkçılığa ihtiyaç duyar ve ona yatırım yapar. Bunun adı, hasımların ittifakıdır. Karşılıklı kavgalar, şiddet dolu söylemler, aşağılayan diller bu yatırımın unsurlarıdır. Kendi kimliği adına “ateşin” şekilde mücadele veren öteki kimliğe de çalışır.
30 yıllık terör, olağan mecrasında etnik kimlikten millet olmaya yürüyen Türklük kavrayışının egemen biçimini dönüştürmedi. Hâlâ burada “müdafaa psikolojisi” ile etnik kimliğine yaslanmak isteyen eğilimler güçlü değil. Bizde ırkçılığın tutmayacağına dair tarihten, toplumdan birçok kanıt da getirebiliriz. Fakat mevcut tartışmalar bize çok da rahat olmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Irkçılığa ilişkin emareler, doğrudan değil elbette fakat “kendini koruma, yeter artık deme, haddini bildirme, sabrı tüketme vs.” gibi tutumunu “mazeretle” açıklayan kimi dolayımlar üzerinden belirginlik kazanıyor. El ele tutuşarak büyümek isteyen ırkçı eğilimler birbirini kışkırtıyor, “akıl” yerine en temel içgüdülere seslenmek istiyor. İnsanoğlu kritik dönemlerde uzun, akademik, nesnel açıklamalar yerine kısa, keskin, “iş bitirici” metaforlara gönül vermeye hazırdır. Irkçılık, çok çeşitli nedenlerle, bu tür metaforların mekânıdır. O yüzden halka konuşan, bu konulara ilişkin görüş bildiren, politik temsil üstlenen herkese aman dikkat, demek lazım.
NACI BOSTANCI /Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara