Siyasi hayatı rahmetli Erbakan'la başlayan, Fazilet, Saadet ve Has Parti tecrübelerinden sonra AK Parti'ye geçen Numan Kurtulmuş, hükümet partisinde yaklaşık 4 aydır Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyor. Başbakan Erdoğan'ın hemen tüm yurtdışı gezilerine eşlik eden ve karar mekanizmalarında yeralan Kurtulmuş, İmralı görüşmelerinin hükümet için risk olup olmadığı sorusuna, 'en büyük risk bir insanımızın daha ölmesidir' diyecek kadar duyarlı biri. Bir buçuk asırlık mücadele sonucunda Türkiye'nin 'kendi çocuklarını iktidara taşımayı başardığını' vurgulayan Kurtulmuş, ülkede elitlerin artık toplumsal desteğini kaybettiği söylüyor. Kurtulmuş, gündemdeki konulara dair Yeni Şafak'a önemli açıklamalarda bulundu.
Terör meselesinin sona erdirilmesinde 'ikinci Habur olmasın' denilen bir süreçten geçiyoruz, nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?
Herkesin kendisine şu soruyu sorması lazım. Biz bu sürecin başarıyla sonuçlanmasını istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Herkes kendi vicdanında bunun cevabını vermeli. Biz inanıyoruz ki Türkiye bunu çözecek birikime, iradeye sahip. İlk kez bir Başbakan diyor ki, bunun bedeli ne olursa olsun biz bu meseleyi çözmeye kararlıyız. Yani biz, 'acaba bu işi çözersek siyasi bir risk alır mıyız' endişesi içerisinde değiliz. En büyük risk, bu ülkenin bir tane insanının dahi ölmesidir. Geçen günlerde rakamlar açıklandı. 32 bin insan ölmüş, bunlardan 8 bine yakını güvenlik kuvvetlerimiz, 22 bin kişi PKK saflarında olanlar, gerçekten PKK'yı sadece güvenlik tedbirleriyle bitirmek mümkün olsaydı, böyle bir sonuç sözkonusu olmazdı. Şurası önemli; AK Parti hükümetleri süresince dil meselesinde önemli adımlar atıldı. Terör örgütünün elinde argüman kalmadı.
Ölüm oruçlarında istenilen tek şey, anadilde savunma hakkıydı.
ÜÇ ÖNEMLİ PROVOKASYON
Ölüm oruçlarının başladığı dönemde, bu hakkın 3. Yargı Paketi içerisinde verileceği belliydi.
Evet. Dolayısıyla terör örgütünün ne sahada mücadele etme gücü kaldı ne de bir politik argüman olarak kullanabileceği bir söylemi kaldı. Umalım da bu süreçte Habur'da yapıldığı gibi provokasyonlar yapılmasın. Bu süreçte üç önemli provokasyon yapıldı; birincisi Habur'daki görüntüler, ikincisi Oslo görüşmelerinin sızdırılması, üçüncüsü ise milletvekilleri ile terörist grupların kucaklaşma görüntüleri. Bunlar süreci dinamitlemeye dönük hareketlerdi. Paris'teki suikastler de provokasyondu. Türkiye'nin, güçlü, öncü, büyük bir Türkiye olmasını önlemek için terör meselesiyle ayaklarımızdan çekmek istiyorlar. Siyasi akıl, bunu aşmayı gerektirir.
Türkiye'nin buna yakınlaştığını görüyorum ve bu süreçten ümitliyim.
Birgül Ayman Güler örneği başta olmak üzere son dönemde CHP'den ırkçı diyebileceğimiz söylemler yükseliyor. Kılıçdaroğlu'nun da buna net bir tavır koymaması tartışmalara yol açtı...
Bir başka parti hakkında konuşmak istemem ama CHP böyle bir stratejiyi uygulayamayacak kadar kafa karışıklığı ve dağınıklık içerisinde. Kafa karışıklığı olarak yorumluyorum, çünkü biz aynı toprakların çocukları, aynı medeniyetin insanları, kaderleri, kıvançları, tasaları bir olmuş, birbirleri ile akraba olmuş büyük bir halkın çocuklarıyız. O halkın içerisinde farklı ırklardan olanlar var, farklı mezheplerden, dinlerden olanlar var. Biz tarih içerisinde bunlar arasında bir ayrım gözetmemişiz, bizi biz yapan, bizi dünya ölçeğinde de büyük bir ülke yapan da budur. Bundan daha birleştirici bir şey olabilir mi?
MİLLETİN EVLATLARI İKTİDARDA
Fazilet, Saadet, Has Parti, şimdi de AK Parti'desiniz. Bu geleneğe 'İslamcı siyaset' dersek, Türkiye'de bu, hep çok teveccüh gördü halktan...
Öncelikle 'İslamcı siyaset' demek yerine, İslami geleneği ciddiye alan, İslami geleneğe itibar eden ve bundan istifade eden siyasi gelenek desek daha doğru olabilir.
Sosyoloji terimi olarak 'İslamcı siyaset' ibaresi kullanılıyor ama..
Ben öyle kullanmak istemem, İslam hiçbir partinin, şahsın tekelinde değildir.
Şu manada; Müslümanların Batı'ya karşı bir eylem tarzı olarak itirazını içeren bir olgu 'İslamcılık', sizin içinden geldiğiniz gelenek de biraz o itirazın siyasi ayağı...
Ne kastettiğinizi anlıyorum ama 'İslam medeniyetini ciddiye alan, onu önemseyen ve ondan toplumsal olarak istifade eden' desek belki, daha doğru olur. Bu çerçeveden baktığınızda, Türkiye'de Meşrutiyet'ten Tanzimat'tan bu yana iki farklı siyasi çizgi geliyor. Biri, mutlak manada Batıcı, kurtuluşu Batı'yı birebir taklit etmekte gören bir anlayış. Bunun karşısında da Filibeli Ahmet Hilmi, Sait Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy'la başlayan ve biz yeniden kendi köklerimiz, medeniyetimiz ve düşüncemiz üzerinde yükselebiliriz, İslam medeniyetinin birikiminden istifade edebiliriz, tezini işleyen bir çizgi. Bu çizgi, çok partili siyasi hayatımızda rahmetli Menderes'le, Özal'la, Erbakan'la mesafe almıştır, bugün de Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde önemli bir toplumsal-politik güç oluşturuyor. Kanaatim, Türkiye, bir buçuk asırdır vermiş olduğu bu mücadelede kendi çocuklarını iktidara taşımayı başardı. Milletin evlatları artık toplumsal statü talep ediyor.
Elitler kaybetti
Avukatların başörtüleriyle duruşmalara girmesine İstanbul Barosu'nun itirazı dikkat çekti. Kamuda diğer mesleklerin önü de açılacak mı? Var mı bir takvim?
Bakın hâlâ kamusal alan üzerinden birtakım tezler geliştirmeye çalışan insanlarımızın şunu düşünmeleri lazım; ne oldu da, bu memleketin her alanında, biz elitlerin hakim olduğu alanlar Anadolu'nun insanları tarafından doldurulmaya başlandı, biz toplumsal desteğimizi kaybettik. Cevap basit, dünyanın hiçbir yerinde halka rağmen bir siyasal sistem sürdürülemez, hiçbir politik parti, hiçbir politik güç halkı karşısına alarak ayakta duramaz. Türkiye'de bir dönüşüm var. Buna İstanbul Barosu da alışacak. Ama başörtüsüyle bu alanlara gelen insanlar da hiçbir zaman şöyle bir haleti ruhiyede olmayacaklar; biz geçmişin intikamını aldık ya da biz geçmişin rövanşını aldık. Hayır, kimse böyle düşünmüyor. Hem kadın hakları bakımından, hem insan hakları bakımından, hem inanç özgürlükleri bakımından büyük bir ayrımcılık sona erdiriliyor. Bu bir süreçtir. Zaman içerisinde bu gelişmelerin hepsinin gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bu milletin en dine uzak duranının bile gönlünde, zihninde Müslümanlık vardır, değerler, en azından kültürel olarak, sosyolojik olarak yer alır.
'Görünmez el' devlet olmalı
Muhaliflerin hükümetin ekonomi politikalarıyla ilgili bir argümanı var: 'Vatanı sattılar!' Her şeyi sattı mı gerçekten AK Parti hükümeti?
Neoliberal iktisat politikaları 80'li yıllarda Batı ülkelerinde, 90'larda Doğu Avrupa'da uygulanmaya başlandı. Paradan para kazanma üstüne bir model uygulandı. Ama görüldü ki, bu politikalarla ekonomik istikrarın sağlanması ve kalıcı bir ekonomik gücün oluşturulması mümkün değil. Örnek Avrupa'daki krizdir. Türkiye'nin ekonomideki başarısının temelinde yatan, dışarısının Türkiye'ye telkin ettiği ekonomik tezleri kabul etmemesidir. Türkiye bir taraftan yüksek teknolojilere doğru yönelmeye çalışırken, diğer taraftan tarımsal destekler, mesela 6 bölgeli yeni teşvik yasası gibi yatırımları teşvik eden uygulamalar yaptı. Mesela gelirler idaresinin özerkleştirilmesi, IMF'in 2007'lerde 2008'lerde zorladığı bir meseleydi, hükümet buna yanaşmadı. Bugün Türkiye ile IMF ilişkisi, bir program ilişkisi olmaktan çıkıyor.
Türkiye'nin uyguladığı ekonomi modelinin ABD ya da Avrupa'da uygulanandan farkı nedir?
Bu ülkeler kendi aralarında farklı politikalar uyguluyorlar. Şunu söyleyebiliriz ki; üretmeyen, istihdam geliştirmeyen ve ihracat yapmayan hiçbir ekonomi kalıcı bir istikrar sağlayamaz. Biz, üretim, istihdam ve ihracat ekseninde büyümeyi esas alıyoruz. Zaman zaman bu hükümet desteklerini gerektirir, son teşvik paketinde olduğu gibi. Neoliberal tezler devletin ekonomiye karışmamasını, bir görünmez elin olduğunu ve o görünmez elin ekonomiyi yöneteceğini söyler; hayır, devlet ekonominin içinde olur, desteklerle, teşviklerle ve başka düzenlemerlerle ekonominin üretken gücünü arttırmaya çalışır. Modelimiz tabi ki pazar ekonomisidir, aslolan pazarın canlı ve özgür olmasıdır. Özgür bir pazar oluşturmak medeniyetimizin de temel öğretilerinden birisidir.
Yargılama uzun sürdü davalar sonuçlanmalı
Başbakan Erdoğan, katıldığı bir TV programında tutuklu askerlerle ilgili, giderek göreve atayacak komutan kalmadığı yönünde bir eleştiri yaptı ve ordunun moralinden söz etti...
Bazı çevrelerin, 2002'den itibaren; hem AK Parti'yi, hem de AK Parti'ye destek olan halk kitlelerini yıldırmak için birtakım çalışmalar içerisine girdiği anlaşılıyor. Balyoz'dur, Ergenekon'dur, Ayışığı'dır, Yakamoz'dur, birtakım isimlerle bunlar dile getirildi. Bunlar fevkalade ciddi iddialardır, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla. Buradaki gerçeğin ortaya çıkması ise, önce TSK bakımından önemlidir. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz kendi içerisinde bu işlere bulaşmış olanlarla olmayanları ayıklayacaktır. Bizim temennimiz, bu davaların bir an evvel sonuçlandırılmasıdır. Sıkıntı, bu yargılamaların çok uzun sürmüş olması...
Ne olacağımı Allah bilir
Önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimleri var, başkanlık ve yarı-başkanlık sistemleri halihazırda tartışılıyor. Sizin konumunuz önümüzdeki dönemde ne olacak?
14 senedir aktif siyasetin içerisindeyim, bu süreçte hiçbir zaman ben ne olacağım diye hiçbir endişe içerisinde olmadım. Benim derdim, 'milletimizin ve insanlığın hayrına ne yapabilirim'dir. Geleceğin ne olacağını ancak Allah bilir.
Kulislerde konuşulanlar var...
Kulislerde çok şey konuşulur. Yani ben acaba bu millete bu insanlığa ne yapabilirim? Kendi medeniyetimizin yeniden güçlendirilmesi için ne yapabilirim? Üzerime ne sorumluluklar düşüyor? Bir görevi üstlendiğimde bu görevi yerine getirebilecek donanıma, tecrübeye, birikime sahip miyim, değil miyim? Benim kendimle ilgili alanım burası, gerisini Allah bilir.
Suriye krizi İsrail'e yaradı
Suriye'de süren savaş ve İsrail'in saldırısıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Suriye meselesi bir an önce demokratik bir şekilde sonuçlanmalıdır. Baştan beri temennimiz, sorunu bölge ülkelerinin kendi aralarında halletmesi yönündedir. Bu coğrafyanın en temel sorunu iç sorunlarını kendisi çözemiyor. Kendisi çözemediği için de dışarıdan müdahalelere maruz kalıyor.
Peki, İsrail niye vurdu Suriye'yi?
Bununla ilgili 7-8 ay evvel yazılmış makaleler var. Kissinger'ın, Suzan Rice'ın demeçleri var. Daniel Pipes makalesi var. Amerika'nın ya da Batı'nın diyelim Irak'a müdahalesi lehineydi. Ama Suriye'ye müdahalesi lehine değil. Çünkü Suriye böyle devam ettiği müddetçe İran'ı ve Rusya'yı bloke ediyorsunuz, Türkiye'yi problemin içine çekiyorsunuz, bölgede Şii-Sünni çatışma potansiyeli canlı duruyor. En önemlisi İsrail'in eli rahatlıyor. Suriye'deki durumdan kazanan tek devlet İsrail'dir.
Erbakan kitleleri sisteme kattı
Rahmetli Erbakan Hoca'nın Türkiye siyasetine büyük katkıları oldu. Verdiği mücadele büyük ölçüde milletin evlatlarının adam yerine konulması ve ekonomik hayata katılması mücadelesi idi. Verilen bu mücadele sonraları 'Anadolu Kaplanları' diye isimlendirildi. 'Bu kitleler de bu ülkenin gelişmesine katkıda bulunsunlar' istendi. Başlangıç budur. Daha çok ekonomik ağırlıklı olarak ortaya çıkmıştır ve sosyolojik olarak toplumun yukarıya doğru hareketliliğini sağlamıştır. yenisafak