Sivas olaylarının hiç yayınlanmamış fotoğrafları
Sivas katliamının ilk kez yayınlanan fotoğraflarında Madımak Oteli´ne gidenlerin ellerindeki bidonlar dikkat çekiyor.
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-02-01 07:48:06
FOTOĞRAFLARI GÖRMEK İÇİN - TIKLAYINIZ
SİVAS'TA CANLARI KİM YAKTI
1 Temmuz 1993, Sivas için aslında sıradan bir gündür. Sadece Pir Sultan Abdal Şenlikleri çerçevesinde kente gelen konukların şehirde oluşturduğu hareketlilik, farklı sayılabilecek ayrıntılardan biridir. Olaylar seyrinde ve normal rutininde devam etmektedir. Sivas Kültür Merkezi’ni dolduran kalabalığa dönemin Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Murtaza Demir bir açış konuşması yapar.
Ardından Sivas Valisi Ahmet Karabilgin gelen konuklara hitap eder. Söz sırası, o dönemde ‘Şeytan Ayetleri’ isimli kitabı bastıran Aziz Nesin’dedir. Sivas’ta yine hareketlilik yoktur. Nesin konuşmasını tamamlar. Program çerçevesinde Buruciye Medresesi’nde kitap ve fotoğraf sergilerinin açılışları yapılır. Gün boyu konferans ve etkinlikler normal seyrinde devam eder. Ancak ertesi gün, yani tarihe 2 Temmuz olarak geçecek olan zaman dilimi için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Saat 11’den itibaren Sivas’ın merkezinde hareketlenmeler başlar.
Kim oldukları, ne istedikleri tam olarak bilinmeyen gruplar dikkat çekerken, tuhaf olaylar yaşanır. Aziz Nesin, Şifahiye Medresesi’nde kitaplarını imzalamaya başlar. Bu sırada Cuma vaktinde Selimiye Camii’nin önünde kim oldukları henüz anlaşılamayan bir grup tarafından davullar çalınır. Toplulukta yine bir hareketlenme yoktur. Cuma çıkışı Selimiye yerine Paşa Camii’nin önünde bir grup toplanıp Aziz Nesin lehine sloganlar atar. Kalabalık bununla da yetinmez.
Amerika’nın mı yoksa İsrail’in mi olduğu tespit edilemeyen bir bayrak yakılır. ‘Kahrolsun Amerikan emperyalizmi, kahrolsun Siyonizm!’ sloganlarının atıldığı polis kayıtlarına yansır. Sloganlar ilginçtir. Çünkü jargon, hem sol hem de sağ düşüncedekilerin kullandığı türdendir.
Can Şenliği Tiyatro Grubu’nun sahneye koyduğu oyunda da Müslümanlara hakaret edildiği ileri sürülür. Atatürk Kültür Merkezi’nde de bu sefer başka bir grup ‘Yaşasın devrimci mücadelemiz!’ şeklinde slogan atar. Olaylar karşılıklı tahriklerle giderek büyür. Artık kimin ne yaptığı belli olmayan bir durum yaşanmaya başlar Sivas’ta. Öyle ki Kültür Merkezi önüne dikilmek istenen Pir Sultan Abdal heykeli bir grup tarafından indirilip yerde sürüklenir. Heykel, konukların bir kısmının kaldığı Madımak Oteli’nin önüne kadar getirilir. Bu arada olayın üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen heykeli kimin dikmek istediği hâlâ anlaşılmış değil. Çünkü Sivas Belediyesi’nin heykelin dikilmesi için verdiği bir izin belgesi veya onayı yoktur.
2 Temmuz’da saat 11’de başlayan ve akşam 8’e kadar devam eden olaylarda polis telsizlerinden çeşitli anonslar geçilmeye başlar. En son anons, kalabalığın sayısının 10 bini bulduğu yönünde. Ancak o güne dair görüntülere bakıldığında polisin abartmış olabileceği üzerinde duruluyor. Tahminlere göre kalabalık 5 bin kişi civarındadır. Tahriklerle başlayan ve hâlâ aydınlatılamayan karanlık noktalarıyla Madımak Oteli ateşe verilir. 35 masum can, tezgâhlanan bu kirli oyunda ölür. Ancak otel ateşe verilmeden önce iki kişi de (Ahmet Alan-Hakkı Türkgil) Bosna Parkı denilen noktada öldürülmüş olarak bulunur. Bu kişilerin kimler tarafından öldürüldüğü hâlâ anlaşılmış değil.
2 Temmuz’da yaşanan olaylarda devletin resmi görevlilerinin büyük ihmalleri olduğu bugün daha net bir şekilde anlaşılıyor. Gruba müdahale etmede yetersiz kalan Valilik, ilçelerden ve civar illerden takviye ister. Çok ilginç, yardım istenilen yerlerden biri de Bolu’dur. Tokat Emniyeti’nden 20, Kayseri’den 31 polis Sivas’a gelirken, Jandarma Komutanlığı’ndan da 20 acemi er gönderilir.
Olaylar devam ederken Madımak Oteli’ne aracıyla gelen Tugay Komutanı Ahmet Yücetürk, kalabalığa baktıktan sonra tekrar makam aracına binip olay mahallinden uzaklaşır. Bu sahne, saniye saniye görüntülenmiş durumda. Polis kayıtlarına göre Sivas’ta 2 Temmuz’da görev yapan (takviye kuvvetlerle birlikte) 454 personel vardı.
Madımak’ın ateşe verilmesinden sonra hayatını kaybeden Serkan Doğan’ın ağabeyi Serdar Doğan, yıllar sonra olayı Milliyet’e anlattı (Devrim Sevimay-29 Haziran 2009). Doğan’ın anlattığı ilginç bir ayrıntı kayıtlara şöyle geçiyor: “Yangının başlamasına bir saat falan var. Birden rütbeli bir subay, yanında iki çevik kuvvetle otele girdi. Elektrikler kesik. Subay elindeki çakmağı çaka çaka lobide yürüyor.
‘Komiser Mehmet kim?’ dedi. Komiser kendini tanıttı. Subay, komisere ‘çıkalım’ dedi. Bizim komiser, ‘Ben çıkabiliyorsam buradaki herkes çıkabilir. Tek başıma çıkmayı reddediyorum.’ dedi. Sonra bizim Ertan vardı, ‘Peki nasıl çıkacağız’ diye sordu. Subay döndü, sizden özür diliyorum ama aynen şu ifadeyi kullandı: ‘Nasıl girdiyseniz öyle çıkın o… çocukları!’ Sonra komisere çok sert bir biçimde ‘Çıkalım diyorum size!’ dedi. Bir daha ret yanıtını alınca da ‘Ne halin varsa gör!’ deyip gitti.”
Tarihe 2 Temmuz-Madımak Olayı olarak geçen üzücü hadise üzerine çok şey yazıldı. Tanıklar ve olayı birebir yaşayanların anlattıklarının ve yazdıklarının aslında gerçekleri tam manasıyla yansıtmadığı her geçen gün netleşiyor. Öyle ki bir kesim tarafından olayın sadece ‘dinci’ denilen gruplara yıkılmak istenmesi ve Sünni barbarlığı olarak sunması, madalyonun öteki yüzünü görmezden gelmek olarak değerlendiriliyor.
Yine bu kesim, derin çetelerin parmak izlerini ve provokasyonu ısrarla görmezden geliyor. Diğer cenah ise provokasyona gelmenin mazeret olmadığını ve sorumluluğu kaldırmadığını kabullenmekte zorlanıyor. Madımak üzerinden yapılan ajitasyon, gerçek faillerin ortaya çıkmasını da engelliyor.
Ancak o dönemde çekilen çeşitli görüntüleri yeniden incelemeye alan Sivas Emniyeti, sürekli gelişen teknolojinin de imkânlarını kullanarak 2 Temmuz’u tabir yerindeyse yeniden ele almaya başladı. Emniyet bu konuda bazı ipuçlarına ve farklı ayrıntılara ulaşmış durumda. Grupları harekete geçiren, onları tahrik eden asıl failler konusunda önümüzdeki süreçte detaylar daha da netleştirilecek.
Şüphesiz Türk siyasi tarihinde Madımak’ın yeri çok büyük. Dolayısıyla, yıllardır ortaya atılan iddialar bir yana, Ergenekon Silahlı Terör Örgütü soruşturmasında da Madımak’ın geçmemesi düşünülemez. İddialara göre, mahkeme heyetine sunulan 3. İddianame’de Madımak olayı gizli tanıkların ağzından anlatılıyor. Bunun dışında hem Sivas Emniyeti hem de istihbarat birimlerinin ulaştığı bazı ayrıntılar var. Her şeyden önce 2 Temmuz 1993’te 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan olay, tek başına bir grubun işi değil. Sanki bir konsorsiyum iş başındaymış.
Yapılan bazı tespitlere göre, Madımak’ta ‘dinci’ olarak tabir edilen grupların yanı sıra ‘derin Aleviler’ ile PKK’nın da parmağı vardı. Diğer bir iddia ise adı Akın Birdal suikastı ile duyulmaya başlayan Türk İntikam Tugayı (TİT) da o gün Sivas’taydı. Ki bu yapıların çoğu, Ergenekon’un ‘Naylon Terör Örgütleri’ ilkesine uyuyor. Hatta bunların Ergenekon tarafından kullanıldığı artık ortaya çıkmış durumda.
Daha önce Zara ilçesinde kutlanan Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin Sivas’a alınması da başlı başına bir zafiyet. Çünkü ilçede çıkacak muhtemel kargaşa ve olayların önlenmesi daha kolay olabilirdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Murtaza Demir ve adı program sunucusu olarak geçen Ali Balkız (şimdi Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı), etkinliklerin Sivas’ta olması için öncülük etmişlerdi. ‘O tarihlerde tartışılan Aziz Nesin programa davet edilmeseydi olaylar yaşanır mıydı?’ sorusu da doğrusu çok ehemmiyetli değil. Zira Nesin kitaplarını imzalarken, konuşma yaparken hiçbir olay yaşanmaz. Görüntülerde yapılan tespitler ve 2 Temmuz’dan sonra yaşanan bazı olaylar dikkate alındığında Madımak’ın organize bir şekilde yakıldığı ortaya çıkıyor.
Peki, Madımak’ı ateşe vererek ‘canlara’ kıyan kimler ve hangi gruplardı? İşte, elde edilen bazı ipuçlarına göre Madımak olayına dair yeni ayrıntılar:
Her şeyden önce Madımak olayı hâlen Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığı tarafından takip edilen bir konu. Sivas Emniyeti, Madımak’ı bütün ayrıntılarıyla çözmek için, 16 yıl boyunca elde edilen bütün delilleri yeniden incelemeye aldı. Ergenekon davası kapsamında gizli tanık olarak ifade veren ‘Kıskaç’ ile ‘Gurbet’ isimli tanıkların anlattıkları da olaya dair önemli ipuçları veriyor.
Elde edilen verilere göre sanki gizli bir el veya eller, olayı örtbas etmek için gayret içine girmiş. Her şeyden önce olayda hayatını kaybedenlere dair ciddi otopsi raporları hazırlanmış değil. Mesela, çıkan yangında kimin nasıl öldüğü tam olarak bilinmiyor. Çünkü otopsi raporlarının bir kısmı ortada yok. Diğer bir ayrıntı ise 2 Temmuz günü Malatya’dan Ankara’ya toplantıya gitmekte olan bir sendikaya ait otobüsün Sivas’ta mola vermesi ve sonra ortadan kaybolması. Otobüste kimler vardı ve bu davetsiz misafirler daha sonra nereye gitti? Bunlar dönemin emniyet birimlerince takip edilmedi.
O gün kim tarafından dağıtıldığı bilinmeyen bildiriye dair bilgiler de net değil. Bazı medya organlarınca ‘Halkımıza Çağrı’ başlığı ile verildiği söylenen bildirinin aslında tam bir tertip ve düzmece olduğu anlaşılıyor. Daktilo ile yazılmış ve ‘T.C. Devleti’ diye devam eden bildirinin üst tarafında daha sonradan elle yazılan ‘Müslüman Kamuoyuna’ başlığı bulunuyor. Aynı bildirinin alt kısmında siyah tükenmezle yazılan ‘Müslümanlar’ imzası bulunuyor. Daktilo ile yazılmış bildirinin başlığının ve imzasının sonradan el yazısıyla atılmış olması düşündürücü. Çünkü olayın seyrine göre başlık ve imza atıldığı ortaya çıkıyor. O dönemde polis bildirinin izini sürmüş. Sivas’taki bütün daktilolardan örnekler alınarak karşılaştırılmış ve metnin Sivas dışındaki bir daktilodan yazıldığı sonucuna varılmış.
Ancak metindeki cümleler ve tabirlerin, o dönemde Almanya’da örgütlenen ve kendilerini Anadolu Federe İslam Devleti (AFİD) olarak tanımlayan gruba ait olduğu anlaşılıyor. Zaten polis kayıtlarına göre, Madımak’ı ateşe verenler arasında tespit edilen AFİD mensupları var. Bu eldeki görüntülerle tespit edilmiş durumda. Ancak asıl tahrikçilerin yurt dışında olduğu belirtiliyor. Olayı provoke eden Nuh K. isimli şahıs hâlen aranıyor. AFİD, 1992’de Köln’de bir spor salonunda düzenlenen toplantıda Cemalettin Kaplan’ı halife ilan ediyor. Yapı, 1993’ün başında Federe İslam Devleti olan adının başına Anadolu’yu ekleyerek Türkiye’de faaliyetlerde bulunmaya başlıyor. Yayınladığı bildiriler tahrik dolu mesajlar içeriyor. Sivas’taki benzeri bir bildiri, Madımak olayının ateşini körüklüyor. Ateşe odun taşıyan ‘dinci’ler sadece AFİD mensupları değildi. Malatya’dan gelenler de vardı. Görüntülere göre, bu insanlar Kültür Merkezi önündeki Atatürk büstünü kırıp Pir Sultan Abdal heykelini indirenleri de yönlendiriyordu. Kendilerine Türkiye İslam Hareketi (TİH) adını veren bu grup, yeraltı faaliyetlerine, ilginçtir, 1991-92 yıllarında başlıyor. 1992’de Kömürhan Köprüsü yakınlarında yaptıkları toplantıdan sonra silah alımına başladıkları ve eylemler için hazırlık yaptıkları belirtiliyor. Yandaşlarına silah eğitimi veren grubun 2 Temmuz’da Sivas’a geldiği ifade ediliyor.
Bu grup ile ilgili ayrıntılı bilgiler, tuhaf bir şekilde Hizbullah’a yönelik yapılan operasyonda ortaya çıkıyor. 17 Ocak 2000’de İstanbul’da Hizbullah’a yönelik operasyonda ele geçirilen dokümanlar arasında TİH’in yapılanmasına dair bilgilere ulaşılıyor.
Madımak olaylarında bulunduğu ileri sürülen diğer bir örgüt ise Tevhid-Selam (Kudüs Ordusu). İstihbarat kaynaklarına göre, ‘Müslüman Kamuoyuna’ diye başlayan bildirilerde bu örgütün de payı vardı. Bildiri, Sivas’ı karıştırmak için gelen ‘dini motifli’ örgütlerce dağıtılmasını sağlamak için bir gruba bilerek mal edilmemişti. Bildiri, AFİD’in söylemine yakın olsa da Tevhid grubunun jargonuna da uyuyordu. Bu örgütün adı, Uğur Mumcu suikastı (1993) ve Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesinde de (31 Ocak 1990) gündeme gelmişti. Örgütün dokümanları arasında Madımak olayını öven ve orada bulunduklarını gösteren bilgilere de rastlandı. Aynı yapı, 1997’de Sincan’daki ‘Kudüs Gecesi’nde ortaya çıktı. Şüphesiz bu gece, 28 Şubat’a giden sürecin son fişeği oldu.
Madımak yangınına odun taşıyan diğer bir örgüt ise bugün Ergenekon’un bir yapılanması olarak anılan Türk İntikam Tugayı (TİT). TİT ismi ilk defa 1979’da gündeme gelir. Mersin’de lideri olduğu şüphesiyle tutuklanan Cengiz Ayhan isimli şahıs, TİT’in varlığını kabul etmediğini ancak bazı kesimlerin kendilerine böyle bir yakıştırmada bulunduğunu ileri sürüyor. Ancak TİT rumuzlu tehditvari bildirilere 1986’da rastlanır (Avrupa Parlamentosu’nda Ermeni raporunu hazırlayan Belçikalı Parlamenter Jack Vademeulbroucke ve Türkiye’de İnsan Hakları konulu raporu hazırlayan Richard Balfe’ye mektup gönderilmesi). TİT bildirilerine devam eder. Ancak 1993’e gelindiğinde TİT’in bildirileri artar. Diyarbakır ve Hakkari halkının yanı sıra Özgür Gündem Gazetesi’nin İstanbul’daki merkezine tehdit dolu bildiriler gönderilir. TİT bu süreçte Sivas’ı da es geçmez. 2 Temmuz öncesinde ‘Kimse Türkün onuruyla oynayamaz’ minvalinde bir bildiri bırakılır. Bu bildiriler şüphesiz milliyetçi hassasiyetlerin yüksek olduğu Sivas’ta halkı tahrik etmeye yetecektir. TİT’in Sivas’a olan ilgisi 1993 ile sınırlı değildir. Ne zaman Sivas karıştırılmak istenirse TİT tuhaf bir mesajla ortaya çıkar. Aynı süreç 2007’de de yaşanıyor. Sularbaşı Mahallesi’nde bulunan bir lokantaya TİT imzalı tehdit içerikli bir bildiri bırakılıyor.
Madımak’ta sadece ‘yobazlar’ ve ‘faşistler’ yok. ‘Derin Aleviler’ de iş başındadır. Militanlarının neredeyse tamamı Alevi kökenli olan DHKP-C’nin (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi) Madımak’ta izine rastlanıyor. Polis kayıtlarına göre, olayları provoke edenler arasında, daha sonra örgütün değişik zamanlarda düzenlediği gösteri ve eylemlerde yer alanlar bulunuyor. Bu konudaki teknik takibat devam ediyor. Ancak 2 Temmuz öncesinde DHKP-C’nin bölgeye nasıl gittiğine dair ciddi bilgiler mevcut.
19 Şubat 1993’te Murat Gül ve Semih Genç (Dev-Sol) ile birlikte TİKKO üyesi Halil Çakıroğlu, Ali Gülmez ve Süleyman Şahin, Sağmalcılar Cezaevi’nden kaçar. Bu grup, direkt olarak Sivas kırsalına gider. DHKP-C’nin bu dönemde bölgede faaliyet yürüten üyeleri Mustafa Aktaş ve Mete Nezih Altınay’dır. 2 Temmuz’da Sivas’a inen bu şahısların eylemlerde yer aldıkları istihbarat birimlerince tespit ediliyor. Ancak bu militanların 2 Temmuz’dan sonra bölgede rahat dolaştıkları ve Alevi vatandaşlar tarafından benimsendikleri ortaya çıkıyor.
Mustafa Aktaş ismi, daha sonra, Yıldız Hemşire olarak bilinen Yıldız Namdar’ın eşinin öldürülmesi olayına karışır. İddialara göre, askeri şehit eden Aktaş’tı. Madımak’a karıştıkları tespit edilen DHKP-C militanları daha sonra bölgede yoğun faaliyetlerde bulunurlar. Tanıkları ortadan kaldırmak isteyenler, bu kişileri susturmak için harekete geçer. Yapılan tuhaf bir operasyonla 30 Ocak 1996’da Mustafa Aktaş ve Mete Nezih Altınay ile birlikte 7 kişi öldürülür. Oysa operasyon, PKK militanlarına diye yapılıyor. En azından operasyona çıkan askerlere öyle söyleniyor. Çünkü bu dönemde bölgeden sorumlu olan, Ergenekon tutuklusu Tuğgeneral Veli Küçük’tür. Giresun Jandarma Komutanı olan Küçük, bütün bölgeye bakmaktadır. Zaten konu Ergenekon iddianamelerine de yansıyor.
Küçük’ün örgüt militanları ile olan bağlantısı, Tuncay Güney’in anlatımlarıyla şöyle kayda geçiyor: “Veli Küçük’ün Dursun Karataş ve Öcalan ile arası iyi. Bayrampaşa Cezaevi’nde yatmakta olan Meral Kıdır (DHP sorumlusu) ile de ilişki halinde. Kıdır, PKK ve DHKP-C’nin ortak emniyet sibobu. Karataş’a ‘PKK ile Karadeniz bölgesinde ittifak yapacağız ’ dediğini ve örgütlerin ittifak yaptıklarını, Küçük’ün Karadeniz’e gittiğinde Giresun’dayken Meral Kıdır aracılığıyla Dursun Karataş’a haber gönderip Karadeniz’de PKK ile yaptığı ittifakı bozmasını istediğini, Meral Kıdır’ın Dursun Karataş’a haber göndererek ‘General Veli Küçük’ün bölgesinde bu saatten sonra eylem yapmayacaksın’ dediğini, Karataş’ın da kabul ederek mektup gönderip ‘Veli Paşa’nın olduğu yerde ben eylem yapmam’ diyor.”
Olay öncesinde halk arasında bir söylenti de alttan alta yayılır. ‘Alevileri öldürüyorlar’ diye çıkarılan yaygara da kırsalda Alevi kökenli bazı örgüt militanlarının öldürüldüğü şeklinde. Hatta üç kişi için sembolik cenaze merasimi dahi düzenlenir. Ancak öldü denilenlerin Madımak yakılırken olay yerinde oldukları da gözden kaçmaz. Şimdi bu şahıslar aranıyor.
Madımak olayında en belirgin figürlerin başında AFİD’den sonra belki de PKK’nın yan kuruluşu olan Devrimci Halk Partisi geliyor. PKK, 1992’de aldığı bir kararla Alevilerin yoğunlukta yaşadığı bölgelere ve Karadeniz’e açılmak istiyor. Ancak PKK, Aleviler tarafından asla benimsenmez, hatta Kürt diye dışlanır. Bunun için de sol tandanslı ve Alevileri de içine alan Devrimci Halk Partisi kurulur. Bu parti Sivas ve Tunceli bölgesinde görev yapacaktır. Örgütte bulunanlardan biri de Alişer kod adlı Yücel Halis’tir. Sivas Zara doğumlu Halis, o dönemde Sivas-Tokat kırsal sorumlusu olarak görev yapıyor. 2 Temmuz günü Yücel Halis’in olayları provoke edenler arasında olduğu tespit ediliyor. Halis, en son Dağlıca operasyonu sonrasında PKK’lılarca alıkonulan askerlerin teslim edilmesinde ortaya çıkan biri. Tutanak karşılığında askerlerin verildiği törende Halis baş aktörlerden biriydi.
‘Kıskaç’ isimli gizli tanık, PKK’nın Alevilere yanaşmak için Madımak olayını büyüttüğünü anlatıyor. PKK’nın Madımak ile ilgili diğer ayrıntısı ise şüphesiz 5 Temmuz’daki Başbağlar katliamı. Zira örgütün girmediği bölgeye 3 gün sonra girip eylem yapması mümkün değil. Bu da Madımak ile Başbağlar’ın birlikte organize edildiğini ortaya koyuyor. PKK ve DHKP-C, Alevi-Sünni çatışması çıkarmak ve Alevi vatandaşların gönlünü almak için iki olayı bulunmaz birer fırsata dönüştürür. Kıskaç, olayı şöyle aktarıyor: “Sol terör örgütleri Tunceli tarafında eğitim görerek Sivas’a geldiler. Sivas olaylarının duyulması üzerine DHKP-C’li teröristlerle PKK’lı grup, 5 Temmuz 1993’te Başbağlar köyüne giderek suçsuz 33 vatandaşın katledilmesi eylemini gerçekleştirdiler. Sivas olaylarının hemen ardından yapılan bu eylemle amaçlanan, Alevi-Sünni çatışması meydana getirmek. 1980 öncesi yaşanan gerginliklerin tekrar yaşanmasını, yani aynı ilçedeki Alevi Kürt toplumu ile Sünni Türk toplumu arasında bir kutuplaşma olmasını, böylelikle teröre militan kazandırılması amaçlandı.”
Başbağlar’da 33 kişi öldürüldü. Bunun üzerine PKK ve DHKP-C, propaganda faaliyetlerine başlayarak Madımak’ın intikamını aldıklarını duyurdu. Artık rahatça dolaşmaya başlayan PKK militanları, bölgede giderek yayılır. PKK, Madımak kozunu kullanmayı sürdürür. Nitekim Ağustos 1993’te Sivas’ta bir kitapevi bombalanır. Bırakılan mesaj ‘Madımak’ın intikamını alacağız’ şeklindeydi. Bu olaydan sonra PKK’nın paravan örgütü DHP üyesi 5 kişi tutuklanır. Kilit isim olan M. K. tutuklanarak Buca Cezaevi’ne gönderilir. M.K. 1998’de Hayata Dönüş operasyonlarını protesto için kendini yakmaya kalkışır. 2005’e kadar cezaevinde kalan M.K. şimdi Gazi Mahallesi’nde çalışıyor.
PKK, Madımak ve Başbağlar’da yaptıklarından dolayı hedefine ulaşır. Örgüt, 1993’ün sonundan itibaren Karadeniz’e açılırken aynı zamanda Alevi vatandaşları da örgüt saflarına katmayı başarır. Bununla yetinmeyen PKK, Alevi yapılanmasına gider. Avrupa’da kurduğu Kürdistan Aleviler Birliği (1994) ile Alevi vatandaşlar üzerinde bir nüfuz elde eder. Zaten PKK’nın Alevilere yönelik açılımı, örgüt içinde Ergenekoncu olarak tabir edilen kişiler tarafından yönlendiriliyor. Kendisi de Alevi kökenli olan PKK yöneticisi Mustafa Karasu, Madımak ile ilgili açıklamaları yapan bir isim. Karasu’nun 2 Temmuz’daki açıklaması, aslında örgütün Alevilere yönelik hedeflerini ortaya koyuyor: “Sivas katliamı gerçekleşince zaten devletle önemli sorunlar yaşayan Alevi toplumu devlete daha fazla tepki duymaya başladı. Buna karşın Kürt özgürlük hareketi Aleviler içinde daha etkili olmaya başladı. Sivas katliamı şahsında Alevilere yapılan bütün katliamları hatırlamak, anlamak ve neden yapıldığını iyi görmek gerekir.”
Aslında Alevi vatandaşlar, sadece PKK’nın değil, bütün örgütlerin ve bu işte çıkar sağlamak isteyen Alevi örgütlenmelerinin de hedefinde. Çünkü Madımak bir acı olsa da uzun yıllar anma ya da etkinlikler yapılmıyordu. Özellikle Avrupa’daki Alevi dernekleri 2004’ten itibaren Madımak’ı hatırlamaya başladılar. Hazırlanan raporlara göre 2005’te 200-300 kişi anma programına katılırken; bu sayı her geçen yıl artmış. 2006’da 6 bin, 2007’de 8 bin, 2008 ve 2009’da 10 bin kişi olmuş.
Emniyet birimleri, Madımak olayına karışan ve olayları kışkırtarak masum insanların ölmesine yol açan 20 kişinin izini sürüyor. Çeşitli örgütler içinde barınan 20 kilit isim, Madımak’ı tüm yönleriyle deşifre edecek nitelikte.
Sivas Davası
Olaydan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190’a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124’ü hakkında “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açıldı, geri kalanlar serbest bırakıldı. Kamuoyunda Sivas Davası olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde 21 Ekim 1993 günü yapıldı. 26 Aralık 1994’te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15’er yıl, 3 sanık hakkında 10’ar yıl, 54 sanık hakkında 3’er yıl, 6 sanık hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.
Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kararını “taraflı, hukuka ve adalete aykırı” olarak niteleyerek ayrıntılı bir savunmayla temyize gittiler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi katliamın “Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğunu” belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kararını esastan bozdu. Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı. 28 Kasım 1997’de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası’nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 24 Aralık 1998’de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999’da usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000’de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002’de idam cezasının kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi. Sivas Davası, İstiklal Mahkemeleri sonrasında, tek bir davada, bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk davaydı.
Madımak sarmalında kanlı 93
Madımak olayı öncesi ve sonrası Türkiye tam bir kaos yaşıyor. Her ne kadar 1993 bir kâbus senesine dönüşmüş olsa da bunun temellerinin 1990’lardan itibaren atıldığı belirtiliyor. İddialara göre, Ergenekon olarak ortaya çıkan yapılanma ilk değişimini 1989’da yaptı. Ardından 1999’da yeniden yapılandı. 2002’de ise 3 yıl önce hazırlanan analiz ve yeniden yapılanmaları gözden geçirdi. Ergenekon bu vesile ile 1989’da başlamak üzere harekete geçti. Her ne kadar somut bağlantılara ulaşılmış değilse de çok sayıdaki terör örgütü 1990’dan başlayıp 1992’de sona eren yeniden yapılanma sürecine girdi. Garip bir el sanki uyuyan terör hücrelerini harekete geçirmişti. Zaten 1992’nin hemen başında yaşanan bir dizi olayın amacı, toplumun arasına nifak sokup kutuplar oluşturmaktı. Mesela, cezaevlerindeki çok sayıda sol örgüt mensubu sanki kapılar ardına kadar açılmışçasına firar etmeye başladı. Emekli asker Kemal Kayacan’ın öldürülmesi, PKK’nın eylemlerini artırarak özellikle köy basıp masum insanları öldürmesi, 1992’nin bazı başlıkları. Bu arada devam etmekte olan bazı illerdeki OHAL süresi uzatılıyor. Türkiye sınır ötesi operasyon yapıyor. Aynı şekilde Kürtleri sokağa dökmek ve Türk-Kürt çatışması çıkarmak isteyenler Kürtler için sembol bir isim olan Musa Anter’i öldürdü. 92’de başlayan kirli tezgâh, 93’te de devam etti. Ama asıl şekillenme 94 ve 95’te yaşandı. Madımak’ta Alevi-Sünni çatışması çıkarmayı başaramayanlar, bu sefer Gazi Mahallesi’nde kahvehane taradı. Lakin üzerinde durulması gereken temel yıllardan birisi 1993. Çünkü Ergenekon’un davası için hazırlanan iddianamede üzerinde durulan en önemli konulardan bazıları 1993’te yaşanan olaylar. Zira uzmanlara göre Ergenekon, 1993’ü zirve yıl olarak belirlemişti.
AKSİYON
SON VİDEO HABER
Haber Ara