Dolar

34,8728

Euro

36,7570

Altın

3.042,79

Bist

10.142,10

Salih Mirzabeyoğlu: Bütün yönleriyle Kürt Meselesi -2

Salih Mirzabeyoğlu'nun Kürt Meselesi ile yaptığı röportajın ikinci bölümü

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-02-02 10:59:55

Salih Mirzabeyoğlu: Bütün yönleriyle Kürt Meselesi -2

TIMETURK / Haber Merkezi

ZENDPRESS- T.C. Kürtleri Türklük şiârı altında inkâr ediyor, İslâmî kesim de "ümmet" şiârıyla... Fark nedir? İzâh eder misiniz?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Aynı mantık silsilesi içinde ben de soru sorarsam, sorunuzun ruhu ortaya çıkar: T.C. İslâmcıları "ümmetçi" oldukları için reddediyor, Kürtçüler de Kürtlük adına... Fark nedir?.. T.C. İslâmcıları "ulus şiârı" altında reddediyor, solcular da "halk" şiârıyla... Fark nedir?.. Mantık cimnastiği niyetine, şimdi de değişik yönlerden bakalım: İnkârdaki müştereklik, acaba ittifak mânâsına mı kullanılıyor?.. Bu takdirde "fark nedir?" suâlinin yeri yok; çünkü belirttiğiniz gibi, T.C. Türklük, İslâmî kesim "ümmet" şiârıyla... Yâni fark belli!.. Eğer ittifak mânâsında değil de, gayesi Türkçülükle Ümmetçiliği aynı gören bir hükmün belirtilmesi şeklinde soruluyorsa, cevab almak için değil, hükmü pekiştirmek için sorulmuştur ki, cevab gerekmez... Hükmün doğru olduğu yolundaki bir bakıştan sonra, şimdi de gelelim hükmün yanlış oluşuna... Farkın belirtilmesi ve izâhı, ancak hükmün yanlış olması durumunda gerekiyor ki, zaten yanlış... Yanlışlığı şurada: "Ümmet" ve "Kavim"in İslâm'a nisbetle ne mânâya geldiğini belirttiğim için, tekrarına lüzum görmeden, sorunuz vesilesiyle başka bir inceliği belirteyim... Meselâ zeytinyağına ihtiyacınız var, bir dükkâna giriyorsunuz ve dükkân sahibine içinde zeytinyağı olan şişeyi işaret edip, "bana şu şişeyi verir misin?" diyorsunuz... Böyle bir durumda, şişeden muradın zeytinyağı olduğu açık; yâni malik olunmak istenen şey, şişenin kendi değil de, içindeki zeytinyağı... İşte Türklük, kavimde tecelli eden İslâmî muhteva mânâsına anlaşılıyorsa -ki bizim için gerçek Türk odur-, bu takdirde Ümmet ile Türklük ayrı şeyler değildir... Nasıl ki bu mânâda Kürtlük de ümmetten ayrı değil... Bu çerçeve içinde, kuru ve şövenist kavmiyetçiliğe "ümmet" şiârıyla olumlu bakılmaması, bizzat Kürt ve Türk tarafından reddi, tabiîdir... Fakat böyle bir tabiîlik içinde de, gerek T.C., gerek şövenistler, gerek solcu-halkçılar tarafından reddedilen, Türk müslümanları ve Kürt müslümanları, yâni ümmetçilerdir... Yâni, T.C. Türklük'ü ile İslâm dışı Kürtçülüğü, aynı yolun yolcusu!..

ZENDPRESS- Geçmişte solcu ve sosyalistler "Türkiye halkları" veya "Kürt halkı" deyimi için uzun mücadele verip, acı çektiler. Yolu açtılar. İslâmî kesim o dönemde sadece inkârcı değil, aynı zamanda solculara karşı aktif güçtü. Bugün ise Kürt meselesi mevzuunda İslâmî kesim yazıp çiziyor. Nasıl samimi olunur?.. Üstelik İran örneği de ortada. Çünkü İran, Kürtlere birşey vermedi?.. Kavmiyetçiliği çözemedi. Aslında hiçbir modern İslâmi devlet kavmiyetçiliği çözmüş değil. Meselâ, ne Pakistan, ne Sudan?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Geçmişten bahsederken, ne kadar geçmiş?.. Bu dava, 10 senenin veya 20 senenin işi değil ki!.. Üstelik "solun açtığı yol"dan bahsederken, bizim gözümüzde oynadığı kobay rolünü ve asfalt yol açmakta olanlara "keçi yolu" sahiplerinin birşey diyemeyeceğini gözönünde tutmak gerek!.. Bu umumî hükümden sonra, değişik yönlerden sorunuzu ele alalım... İlk başta, istemediğim hâlde, mecbur kaldığım için işin kendi şahsıma ait yönünü belirteceğim: Hoybin cemiyetinden bahsettiğimden, bunu geçiyorum... Sözkonusu etmek istediğim, Kürt şövenistlerin başucu eserlerinden, Kürt şairi Ciğerhun'un yazdığı "Şer Şere Cı Mere-Cı Ne're; Aslan Aslandır, Ha erkek Ha dişi" isimli destan, Musa Bey'in kızkardeşi Gülnaz Hanım için yazılmıştır... Musa Bey, dedem İzzet Bey'in babası... Kemâlist bakışın tasvibi içinde ve Mustafa Kemâl, İsmet İnönü, Celâl Bayar, Cemâl Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren'in sözlerinden iktibaslarla süslü bir ön girişle sunulan "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" isimli M. Şerif Fırat'ın eserinin son baskısından:

- "14 Şubat 1341-1925 tarihinde başlayan Şeyh Said isyanı adındaki bu irticaî hareket, 15 Mayıs 1925 günü sona ermiş, Zaza ve Kormanço şubesine bağlı bütün aşiret şeyh ve ağalarının idamları, Babakürdî şubesine mensub aşiretler üzerinde derin tesirler meydana getirmiş, bunlar da isyana hazırlanmak için bölgelerinde bazı çeteler teşkil etmişlerdi. Bunlardan ilk önce Muş dağlarında oturan Huytu aşiret reisi Hacı Musa'nın kardeşi Nuh Bey elli atlı ile meydana çıkmış, Muş dağlarında bulunan Şigo, Huytu aşiretlerini harekete geçirmişti. Osman Paşa bu hareketi bastırmak için 19 Haziran 1925'de Varto'da Binbaşı Tahsin beyi mevki kumandanı bırakarak kendisi fırkasıyla Muş vilâyet merkezine gitmiş, 34. Alay Komutanı Talât Beyle-Birinci Tabur Komutanı Binbaşı Ziyâ Bey taburunu, asilerin üzerine tahrik etmiş, askerî birliklerimizi bu dağlardaki kabile başlarını hükümete dehalete getirmiş, Nuh Bey'le Hacı Musa oğlu İzzet Bey'i yüz atlı ile Sason üzerinden Hizan ve Garzan kazalarına doğru kaçırmışlardı. Nuh ve İzzet, Hizan, Garzan, Beşirî, Sason havalisinde gezerek, buradaki aşiret ağa ve şeyhlerine hükümetin kendilerini keseceğini ileri sürmüş, buna misâl olarak Şeyh Said'le arkadaşlarının asılmasını göstererek cahil halkı kandırıp ikinci bir isyan çıkarmaya muvaffak olmuşlardı (...) İkinci isyan faslı da bu suretle sona erdikten sonra, askerî kıtalar 1925 Eylül ayında garnizonlarına dönerek, Doğu illerinde kalan Şakî çeteleriyle Nuh ve İzzet'in takibine seyyar jandarma birlikleri çıkarılmıştı."

Neticede 25 Mart 1926'da, İzzet Bey, yeğeni ve bir adamı, Kösor dağlarındaki çatışmada öldürülür ve başları kesilerek Muş'a getirilir... Gülnaz Hanım'a psikolojik zulüm yapmak maksadıyla, kesik başlar jandarma karokolunda yere dizilir ve "tanıyor musun?" hikâyesiyle davet edilir... Gülnaz Hanım vakur bir edada içeri girer, ellerinin tersi belinde, kesik başlara yaklaşır... Ayağıyla İzzet Bey'in kafasını iter: "Bu benim kardeşimin oğludur!"... Sonra ikinci kesik kafayı ayağıyla iter: "Bu da benim oğlumdur!"... Üçüncü kesik kafaya gelince, mahzun bir şekilde mırıldanır: "Buna yazık olmuş, hizmetkâr-askerdi!"... Ve başta kumandanları olmak üzere orada bulunanlara çalımla döner: "Erkek, koç gibi bıçağa gelmek içindir!" der... Ve oradakilerin buz tutmuş sükûtu içinde, aynı vakur ve çalımlı edâ ile çıkar gider... İşte Kürt şairi Ciğerhun'un destanlaştırdığı tablo budur... Dedem İzzet Bey'den bahsetmem, Kürt meselesini şövenist bir temelde solcu bir edâ ile takdim garabetine dikkat çekmek, kimi yerde "ümmet" karşısında bir kavim davası gibi ele alıcı, kimi yerde resmî ideoloji ile paralel göstermek, kimi yerde "Kürt meselesi"ni solun tekelinde sunmak yanlışını işaret içindir... Ve bilhassa şu dava: Fikir haysiyeti adına, hiçbir şöven küçüklüğüne yer vermeden konuşmam, ayrıca kıymet ifâde etse gerek, samimiyet ifâde etse gerek... Gelelim geçmişte solcu ve sosyalistlerin "Türkiye halkları" veya "Kürt halkı" deyimi için uzun mücadele verip acı çekmelerine ve yolu açmalarına: Herşeyden önce bilmek gerekir ki, "Türkiye halkları" ile "Kürt Halkı" nitelemesi birbirinden ayrıdır... Birinde "Türkiye", yâni Türklere âit mekândaki halklar sözkonusudur, diğerinde ise halk olduğuna ve halka âit olduğuna göre "Kürdistan"... Arada hem coğrafî, hem de idarî-siyasî bir niteleme farkı var... Geçmişteki İslâm devletlerine âit bir inceliği de bu vesileyle belirteyim: İçinde değişik kavim özellikleri bulunan devletlerin hiçbirinde, "ümmet" anlayışından dolayı kavmi öne çıkarıcı bir isim yoktur... Emevîler, Abbasîler, Eyyubîler, Selçukîler, Osmanlılar vesaire... Ve bizim fikrimizin tecelli plânı olarak seçtiğimiz mekân ismi, aynı zamanda insan mekânını da ifâdelendirici şekilde, "Anadoluculuk"tur; bu asıl üzerinde, Lâzistan da yerini bulur, Kürdistan da... Halkların kardeşliği mi?.. Müslüman olan Rum Beyi Mihâl Gazi, Osmanlılar'daki akıncı teşkilâtının kurucusu bir yiğit adamdır ve akıncılar 300 sene boyunca bu aileden gelenlerce yürütülmüştür... Buna mukabil, Sovyetler Birliği'nde din yasaklanınca, kavim duygusunun öne çıkışından bahseden de, bir kaç sene önce Türkiye'ye gelmiş olan bir Sovyet Türkologudur; nitekim Osmanlılar'da da, din duygusu pörsüdükçe kavmiyetçilik azmıştır... Gelelim başka bir meseleye: "Ümmet" kavramından bahsederken, bunun gûya İslâmî fikirden haberdarmış gibi bir dekor ve aksesuar olarak kullanılışından bahsetmiştim... Ümmet, "cemaat, kavim, din birliği olan insan topluluğu" mânâlarına gelir... Şayet kavramların birbirini destekleyen verilerin billûrlaşması olduğunu dikkate alırsanız, bu kavramlar müslümanların keyfiyetini doldurduğu kelimelerdir... Bu mânâlar çerçevesinde, bizim "halk"tan bahsetmemizle solun "halk"tan bahsetmesi arasında bir keyfiyet farkı var; bu keyfiyet farkı, aynı zamanda fikir kıymetini de gösteriyor... Halkların kardeşliği; neye göre, kime göre?.. 1400 sene önce, "müslümanlar kardeştir!" demiş ölçümüz; sol neyin nesi... Biz zaten pratikte de çökmüş, fikir plânında ise 40-50 sene önce çökmüş sol düşünceyi tasvip etmiyoruz ki, onun açtığı yola sahib çıkalım... Ve çektiği acının bizimle alâkası olsun; yâni, ister müslümanlar diye alınsın, ister Kürt müslümanlar... Acı çeken, acı çekmeyen hikâyesi, solun kendi içinde aransın; acı çeken solcularla, araziye uyan solucan karakterli solcular, ayrıca solculuk adına tutunduğu 40 dal da kırıldıktan sonra can havliyle Kürtçülük davasına atlayarak solculuk oynayan solcular... Devam etmek zorundayım: Bugün hâlâ Kemâlizm'in davulculuğunu yapan solculardan ne haber... Kemâlist rejimin Türk ve Kürt müslümanlara karşı yürüttüğü katliamları ve her türlü zulmü "gericiliğin ezilmesi" diye karşılayanlar nerdeler?.. Kürt müslümanlara yapılan zulmü "gericiliğin ezilmesi" diye karşılayıp, "Bağımsız Türkiye!" sloganları atan zamane Kürdistan solcuları kimlerdir?.. Mustafa Kemâl'i "devrimin birinci basamağını gerçekleştirdi" diye kalpaklı resimleriyle sloganlı poster yapan Dev-Genç dönemini, yaşı müsait olanlar, olmayanlara anlatsın... O posterleri yırtıp, "gericiler Atatürk posterlerini yırtıyor!" diye atılan naraları... Bizzat şahit olduğum hâdise: İstanbul Üniversitesi'ndeki Atatürk heykeline, sabah 5'te dinamit asıp ateşlediler, kaçtılar... O gün imtihanım olduğu için, gece Eskişehir'den otobüse binmiş, o erken saatte okula gelmiş, Hukuk Fakültesi talebesi solcuları bahsettiğim hâdise üzerinde görmüştüm... Dinamiti ateşleyip kaçtılar, fakat dinamit patlamadı... İmtihandan çıktıktan sonra, Atatürk heykelinin önünde kalabalığı gördüm; Deniz Gezmiş başta olmak üzere, gericiliği tel'in eden nutuklar atılıyor... Ve sonra Bayezid Meydanı'na yürüyüş... Ve komik bir hâdise: Oradan geçmekte olan bir Albay'ı omuzlarına aldılar ve "ordu-gençlik elele, kahrolsun gericilik!" sloganları... Adam, yüzü pembecik olmuş, memnun mesut, omuzlar üzerinde asker selâmı veriyor, bu şekilde taşınıyor... Her neyse: Gericiler karşısında, ilericilerle-biraz daha ilericilerin flörtü ilerleyen zaman içinde fiyaskoya dönünce olanlar oldu... "Doğu Devrimci Kültür Ocakları"nın da, sonradan Dev-Genç'ten ayrılanlarca kurulduğunu hatırlatayım... "Sol kesim"den, Cumhuriyet Gazetesi'nin solcularının acıları(!) da, "acı çeken sol" genellemenize dahil mi?.. Netice olarak: Kronolojik tarih açısından, Kürt şövenizmi, hem genel olarak solun ve hem de Kürt solunun önünde... Müslümanlar ve Kürt müslümanlar da, şövenist Kürtlerden önce... Kürt şövenistleri, Türk şövenistleri, Kemâlistler, Türk solcuları ve Kürt solcuları "ümmetçilik"e karşı ya; "halkların kardeşliği"nden bahsederken, diyelim ki İslâm'a karşı olduğun için "ümmetçilik"e karşısın... Yâni, sol kardeşlik değil de, İslâmcı kardeşlik olduğu için... Nitekim bir kısım solcular, yamuk bir Türkçe ile, "ümmet bilincinden ulusal bilinç düzeyine erişildi!" diye Kemâlizm'i alkışlarlar... Yahu sen milliyetçi misin ki, İslâmî bir fikirde de olsa "halkların kardeşliği"nin "ulusal bilinç"ten sana daha yakın olduğunu anlamıyor ve reddediyorsun, "ulusal bilinci" şakşaklıyorsun?.. "Marsist Kürtçü" gibi, -lâfazanlıklar bir yana, işin aslında milliyetçilik yatmaktadır-, birbirine aykırı iki unsuru çorba ederek, yeri gelince şöven, yeri gelince solcu edâyla, ya ümmetçiliğe karşı çıkmak veya ümmetçileri şövenist Kürt dışı kavimlerle özleştirmek?.. Sanıyorum anlaşıldı: Kemâlist rejimin tarihi boyunca acı çeken müslümanlara sırıtıp zulmü alkışlayanların, müslümanlara bu mevzuda söyleyebileceği birşey yoktur... Temas ettiğim meselelerden de anlaşılacağı üzere, "yolu sol açtı" hükmü yanlıştır... İslâm'ın sol karşısında aktif güç olması, solun İslâm karşısında aktif güç olmasından farklı değildir ve bu mevzu bir haklılık-haksızlık davası şeklinde alınmayıp, her kesimin siyasî çizgisindeki doğruluk veya yanlışlık olarak ele alınmayı gerektirir... "Bugün ise Kürt meselesi hakkında İslâmî kesim yazıp çiziyor" ifâdenize gelince; hem meselenin kimsenin tekelinde olamayacağı ve herkesin fikir sunucu olması bakımından, hem de müslümanları bir nevî "dışardan gazel okuma" gibi bir duruma düşürüp işi sola yontmak bakımından, sakat... "Nasıl samimi olunur?" suâliniz ise mecburen şu cevabı davet ediyor: Biz, samimiyeti tescil edilme durumunda değil de, samimiyeti tescil makamındayız... İran örneği, daha önce belirtilmiş ifâdelerde de var; fakat sıkça başvurulan bir hileye bu örnek vesilesiyle değinebilirim... Muhatabla konuşurken verilen örnek, muhatabı temsil eder mi, yoksa ondan farklı ve aykırı mı, buna dikkat etmek lâzım... İslâm adına ben şöyle bir dünya görüşüne bağlıyım, İran ise apayrı; sizin durumunuz, bana İran'ı sormak olabilir, İslâmı burdan ve oradan dinleyerek gerçek temsil plânında kimin olduğu şeklinde bir hüküm sahibi olmak olabilir, ama söylediklerime nisbetle söyleyeceğini söyleme yerine küfeyi sırtından atar gibi mesuliyeti bana âit olmayan bir örnekle işi sağırlığa vurmak ve kaytarmak olmaz... Çok karşılaştığım bir durum:

 "Gerçek bir fikir adamı olduğunu biliyorum, fikirlerine katılıyorum ama, İran?"


Madem ki katılıyorsun, o hâlde katıldığın taraftan İran'a bak!.. Küfür adına, İran veya bir takım keleş görüntüleri İslâm bu diye takdim sahtekârlığı yerine, bizzat İslâm adına İran veya o keleş görüntüleri eleştir... Meselâ biz İbda olarak, hiçbir zaman Marksizm'i Türk veya Kürt göstermelik örnekleriyle eleştirmedik; bu husus eserlerimizde mevcuttur... Komünizm'in çöküşünü de Sovyetler Birliği gibi bir örnekle bile değil de, kendi fikrî yapısında eleştirip, pratikteki tezahürler ne olursa olsun, "zaten temel sakat" esasında işaretledik... İran?.. Her şeyden önce İran, İslâm'dan sapan sapık kollar cümlesinden olarak Şiîdir... Ve Şiîliği, Zerdüştlüğü kendi aslîliği içine alarak İran şövenizminin kisvesi niteliğindedir... Ve İran'ın en büyük zulmü, oradaki Sünnî Müslümanlaradır... Azerî, Kürt veya İran'lı Sünnî müslümanlara... Daha önce de belirttim: Hırdavatçı dükkânının üstüne "eczahâne" tabelâsı asmakla orası "eczahâne" olmaz... İran'ın "müslüman devlet"liği bu kadar!.. "İran Kürtlere birşey vermedi!" derken, verilmesi gereken şeylerden neyi kastettiğinizi anlamak isterdim... Unutmadan, sizin örneklemenize benzer bir örnekleme yapayım: Sol, nerede halkına ne verdi ve halkların kardeşliğini sağladı ki, "Türkiye halkları" ve "Kürt halkı" ifâdesinin yararı olsun?.. Hele Sovyetler sapır sapır dökülmüş, hem de en kâmil bir örnek iken!.. Gelelim son davaya: "Aslında hiçbir modern İslâm devleti kavmiyetçiliği çözmüş değil!" ifâdeniz, birkaç bakımdan çelişkili... Modern İslâm devletlerinin kavmiyetçiliği çözememiş olmasından bahis, zımnen daha önceki İslâm devletlerinin bu işi çözmüş olduğunu belirtiyor ki, doğrusu budur; bu doğru, daha önceki sorularınızda "tarih boyunca İslâm'ın kavmiyetçiliği çözemediği" şeklindeki sözlerinizin eğriliğini de gösteriyor... Öte yandan, "modern" kavramının uyandırdığı "tekâmül" imajına nazaran, verdiğiniz örnekler İslâm'ın çöküntü ve döküntü devrinin mahsulleridir ki, "modern"lik nitelemesi uygun değildir!..

ZENDPRESS- Refah Partisi-Milliyetçi Çalışma Partisi seçim ittifakı Kürt düşmanlığı temelindeydi. Nasıl açıklarsınız?.. Bağlantılı olarak, Erbakan'ın ABD siyaseti anti-emperyalizmle bağdaşır mı?.. Son İran ve ABD ziyaretlerini de gözönünde tutarsak?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Ne Refah Partisi'ni ve ne de MÇP'yi benimsemediğim için, sorunuza bir hakem gözüyle cevab verirsem; ittifakı Kürt düşmanlığı temelinde gerçekleşmiş bilmeyi, hem kötü bir kasıt, hem ucuz bir karalama, hem de çok komik karşıladığımı söylemeliyim... Ortada bir seçim var, her parti alâkalı alâkasız her tarafa temennâ çakıyor, bu iki parti ise oy davasını bırakmış ve "şu Kürtlere ne etsek" diye "Kürt düşmanlığı temelinde" ittifak yapıyor(!)... İttifak üzerine değil de, sözkonusu iki partinin Kürt meselesine olumsuz bakışıyla ilgili küçük bir değerlendirme yapayım... Kürt düşmanı olmakla, Kürtçü düşmanı olmak arasında bir fark var; Türk düşmanı olmakla, Türkçü düşmanı olmak arasında da... Türkçü ve Kürtçü, birbirine mislini söyleme hakkına sahibtir... Kürt düşmanı olmakla, malûm şekildeki görünüşüyle meselenin savunucularına olumsuz bakmak da ayrı şey... MÇP; Kemâlizm'in İslâm ve Ümmet karşısında geliştirdiği "Türkçülük" davası daha sonra Komünizme karşı da kullanılmış, hududunu taşırınca yine düzen fideliğinde yetiştirilen solcularla karşılaştırılmış, CKMP'den MHP'ye uzanan ve sonrasındaki dönemde kel-keleş bir Türkçülük olmayacağını anlayınca İslâm ile Türk'ü sentez etmeye kalkmış, Necip Fazıl'ın el atmasıyla İslâmcı yönü gelişirken ırkçı tarafı törpülenmiş, ancak hiçbir zaman bir dünya görüşü haysiyetini kavrayamadığı için hayatını komünistlere reaksiyon olarak ve bu tarafı düzence dolmuşa getirilmiş biçimde sürdürmüş, ortadaki kavganın rejim değiştirme kavgası olduğunu bilmeden devleti koruyorum diye düzen bekçiliği yapmış, 12 Eylül sonrasında kendisine ihtiyaç kalmayınca rejim tarafından tepelenmiş, bunun sonucunda bir kısmı İslâm'a, bir kısmı "vur patlasın çal oynasın" dünya görüşü ve partilerine kaymış, geri kalanı ise ne istediği ve ne istemediği belirsiz bir apışmışlık içinde donmuş, başlarındaki liderleriyle mevta olmaya giden zümrenin partisi... Kürt'ün meselesine "Kürt de Türk'tür!" tekerlemesini inkâr ile baksa kendi kendini inkâr gibi geliyor; açıkçası, kendini izâha kavuşturabilmiş değil ki, Kürt meselesinde bir görüş belirtebilsin... Herkesin herkese ve mesnedsiz, muhasebesiz, bir boşlukta söylediği "dış güçler-mış güçler" tekerlemesiyle vaziyeti idare ediyor... Refah Partisi'ne gelince; "bir müslümanı tenkit hakkı en çok müslümana âittir!" hakikati dairesinde bildireyim ki, ne dün ve ne bugün, İslâm'ın aşkını, vecdini, diyalektiğini, estetiğini belirtme liyakatinden bir nişân taşımıyor... Keyfiyet bu olduktan sonra, onun politikasından ne hayır gelir, ondan "İslâmî bir idare biçimi", "İslâm ülkelerinin birliğine dair adım adım gerçekleştirilecek politika" nasıl beklenir?.. Böylece, Refah Partisi'nin hâline sırıtarak İslâm'ın eleştirisine ve reddine gidenlerin sefilliğini de işaretlemiş oluyorum... Bizim her iki partiye bakışımızda, oldukları hâli tasvib değil de, olmaları gerekeni ümit ve şahsiyetli bir yola girmeleri temennisi çerçevesindeki tertib sahası oluşlarıyla ilgili... Erbakan'ın ABD ziyaretine gelince; spekülâtif ve şarlatanca birkaç değerlendirme bir yana bırakılırsa, basında bunun detayını görmedim ve herkesin herkesi ziyâreti gibi sıradan bir olay... ABD siyasetinin anti-emperyalizmle bağdaşıp bağdaşmaması, şayet tarafgirlik olarak soruluyorsa, ona karşı oluşu hakkında en küçük bir şüpheye bile yer verilmesini doğru bulmam... Eğer siyasetinin sonuçta neye ve kime yaradığı sorulsaydı, bu başlıbaşına bir "sistem gerekliliği" şartının izâhına dayanan bir iş... Erbakan'ın MÇP ile ittifakı ve bunun ABD siyaseti, sonra da ABD ve İran ziyaretleri arasındaki bağlantı fazlasıyla uydurma olur... Meselâ, HEP, SHP ile ittifak yaptı, SHP içinde DYP ile koalisyona dahil oldu, DYP ise hem parti ve hem de mason lideri ile ABD politikası malûm... Demek ki sizin mantığınıza göre, sizin HEP, Amerikancı!.. PKK ile HEP arasındaki alâka da malûm olduğuna göre... Demek ki Abdullah Öcalan, bir Amerikan uşağı... "Türkiye'yi parçalamak isteyen!"... Bazı solcu köşe yazarı ve dergilerin İslâmcılara karşı yaptıkları cingözlüklere veya ahmaklık ettiklerini anlamamalarına nazaran, bizim de aynı mantığı uygulayabileceğimizi gösteren bu misâl, bizim böyle küçüklüklere tenezzül etmeyişimiz bakımından, sizi bize sempatiyle baktırmalı!..

ZENDPRESS- Türkçülük MÇP'yi ön plâna çıkarıyor. İslâmî kesim de milliyetçilerden destek almak için Ülkücü kesime oynuyor, hem de Kürt dostluğuna soyunuyor. Aslında sizin de taraftarlarınız ve kadrolarınız arasında Ülkücüler olduğu biliniyor. Nasıl bağdaştırıyorsunuz?

SALİH MİRZABEYOĞLU- Sorunuzun geliş biçimi içinde iki husus dikkatimi çekiyor... Birincisi: Türkçülük ile Kürtçülük'ün bağdaşmazlığı ve buna rağmen nasıl iki tarafla da dost olunduğu... İkincisi: Daha önceki sorularda geçen "Türkiye halkları" ve genel olarak sol ağız edâsı, yerini Türkçülük davasının aynına bırakmış... Türkçülük veya Kürtçülük, tek kelimeyle kavmiyetçilik, ırkçılık; bu, Necip Fazıl'ın diliyle söylersem, "bir ideolocya değil, psikolocya"dır... Bu psikolocya etrafında hudutsuz inceliklerle hiçte gezmiş Batı yanında, bizimkiler zaten kel-keleş ya, hepsini birden kuşatıcı biçimde hükmümüzü bildirelim: Bu psikoloji, çayırda zıplayan bir sıpanın kendi fizik imkânından duyduğu memnuniyetten fazla kıymete değer değilldir... Kavmiyetçiliğin verdiği heyecanın, üstün fikir önünde kıymeti bu kadar!.. Zaten ne kadar çabalasanız, bu asıl için bir muhteva tertib etmek zorundasınız: İdaresiyle, ekonomisiyle, eşyayı algılayış biçimiyle... Neticede, o keyfiyete göre bir ırkçılık veya ırkçılığın seçtiği keyfiyet tipi olacak ki, bu durumda da aynı ırkta bile ayrı keyfiyet talebleri belirecektir... Oysa, işi tersinden alıp "Türk-İslâm sentezi" gibi bir garabete ve Kürtçülük için sola çarketme gibi aynı garabete düşüleceğine, milliyetçilik bir keyfiyet davası olarak bilinip kavim de o keyfiyeti aksettirici edâya ısmarlansa, hem milliyetçiliğin hakikati ortaya çıkar, hem de ümmetçiliğin... Ünlü Fransız mütefekkiri Bergson'un dediği ve Üstadım Necip Fazıl'ın sıkça aktardığı gibi, milliyetçilik, sobanın kenarında kıvrılmış bir kedinin o umumî edâsı, tabiî hâlidir... Tıpkı, fizik özellikleri içindeki erkek ve kadının, o fizik içinde erkek ve kadın keyfiyetini tüttüren edâ ve tabiî hâl gibi; eğer bunlar, "ben erkeğim" veya "ben kadınım" diye işi fizik özelliğine dökerek ortaya çıkarlarsa, şüphe doğar... Bu mânâlar çerçevesinde açıkça söyleyeyim: Kavmî asabiyetle ortaya çıkan Türk, Kürt, Çerkes, Lâz, Azerî, Arab, falan ve filân, ayağı kırık itten fazla bir değer sahibi değildir... Elbette bunu böyle gören müslüman da, Türk'tür, Kürt'tür, Çerkes'tir, Lâz'dır, Azerî'dir, Arab'dır... Zannediyorum kavmiyet davası yanında, hangi ve nasıl Türk için oynandığını ve hangi Kürt'le dost olduğumuzu da belirtmiş oluyorum; nasıl olunması gerektiğini de... Ayrıca şunu da söylemek istiyorum: "Kürt dostluğuna soyunuyorsunuz" ifâdesi, son derece garib... Kürt olmak veya Kürt dostu olmak kimin tekelinde?.. Bizim İBDA olarak bir fikir hareketi içinde olduğumuzu söylemiştim... Acaba Kürt şövenizmiyle solculuk nasıl bağdaşıyor?..

ZENDPRESS- Bu bağlamda, Kürt düşmanlığı gelişirken Ülkücü kesimin Kürtlere karşı kullanılacağı söyleniyor. Tavrınız ne olur?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Kürt düşmanlığının geliştiği hakkında bir müşahede sahibi değilim... Kemâlist rejim "kahrolsun komünistler" veya "kahrolsun devletimizi yıkanlar" edebiyatıyla artık müslümanları kendi menfaati için dolmuşa getiremiyor; bu mevzuda, bizim zümremize iltihak etmeseler ve bize yamuk baksalar dahi, genel olarak müslümanlar üzerinde bir hayli tesir sahibiyiz... Doğrudan veya dolaylı tesir... Ülkücüler için de aynı şey... Şu basamakta, Kemâlist rejim kendi imkân zemininde, her kesimin desteğinden mahrum biçimde çırpınıyor; ara sıra çıkan çatlak sesler de, hayatiyeti için başka ifâde imkânı bulamayan eski yapı dinazorlarının "son çırpınışları" cümlesinden... Rejime saldırma yerine işi Kürt-Türk çatışmasına döndürmemek için, meseleler doğru ifâde edilmeli; biz bunu yapıyoruz... Bizim her kesim için tavrımız, kendi kendinden ibaret kalabilecek nice hareketleri mânâlı kılabilme keyfiyet özelliğimiz bakımından, ifâdemiz oldukları kadarıyla, bilerek veya bilmeyerek bizim cephemiz rolünü yerine getirdikleri nisbette, zımnî veya doğrudan ittifak şartları içinde değerlendirilebilir... Açıkçası, bizim politikamızı, tabiî olarak İslâm gayesi belirler... Elbette seyirci değil, oyuncuyuz... Eğer İslâm gayesi faydası doğmazsa, Roma asillerinin tribünde kölelerin birbirini boğazlayışını seyretmesi gibi, seyrederiz!..

ZENDPRESS
- Size göre PKK nedir?.. Apo'yu değerlendirir misiniz?.. Apo'nun din hakkındaki düşünceleri size göre nedir?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- PKK hakındaki değerlendirmelerim, daha önceki sorulara da ışık tutucu bir nitelikte olacaktır... Birincisi: Hâdiselerin akışı içinde bir takım oluşumlar, kendilerinden önceki oluşumların tabiî neticesi gibi ortaya çıkarken, bir takım oluşumlar vardır ki sıçrama ve icad keyfiyeti ifâde ederek, kendisinden önceki faaliyetleri kendisi içinmiş kılar, kendisi için kılar... Hâdiseler zeminindeki bu sıçrama noktaları, hem kendi kendinden ibaret kalabilecek nice hareketleri mânâlı yapar, hem de o tabiî akış içinde devamı kesilen bir takım kayda değer oluşumları temsil makamına erer... Zaten birikim, bu tip sıçramalarla işarete gelen bir davadır... İşte PKK, benim gözümde böyle bir sıçramayı ifâde edicidir... Bu sıçramanın muhteva ve mahiyeti nedir?.. Aslına bakılırsa, Kürt meselesi geçmişte hangi çehresi ile kendini göstermiş olursa olsun, hiçbirinde gerçek bir fikir hareketi olarak değil, reaksiyon ve siyasî kavga davası olarak görünmüştür... Geçmişteki aşiret davası, dinî asabiyet veya şoven duygusuna dayanan ayaklanma ve faaliyetlerden, PKK öncesi solcu debelenmelere kadar genel olarak meselenin durumu budur; PKK'nın kendine taban yaptığı birikim bu olduğu gibi, kendi mahiyeti ve hareketinin muhtevası da budur... İkincisi: İsrail devlet oluşumunun fikir babası Thoedor Herzl'in, Yahudi kavmi için yaptığı bir tesbit vardır ki, bugün aynı tesbiti PKK'nın rolü ve mânâsına aynen tatbik edebiliriz... Şöyle diyor: "2 bin sene boyunca Yahudiler, kavim şuurunu kaybetmediler, iktisadî sahada güç oldular, dünya çapında ilim, fikir ve sanat adamları yetiştirdiler. Devlet olmak için bütün şartlara malik olmalarına rağmen, ne yazık ki kendilerini yönlendirecek bir siyasî liderlikten mahrumdular!"... Bugün PKK, böyle bir siyasî liderlik rolünü yerine getirmektedir, getirebilmektedir... Getirebildiğine göre?.. Bu vesile ile, sizin mantığınıza sizin mantığınız ile cevab verebilme vesilesini de elde etmiş oluyorum: "İslâmcılar kavmiyetçiliği aşamadı" şeklindeki sürekli tekrarlarınızın aynı, "Kürtler tarih boyunca devlet olamadılar" resmi propagandasıdır... Aşamamaları, aşamayacak olmaları mıdır?.. Üçüncüsü: PKK'nın şu ânda yerine getirdiği siyasî önderliğin verimi ve bu rolün yarını üzerinde durmak lâzım... PKK, bölgenin coğrafi şartlarını kendine imtiyaz kılıcı bir şekilde, gel-geç cinsinden bir örgüt ve gerilla savaşı icracısı olmadığını ispatlamıştır... Uyguladığı savaş politikası, politikasının tamamı ve siyasî önderliğinin mahiyetidir; bunun ne demek olduğunun üzerinde sonra duracağım... Şu ânda işaretlemek istediğim dava, sözünü ettiğim siyasî önderliğin hâlihazırdaki tesiridir: Gel-geç cinsinden olmayan bir güç ifâdesine kavuşulan yerde, hem mevzi ve kısa süreli ayaklanma cinsi hareketlerin maruz kaldığı tepelenme olmaz, hem de bu soydan tezahürlerin kendi kendinden ibaret kalması sözkonusu olmaz... Açıkçası, siyasî önderliğini bulmuş veya buna tâbî hareketler karşısında, mahalli bir "asarız, keseriz, çizeriz" politikası, azdırıcı olur!.. Ancak, bahsettiğim rol, bir kısmıyla "istidat" kıvamını, bir kısmıyla da "düşmanımın düşmanı benim müttefikimdir" tasvibini taşımaktadır; özellikle Kemâlizm düşmanı ve bilhassa Kürt müslümanların verdiği temsil vekâletine dikkat etmek gerek... Dördüncüsü: PKK'nın yarını ile, Abdullah Öcalan'ı birlikte değerlendirmek istiyorum... "PKK'nın uyguladığı savaş politikası, politikasının tamamı ve siyasî önderliğin mahiyetidir" dedim; PKK, geçtiği yolları ve konacağı tepeleri kollayan canlı bir savaş makinesi olarak, bu niteliğine uygun bir amelî-pratik siyaset içindedir... Buna bağlı olarak üzerinde duracağım meselelerden birincisi: "Savaşmana gerek yok, buyur, gel ve al!" dendiğini farzet, hangi fikirle neyi gerçekleştireceksin?.. Bu soruda "hangi fikirle?" derken, "ortada fikir demeye lâyık ne var?" kasdı ve "neyi gerçekleştireceksin?" derken, "gerçekleştirebileceğin birşey yok!" mânâsını da murad ettiğimi belirtmeliyim... Birinci meseleyle bağlantılı ikinci mesele: Belli başlı bir dünya görüşü, insan ve toplum meselelerini unsur unsur ihata edici bu görüşün umumî kültür politikası, maddî ve manevî çehresiyle insan tekâmülünü murad etmiş bu kültür politikasının dışa doğru yekpareleşmesi ve ferasetini temsil eden umumî mânâsıyla siyaset, nihayet amelî plânda tertib ve tedbir ifâde eden siyaset, bu siyasetin aracı rolünde fizikî kuvvet, bu kuvvetin de kendine mahsus siyaseti... Böyle bir mücerret şemaya nisbetle PKK, evvelleri olmayan son halkada toplu bulunuyor... Belki hâdiselerin hayhuyu, heyecanı ve doyuruculuğu içinde pratik bir değer nazarıyla umur dışı tutulan bu husus, yarın bütün ağırlığı ile zaruretini gösterecektir... Varlığını safi savaşta ve ve yalnız karşı oluşta gösterebilen bir hareket, savaştığının ve karşı olduğunun varlığını dileme mahkûmiyetine düşer... Bir yönüyle Ülkücü hareket buna örnektir: Yükselişleri ve düşüşleri, başta Üniversitelerde olmak üzere komünistlere karşı çıkabildikleri şartlarda oldu... Bahsettiğim şemaya nisbetle değerlendirilecek cebheler hâlinde bir hareket ve bu hareketin keyfiyetlendirdiği bir taleb zemini oluşturulmazsa, kuru heyacanların pörsüyeceği ve hayatî olduğu kadar kandırılması ve saptırılması da kolay gırtlak edebiyatına bağlı taleblerin düzen alternatiflerine kanalize edileceği, en nihayet örgütün de yakıtı tazelenmeyen kandil gibi boşlukta siyasî taleb sayıklamalarıyla akibetini bekleyeceği... Bahsettiğim işler hangi şartlarda olur, nasıl olur, bu ayrı bir dava; ama "tedbirini alabilir misin, alamaz mısın?" diye Kemâlist düzenin inisyatifine bakan bir dava... Şunu rahatlıkla söyleyeyim; hâlihazırın dörtköşesi içinde belki idrak edilmeyen bu gerçeklerin en yakın temsilcisi, tıpkı sivilcenin karaciğer rahatsızlığına nişâne olabilmesi gibi, politika geliştirememek-kilitlenmektir... Böyle bir intiba sahibi olduğumu da beyan etmeliyim... Abdullah Öcalan'a gelince: PKK'yı değerlendirişim içinde, bir bakıma onu da değerlendirmiş oluyorum... Örgütün ruhu ve bel kemiğini ifâde eder bir mânâsı var... Azimli, kararlı, istikrarlı, gözükara, tedbir tertibden anlar, umumî olarak örgüt mensubları üzerinde nüfûzu keskin, onlar için güven kaynağı olduğu açık, mahiyetini açıkladığım amelî siyaset bakımından tamam; doğrudan onun şahsına âit olarak işaretlediğim bu vasıflara, örgüt için belirttiğim hususları da eklerseniz, görüşüm tamamlanmış olur... Onun din hakkındaki görüşlerinin bana göre ne olduğu şeklindeki sorunuzun cevabı bir bakıma dolaylı yoldan verilmiş oldu; dinden herhâlde İslâmiyeti kastediyorsunuz... İslâm bahsettiğim şema çerçevesinde ifâdelendirilmek gerektiğine göre, -ki esasen o şemaya muhatab başka sistem de kalmadı-, PKK bu gerekliliğin neresinde?.. PKK bu gereklilik şartını ihtiva etmediğine göre, genel olarak PKK'lıların, din düşmanı olmasa da habersiz oldukları açık... İslâm, ya aksiyon tarafı bilinmeyen bir kuru inanç mevzuu, ya kendi adına yapılan istismârlar ve kel keleş görüntülerden dolayı nefret mevzuu, ya alâkadar etmezlik mevzuu, yahut da inanılmasa da hoşgörü mevzuu; şöyle veya böyle, PKK'lıları bu sınıflama ve bu sınıflama içindeki münasebet tonlarında tesbit edebiliriz... Bu sınıflama içinde Abdullah Öcalan; müslümanlara hoşgörüsü, şahsî bir hususiyet yerine, pragmatik bir yaklaşım gereği gibi görünen... Aslında bu "pragmatik-faydacı" yaklaşım, onun vasıfları içinde bellibaşlılarından; ve "amelî, askerî siyaset" diye belirlediğim rolü içinde onun bu tarafı, yön tayini işinde kuru marksist lafazanlıklarla şu veya bu yana çekilebilecek hareketin verimsizliğe düşmesine engel... Sanıyorum marksist bir literatürle konuşuyorsa da, Kürt milliyetçiliği çizgisinde olduğunu da fısıldamış oluyorum; bu husus sizin sorularınız için de geçerli... Dikkat ediyorsanız, Abdullah Öcalan'ın bu "pragmatik" yaklaşımının nitelendirilmesini yapmadım... Hoşgörüsü acaba İslâm'ı Kürt kültürünün parçası olarak gördüğü için mi, yoksa istismar gayesinin maskesi mi?.. Bu meseleye biraz daha yakından bakarsak, PKK'nın yarını hakkında da bir takım tahminlerde bulunabiliriz... "Filistin ve İşkence" mevzuunda 1988'de verdiğim konferanstan bir bölüm, meseleye ışık tutucudur:

- (Taarruz Batı'dan geldiği için, mücadelelerde İslâmî bir sistem anlayışı geliştirilemediği için, derhâl Batı'ya reaksiyon hâlinde bir takım örgütler türüyor ve bunlar kaynakta marksist değildirler; reaksiyon olarak marksisttirler... Aynı, Türkiye'de, İslâm'ı ırkçılıkla çorba ettikleri için, bir takım adamların Doğu bölgesinde bir takım haksızlıklara karşı olmak bakımından marksizme kaymaları gibi... İzâh edebiliyor muyum?.. Bugünkü Filistin hareketinde görünen odur; iş halk hareketine döndüğü zaman, köklerindeki İslâmî niyetler ortaya çıkıyor... Anlatılanlardan, fikir zaafı, dünyadaki müslümanların fikir zaafı kendiliğinden görünüyor... Daha önce de, Afganistan'da -Pakistan da olabilir- müslümanların, "müslüman marksistler" diye örgütlenmeleri gibi, bir sistem olmadığı ve hareketini bir sisteme dayanarak yürütme zarureti bakımından, marksizm'e sığınmaları gibi... Şimdi bunun daha başka şekilleri tezahür etti: Sovyetlerin işgalinden sonra bu sefer yine tam İslâmî bir hüviyet koyamamakla beraber, İslâmî niyetle ama yine pek ne istediğini, ne dediğini anlatamayan, savaşan insanlar... Biraz önce dikkat ettiyseniz, size bir söz söyledim; dedim ki, "dünyada size idealize edilecek ve gösterilebilecek bir örnek mevcut değil...")

Sözkonusu konferansımdan işaretlediğim davanın, Şark'ta sadece PKK'nın değil, diğer sol örgütlerin de durumuna değinir yanı var... Öyleyse tahminimi bildireyim: Abdullah Öcalan, pragmatik biçimde İslâm'ı değerlendirirken, bunun kuru bir istismar olduğunu sanmıyorum... Ayrıca, zamanla ortaya çıkan bu durum, bütün marksist edebiyata rağmen hareketin halk katılımına döndüğü yerde "müslüman Kürk halkı" realitesinin göründüğünü de ifşâ ediyor; halkla temas yoğunlaştıkça, halk motiflerinin sirayeti hâdisesi... Dini kullanıyorum derken, dindarlaşacak bir çizgi... PKK ile Abdullah Öcalan'ı birlikte ele alarak söylediklerim bir yana, ben aslında Öcalan'ın ateist olduğunu sanmıyorum... Ama bugün doğrudan doğruya Allah'a inandığını söyleyemeyeceğini, bu tutumunun da pragmatik bir yaklaşımdan kaynaklandığını sanıyorum... Bugün örgüt, milliyetçi bir çizgide de olsa, zaten kendini marksist literatürde ifâde ediyor, ifâde edebiliyor... "Dinî görüşüne" âit şahsiyet tahlinin önemli noktalarından biri de şu: Uzun yıllar, İslâmcı geçinen çevre için söylediğim, "inandığını söylediği ile bildiği şey arasında irtibat kuramayan" sözünün içinde, onun da hâli var... Bir yandan Allah'a ve Resûlü'ne inanıyor, öbür yanda materyalist eğitim sisteminde öğrendiği bilgiler... Bugün her türlü meseleyi İslâm'a göre ifâdelendirebilir bir dil kurmam da, zaten bu ıstırabı yaşıyor olmamdan gelen bir davadır... Abdullah Öcalan?.. Bir Anadolu çocuğu... Baba evinde İslâm'ı malûm ibadet dairesinde görüyor, yörede İslâm diye gördüğü bu, o kel keleş ortamda Kemâlist eğitimin tornasına giriyor, sonra büyük şehire geliyor, "düzen değişimi" tabiî arzusunun karşısında da, marksizim'den başka derli toplu ifâdelendirilebilir bir alternatif yok... Bu yollardan binlerce insan geçti; ya ferdî inancı, ya "içtimaî çözüm" şıkkını seçti... İnsan ve toplum meseleleri karşısında Büyük Doğu bulutunu rahmet yağmuru gibi sunan İBDA'nın doğum sancılarını da ifâdelendirir o şartlar... Son bir cümle: Canlı savaş makinesi diye nitelendirdiğim PKK'nın, bu çerçevede gelişmiş bir siyasî edebiyat dışında, cemiyet mimarîsi kaydına değer fikir yok arkasında... Eğer ümitler ve ihtimâl kaydındaki vaatler olmasa, işin idealize edilecek bir yanı kalmaz!..

ZENDPRESS- PİK ve PKK ilgisi içinde değerlendirmeniz?.. Kürt meselesine çözümünüz?.. Aynı durumda, Hizbullah -kimine göre Hizbul kontra- PKK çatışması nedir?.. Özellikle bu mevzudaki yayınları da gözönünde tutarsak... MİT-Hizbullah ilişkisi mevzuuna âit yayınlar.

SALİH MİRZABEYOĞLU- Gayrettepe'deki İşkence Şubesi'nde önüme getirilen Almanya'da basılmış bir dergi vesilesiyle, PİK'in İrancı Şiî bir örgüt olduğunu öğrendim; yâni dergi onlarındı... Dergiyi önüme getirmelerinin sebebi de, PİK diye kamuoyuna duyurulan silâhlı eylem yapmış bir grubu kötülemek içindi... Cezaevinde mensublarını tanıdığım bu grubun, isminin PİK olmadığını ve sözkonusu dergi çevresini de tanımadığını öğrendim: Bunlar sünnî müslümanlardı... Ancak bu grubun isimsizliğinden ve suçlarını abartmak için "PİK'in Türkiye kolu" diye duyurulmalarından sonra, hiçbir iş yapmadan İran'dan çöplenen otlakçı Şiî'ler bunu "Türkiye kolumuz" diye sahiplenmişler ve neticede isim üzerlerine kalmış... Bu iki PİK hikâyesinden sonra, İBDA-C KİP (Kültür, İletişim, Propaganda), PİK'in Türkçesi olarak ve diğer iki PİK'in temeli gibi sunulmuş, neticede polis mamulü hâlinde ortaya 3 PİK çıkmıştır... Daha sonra otlakçı Şiîler kaale alınmayarak, İBDA'ya iltihak eden PİK sanıklarından bazıları yüzünden, PİK tamamen İbda mamûlü olarak sunulmuştur... "Kürt İslâm Partisi" şeklinde kolay ifâdeli bir isim altında başka bir oluşum -özellikle Suriye'de- var mı bilmiyorum... Aynı şekilde İKP-C (İslâm Kurtuluş Partisi-Cebhesi)nin de poliste KİP'in tarihçesine eklenmesi sözkonusu... (İKP-C, bugünkü İBDA-C'yi mayalandıran önderlerin 1979'da kurdukları örgüt)... Neticede, PİK-PKK ilgisi içinde bir değerlendirmeden neyi kastettiğinizi anlamadım... Şayet İbda ilgisine yorulabilecek bir soru diye anlamam gerekirse, sanıyorum söylenebilecek olanları önceki sorularınızda belirttim... Hizbullah hikâyesine gelince, üzerinde önemle durulması gereken bir mevzu: Türkiye'deki Hizbullah, düzen aleyhine hiçbir kıymet ifâde etmediği için -çünkü Şiîliğin bir halk tabanı yoktur-, polisin, Sünnîler içinde bir pislik grubu olarak hafiften himâye etttiği bir takım iptidaî tiplerdir... Doğu ve Güneydoğu'da ise, PKK'nın karşısına -bir kısım saflar hariç- doğrudan Kontrgerilla mensublarının bu isim altında dikilmesidir... Kontrgerillanın niçin Sünnîleri değil de Şiîleri seçtiği meselesini uzun uzun izâh yerine, 12 Eylül ertesi bir nevî "Kemalizm-Türkçülük-İslâm" sentezi yapmaya ve bunu çeşitli yollarla 12 Eylül işlerine empoze etmeye çalışan "Aydınlar Ocağı" derneğinin MİTSEVER bir köşe yazarının söylediklerini hatırlatmak yeter... İBDA mensublarının başlatttığı Türban kavgasının bir ânda bütün yurdu kaplaması üzerine, sözkonusu yazar, "bu İslâmcılar adına büyük ayıptır; Cumhuriyet'in başından beri bütün müslümanların topluca devlet aleyhine davrandığı görülmemiştir!" diyordu... 12 Eylül ertesi, Komünist aleyhtarlıklarından dolayı "din duygusuyla daha iyi mücadele ederler!" diye polise ve Üniversite rektörlüklerine getirilen tiplere bakıvermek, fakat sonradan yükselen düzen aleyhtarı BÜYÜ DOĞU-İBDA hareketinin ürküntüsüyle -ordu tavsiyesi dahil- İslâmcı kesime buğz tavrına dikkat etmek yeter... Kısacası, Sünnî kesim düzen için tehlikeli bir şuurlanma sürecine girmiştir... Sünnîleri kullanalım derken, şuurlara "silâhlı mücadele" alternatifi vermeye çalışanlara âlet olma durumları, hareketin kontrolleri dışına çıkması tehlikesi vardır... Bu durumda kendilerine halktan -Kemâlizm adına destek bulamayacaklarına göre- İslâmî destek bulmak için, Şiîleri buldular... İran'ın bol para sarfetmesine rağmen, bunların ne kemmiyet, ne keyfiyet, ne de eylem gücü vardır... Sünnîlerin "onlar da müslüman" sakat müsamahasıyla baktığı bu "muta" çocukları hakkında bir tesbitle devam edeyim: Temyiz kabiliyeti olmayan adama halk içinde "Allahlık" demeleri gibi, Şiîlerin "Allah Hizbi-Hizbullahçılığı" da "Allahlık hizib"dir... Kontrgerillanın niçin İBDA-C adına değil de "Hizbullah" adına PKK'ya karşı çıkması açık değil mi?.. Benim burada vereceğim mesaj şudur: İslâmî bir motif niyetine "Hizbullah" diye PKK'nın karşısına çıkarılan Kontrgerilla ve onun yamacındaki iptidaî İran yanlısı bir avuç adam yüzünden, "dinci kesim" genellemesiyle İslâmcı kesimi toptan karşısına alıcı bir yanlışlığa düşülmemesi lâzım... Burada, Abdullah Öcalan'ın din hakkındaki görüşleri bahsine de bir netice çıkıyor: "Dinci kesim" genellemesiyle işi toptancılığa dökerek, Kontrgerilla ve Kemâlist rejim uydusu bir takım adamlar eliyle gerçekleştirilen toplantıları, sanki İslâmcı kesimi temsil eder gibi anladı ki, bu onun kültür yönüne eklenmesi gereken eksi bir nottur... Ve son söz: Yavuz Sultan Selim, pislik edenleri tepelerken ne kadar da haklıymış!..

ZENDPRESS- "ABD, T.C., Suudî" münasebetinde veya İran alâkasında İslâmî kesimden olanlar "resmî ideoloji"den ne kadar farklı ve ayrıdırlar?.. Meselâ Hizbullah-PKK çatışmalarına ilişkin açıklamalar olmadı?.. Irak katliamı pek kınanmadı?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Sorunun birinci kısmına cevab vermeye değmez; fakat bunun, sorunun ikinci kısmına yontulması için sorulduğu anlaşılıyor... Sudan bir tedaî ile töhmet altında bıraktıktan sonra, yanlış bir mantıkla delillendirme usûlü!.. Herşeyden önce Hizbullah-PKK çatışmalarına ilişkin bir açıklama olmaması, resmî ideoloji ile ayniyet mânâsı taşımaz... Tıpkı düzenin İslâm dışı saldırıları ve operasyonları boyunca PKK'nın ses çıkarmamasının, onun "resmî ideoloji"nin emrinde olmasına misâl gösterilemeyeceği gibi... Eğer, "ABD-Suudî-T.C. münasebetinde veya İran alâkasında İslâmî kesimden olanlar"dan muradınız, sözü geçenlerle birlikteliği ifâde ediyorsa, bu takdirde de zaten resmî ideoloji ile ayniyetleri veya birliktelikleri tabiîdir... Irak katliamından bahse gelince: Hangi hâdiseyi kastettiğinizi bilmiyorum ama, Irak ile kapışan Talabanî ve Barzanî ile PKK'nın durumu, PKK karşısında T.C. ile Barzanî'nin hâli malûm... Körfez Savaşı'nda Irak'ı arkadan vurmak için İran'ın Kürtler'i kışkırtması, savaş sonrasında da "çapulcu ve yağmacılığın cezasını ödemeleri" karşısında, Abdullah Öcalan aynen böyle değerlendirmedi mi?..

ZENDPRESS- Benzer biçimde Abdülkadir Aksu ve Korkut Özal egemenliğindeki Emniyet Teşkilatı'nın belkemiği "İslâmcı-Türkçü" kesimlerdi. MİT ve "İslâmî kesim", "Allah için Kürt öldürüyoruz, bu bir cihadtır!" diyor. Bunu nasıl açıklarsınız?..

SALİH MİRZABEYOĞLU- Sanıyorum "benzer biçimde" derken, Irak katliamına atıfta bulunuyorsunuz... Fakat "İslâmî kesim"den sözederken, Abdülkadir Aksu'nun, T.C. "Kürt kesimi"nden oluşunu dikkate almıyorsunuz... "Kürt kesimi" içinde İslâm savaşçıları olduğu gibi, ABD-T.C. emrine nazır lâik ve İslâm karşıtı bu kesim de var... Lâik ve Kemâlistliği pek sağlam olan bu civelek zât, tabiî olarak hiçbir zaman "ben İslâmcı düzen istiyorum!" demedi ama, seçimler sırasında "Kürt davasını ortaya biz attık, başkaları sonradan sahib çıktı!" dedi; yâni bir Kürt, "geçmişte solcuların çektiği mücadele" diye sorduğunuz daha önceki sorularda geçen ifâdenizi yalanlıyor... İşaret ettiğim hususlar, Kürt karşısına İslâm'ı, İslâm'ın yanına Kemâlist rejimi ve Türk'ü, Kürt'ün yanına solu vesaire koyarak sorduğunuz soruların gözden geçirilmesini de gerektiriyor... Şimdi ben size bir misâl vereyim, bunu gerekli yerlere tatbik edin: Ördek avcılarının, avlarda kullandıkları, "çağırıcı" ördekler vardır. Bunlar suya salınır ve ötüşlerine kanıp da yanlarına gelen ördekleri, avcılar vurur... Her kesimde "mürre" vardır ve apaçık istismar üzerinde konuşmak gereksizdir.

ZENDPRESS- İslâm gerçekten çözüm mü?.. Özellikle Kürt ve milli meseleleri çözmede ebedî ve ezelî bir metod mu?.. Ortada İran, Pakistan, Sudan, Fas, Irak örnekleri var çünkü. Hepsi de başarısız. Ayrıca Federasyon hakkında ne düşünüyorsunuz?..

SALİH MİRZABEYOĞLU-
"İslâm yalancıktan çözüm!" dememi beklemiyorsunuz herhâlde!.. Daha önce söyledim ama, İslâm'ı hep başarısız misâllerle özleştirmenize nazaran bir daha söyleyeyim: Siz, İslâm'ı bırakın da, "Kürtler tarih boyunca devlet kuramadılar!" diyenlere cevab verin... Federasyon davasına gelince: İbdacı kesimde, "İslâmî idare şekli" çerçevesinde ve İslâm Birleşik Devletleri ideali içinde, her toplum ve devleti ihâta edici bir çözüm olarak düşünülmüş, 1980'de sözkonusu olan bu dava, 1990'da kamuoyuna "NOKTA" dergisiyle maledilmiştir... Bildiğim kadarıyla federasyon fikrini ilk ortaya atan benim... Sonradan HEP milletvekilleri ve Abdullah Öcalan'ın "Türkî-Kürdî Cumhuriyetler Federasyonu" teklifleri çıktı!..

ZENDPRESS- PİK ve benzeri Kürt İslâmî örgütleri hakkındaki düşünceleriniz?.. Kürdistan'ın bütün parçalarında İslâmî partilerin kitleleşememesini nasıl açıklarsınız?..

SALİH MİRZABEYOĞLU
- PİK hakkında konuşmam, kanunî sakınca doğurabilir... Kürdistan'ın bütün parçalarında İslâmî partilerin kitleleşememesinden bahsederken, herhâlde illegal örgütlenmeleri kastediyorsunuz, çünkü milletvekili seçilen veya seçilmek için epeyce oy alan yer, kitleyi gösterir... Eğer illegal örgütlenmeleri kastediyorsanız, ihtilâlci şuurlanma ve örgütlenmenin yaş olarak çok genç oluşunda arayabilirsiniz!

Haber Ara