Araplar Kürt devleti kurulmasına karşı mı?
Doha'daki konferansta çok açık şekilde söylenmese de Kürtler'e karşı Arap dünyasında bir antipatinin oluştuğunu görmek mümkündü...
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-01-21 09:20:44
TIMETURK / Haber Merkezi
Katar’ın başkenti Doha’da ‘The Kurdish Question in the Mashriq’ başlıklı konferansı Cengiz Çandar’ın iz bırakan yazıları ile naçizane ‘Güneşin doğduğu yere bakmak’ başlıklı ilk yazımdan okudunuz. Ancak, toplantının hem birkaç yazının konusunu oluşturmaktan çok daha önemli olduğuna hem de etkilerinin, önümüzdeki zaman dilimi içinde, kendini daha çokça ortaya koyacağına inandığımdan, kimi yazılmayan notları, ‘dersler’i paylaşmalıyım.
Toplantının ‘ilk olması’ önemliydi. Derken…
Özellikle Suriye’den, Suriye bu kadar kaynarken, PYD’nin, (Partiye Yekitiya Demokrat) Türkiye ’den, Türkiye bu kadar çalkalanırken, BDP ’nin toplantıda temsil edilmemiş olması, ciddi bir eksiklikti. Buna karşın, İran Kürdistan Demokrat Partisi Dış İlişkiler Sorumlusu sıfatıyla İsveç’ten katılan temsilcisi ile okul sıralarını birlikte paylaşmış ve İngilizceyi anadilleri kadar iyi konuşan, Kandil’den inip toplantının ardından yeniden Kandil’e dönen PJAK’ın (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) temsili ilgi çekiciydi.
Şüphesiz toplantının Katar gibi, bugün için uluslararası alanda, Batı ve Doğu dünyasında, coğrafi büyüklüğünden çok daha büyük bir yer işgal eden, -elbette ekonomik büyüklüğünün de katkısıyla- bir Arap ülkesinde, devletinde gerçekleşmiş olması, başlı başına önemli bir durum. Yine, ülkesi Katar’dan çok daha büyük bir etki alanı yaratmış olan ‘El Cezire’ gibi bir yayın kuruluşunun, bir yan örgütü durumundaki ‘El Cezire Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin ‘Irak Stratejik Araştırmalar Merkezi’ ile birlikte gerçekleştirmiş olması da çok önemli.
Hele bu çalışmanın yanında, yöresinde, arkasında, ‘Siyaset Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın (SETA) olması, hatta fikir babalığı yapmış olması, toplantıyı çok daha önemli kılıyor.
Toplantıda ABD, İngiltere ya da Avrupa’dan, geçmişten bugüne bu ve benzeri sorunlarda uzmanlaşmış ya da yazıp çizen kimsecikler yoktu. Bu anlamda ‘bizbizeydik(!)’ Bir yönüyle elbette iyi. Kimsenin bizi yönetmesine, modere etmesine ihtiyaç olmadan, belli bir düzen ve saygı içinde konuşmak, tartışmak şüphesiz önemli. Ancak diğer yandan bu toplantının uzak derinlerinde, ‘İngiliz’ ve/ya ‘Amerikan’ aklının olduğunun okunması, sonucu gerçek anlamda ne kadar değiştiriyor diye sormak da mümkün.
Toplantıda sanırım henüz yazılmayan ancak Arap konuşmacı ve katılımcıların epeyce bir nezaket yedirilmiş sözlerine rağmen, Arap duygu dünyasında, “Kürtlere karşı çok büyük bir antipatinin, hatta öfkenin oluştuğunu” görmek endişe vericiydi. Bu itibarla toplantı, belki de Arap dünyasında birikmiş öfkenin, bir tür dile getirmelerle, dışavurumlarla, azaltılmasını, karşı görüşlerin dinlenilmesini sağlamakla da gerçeğin tek bir bakış açısından ibaret olmadığının gösterilmesi, konuşmaların doğal akışı içinde, kulakları tırmalamadan izah edilmesi bakımından, ayrıca öğretici de sayılabilir.
Şu anda Arap entelijansiyasının asıl ve neredeyse tek hedefi, Irak Kürdistan Federe Devleti’nin/Bölgesel Yönetimi’nin, ‘ayrı bir devlet’ olarak örgütlenmesini, ilanını engellemek. Her koşulda bu talepten vazgeçirmek. Aksi halde, bu durumun ‘emperyalizmin himayesinde’ bölge halklarının, Arap halkının iradesine aykırı sınır çizmek anlamına geleceği vurgulanıyor. Sanki 20. yy’nin ilk çeyreğinde cetvellerle sınırlar çizilmemiş gibi!
Yanı sıra, Barzani hareketinin, Kürdistan Demokrat Partisi’nin bir tür varlık sebebi olarak gördüğü ve bu nedenle baba Barzani’nin 1970-1974 arası özerk Kürdistan yönetiminin varlığını meydana sürerek, vazgeçmediği için 1975 yenilgisi ile birlikte ülkesini terk etmesine ve sürgünde Amerika’da ölmesine sebep olan “Kürdistan’ın kalbi” dediği kent: Kerkük!
Bugün de elbette çok daha başka koşullarda, benzer büyük kapışmanın merkezinde. Nitekim buna ilişkin bir anekdotta, Maliki’nin Barzani’ye istihzayla “Neden sadece Kerkük, yanında Musul’u da verelim!” diye söylediği aktarıldı. Açık ki 20. yy’den kalma bir lider olduğu aşikâr olan Maliki, uluslararası siyaset engelini düşünmese, çoktan Kerkük’ten başlamak üzere ortalığı ateşe verirdi.
Son oturuma katılarak, sonlara doğru söz alan Halit Meşal, toplantının ikinci günü olması, mikrofonlar, ses problemi, sözlerinin Arapçadan İngilizceye, İngilizceden Türkçeye çevriliyor olması vs. bazı önemli noktaları kaçırmamıza sebep olsa da Kürdistan Federe Devleti’ne, ‘dört noktada itirazları’nın olduğunu oldukça diplomatik bir dil ama net bir ifade ile dile getirdi. Konuşmasında: “Selahaddin’le gurur duyuyoruz. Tam bir dayanışma vardı. Yanlışlar da vardı. Kuran’dan ayet, Allah istese tek millet yaratırdı!.. Kendiniz için istediğinizi başkaları için de istemelisiniz... Diğerlerinin taleplerine de açık olmalıyız... Milliyetçi bir perspektife sahipseniz utanmadan açıklamalısınız... Hakların bölünme sağlamaması gerekir! Kürt kardeşler haklarınızı isteyin ama birlikte yaşadığınız ulusların zayıflıklarından yararlanmayın...”
Meşal’in konuşması üzerine, Erbil Üniversitesi’nden bir genç akademisyen benzer şekilde nezaket yedirilmiş sözlerinin ardından; “Neden Arapların 22 devleti varken, Kürtlere bir devleti çok görüyorsunuz?” diye sorması, Arap Kürt diyaloğunun Katar’daki özeti gibi oldu.
Hükümete yakınlığı ile bilinen SETA’dan Taha Özhan’ın ise “Türkiye’de laik devletten zarar gören Müslümanlar fikir dünyalarını zenginleştirerek mücadele etmeyi seçerken Kürtler silaha sarıldılar!” mealindeki sözlere; “Yapmayın devlet her zaman, Türk, Müslüman ve Sünni oldu. On yıllarca inkâr edilen Kürtlerle devletin sahibi Türk Müslümanlar nasıl aynı kefeye konulur? İnsaf!” şeklindeki itirazımla da Türkiye’deki diyaloğun özeti gibi oldu.
Ancak konuşmacı Cengiz Çandar’ın “Türkiye, bazı konuşmacıların dediği gibi, süt liman değil. Ortadoğu haritası da 20. yüzyılın başında Kürtlere yapılan haksızlıkları giderecek şekilde değişmeye mahkûm. Buna hazır olun!” şeklindeki sözleri de konferansın genel özeti oldu.
(Radikal)
SON VİDEO HABER
Haber Ara