Dolar

34,8780

Euro

36,7935

Altın

3.045,45

Bist

10.143,48

Barışın dili-Diyarbakır ve medyanın tavrı

Bugün geçmişin çöplerini karıştırmanın sırası değil, bugün akan kanın, patlayan silahın susma sırasıdır. Bugün herkesin iki adım ilerlemek için bir adım geri atması gereken zamandır, bugün içimiz kan ağlasa da bağrımıza taş basmamız gereken zamandır…Bugün barışın dilini oluşturacağımız, barış için yazacağımız, barış için manşet atacağımız zamanlardır.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-01-17 14:15:54

Barışın dili-Diyarbakır ve medyanın tavrı
TIMETURK / Nevzat Çiçek

Türkiye’de büyük umutların bağlandığı bir barış sürecinden söz ediliyor. Medya mensupları olarak hemen her gün siyasilerin bu konudaki sözlerine yer veriyoruz ve bazı siyasilerinin dilinin bu sürece zarar verdiğini toplumu kamplaştırdığını, yeni bir dile ihtiyaç olduğunu ifade ediyoruz…Peki medya mensupları olarak biz bu dilin neresindeyiz, bu dili oluşturmak için mi uğraşıyoruz, yoksa hiçbir şeyin değişmediğini düşünerek bizde mi değişmiyoruz

Dünyada Türkiye’ninkine benzer süreçlerin yaşandığı bütün ülkelere baktığımızda medyanın toplumsal barışın oluşmasında çok büyük kolaylaştırıcı veya zorlaştırıcı olduğunu görüyoruz. Halkın ikna edilmesinde en büyük araçlardan olan medyanın kitle iletişim araçlarıyla birer silaha dönüşmesi de bu süreçte en çok görülen tehlikelerin başında geliyor.

Türkiye’de ne yazık ki toplumsal olaylarda ve sağlıklı haber vermede medyanın sağlıklı ve tutarlı haber verdiğini görmemiz söz konusu olmuyor. Belli etik ilkeler açıklayan medya gruplarının patronlarını bile ne yazık ki medya organları bile dinlemiyor. Medya yöneticilerinin büyük bir kısmı bu süreçte sanki lütfeder gibi biz karşı haberler yapsak bu süreç ilerlemez diyerek ellerindeki gücü babalarının malı zannederek, toplumu yönlendirmekten geri durmuyorlar.

Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne basınımızı incelediğimizde ne yazık ki haberlerin veriliş tarzının halkın istek ve gerçeklerinden kopuk olduğunu görürüz. İzmir Suikastından, Şeyh Said’e, İskilipli Atıf’tan Nazım Hikmet haberlerine, Yassıada duruşmalarından Sivas Kampı’na, Diyarbakır ve Mamak Cezaevleri’nden, Kenan Evren’in mesajlarına, olağanüstü hal uygulamasındaki adaletsizliklerden, faili meçhullere, 28 şubat sürecinden Ergenekon haberciliğine kadar bir çok yerde sapla samanın özellikle karıştırıldığını görüyoruz. Medyanın bu tarzı ne yazık ki haber alma hakkımızdan ziyade, haberle yönlendirme hakkı olarak algılandı ve toplum bu şekilde yönlendirildi.

Kürt meselesinde n medyamız kendi meslektaşlarının ölümünü bile bu süreçte görmemeyi yada görerek yanlış haber verecek kadar çirkinleşebildi. Kerkürt manşetleri atarak 15 milyon insanın gözünün içerisine baka baka onlara hakaret etmekten çekinmedi…Bütün bunların hepsi geçmişte kaldı demeyi insan çok istiyor ama ne yazık ki bugün bunlar bugün de devam ediyor.
Diyarbakır’da Paris’te infaz edilen üç kadının cenazeleri için adeta olay çıkmasını bekleyen medyamız, olay çıkmadığı için cenaze törenini bırakın canlı yayınlamayı muhabirleri ile bağlantı sayısını bile azalttı. Bu ülkede kan ve göz yaşı duracaksa bunu inşaa edecek olan siyasiler değildir bunu inşaa edecek, toplumu ikna edecek, kamplaştırmadan haber yapacak olan medyadır. Medya ne yazık ki bu süreçte siyasilerin gerisinde kalmayı seçti, onların çizdiği sınırın dışına çıkmamayı benimsemiş bir halde durdu ve durmaya da devam ediyor. Sakine Cansız ve iki arkadaşının cinayeti için BDP’li siyasetçilerin iki ülkeyi işaret etmesini bile görmeyerek, işin magazin kısmına yöneldi. Dış mihraklar bu işi kaşıyor diyen medyamız ne yazık ki bu süreçte dış mihrakların istediği haber dilini seçti. Onların kelimelerini, onların bakış açılarını yansıttı. Kürt medyası da ne yazık ki, cinayetlerle ilgili olarak ilk başlarda Türk basının büyük bir kısmından farklı bir tavır göstermedi. Her iki basın da dilini değiştirmeyi seçmedi, her iki basında da barışın dilini oluşturmak için çabalamadı. Herkes kendi taraftarına onun hoşuna gidecek cümlelerle seslenmeyi seçti.

Oysa bizim görmek istemediğimiz barış süreçleri ile ilgili medyanın tavrının topluma yol göstermesidir. Toplumun birbiriyle empati kurması önündeki engelleri kaldırmasıdır. Kendi bilinç altında yarattığı Kürt sorununun çözümsüzlüğünü dayatmamalı en az Başbakan Erdoğan kadar sürece sahip çıkmalıdır. Haberi haber gibi vermeyi bilmelidir ve bu konuda uluslararası basının deneyimlerinden yararlanmalıdır.

Sri Lanka’da bir süreç yaşandı, basının oradaki tavrını Sri Lankalı Rohita Bashana BBC’nin yayımladığı “Barış müzakerelerinde gazetecilik: Sri Lanka örneği”nde anlattı. Bashana, barış sürecinde medyanın rolünü yaşanmış örnekler üzerinden anlatırken bugün bizim de çektiğimiz sıkıntılara atıf yapıyor. Bashana, "Hem savaş döneminde hem de barış müzakereleri döneminde Başkent Kolombo merkezli medyada barışa muhalefet vardı. Bu medya 25 yıl boyunca Tamil bölgesinde yaşananları haberleştirmemeyi tercih etti. Barış süreci boyunca hep güvensizlik ve kuşkuculuk vardı…Barış süreci sırasında daha önce yapamadığımız konularda haber yapabilme şansımız doğmuştu. Bu olanak herkes tarafından aynı şekilde kullanılmadı. Bazıları tutkuyla bundan yararlanmak istedi. Sadece bir avuç gazeteci bunu yaptı. Büyük gazetelerde çalışan gazeteciler devlet veya aşırı milliyetçi kesimler tarafından konmuş sınırları geçmek istemedi." Diyordu. Bugün Türkiye’de de hala bu noktada ciddi sıkıntılardan, korkulardan ve eski kalıplardan söz etmek mümkün. Medyamız ne yazık ki bu ülkede barışın dilini inşaa sürecinde hala isteksiz ve hala eski alışkanlıkları üzerinden haber yapıyor.

Bu ülkenin insanları zor dönemler geçirdiler ve hala geçiriyorlar. Bu ülkede evlerine ateş düşen insanlar bu ateş başkasının evine düşmesin derken, bize ne oluyor ki biz bu insanların kararlarını sorguluyoruz. Klişe olarak sürekli tekrarlanan “Bu vatan için çocuğunu feda eden anne”nin sözünü biz kimiz ki sen yanlış söylüyorsun diyebiliyoruz, biz kimiz ki, barış isteyen oğlunu dağda ve askerde kaybeden annenin bu isteğini görmezden geliyoruz. Biz kimiz ki toplum adına toplumu görmüyoruz.
Medyanın ne yapması gerektiğini de bize yine Bashana anlatıyor: “"Devletle isyancılar konuştuğunda tartışmalar bir düzlemde başlamış demektir. Ama başka bir düzlem daha olmalı, halkın halkla konuştuğu bir düzlem. Medya, işte bu ikinci düzlemde, halkın halkla müzakeresinde çok önemli bir rol oynar. Bu, resmi değildir ama çok önemlidir. Medya, birbirine düşmanca yaklaşan kesimlerin dahi birbiriyle tartışmasını sağlayabilir. Medya doğrudan halklar arasında, yani yükseklerde değil, tabanda böyle bir tartışma platformu açabilir…Medya böylelikle süreci pozitif etkileyebilir ve yeni bir güven alanı inşa eder. Medya, barışın avantajlarını insanlara gösteren bir söylem geliştirmelidir. Eğer sağlam kanıtlarla barışın ne getireceği anlatılırsa insanlar savaşı savunmaz hale gelir çünkü sonuçta insanlar çocuklarını o savaşa gönderiyor. Sri Lanka'da yıllar süren bir savaş oldu, sonrada barış şansı doğdu ama biz bu şansı yok ettik. Halbuki medya, insanların yatışmasına, birbirlerine bakmasına ve anlamasına yardımcı olabiliyor."

Bugün geçmişin çöplerini karıştırmanın sırası değil, bugün akan kanın, patlayan silahın susma sırasıdır. Bugün herkesin iki adım ilerlemek için bir adım geri atması gereken zamandır, bugün içimiz kan ağlasa da bağrımıza taş basmamız gereken zamandır…Bugün barışın dilini oluşturacağımız, barış için yazacağımız, barış için manşet atacağımız zamanlardır.

Niyet hayr olursa, akibet de hayr olur..


80 yıllık yanlışa, 30 yıllık savaştan bıkmış ve barışa susamış kitlelerin ayak sesleri geliyor ELHAMDULİLAH.

Haber Ara