Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Barışa yeni bir dil gerek

İmralı görüşmelerinin başlaması elbette yeni değil ama konunun şeffaflaşması, büyük bir özgüvenle bizzat Başbakan tarafından açıklanması ve kararlılık çok önemli.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-01-17 18:31:58

Barışa yeni bir dil gerek

TIMETURK / Haber Merkezi

Birilerinin küçümsemeye çalıştığı umutlanma, sevinç duyma, toplumsal uzlaşma hali bu yüzden. Susan Sonntag, önemli bir Amerikalı düşünürdü. Amerika'nın Irak'ı işgali sırasında yükselen Amerikan düşmanlığı karşısında bir makale yazmış ve dünyaya seslenmişti. "Amerikan halkı yaşanan trajediyi, yok olan şehirleri, hapishaneleri, halkın katledildiğini bilmiyorlar." diyordu nefreti geriletmek için. Can yakıcı soru şuydu: "Bilmek istiyorlar mıydı bakalım?" Bilmek bedel istiyor. Başbakan'ın ve hükümetin ipini çekmek için Oslo görüşmeleri sızdırıldığında oluşan hava unutulmazdı, tepki yerine olgunluk vardı. İnsanlar bilmeye ve hakların teslimine doğru uzun bir yol kat etmişti. Türkiye'de Diyarbakır Cezaevi'ni, yakılan binlerce köyü, evinden olan bir buçuk milyon insanı, faili meçhulleri, olağanüstü hal koşullarını ve daha nice eziyetleri bilmeyen duymayan kalmadı herhalde. Bilmek, eşitlenmek, hakların teslimine rıza göstermek, yurttaşlık konseptinde bir arada yaşamak istiyor muyuz? Yoksa yüz yıldır gözümüze indirilmiş perdenin açılmasından korkuyor muyuz?

Sevinenlere, umutlananlara acele etmeyin bakalım, daha durun! Bundan bir şey çıkmaz göreceksiniz, daha kanlı günler bizi bekliyor diyen insanları görünce onların aslında savaş ve kan lobisinin bir parçası olduklarını görebiliyor insan. Rilke'nin Malte Laurids Brigge'nin Notları'nda anlattığı gibi bir sürü insan var ama yüz daha fazla. Çünkü bazı insanların yüzü birkaç tane. Birini kullanırken diğerlerini sakladıkları oluyor ki çocukları kullansın. Gelecek kuşaklara sirayet etsin çok yüzlülük. Karşılıklı olarak hep sınır ötesi operasyon, ölmemek için öldüreceksin, öldürürken onları insan olarak görmüyorum, mıntıka temizliği cümlelerini kurmamızı istiyor savaş baronları. Şimdi sadece iyiliğe açılan yollara, barışı terennüm eden sözlere dikkat kesilmenin zamanı. Tabii ki hak yolda yapılan eleştirilerin kıymetinin de bilinmesi lazım. Bu, iktidarlar için bulunmaz bir cevherdir.

Sakine Cansız ve arkadaşlarına kıyanlar doğrudan sevincimize kastetti ama bu kez artık barış yolundan geri dönüşün olmadığını göstermek hepimize düşüyor. İnternette gezinirken bir belgesele rastladım, dağlarda çekilmiş. Carnets d'un Combattant Kurde (2005) Stefano Savona adlı bir Fransız yönetmenin çalışması. Çok genç yaşta insanlar kilometrelerce yürüyorlar ve konuşuyorlar kameraya. Çoğu babaları, aileleri öldürülmüş gençler. 16 yaşlarında bir genç kız, operasyon sırasında büyük bir kayanın altına saklanmış ve ne kadar büzüşse de ayakları dışarıda kalmış. Onu bulan askerle silahlarına davranmadan bir dakika bakışmışlar birbirlerine. Sonra genç asker burada kimse yok komutanım! deyip uzaklaşmış. Bob Dylan'ın Savaşın Baronları şarkısındaki an: “Yüzünü gördüğümde, tıpkı benimkine benzediğini anladığımda” dediği. Bu ülkenin evladı olan Sakine için yüreği sızlayan Bülent Arınç nerde, öldüğüne sevinenler nerde.

Zorunlu göç hikâyelerinin anlatıldığı Malan Barkirin kitabındaki Metin'in söyledikleri içimize işliyor. İstanbul Kadınlar Pazarı'nda karpuz satıcısı. Köyleri yakılıp ağır işkencelerden geçmiş olmasına rağmen dağa çıkmamasının nedenini açıklıyor: “Çünkü her zaman Allah'a inancım var. Kalkıp dağa çıksam ben seni öldüreceğim ama senin bir kabahatin yok ki. Boşuna gelip seni neden öldüreyim? Bana bunu sen yapmamışsın. Bunu yapanı ben görmüyorum ama Allah görüyor, bin sene yaşasa da yerin altına girecek.”

Abdullah Öcalan, Ahmet Türk'e barış yolunda kaybedecek bir saniyeleri bile olmadığını söylemiş. Mehmet Ali Şahin, savaş lobisinin çok hızlı hareket edip Sakine'yi öldürdüğünü, barış yanlılarının daha da hızlı hareket etmesi gerektiğini söylüyor. O 'eğer biz bu meseleyi hal yoluna koymazsak, tarih de bizi affetmez, gelecek nesillerimiz de, onlardan-bizden diye bir şey yoktur, dağdaki insanlar da ölmesin istiyoruz, bıraksın silahını' derken, Selahattin Demirtaş sabırlı akıllı ve cesur olmamızı söylüyor. Bütün barışseverler dile dikkat çekiyor, bu demektir ki artık “söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz”. Her kelime anında yankı buluyor. Gültan Kışanak'ın üvey evlat muamelesi görmek içimize kapanmamıza sebep oldu, ‘oysa barışın tarafını taraftarlarını çoğaltabilirdik' demesi yaşatılan duyguların dışa vurumu. Geçtiğimiz günlerde Bursa'da uluslararası bir kadın sempozyumunda tanıştığım AK Parti Diyarbakır Milletvekili Oya Eronat, 2008'de PKK'nın sivillere yönelik saldırısında oğlunu kaybetmiş. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Kürtçeyi de dahil ederek iki dilde hizmet verdi diye iki kez görevinden alındı. Bir oğlu dağda, diğeri ise askere gidiyor ve oğlun en korktuğu şey abisiyle karşılaşmak. Bu her eve ulaşan, hepimizi köleleştiren, insanlığımıza yabancılaştıran acıyla ne kadar devam edebiliriz? Ne uğruna?!

Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Adana Şube Başkanı Ersin Güluçar “30 yıldır akan kanın durması için Öcalan'la görüşülmesini istemeyenin vatandaşlığından şüphe ederim.” diyor. Haklı olarak şehitlerin ödediği bedellere saygı duyulmasını, eş, anne-baba ve evlatlarının hayata tutunması için projeler geliştirilmesini istiyor. İslamî sivil toplum kuruluşlarının ortak bir açıklamayla sürecin ve barışın yanında her koşulda yer alacaklarını, şeffaf ve cesur bir süreç istediklerini bildirmesi, Taksim'de bir miting yapan barışsever örgütlerin “ama” ve “fakat” kelimeleri kullanılmadan kararlılıkla yol alınması talepleri… bu kez umut her zamankinden fazla. Savaşın devamından yana olan iç ve dış aktörlerin sahne almaması için gereken her tedbir alınır inşallah. Başarı, sivil insanlar olarak Başbakan'ın, hükümetin, Öcalan'ın, siyasal olarak destek veren bütün partilerin ve kurumların yanında kararlı ve tutarlı bir şekilde durmamızla gerçekleşebilir. Yaraların hepsinin görülmesi, hakikat ve hafıza çalışmalarının da başlatılması gerekiyor bir yandan.

Meseleye on yıllarca insan üzerinden değil, devlet denilen karmaşık çıkar ilişkileri açısından bakıldı. İnsanlar inancının gereğini yerine getiremesin, dilini konuşamasın, şarkısını söyleyemesin, ayrıcalıklı imtiyazlı konumlar, üstünlük iddiaları elden gitmesin diye inşa edilen kuleler yıkılıyor. Bu kolay değil. Bu sürecin işlemesi için şimdi belleğin tarumar olmuş kuytularından en duyarlı kelimeleri, en itinayla seçilmiş sözleri çekip çıkarmanın zamanı. (Yıldız Ramazanoğlu / Zaman)

Haber Ara