TIMETÜRK / Justin Raimondo
Fransızlar, Mali’yi “İslami terörizm” ile savaşma bahanesiyle işgal ederken, uzun zamandır uykudaki Fransız emperyalizminin yeniden uyanışı komedi ve trajedi arasında sallanıp duruyor. Muhaliflerin elindeki bir kente yönelik Fransız hava saldırısı, birçok sivil dahil yüzden fazla kişiyi öldürdü fakat Paris’teki muzaffer hava, birkaç hafta süreceği sanılan –Kuzey Afrika yaban kedisi anlamına gelen “Serval” adı verilen– operasyonun daha uzun zaman alacağının ortaya çıkmasından sonra kısa sürede söndü.
Yaban kedisi mi? Tekir daha uygun
Mali’de gerçekten ne olup bittiğine dair değerlendirmeden önce bize satılan anlatımının çürütülmesi gerekiyor. İlgili haberler, muhaliflerden “İslamcılar” olarak bahsediyor. Çok az kişinin haklarında bir şeyler bildiği gruplar için bu çok kolaycı bir yaftadır. Ancak gerçek, oldukça farklıdır. Muhalifler, Kuzeybatı Afrika’nın Tuaregleridir. Bunların tarihi vatanı Mali, Cezayir, Libya, Nijer ve Burkina Faso sınırları içerisine dağılmıştır. Çobanlar ve kaçakçılardır. Bir zamanlar karavanları merkez Afrika imparatorlukları ile kuzeydeki Arap toprakları arasındaki yegane ticari ilişkiydi. Bağımsızlık mücadeleleri El-Kaide’nin ortaya çıkışından en az 150 yıl eskiye gider.
19’ncu yüzyılın sonunda başlayan Avrupa sömürgeleri için Büyük Mücadele’de Fransız sömürgeciler, işgal ettiler, toprağa el koydular ve yerlilere “Fransız medeniyetine” zorla “asimile eden” bir program uyguladılar. Tuaregler, o zamandan beri bağımsızlıkları için savaşıyorlar. Ancak bugün o mücadele, “İslami terörizmin” başka bir örneği olarak yeniden yorumlanıyor.
Bu düpedüz yanlıştır. Tuareg bağımsızlık hareketi, Avazad’ın Bağımsızlığı Ulusal Hareketi (MNLA) liderliğindedir. MNLA, Mali’nin Tuareg bölgesinin özerkliğini isteyen laik bir örgüttür. Mali’de Ensaruddin’le ilişkili aktif İslamcılar vardır. Bu grubun Mağrip El-Kaide’siyle(AQIM), Ensaruddin lideri Ag Gali’nin AQIM Komutanı Hamada Ag Hamada’nın kuzeni olması dışında bilinen bir ilişkisi yoktur. MNLA sözcüsü Ag Assarid bunu “Ensaruddin’in siyah bayrakları olduğu doğrudur ancak El-Kaide değiller” diyerek açıklıyor. Mali “hükümetinin” sağlayamadığı “caddelerde istikrarı istiyorlar” ve “El-Kaide’ye de karşılar”. Kuzey Afrika uzmanı Selam Belaala da aynı fikirde: “AQIM ve Tuareg arasında sistematik bir ilişki kuramayız. Bu tamamen yanlış”.
Ne olursa olsun MNLA ve Ensaruddin arasındaki taktiksel ittifak her zaman bir var bir yok durumunda olmuştur. Güçlerinin “birleştiğinin” ilanından günler sonra MNLA çekilmeye başladı. Bir hafta sonra geçici birleşme yeniden başladı. El-Kaide’yi bırakın “terörizme” ile bu bağ gerçekten çok zayıftır. Ancak “terörle savaşın” kırmızı puntoları dışında Afrika’da Fransız imparatorluğunun yeniden-canlandırılmasına dair intikamcı rüya başka nasıl gerçekleştirilebilirdi ki?
Eğer Mali’nin Fransız işgali –ya da daha doğrusu yeniden-işgali– gerçekten El-Kaide’yi silmeyi amaçlıyorsa belki de Cezayirlilere saldırmalıydılar. Londra’daki Şark ve Afrika Araştırmaları’ndan Profesör Jeremy Keenan, Cezayirlerin sadece Ag Gali ile değil aynı zamanda Abdülhamit Ebu Zeyd gibi önemli El-Kaide isimleriyle uzun zamandır bağlarının olduğunu söylüyor. Dediğine göre Cezayirlerin Sahel bölgesinde beliren El-Kaide “sopasını” desteklemede çıkarları bulunuyor zira bu şekilde ABD’deki değerlerini artıyorlar ve askeri ile ekonomik yardımları toplamayı garanti altına alıyorlar.
Mali’nin “hükümetine” gelince, kuzeydeki Tuareg zaferlerinin ardından ordu seçilmiş hükümeti devirdi ve sıkıyönetim ilan etti. Ordu Tuareg isyanının bastırılmasında yeterince özen gösterilmediğinden şikayet edip geçen ay başkanlık sarayını, devlet televizyonu ele geçirdi ve meşru hükümetin önemli isimlerini tutukladı fakat Başkan Amadou Toure kaçtı. AB ve İngiltere yardımıyla Fransızların korumak için çalıştıkları “hükümet” işte budur.
Neden bu savaş?
Ekonomik olarak darboğazda olan; derin sosyal, etnik ve siyasi bölünmelerle yarılmış Fransa, ulusal izzetinefis krizinden mustariptir. Halk üzerinde tasarruf rejimini müjdelerken sosyalist hükümetin insafsız vergilendirme programını dayatma denemesi, fazlasıyla rağbet görmediği ortaya çıktı. Aşırı sol ve aşırı sağdaki güçler taraftar topluyor ve Francois Hollande’nin “merkezci” Sosyalistleri, yumuşak ve kararsız imajlarını yenilemek için çaresiz. Mali’ye saldırının ardından Hollande –jelimsi bir tatlı– “Flanby” olarak bilinmeyecek.
Fransız emperyalizminin yeniden-ileri sürülmesinin “terörizmle”, El-Kaide’yle ya da bu hadislerden herhangi biriyle uzaktan yakından ilişkili bir şeyle ilgili değil. Aksine tamamen Fransız siyaseti ve Fransız yayılmacı hareketinin uzun tarihiyle ilişkilidir. Büyük Mücadele günlerinden beri başta Kuzey Afrika olmak üzere Fransa’nın denizaşırı imparatorluğunun geliştirilmesi ve yayılmasını sürekli kaşıyan küçük ama etkili bir sömürgeci lobi bulunur. Başlangıçta bu ideologlar sömürgeci fetih programlarını, Fransız medeniyetinin erdemlerini Kara Kıta’nın mazlum ırklarına iyicil etki olarak göstererek rasyonelleştirdiler. Gerçekte zengin soslarını ve cahil Afrikalılara açıklanamaz kibirlerini götüren ilk şampiyonlar düpedüz ırkçılardı. Ateşli bir kilise-karşıtı ve Cumhuriyetçi siyasetçi (Fransa’nın iki kez başbakanı) Jules Ferry, Meclis’te şunları söylüyordu:
“Beyler, daha yüce ve daha gerçekçi bir düzlemden konuşmalıyım. Açıkça şu ifade edilmelidir ki üstün ırkların alt ırklar üzerine hakları vardır”.
Ferry’nin iddia ettiği bu üstünlük onlara sadece “hak” değil aynı zamanda Fransız üç rengini karanlık Afrika’da yükseltme “görevini” de veriyordu. Sömürgeciliğin yayılması toplumları Comité de l’Afrique Française ve Union Coloniale Française büyüdü ve sömürgeleri “kalkındırmak” için hükümet yardımları için lobi yaptı. İşe bakın aynı zamanda Lyons, Marsilya ve diğer liman şehirlerinin tüccarlarını zenginleştirdiler. Ticaret odaları bu güçlü lobide anahtar bağlantıydı.
Afrikalıların güzelce “medenileştirilmesi” ve Fransız vatandaş modeline dönüştürülmesine yönelik sömürgecilerin “asimilasyoncu” retoriği, kısa süre içerisinde Fransız emperyalizminin “kalkınma” safhasına yol açtı. Bu dönemde medenileştirme misyonu imparatorluğun sözde ticari avantajlarına boyun eğdi. Yalnız bu kolonilerin mali olarak kullanışsız ve zarar ettiği ortaya çıktı. Buna rağmen doğru bağlantılara sahip köşe başlarını tutan tüccarlar, devasa karlar elde ettiler.
Mali, Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisidir. Geleneksel Tuareg bölgelerinde sömürülmemiş devasa petrol kaynaklarının keşfi Fransız saldırısının arkasındaki ticari amaçlar hakkında fikir verecektir. Yine de bu yeni Napolyonları motive eden sadece açgözlülük değildir. Fransızların son dönemde kendinden-fazlasıyla-emin olduğu gözlerden kaçmamıştır. Libya’dan Suriye’ye o ya da bu “krizde” müdahale çağrısını ilk yapanlar onlardı. Şimdi de Mali’ye önayak oluyorlar. Bu ulusalcı ateşin patlaması, geçmiş zaferler ile biraz daha fazlasının müflis müzesine nezaret eden Fransız siyasi sınıfı için çok yararlıdır. Böylesi üzücü bir kaderden dikkati başka yöne çekmek için “Fransız medeniyetinin” mistik erdemlerinin bir kez daha evrensel şakşak için muzaffer çıkacağı uygun bir savaşı kışkırtmaktan daha iyi bir yol olabilir mi?
ABD’nin müdahil olmakta gönülsüz olduğu ifade ediliyordu ancak Fransızlar Washington’un uyarısını çiğneyip harekete geçince içine sürüklendiler. Şimdi bir kez da “arkadan idareye” mecburuz. Yani müttefiklerimizin bıraktıkları pisliği temizleyeceğiz.
Burada (Mali “hükümeti” gibi) halktan yetki almayan yerel bir otoritenin, halkı üzerindeki zayıf iktidarını sağlamak için “terörist” korkusunu nasıl kışkırttığına dair mükemmel bir ders var. Tıpkı soğuk savaş döneminde Arjantin’den Vietnam’a yerel tiranların “komünizmle savaş” adı altında Batılı müdahaleyi kışkırtması gibi 21’nci yüzyıldaki karşılıkları da aynı yolu izliyor. Ne zaman öğreneceğiz?
Mali, Libya’nın olduğu kadar gerçek bir ülkedir. Her ikisi de Avrupa emperyalizminin neticesidir. Büyük Mücadele esnasında keyfi sınırlar çizmişler ve arkalarında yerel aşiretler ile klanları aralarında savaşmak için bırakmışlardır. Dönüşlerini meşru kılmak için yeni emperyalistler “terörizm” ile savaştıklarını iddia etmektedir ve buna rağmen gerçekten savaştıkları kendi katıksız düşüşleridir. Buradaki yegane “kriz” Fransız izzetinefis krizidir. Bizi de her çatışmaya sürükleyen ne kadar anlaşılmaz olursa olsun “çok-yanlılıktır (multileteralism)”.
Antiwar.com’daki bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.