TİMETÜRK/ Ilan Pappe*
2012’nin son bir kaç gününü Hayfa’da geçirdim. Şans eseri geçmişte beni en iyisi yoldan çıkmış ve en kötüsü de hain sayan birkaç tanıdığa rastladım. Bugün daha utanmış görünüyorlar. Neredeyse benim ve arkadaşlarımın İsrail’in geleceğine dair en kötü öngörülerimizin acı verici şekilde gözlerinin önünde gerçekleştiğini itiraf edeceklerdi.
Aslında bizim tahminlerimiz o gün için bile gecikmişti. Kahire’deki İngiliz Ortadoğu Ofisi’nin başı Sör Thomas Rapp, daha 1950’de sarsıcı bir kesinlikle geleceği görmüştü. İngiltere’nin İsrail’le diplomatik ilişkiler kurup kurmayacağına karar vermesi için Londra’nın gönderdiği son kişiydi. Onayladı ancak Londra’daki üstlerini de uyardı:
“Genç nesil militarizm çevresinde yetişiyor ve bu nedenle Ortadoğu huzuruna sabit bir tehdit yaratılmış oluyor. İsrail bu yüzden demokratik hayat tarzından sağın ya da solun totalitarizmine kaymaya meyillidir”. (Kamu Kayıtları, Dışişleri Belgeleri 371/82179, E1015/119, Dışişleri Bakanı Ernest Bevin’e mektup, 15 Aralık 1950)
2013’teki Yahudi devletinin niteliği olacak şey sağın totalitarizmidir. Bir zamanlar beni mahvetmeyi isteyen bazı liberal Siyonistler ve İsrail’deki benzer-düşünen Yahudiler, artık bizden önceki Sör Thomas gibi bizim haklı olabileceğimizi anlıyorlar. Belki de sadece onların daha iyi huylu tutumları nedeniyle 2013’te –kısa bir süre için– farklı bir yaklaşımla karşılık vermeyi deneyeceğim.
İsraillilere karşı merhamet?
Elektronik İntifada için sıkça yazan bizler geçmişte, İsrail’in varoluşu ve politikalarının Filistinli kurbanlarıyla azami dayanışma gösterdik ve hiç şüphesiz gelecekte de göstereceğiz. Fakat bizler, İsraillilerin kendilerine merhamet gösterebilir miyiz? Göstermeli miyiz? Açıkçası yerlerinden edilmeleri tam hız devam ederken kimse bunu Filistinlilerden isteyemez. Fakat gadredenlere en azından etnik olarak mensup olan bizler, yeni yılın başında hemşerilerimiz için bir an için kafa yorabiliriz.
Kişisel olarak bana dokunan bir şeyle başlayayım. Ziyaretim esnasında eski çalışma arkadaşım tarihçi Benny Morris’i televizyonda izleme ve bazı söyleşilerini okuma fırsatı buldum. Arap-karşıtı ve İslam-karşıtı ırkçılığı artık mümkün olan en çiğ halindeydi. Çıplak ve kaba nefret söylemi, mümkün olan en iğrenç şekilde zehirli tükürüklerle saçılıyordu. O halde neden empati gösterilsin ki? Çünkü mültecilere dair ilk kitabı ben ve diğerleri için ufuk-açıcıydı. Harika bir tarih kitabı değildi fakat 1948’deki İsrail cinayetleri için devlet arşivlerinde bulunabilecek gerçeğin beliğ bir incelemesiydi.
Buna rağmen onun baş-ırkçıya dönüşümü şaşırtıcı değildi. İsrail’deki sözüm-ona liberal Siyonistlerle aynı yolu izliyordu. O ve arkadaşları, 1990’larda bir tezahüre sahipti: Devletin gayriahlaki temellerini keşfediyorlardı. Bunun özgün bir uzlaşıya yol açabilmesi gerekirdi ancak aynı zamanda cesur kişisel kararları gerektiren korkutucu bir andı. Birçokları bunun yerine gerçeği ve suçluğu inkarı benimsedi ve onu yeniden-doğmuş çok daha aşırı ve çirkin bir Siyonizm ile örttü. Siyonistlerin bu belli grubunun bir tezahürden geçmesi pek muhtemel değildir fakat belki çocukları geçer. Bir umut...
İsrail’in Arap Yahudileri
Bir tür merhamet İsrail’in Arap Yahudilerine karşı gösterilebilir. Bu ziyaret sırasında kaç tanesinin daha önce hiç görmediğim kadar –neredeyse ağırlığından çöktürecek– devasa Davut Yıldızı madalyonları taktığına şahit oldum. Polis ya da halkın onları “Araplar” ile karıştırmasından korkuyordu. Bu devasa madalyonlar haykırıyordu: Ben bir Yahudi’yim! Öyle görünsem de Arap değilim! (Sanki Ürdün Nehri ve deniz arasında yaşayanlar birbirinden farklı görünüyormuş gibi.)
Bu üzücü ve dokunaklı. Belki de akademisyen Ela Habibe Şohat bize Arap Yahudilerini Filistinliler kadar Siyonizm’in kurbanları olarak tanımamızı istediğinde haklıydı. Ancak uzun süreli mağduriyetlerine –elbette genelleştirme riskiyle–inanıp desteklemek güçtür zira şu an itibariyle Arap-karşıtlıkları ne kadar ırkçı olursa o kadar İsrailli olacaklarına dair formülü tüm kalpleriyle benimsemişlerdir.
1970’lerde Arap Yahudileri ayrımcılığa karşı ayaklanmışlardı. İsrail’deki sağcı-partiler, Likud Partisi’ni ve ilgili Arap-Filistin karşıtı Arap Yahudi kimlik siyasetini iktidara getiren seçmen tabanı oluşturmak için bu hüsrandan faydalandılar. Fakat eğer Yahudiler için Filistin’de bir gelecek varsa, bu Yahudilerin bölgeye, geçmişine, medeniyetine ve geleceğine organik ve özgün bağlanması yoluyla olabilir. Avrupalı yerleşimcilere hangi mevsimde olursa olsun Arap dünyasıyla uzlaşmayı öğrenebilecekleri yolları gösterecek hala aralarında yeterli kişi mevcuttur.
Üçüncü merhamet mesajım ultra-Ortodoks Yahudileredir. Yahudilik içinde bir devlet fikri bir hezeldir ki onlar daha iyi bilirler. Dine dayalı bir devlet için Yahudilikte hiçbir temel yoktur. Bu yüzden zulme uğradıkları açık Siyonizm-karşıtlığını ya da utandırıcı bir şekilde Batı Şeria’yı sömürgeleştirerek ve ırkçı korolara önderlik ederek Siyonizm’in başını çekmektedirler. Bir an için onların çıkmazlarıyla empati yapılabilir zira onlar, Yahudi nüfusun önemli bir parçasıdır ve yeni dahi iyi bir Filistin ile Ortadoğu’nun bir parçası olabilirler.
Kültürel gettolar
Dördüncü titrek merhametim Rus Yahudilerine yöneliktir. (Bunların birçoğunu Hayfa ve kuzeydeki Ortodoks kiliselerinde dindarca dua ederken görüyorum). Onlar hala devam eden bir sömürgeci projedeki ilk nesil yerleşimcilerdir. İlk Siyonistler gibi onlar bu ülkedeki yabancılardır ve kaybolmuşlardır. Ya kültürel gettolar oluşturuyorlar ya da Arap Yahudileri gibi İsrail siyasi sahnesinin en faşist ve en ırkçı kutbunun işaretçileri olarak entegre olmaya çalışıyorlar. Her iki durumda bu çok nahoş ve tatminsizdir.
Son empatim ise hala üniversite kampüslerinde İsrail’in elçileri görevinde ısrar eden Batı’daki Yahudi öğrencilerdir. Burada da dokunaklı insani durum merhameti tetikliyor. Birleşik Devletler’de eşitlik ve Güney Afrika’daki ırkçılık ile Vietnam’daki emperyalizme karşı hareketlerde seleflerin başı çektiği gibi insanlığın en büyük barış ve adalet kampanyalarından birinde, yani Filistinlilerle dayanışma hareketinde öncü ve lider rol oynayabilirlerdi. Ancak kendilerini, zalimi, sömürgeciyi ve işgalciyi temsil ederken kafaları karışmış ve yollarını şaşırmış buldular. Sonuç İsrail diplomasince hazırlanan sloganların papağan gibi tekrarlanmasıdır ki histerik antisemitizm ve terörizm suçlamaları yanında iknadan uzak şekilde bunların teranesini tutturanlar için dahi bir anlamı olduğunu sanmıyorum.
Yönetmen Eyal Silvan ile bana sırlarını açan 1948’in eski-tüfek Siyonistlerini (de merhametime) eklemeyi de düşündüm. (Onların ifadelerini Tel Aviv’in göbeğinde 2012 sonunda sergiledik). Onlar bize Nakba sırasında Filistinlilere karşı işledikleri suçları cesaretle anlatmışlardı. Ancak bu çok fazla olurdu.
Belki barış yaklaştığında Desmond Tutu’nun adımlarını izleyebilir ve Güney Afrika Gerçek ve Uzlaşı Komitesi’nde sergilenen türden bir merhameti gösterebilirim. Ancak bu zaman gelene dek ait olduğum yerleşimci sömürgeci toplumda diğerlerine kapıyı açık tutmaya çalışacağım ve bu sayede umarım Filistinliler bir gün demokratik-özgür bir Filistin kurabilecekler.
*Ilan Pappe, Exeter Üniversitesi Filistin Araştırmaları Avrupa Merkezi Direktörü ve Tarih Profesörü. En son kitabı: “İsrail’de Akademik Özgürlük Mücadelesi”.
Electronic Intifada’daki bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.