İslam Hukukunda anadilde savunma hakkı
Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Kadri Yıldırım, İslam hukukunda ana dilde savunma hakkını ve tercüman bulundurma hakkının nasıl olduğunu kaleme aldı
13 Yıl Önce Güncellendi
2013-01-06 11:45:15
İslam hukukunda yaklaşık bin dört yüz yıl önce verilen bu hak ve özgürlüğün 21. yüzyılda hâlâ tartışılıyor olması ve anadille savunma Türkiye gündemine girdiğinden beri başta ilahiyatçılar ve diyanetçiler olmak üzere alan uzmanları ve muhafazakâr kesimin bunu şimdiye kadar gündeme getirip destek vermemeleri, hatta bir kısmının bu hakka itiraz etmeleri ibret vericidir. Hem medrese mezunu hem de ihtisasını ilahiyat üzerine yapmış biri olarak bundan üzüntü duyuyorum. Zira bu ister istemez insanın aklına şu soruyu getiriyor: “Acaba bu hakkı talep edenler Kürtler değil de başka bir ülkenin hâkimiyeti altında yaşayan kendi soydaşları olsaydı ve bu hak kendilerine çok görülseydi yine böyle suskun kalacaklar mıydı, yoksa benim üç dört sayfada özetlediğim bu hakla ilgili kitap ve tezler mi yazacaklardı?”.
Eğer olaya bir örgüt talebi veya siyasi talep olarak bakılıyor ve suskunluğun nedeni olarak bu gösteriliyorsa, bu da tutarlı bir tavır değildir. Zira İslam hukukunda bu hak “siyasi olmayan sanıklara serbest” “siyasi sanıklara yasak” şeklinde ikili bir tasnife tabi tutulmamıştır. Kaldı ki yarın öbür gün siyasi olmayan tutuklulardan da bu tür talepler gelebilir. Devlete düşen görev bu hakkı yasal bir statüye kavuşturmak; üniversitelere düşen görev de bunun akademik alt yapısını oluşturmada katkı sunmaktır. Zira üniversitelere ve akademisyenlere düşen görev sadece taleplere göre değil, aynı zamanda ihtiyaçlara göre de çalışmalar yapmaktır.
2. ANADİLLE SAVUNMA BAĞLAMINDA TERCÜMAN BULUNDURMA OLGUSU
İslam hukukunda “kadı”nın (hâkim/yargıç) görevlerinden biri de Arap olmayan davacı ve davalılar için mahkemede tercüman bulundurmasıdır. Bu tercümanın görevi dava ile ilgili metinleri, belgeleri, sanık savunmalarını ve şahitlerin ifadelerini kadı huzurunda Arapçadan ilgili anadile, ilgili anadilden de Arapçaya çevirmektir. Bu tercümanların adil ve ergen olmaları gerekir.[2]
En büyük İslam hadis uzmanı olarak kabul edilen İmam Buharî literatürde “Sahîh” unvanıyla anılan ünlü hadis kitabında Hz. Peygamber’in tercüman olarak görevlendirdiği Zeyd b. Sabit’in mahkemelerde “İbranice Tercümanı” olarak görev yaptığını yazmaktadır.[3]
Türklerin büyük çoğunlukla mensup oldukları Hanefi mezhebinin en büyük İslam hukukçusu sayılan İmam Serahsî meşhur “el-Mebsût” adlı hukuk usulü kitabında açık bir şekilde şunları söylemektedir:
“Arapçanın dışında bir dil konuşan bir kavim hâkimin huzuruna getirildiği zaman eğer hâkim onların dilini bilmiyorsa adil bir tercümanın görevlendirmesi gerekir. İhtiyaca binaen tercüman görevlendirmek İslam öncesi cahiliye hukukunda da vardı ki İslam da bunu benimsedi. Örneğin Selman-ı Farisî Müslüman olmak için Hz. Peygamber’in huzuruna vardığında çeviri için Yahudi bir tercüman görevlendirilmiştir. Fakat bu tercüman söylenenleri çarpıtarak tercüme ahlakına uymayınca bu durum vahiy yoluyla Hz. Peygamber’e bildirilmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber tercümanın güvenilir olması gerektiği kanaatiyle kendi sahabilerinden Zeyd b. Sabit’i tercüman olarak tayin etmiştir”.[4]
Serahsî’nin bu anlattıklarından şu iki önemli net sonuç çıkmaktadır:
1)Sanıklar tek tek bireyler olabilecekleri gibi, “kavim” (topluluk) hâlinde de olabilir.
2) Ölçü mahkumların hâkimin dilini bilip bilmedikleri değil, hâkimin mahkumların dilini bilmemesidir. Yani mahkumlar hâkimin resmi dilini bilseler bile, eğer hâkim onların dilini bilmiyorsa tercüman görevlendirmek gerekir. Zira herkes kendini ancak kendi anadiliyle sağlıklı bir şekilde savunabilir; hâkimin resmi diliyle değil.
2. 1. Tercüman Sayısı
Anadille savunma bağlamında tercüman bulundurmanın gereği üzerinde ittifak eden İslam hukuku müçtehitleri her mahkemede asgari kaç tercümanın bulunması gerektiğine ilişkin farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşleri şöyle özetlemek mümkündür:
2. 1. 1. Bir Tercüman
Hanefi mezhebinden mezhep imamı Ebû Hanife ve mezhep müçtehidi Ebu Yusuf bir tercüman bulundurmayı yeterli görmüşlerdir. “Hallâl” lakabıyla meşhur olan Ebubekir Abdulaziz, b. Munzir ve Buharî de bu görüşü benimsemiş ve bir tercüman bulundurmanın yeterli olduğunu belirtmişlerdir.[5] Bu müçtehitlerin bazı delilleri şunlardır:[6]
1) Hz. Peygamber’in kendisi ile İbranice konuşan Yahudiler arasındaki olaylarda İbranice tercümanı olarak Zeyd b. Sâbit’i görevlendirmiştir
2) İbn Abbas ile karşı taraf arasında tek tercüman olarak Ebû Hamza görevlendirilmiştir.
3) İlk dört büyük halife zamanında bir tercüman bulundurulmuştur.
2. 1. 2. En Az İki Tercüman
Şafiî mezhebinin kurucusu İmam Şafiî ile Hanefî mezhebinden mezhep müçtehidi Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’ye göre mahkemede en az iki tercüman bulundurmak gerekir.[7] Malikî mezhebinin aynı zamanda kadılık yapan imamı ve kurucusu olan İmam Malik ise şöyle demiştir: “Arap olmayan birisi mahkemeye başvurduğunda güvenilir bir tercüman söylenenleri tercüme etsin. Eğer iki tercüman olursa bize göre daha iyi olur”.[8] En az iki tercümanı şart koşan müçtehitler tercümanlığı da şahitliğe kıyaslamaktadırlar. Yani özellikle cezaî davalarda nasıl ki iki şahit gerekiyorsa, iki tercüman da gerekiyor.[9]
2. 2. Tercümanın Cinsiyeti
İslam hukuku müçtehitleri mahkemelerde görevlendirilecek tercümanların cinsiyeti ile ilgili de içtihatlarda bulunmuşlardır. Örneğin Malikî mezhebinin kurucusu İmam Malik şöyle diyor: “Sağlıklı bir tercümeyi yapabilecek erkek bulunmadığı durumlarda adil bir kadın da tercümanlık yapabilir. Eğer iki kadın bir erkek olursa bize göre daha iyi olur”.[10]
3. ÖNERİLER
1) Devlet anadille savunma hakkını daha fazla askıda tutmamalı, bunu seri bir şekilde yasal bir statüye kavuşturmalıdır.
2) Bunun insanî bir hak olduğu gibi İslamî bir hak da olduğu noktasında diyanet ve ilahiyat uzmanları araştırmalarda bulunup raporlar hazırlamalıdır.
3) Özellikle kürdoloji bölümleri olan üniversitelerle işbirliği yapılarak yasal altyapı akademik alt yapı ile güçlendirilmeli ve bu üniversitelerin yetiştirdiği ve yetiştirmekte olduğu yüzlerce uzman elemandan yararlanılmalıdır. Zira kendine mahsus bir dil ve terminolojisi olan bu olgunun sadece aile içerisinde konuşulan bir dil ile sağlıklı yürütülemeyeceği kesindir.
4) Bu üniversiteler konuyla ilgili sertifikalı kurslar düzenlemeli; kurslarda hukuk terminolojisi ve hukuki metinlerin çevirisi ile bunları tamamlayıcı gramer ve imla dersleri verilmelidir.
5) Görevlendirilecek olan tercüman ve diğer görevlilerin ücretleri sanıklara ödetmek gibi onur kırıcı bir yanlışlığa düşmemeli, tüm giderler devlet tarafından karşılanmalıdır.
6) Meseleye siyasi bir perspektiften yaklaşılmamalı, olay politize edilmemeli ve konuya insan hakları perspektifinden bakılmalıdır.
7) Meseleye yaklaşılırken bunun hukukta bir karşılığının bulunmadığı gibi mazeretler ile sürülmemelidir. Yaklaşık bin dört yüz yıl önce İslam hukukunda böyle bir hakkın tanınmasına ve müstakil başlıklara konu olmasına rağmen eğer biz yirminci birinci yüzyılda hâlâ buna çözüm bulmada acizlik içine düşüyorsak bu bizim ayıbımızdır ve bu ayıptan kurtulmak da bizim görevimizdir.
8) Devletin ve ilgili tarafların talepleri halinde Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü ve Kürdoloji Koordinatörü olarak ekibimle birlikte bu konuda her türlü katkıyı sunmaya hazır olduğumuzu belirtmek isterim.
[1] Bkz. Muhammed Abdülkadir Ebu Faris, el-Kadâ’ fi’l-İslâm, Amman 1995, s. 64-67
[2] Muhammed Abdülkadir Ebu Faris, el-Kadâ’ fi’l-İslâm, s. 64-65
[3] Bkz. Buharî, “Ahkam”, 40.
[4] Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed es-Serahsî, el-Mebsût, Kahire ts., XVI, 89
[5] İbn Kudâme, elMuğnî Ala Muhtasari’l-Harekî, Kahire 1968, X, 88; Alaüddîn Ebûbekir b. Mes’ûd el-Kasanî, Bedâiü’s-Sanâyi’’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, Beyrut ts., IX, 21
[6] Muhammed Abdülkadir Ebu Faris, el-Kadâ’ fi’l-İslâm,s. 66; Neylü’l-Evtâr, VIII, 292
[7] İbn Kudâme, Muğnî, IX, 88; Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed el-Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Kahire 1348, XXIV, 267; Ebu Kasım Ömer b. Hüseyin el-Harekî, Muhtasarü’l-Harekî, Dimaşk 1378, s. 227.
[8]Kadı Burhanüddîn İbrahîm b. Alî, Tabsiretü’l-Hukkâm Fî Usûli’l-Akdiye ve Menâhici’l-Ahkâm,Mısır 1958,, I, 32;Bedrüddîn Mahmûd b. Ahmed el-Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, XXIV, 267; Ebü’l-Berekât Ahmed b. Muhammed, eş-Şerhu’s-Sağîr Alâ Akrebi’l-Mesâlik İla Mezhebi İmâm el-Mâlik, Kahire 1974, IV, 202-203.
[9] Muhammed Abdülkadir Ebu Faris, el-Kadâ’ fi’l-İslâm,s. 66-67
[10] Kadı Burhanüddîn İbrahîm b. Alî, Tabsiretü’l-Hukkâm, I, 32;el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, XXIV, 267; Ebü’l-Berekât Ahmed b. Muhammed, eş-Şerhu’s-Sağîr Alâ Akrebi’l-Mesâlik, IV, 202-203.(Radikal 2-Prof.Dr.Kadri Yıldırım)
Haber Ara