Dolar

34,8750

Euro

36,7040

Altın

3.037,15

Bist

10.132,32

Dünya barışına en ölümcül tehdit

Ünlü dilbilimci ve düşünür Chomsky, nükleer-silahlanmış bir Ortadoğu’nun olası sonuçlarını ve ABD’nin bundaki potansiyel rolünü irdeledi.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-01-05 14:55:05

Dünya barışına en ölümcül tehdit


TİMETÜRK/Noam Chomsky*

Dış politika üzerine son başkanlık yarışı tartışmasıyla ilgili haberinde The Wall Street Journal, “(İsrail’den) daha fazla bahsedilen tek ülke İran’dır. İran, Ortadoğu’daki birçok ülke tarafından bölgeye en büyük tehdit olarak görülmektedir” tespitinde bulunuyordu.

İki aday da nükleer bir İran’ın –Romney’in tekrarladığı yaygın kanı olan–dünyaya değilse bölgeye en ölümcül tehdit olduğunda hemfikirdi.

Adaylar İsrail’e adanmışlıklarını ilan etmede birbirleriyle yarıştılar fakat İsrailli yetkililer buna rağmen tatmin olmadı. Muhabirlere göre “Romney’den daha ‘saldırgan’ bir dil bekliyorlardı”. Romney’in İran’ın “nükleer kapasite noktasına erişmesine” izin verilmemesini talep etmesi de yeterli değildi. 

Araplar da tatmin olmamıştı çünkü Arapların İran’a dair korkuları “bölgenin yerine İsrail’in güvenlik penceresinden tartışılıyordu”. Bu arada Arapların endişeleri büyük ölçüde yok sayılıyordu. Yani her zamanki muameleydi.

İran konusunda sayısız diğerleri gibi WSJ makalesi, kritik soruları cevapsız bırakıyor: İran’ı en ölümcül tehdit olarak kimler görüyor? Ve Araplar (ve dünyanın çoğu) artık bu tehdit neyse onla ilgili ne yapılabileceğini düşünüyor?

İlk soru kolayca cevaplanıyor. “İran tehdidi”, ezici bir Batılı takıntıdır. Arap halklarınca değil Arap diktatörlerince paylaşılır.

Sayısız anketin gösterdiği gibi, her ne kadar Arap ülkelerinin vatandaşları genelde İran’dan hoşlanmasalar da onu ciddi bir tehdit olarak görmüyorlar. Bunun yerinde o tehdidin İsrail ve Birleşik Devletler olduğunu algılıyorlar. Birçoğu –ki bazen ciddi çoğunluklar– İran’ın nükleer silahlarını bu tehditlere karşı bir denge olarak görüyorlar.

ABD’de yüksek yerlerde Stratejik Komutanlık’ın eski komutanı General Lee Buttler gibi bazıları Arap halklarının algılarıyla hemfikir. 1998’de Buttler, “diğer devletleri de aynısını yapmaya iten” bir devletin yani İsrail’in güçlü nükleer silahları olmasının “Ortadoğu adını verdiğiniz düşmanlıklar kazanında son derece tehlikelidir” demişti.

Butler’in uzun yıllar önde gelen tasarımcılarından olduğu nükleer-caydırıcılık stratejisi daha da tehlikelidir. 2002’de böylesi bir stratejinin “tam anlamıyla felaketin formülü” olduğunu yazmış ve Birleşik Devletler ile diğer nükleer güçlerin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) altındaki nükleer silahların salgınını bertaraf edilmesi çabaları için “iyi niyet” taahhütlerini yerine getirmeye çağırmıştı.  

1996’daki Dünya Mahkemesi’nin kararını göre milletlerin bu türden çabaları ciddiyetle izlemesi için yasal bir yükümlükleri bulunuyor: “Sıkı ve etkin uluslararası kontrol altında nükleer silahsızlanmaya yönelik görüşmelerin sonuçlandırılması için iyi niyetle izlenmesi gereken bir yükümlülük vardır.” 2002’de George W. Bush, Birleşik Devletler’in bu yükümlüğe bağlı olmadığını ilan etmişti. 

Dünyanın büyük bir çoğunluğu, İran tehdidine dair Arap görüşlerini paylaşıyor görünüyor. Bağlantısızlar Hareketi (NAM), geçen Ağustos’taki Tahran’daki zirvesindeki gibi kuvvetle İran’ın uranyum zenginleştirme hakkını destekliyor.

NAM’ın en büyük nüfusa sahip ülkesi Hindistan, ABD’nin İran’a yönelik külfetli mali yaptırımlarından kurtulmanın yollarını buldu. İran’ın Chabahar limanını Afganistan üzerinden Orta Asya’ya Hindistan desteğiyle bağlama planları ilerliyor. Ticari ilişkiler de artıyor. Eğer ABD baskıları olmasaydı bu doğal ilişkiler önemli şekilde gelişirdi.

NAM’da gözlemci statüsünde olan Çin de hemen hemen aynısını yapıyor. Çin, kalkınma projelerini batıya doğru geliştiriyor. Bunlar arasında Çin’i Avrupa’ya bağlayan eski İpek Yolu’nu yeniden oluşturma girişimleri de var. Hızlı-tren hattı Çin’i Kazakistan ve ötesine bağlayacak. Bu hat muhtemelen zengin enerji kaynaklarına sahip Türkmenistan’a ulaşacak ve oradan İran’a bağlanacak. Daha sonra da Türkiye ve Avrupa’ya uzanacak.

Çin, Pakistan’ın önemli limanı Gwadar’ın kontrolünü aldı. Bu sayede Ortadoğu’dan petrolü, ABD-kontrolünde olan ve yoğun trafiğe sahip Hürmüz ve Malakka boğazlarından geçmeden alabilecek. Pakistan basını “İran, Arap Körfezi ve Afrika’dan ham petrol ihracatları kuzey batı Çin’e limandan karayolu ile taşınacak” diye yazdı.

Ağustos’taki Tahran zirvesinde NAM, kitle imha silahlarından arındırılmış bir bölge kurarak Ortadoğu’da nükleer silah tehdidinin azaltılması ya da sonlandırılmasına dair uzun-süredir yaptığı önerisini tekrarlandı. Bu yöndeki hareketler, bu tehditlerin izalesi için açıkça en dürüst ve en az külfetli yoldur. Neredeyse tüm dünya tarafından desteklenmektedir.

Bu türden önlemleri yüklenebilecek bir fırsat geçtiğimiz ay bu konuyla ilgili uluslararası bir konferans Helsinki’de planlandığında ortaya çıktı.

Bir konferans yapıldı ancak bu planlanan değildi. Sivil toplum örgütleri sadece Finlandiya Barış Birliği’nce düzenlenen alternatif konferansa katıldılar. İran’ın katılmayı kabul etmesinin ardından planlanan konferans Kasım’da Washington’ca iptal edildi.

Obama Yönetimi’nin resmi nedeni “bölgedeki siyasi karmaşa ve İran’ın yayılmamaya muhalif duruşuydu”. AP’nin haberine göre ayrıca “konferansa yaklaşım konusunda” da bir ABD’de fikir birliği yoktu. Bu neden, bölgedeki yegane nükleer güç olan İsrail’in çağrıyı “baskı” olarak nitelendirerek katılmayı reddetmesi gerçeğiyle de örtüşüyordu.

Görünen o ki Obama Yönetimi, “bölgenin tüm üyeleri katılına kadar şartlar uygun değil” yönündeki eski duruşunu koruyor. Birleşik Devletler, İsrail’in nükleer tesislerini uluslararası incelemeye altına sokacak önlemlere izin vermeyecektir. Ayrıca ABD, “İsrail’in nükleer tesisleri ve faaliyetlerinin kapsamı ve doğası” hakkında bilgileri de yayınlamayacaktır.

Kuveyt haber ajansı derhal “Arap devletler grubu ve NAM üyelerinin nükleer silahlar ve diğer kitle imha silahlarından arındırılmış bir bölgenin Ortadoğu’da tesisi için bir konferans düzenlenmesine yönelik faaliyetlerini sürdürmede mutabık kaldıklarını” duyurdu.

Geçen ay BM Genel Kurulu, İsrail’in NPT, 174-6’ya dahil olmasını isteyen bir kararı oyladı. Hayır diyenler aynıydı: İsrail, Birleşik Devletler, Kanada, Marshall Adaları, Mikronezya ve Palau.

Birkaç gün sonra Birleşik Devletler, Nevada’daki test bölgesine uluslararası gözlemcilerin girmesini yasaklayarak bir nükleer silah testi gerçekleştirdi. Hiroşima Valisi ve bazı Japon barış grupları gibi İran da protesto etti.

Nükleer-silahlardan arındırılmış bir bölge tesisi elbette nükleer güçlerin işbirliğine ihtiyaç duyar. Ortadoğu da bunlar Birleşik Devletler ve İsrail’dir ki bunu reddediyorlar. Her yerde durum aynıdır. Afrika ve Pasifik’te bu türden bölgeler beklemededir zira ABD, kontrol ettiği adalardaki nükleer silahlarının varlığını sürdürmede ve yenilemede ısrar etmektedir.

Helsinki’de STK toplantısı düzenlenirken, İsrail lobisi iştiraki Yakın Doğu Politikası Washington Enstitüsü’nün nezaretinde bir akşam yemeği gerçekleştirildi.

 “Gala” ile ilgili İsrail basınındaki heyecanlı bir haberde Dennis Ross, Elliott Abrams ve “Obama ve Bush’un eski baş danışmanları” katılımcılara “eğer diplomasi başarılı olmazsa başkanının (İran’ı) önümüzdeki sene vuracağı” güvencesi verdiği ifade edildi.

Amerikalılar diplomasinin nasıl bir kez daha başarısız olduğunu çok zor farkına varırlar. Bunun basit bir nedeni vardır. Çünkü Birleşik Devletler’de “en ölümcül” tehdidi adresleyen en aşikar yolun kaderiyle ilgili neredeyse hiçbir haber çıkmaz. Bu yol da Ortadoğu’da nükleer-silahtan arındırılmış bölgenin tesisidir.

Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir. 

Haber Ara