Dolar

34,8957

Euro

36,7306

Altın

3.012,17

Bist

10.058,63

İslam'da Müspet Milliyetçilik sınırı neresidir?

Bugün maalesef bazı dindar Kürt kökenli vatandaşlarımızın ya da dindar Türk kökenli vatandaşlarımızın menfi milliyetçilik düşüncesine yakın davranışlar sergilemesini üzüntü ile karşılıyoruz.

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-01-02 11:34:18

İslam'da Müspet Milliyetçilik sınırı neresidir?
TIMETURK / Ekrem Ata

Milliyetçilik konusunda yeniden bazı tariflere ihtiyacımız var görünüyor. Kavmiyetçilik hastalığı maalesef habis bir ur gibi İslam Âleminin içine girmiş. Özellikle 1789 Fransa ihtilalinden sonra Avrupa’yı kasıp kavuran bu akım iki büyük dünya savaşı ile neticelendi. Sonrasında tüm Avrupa devletleri süratle bu illetten kurtuldu ve geçmişe sünger çekerek düşmanlıklarını unuttular, ittifaklarını sağladılar. Irkçılık faaliyetlerini de kanun ile yasak kapsamına alarak bir şekilde koruma reflekslerini geliştirdiler. Yoksa bir Alman vatandaşının bir İngiliz ya da Fransız vatandaşına duyduğu muhabbet yok mesabesindedir. Ama menfaatleri bir arada olmalarını gerektiriyor.

Bizi ise bir arada tutacak binlerce birler var. Hâlıkımız bir, Rezzakımız bir, Peygamberimiz bir, kıblemiz bir, kitabımız bir, vatanımız bir. Binler kadar bir, bir... Bu kadar birden ancak uhuvvet, muhabbet ve vahdet ortaya çıkar, çıkması gerekiyor. Cenab-ı Hak Hucurat suresi 13 ncü ayetinde buyuruyor;

"Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir."

Öyle ise alıp veremediğimiz nedir? Niçin bir arada yaşamayı beceremiyoruz?

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki milliyet fikri bu asırda çok ileri gitmiş. Özellikle dessas Avrupa zalimleri de bu hastalığı içimizde canlı tutmak için elinden geleni ardına koymuyor. Bu açıdan hiç kimseye milliyet fikrini bırak diyemeyiz. Ancak milliyetçiliğin iki veçhi var. Menfi milliyetçilik ve müspet milliyetçilik. Menfi milliyetçilik başka milletleri kabul etmez ve diğer milletleri yutmakla beslenir. Diğer milletlere de adavet eder. Bu ise cahiliye adetlerindendir. Müspet milliyetçilik ise içtimai hayatın ihtiyacından ileri geliyor. Teavün ve tesanüt düsturlarının sağlanmasına vesile olur. Menfaatli bir kuvvet elde edilmesine sebeptir. İşte bu fikir İslamiyet’e hizmetçi olmalı, kale olmalı ve onun zırhı olmalı. Yoksa onun yerine geçmemeli. Yoksa kuvvetimiz parçalanır. Selahaddin Eyyubi gibi bir İslam Kahramanı’nın kökeni ve kimliği konusunda tarihçiler (Türk, Kürt ya da Arap) tereddütlüdürler. Üç görüş de vardır. Ama biz kendisini İslamiyet hesabına severiz ve mübarek şahsını haçlı seferlerine karşı yaptığı amansız mücadelesi ile hatırlarız. Kendisine 1187 yılında 88 yıl işgal altında tutulan kutsal mekân Kudüs’ün yeniden fethedilmesi hesabı ile hürmet ederiz. Bunları çabuk unutuyoruz. Ama bazıları bir şeyleri hiç unutmuyor. 11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs'e giren İngiliz Orduları Komutanı Orgeneral Edmund Henry Hynman Allenby Selahaddin Eyyubi'nin mezarına vurarak; 'Kalk Selahaddin biz yine geldik' şeklinde bir konuşma yapmıştır. Ve halen gitmediler.

İşte Türkler ’in 600 sene değil belki ta Abbasilerden bu yana 1000 yıldır Kur’an-ı Hâkimin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okumasındaki kuvveti müspet milliyet fikrinden ileri geliyor. Kendi milliyetlerini İslam’a ve Kur’an’a kale yaptılar ve inşallah aşağıdaki ayete güzel bir misal oldular.

“Allah öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihad ederler." Mâide Sûresi, 5:54.”

Hem bu milletin bir özelliği de var ki oldukça dikkat çekicidir. Nerede bir Türk varsa mutlaka Müslümandır. Eğer Müslüman değilse Türklükten de çıkmıştır. Diğer unsurlar gibi Müslim ve gayri Müslim olarak iki kısma ayrılmamıştır. Eğer Müslümanlıktan çıkmışsa Türklükten de çıkmıştır. Macarlar gibi. Bu da kaderin bize bir işaretidir ki Türklerin milliyetinin İslamiyet ile imtizaç ettiğini gösteriyor.

Bugün maalesef bazı dindar Kürt kökenli vatandaşlarımızın ya da dindar Türk kökenli vatandaşlarımızın menfi milliyetçilik düşüncesine yakın davranışlar sergilemesini üzüntü ile karşılıyoruz. Bu hastalıktan derhal kurtulmalıyız. Efendimizin (SAV) 14 asır önce veda hutbesinde buyurduğu o çağlar üstü mesajına o kadar ihtiyacımız var ki;

"Ey insanlar!
"Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır.”
Özellikle bir tehlike daha var. Bölge halkı ile ilgili kanaatlerimizi kesinlikle alınan oyların dağılımı ile değerlendirmemeliyiz ve bu partiye oy verenler şu kanaatte, şu partiye oy verenler de bu kanaatte deme kolaylığına girmemeliyiz. Bölge halkını tanıyanlar çok iyi bilirler ki halkın en önemli karakteristik özelliği dindarlığıdır. Particilik de ayrı bir bölücü unsur olmamalıdır. Bizi bağlayan birler üzerinde dersimize tekrar detaylı çalışmalıyız. Yaşanan bunca olumsuz gelişmelere karşılık Kürt kardeşlerimiz üzerinde yapılan bağımsız anket araştırmalarında Türk bayrağı benim bayrağımdır diyenlerin oranı % 95, Türklerle ortak bir geleceğimiz olsun istiyoruz diyenlerin oranı da % 91. Bu rakamları iyi okumalıyız.

100 sene önce bölge için konulan teşhis aynı şekilde güncelliğini koruyor.

“Bizim üç büyük düşmanımız vardır ki, bizi harap etmektedir. Cehalet, fakirlik ve ihtilaf (birbirimize olan düşmanlık, ayrımcılık). Bu üç büyük düşmana karşı eğitim, sanat ve ittifak silahıyla mücadele edeceğiz.”

Herhalde bu yöndeki gayretlerimizi parti anlayışından uzak bir yaklaşım ile masaya yeniden yatırmalıyız ve çözümü kendi iç dinamiklerimizde aramalıyız. Yoksa din mülahazalarından uzak çözüm arayışları boşa zaman kaybetmektir. Umarım çabalarımızı boşa harcamayız. Özellikle din olgusundan uzak yetişen Türk ve Kürt gençliği bu birleşmenin önündeki en büyük engeldir. Dine lakayt kalmamızın faturasını ödemekten Allah’a sığınırız. Bu yönde yapılan bazı müspet çalışmaları da sevinerek izliyoruz.

Cenab-ı Hak bu yolda başımızdakilerin başlarından aklı, kalplerinden imanı, kararlarından feraseti eksik etmesin inşallah…
SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara