Mısır ve Türkiye'nin işbirliği Ortadoğu'da aklın sesidir
Mısır'ın Ankara Büyükelçisi Türkiye Mısır ilişkilerinin Ortadoğu'ya yansımasını yazdı
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-12-31 10:26:09
Mısır Cumhurbaşkanı Muhammet Mursi, başkanlık görevine geldikten sonraki ilk aylarda Adalet ve Kalkınma Partisinin düzenlediği bir konferansta konuşma yapmak üzere Türkiye’yi ziyaret ettiğinde, Türkiye’deki bazı muhalefet parti liderleriyle de görüştü. Bu partilerin önde gelen liderlerinden biri, Cumhurbaşkanı’na Türkiye’deki bütün siyasi güçlerin, Mısır ile iş birliğinin geliştirilmesinin önemi konusunda genel bir anlaşma sağladıklarını ifade etti. Bu da Türkiye’deki siyasi eğilimlerin özellikle de dış politikayla ilgili olarak üzerinde uzlaşabildikleri az sayıdaki meselelerden biridir. Şüphesiz ki Türkiye’nin son zamanlarda İran, Irak ve Suriye ile bozulan ilişkilerine kıyasla özellikle de devrimden sonra Mısır ile iş birliği, Türk dış politikasında en büyük başarıyı temsil etmektedir. Çünkü devrimden sonra Mısır’daki siyasal sistemin değişmesi, Kahire ile Ankara arasındaki ilişkilerde güvenilir bir yakınlaşma sağlanması sonucunu doğurdu. Mısırlı yetkililer, Türk hükûmetinin Mısır devrimine verdiği desteği ve ekonomik yardımları takdirle karşılamaktadır. Öncelikle devrim sırasında Türk yatırımlarının Mısır’da kalmasını ve gelişmesini teşvik ettiler. Ödemeler dengesinin desteklenmesi ve bazı hayati projelerin finansa edilerek geçiş dönemindeki zorlukların atlatılması kapsamında Mısır’a, ekonomisine yardım amacıyla iki milyar dolara ulaşan kredi paketi sağlandı.
Mısırlıların ve Türklerin, ülkelerinin oynamasını istedikleri rol konusunda kendilerine bakış ve tanımlama tarzları arasında çarpıcı bir benzerlik olduğuna, hatta iki halkın bireylerinin birbirlerine mazisinin ve geleceğinin aynasıymış gibi bakışına, ülkemin Anadolu’daki Büyükelçisi olarak garipsemeksizin dikkat çekmeden geçemiyorum. İki ülkenin basın mensuplarından ve aydınlarından, ülkemin, Türk modelini örnek alıp almayacağı veya Mısır’da olanların Türkiye’nin yakın geleceğinde olabileceklerin bir izdüşümü olup olmadığı gibi konularda sorular almam güzel bir şey. Hatta iki ülkedeki bazı politikacı ve entelektüeller, neredeyse birbirinin aynısı olan komplo teorileri ileri sürmektedir.
Özellikle Mısır devriminden sonra iki ülke arasındaki büyük yakınlaşmayı haklı kılan, bu eş duyguların yaratılmasına ve desteklenmesine katkı sağlayan bin yıllık tarih boyunca var olan ilişkilerin karmaşıklığı ve coğrafi koşulların benzerliği analistler için sır değil. Aşağıdaki makalemde konunun farklı yönlerini ve sebeplerini, iki ülke ve bulundukları bölgenin çıkarları için istifade etme yollarını sunmaya çalışacağım.
Mısır açılımı, Türkiye’nin, 1987 yılında Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu yaparak çağdaş Türkiye’nin kalkınma çabalarının başlama işaretini veren Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapan Turgut Özal zamanından beri değişmez politikasıdır. Buna paralel olarak o, özellikle de Mısır başta olmak üzere komşu ülkelerle iş birliğini kaçınılmaz görüyordu. En ufak şüphe yok ki Türk açılımı, Mısır devriminden sonra artan bir Mısır açılımıyla karşılık buldu. Bu, sadece Hürriyet ve Adalet Partisi ile sınırlı kalmayıp bütün Mısır partilerine ve iki ülkedeki ekonomik ve kültürel teşekküllere uzanmaktadır. Bu bağlamda iki halk, geçen yüzyılda komşu kardeşler arasında onlarca yıldır süren Türk yokluğunu telafi etmek istiyor. Ancak halkların tarihinde bu süre, özellikle de Türkiye ve Mısır’ı birbirine bağlayan tarihsel ve kültürel bağları göz önünde bulundurduğumuzda kısa bir süredir.
--Türk Modeli--
Geçen yüzyıl boyunca her iki toplumun tarihî ve farklı siyasi koşulları nedeniyle karşı karşıya kaldığı bazı yapısal dengesizlikleri düzelten dengeli bir durum yaratılması için iki halk ve hükûmet arasındaki karşılıklı etkileşim ve yakınlaşmadan yararlanmanın önemine dikkat çekerek başlamak istiyorum. 1922 yılında Türkler Atatürk liderliğinde İslami hilafetle beraber din ve şeriata işaret eden her şeyi anayasalarından ve siyasi anlaşmalarından kaldırdı. Mısırlılar ise o vakit, 1923 yılında yeni anayasalarında devletin dini olarak İslam’ı, kanunlarının kaynağı olarak İslam şeriatını kabul ederek günümüze kadar muhafaza etti.
Türkiye, dinin sosyal ve siyasi rolüyle savaşan köktenci bir laiklik yaşadı. İslami okullar ve Hristiyan okulları kapatıldı. Hatta bir dönem ezanın Arapça okunması bile yasaklandı. Dolayısıyla Mısır ve Türkiye’nin deneyimlerinin birbirine benzediğini söyleyemeyiz. İki ülke partilerinin siyasi yapıları dahi farklıdır. Mısır’da birçok insanda, Adalet ve Kalkınma Partisini İslami bir parti olarak görme gibi hatalı bir görüş hâkimdir. Fakat gerçekte o, laikliği devletin bütün dinlere eşit mesafede durması olarak açıklayan laik, muhafazakâr bir partidir. Üyelerinin ve liderlerinin çoğunluğunun dindar olmasını engelleyen bir durum yoktur. İki ülkenin deneyimleri arasındaki bu farklılıklar, tarihî gelişmelerdeki farklılıklara dayanır fakat yine de ikisi arasında karşılıklı etkileşim kapısını açabilir.
Öte yandan Türklerden bazıları dinî eğitim almak için çocuklarını el Ezher’in üniversitelerine, liselerine ve okullarına göndermektedir. Türkiye’de dinî eğitim kısıtlı olduğundan başörtülü kızlarını Mısır üniversitelerinde eğitim almaya gönderenler oldu. Böylece kapalı genç kızlar hakları olan üniversite eğitimini alabildi. Mısır’da bazı siyasal İslamcılar Türkiye’de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin sosyal ve ekonomik meselelere verdiği öneme ve genç iş adamları oluşturarak on yıl gibi bir sürede Türkiye’de büyük bir ekonomik sıçrama başarısı göstermesine hayranlıklarını, hatta bunu kendilerine rehber edindiklerini gizlemiyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 seçimlerinde İslami Refah Partisinden ayrılarak kendini yeniden yapılandıran bir parti konumdaydı. Dindar olmayan, önde gelen fikir adamlarını ve uzmanları kendi çatısı altına aldı. Parti kurucularından birisi bana bu partinin ilk seçim programının hazırlanışını anlattı. Kurucular, toplanıp öncelikleri sıralayarak bunu, çoğunluğun desteğini alacak iyi bir seçim programı olabilmesi için parti üyelerine ve parti üyesi olmayan bir guruba sundu. Beş sosyal mesele ortaya koydular: iş, eğitim, sağlık, kamu hizmetleri ve vergiler. Ayrıca dinî okullar, başörtüsü ve dinî vakıflar gibi dinle ilgili de beş mesele ortaya koydular. Çoğunluğun sosyal meselelere mutlak öncelik tanımasına hepsi çok şaşırdı. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi kurucuları parti programlarının dinle ilgili meselelerden arınmış olmasında karar kıldı. Zaten bu da dini, siyasete alet etmeyi yasaklayan siyasi sitemlerine uymaktadır.
Büyüyen bu parti toplumun önemsediklerine ve toplumla beraber yükselme üzerine odaklandı. 2002 yılındaki ilk seçimlerde yüzde 30, ikincide yüzde 45, üçüncüde ise yüzde 50 oy alarak başarılı oldu. Bu, Batı demokrasilerinde bile görülmüş bir şey değildir. Genelde iktidarda kalan hükûmet kendini destekleyenlerin oranında düşüş yaşar. Diğer taraftan Türkiye’deki iktidar partisi, parlamentoda yüzde 60 oranında sandalyeye sahip olmasına rağmen, yeni anayasa taslağını hazırlayacak komisyon, dört partiden eşit oranda 12 üyenin katılmasıyla oluşturuldu. Hatta parlamentoda yüzde 10 oy bile alamayan Kürt partisinin dahi çoğunluk partisiyle eşit olarak komisyonda üç üyesi var.
Türkiye’nin Deneyiminin Ana Hatları
Belki de Mısırlıların çoğunluğu Türkiye’nin deneyiminin farklı yönlerine hayranlık duymaktadır. Türkiye’nin başarısı tek başına bu hayranlığın kaynağı değildir. 20 yıl önce iki tarafın millî gelir gibi ekonomik rakamları birbirine yakındı. İki ülkenin ister yüz ölçümü, ister nüfus sayısı bakımından sahip oldukları sorunlar ve koşullar da birbirine benzemektedir.
Türklerin Avrupa Birliği'ne katılmaya yönelmesi ve Kopenhag kriterlerine uyarak Avrupai biçimde siyasi ve ekonomik başarılara adım atmaya başlamasından beri olumlu bir gelişme ortaya çıktı. Bugün Türkiye’de üretilen her ürün Avrupa pazarında hemen kabul görmektedir. Bu gelişme, sadece sanayi, ziraat ve sulamada kendini göstermekle kalmamaktadır. Bunun yanında yargı kararlarına saygı, bireylere hürriyetlerin verilmesi alanlarında da kendini göstermektedir. Örneğin, Türklerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru haklarının kabul edilmesi gibi. Bütün bunlar, o teveccühün farklı yönlerinden ibarettir.
Burada, Türkiye’deki kalkınmayı fabrika ve tesis sahiplerinin, küçük ve orta ölçekli işletmelerin gerçekleştirdiğine dikkat çekmek isterim. 2002 yılından günümüze Türkiye’deki yatırımlara katkıları yüzde 50’yi geçmiştir. Çünkü yatırım pazarındaki sermayeleri (yeşil) yenidir. Daha önceleri büyük sermayelerin egemenliği altındaki pazara girmekte tereddüt ediyorlardı. 80’li yıllardan beri özellikle başta Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetinden olmak üzere Türkiye hükûmetlerinden teşvik almaya başladıklarında, bugünkü Türkiye’nin kalkınmasına katkı sağlamak için harekete geçtiler. Bu da Türkiye’nin dünyanın 17. büyük ekonomisi olmasını sağladı. Son on yılda trilyon dolara ulaşmak amacıyla millî gelir üçe katlandı. (Mısır’ın millî gelirinin yaklaşık üç katı)
Türkiye’nin deneyiminin başarısının diğer bir yönü de kapsamlı ulusal hizmetleri gözetmede devletin oynadığı roldür. Türkler 80’li yıllardan beri özel sektörün rolünün artması ve açılım politikasına geçiş bakımından bizim 70’li yıllarda yaşadıklarımızı yaşadı. Ancak Türk devleti serbest pazar ekonomisine geçmekle eğitim, sağlık, enerji ve ulaşım gibi kamu hizmetlerini gözetme rolünden ayrılmadı. Özel sektörün bu alanlardaki rolü yüksek fiyata kaliteli hizmet arayanlar için yatırımları tamamlayıcı bir roldü. Ancak günden güne iyileşen temel hizmetler, hükûmetin sunduğu hizmetlerdir.
Örneğin, özel okullar, Türkiye’deki okullar içerisinde yaklaşık yüzde 10’luk bir oranı oluşturmaktadır. Geriye kalanlar devlete aittir. Buradaki yatırım oranı, Türkiye’nin millî gelirinin yüzde 4’ü nispetindedir. Üniversite eğitimi alanında 188 üniversite vardır. Bunların 104’ü resmî, 9’u meslek eğitimi üniversitesi, 68’i ise vakıf üniversitesidir. Bunlar kâr elde etme amaçlı değildir. Katılımcılar, gerekli olan sermayeyi temin ederler. Devlet, gözlemci olarak başarılı öğrencilere bedava, ekonomik gücü olanlara ise üniversiteye mali destek sağlamaları karşılığında hizmet sunarak katkı sağlar. Ekonomik olarak gücü yetmeyen başarılı öğrencilere farklı finansman kaynaklarına sahip bu seçkin üniversitelerde eğitim fırsatı oluşur. Bütün üniversiteler ister resmî, ister özel olsun devletin eğitim politikasına uymak durumundadır. Türkiye pazarının ihtiyacına yetecek sayıda öğrenci kabul edilir. Her bölüm, devletin tayin ettiği şekilde pazarın ihtiyacı olan kabul edilecek öğrenci sayısını kendisi belirler.
Türkiye’nin mahalli idarelerin uygulama alanı olduğu özerkleşme konusunda da lider bir deneyimi vardır. Karar sahibi yönetici yerel sorumluların seçimi özerklik sistemine göre yapılır. Diğer taraftan yerel idareler, görevliler için siyasetçi yetiştiren okul niteliğindedir. Örneğin, Türkiye Başbakanı Erdoğan siyasi başarısını 1994 yılında İstanbul’a belediye başkanı seçilip ilk üç yılda herkesin gözlemlediği projelerde yolsuzluklarla mücadele ederek elde ettiği başarılar üzerine tesis etmiştir. 90’lı yıllarda İstanbul’u ziyaret edenler, Haliç ve Boğaz’a akan kanalizasyon sularından çıkan kötü kokular nedeniyle girilmesi mümkün olmayan yerleri görmüşlerdir. Bugün o bölgeler konferans merkezleri ve turistik tatil alanlarına dönüşmüştür.
Türkiye-Mısır İş Birliğinin Bölgesel Etkisi
Kahire ve İstanbul, Osmanlı devletinin son döneminden beri görüş ve deneyimlerini paylaşırdı. Hatta bazen fikirler Kahire’de oluşur, İstanbul da uygulanırdı. Vekayi-i Mısıriyye gazetesi dünyada Türkçe çıkan ilk gazetedir. Şüphesiz 200 yıldan bu yana iki ülke arasında deneyim paylaşımı vardır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını almak istemesi ve Kütahya’ya kadar gelerek Anadolu’yu işgal etme girişimine rağmen, o dönemdeki Osmanlılar ve bugünkü Türkler, Mısır yönetimindeki Mehmet Ali Paşa ve kendisinden sonra yönetime gelen aile bireylerini takdir etmektedir. Bilindiği gibi diğer Osmanlı vilayetlerini idare eden görevliye vali adı verilirken, Mısır’ı idare edenlere hidiv adı verilmiştir. Bir Türk tarihçisinin -kendi görüşüne göre- Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın galip gelmesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünü günümüze kadar uzatacağını ve kalkınmasına vesile olacağını ifade etmesi bende unutulmaz bir iz bıraktı. Ancak o dönemdeki batı imparatorlukları bunun farkına vararak gerçekleşmesine izin vermedi. Mehmet Ali Paşa ve ailesinin İstanbul Boğazı’nda yaptırdığı saraylar, (Avrupai tarzda asrının eşsiz örneği) iki ülkenin tarih ve kültürünün birbirine bağlanmasında bu ailenin oynadığı rolün tanıkları olarak hâlâ ayaktadır.
Mısır ve Türkiye halkları Orta Doğu nüfusunun yarısını oluşturur. Suriye’nin bütünlüğünü muhafaza eden, azınlıkları koruyan demokratik bir sistemde halkın isteklerinin gerçekleşmesine vesile olacak barışçıl bir geçiş yönetiminin oluşması ve Suriye halkının maruz kaldığı kıyımın sonlandırılması zarureti ile Filistin devletinin kurulması ve Orta Doğu’da barışın sağlanmasıyla ilgili her iki ülkenin dış politikaları, temel prensiplerde birbiriyle uyumludur. Dolayısıyla Mısır’ın bu kardeş ülkedeki kötü durumun barışçıl çözümü için bölgedeki dört ülkeyi (Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan, İran) bir araya getirme girişimlerine Türkiye’nin de katılmak istemesi çok doğaldır. Bu sorun, komşu ülkelerin istikrarı ve bölgenin tamamı için tehlike oluşturmaktadır. Mısır’ın dörtlü girişimiyle sorunun çözümü konusunda ilerleme sağlanarak kardeş Suriyelilerin kanının akması durdurulabilir ve bölgede yeni bir iklime kapı açılabilir. İran’ın Batı ülkeleriyle olan nükleer sürtüşmesiyle birlikte sorunları zorlaştırmaya katkı sağlamak yerine çözümüne katkı sağlaması mümkündür. Bu konuda Türkiye ve Mısır’ın (devrimden sonra) stratejileri aynıdır. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, stratejik derinlik kitabında Mısır, Türkiye ve İran’ın Orta Doğu’nun üç temel direği olduğunu, aralarında anlaşma olmaksızın bölgede uzun süreli istikrarın sağlanmasının mümkün olmayacağını vurgulamıştır.
Türkiye, Filistin uzlaşmasında Mısır’ın çabalarına tam destek verdi. Yöneticileri sık sık ve açıktan açığa Mısır’ın çabalarını desteklediklerini belirtti. Türkiye’nin siyasi hedefleriyle uyuşan bu çabalarla rekabet etme isteği yoktur. Filistin’in gözlemci üye devlet olma hakkını elde etmesi için iki ülkenin Birleşmiş Milletlerde gösterdiği iş birliği, daha sonra da geçen ay Hamas ile İsrail arasında ateşkesin sağlanması için Mısır’ın çabalarının başarıya ulaşmasında gösterdikleri iş birliği somutlaşmıştır. Ayrıca Mısır ve Türkiye’nin nükleer silahlanma yarışının durdurulması, Orta Doğu da kitle imha silahlarından arındırılmış İsrail ve İran’da dâhil bütün bölge ülkelerini kapsayan bir bölgenin inşası konusundaki tavırları birbirine uygundur.
Mavi Marmara baskınından sonra Türkiye ile İsrail arasında patlak veren krizin akabinde Mısır da Türkiye’nin tavrını destekledi. Bu saldırının masum Türk vatandaşlarının katledilmesiyle sonuçlanmasına rağmen Türkiye, olayla ilgili uluslararası soruşturma yapılması isteğiyle yetindi. İsrail’den tazminat ve resmî özür talep etti. Ancak İbrani devletinden bazı askerî malzeme elde etmeyi muhafaza ettiği gibi İsrail ile ticari ilişkilerini de korudu. En azından akılcı bir siyaset izleyerek çıkarlarını korumuş, uluslararası toplumu yanına çekmiştir. Mısır-Türkiye iş birliği bölge ülkelerinin örnek alabileceği bir model olmalıdır. Ayrıca Türkiye’nin ve Mısır’ın ılımlı ve akılcı iklimin oluşturulması yönündeki çağrılarının adil bir barış sağlanmadan bölgede etkili olamayacağını anlamaları için İsrail liderlerine ve İsrail’e bir mesaj taşımalıdır. Şu anda Mısır ve Türkiye’de açık olarak halkın isteklerine cevap veren iki demokratik hükûmet vardır. Bu, İsrail’in faaliyetlerine ve işgal altındaki Filistin halkına baskısına sesiz kalmanın mümkün olmadığı anlamındadır. Demokrasi üreten hükûmetlerin halkın isteklerine göz kapaması mümkün değildir.
Mısır ile Türkiye Arasındaki İkili İş Birliğinin Perspektifi
Orta Doğu’da barışın sağlanması yönündeki çabalar, iş ve eğitimde daha güzel fırsatlar elde etmeyi arzu eden çoğunluğu gençlerden oluşan iki halkın çıkarına sosyal ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirme çabalarına odaklanma konularında Mısır ve Türkiye’nin çıkarları birbirine uymaktadır. Özellikle Mısır’daki Ocak devriminden sonra iki devletin iş birliği ve ekonomilerini olgunlaştırmaları, gelirlerini katlamada altın bir fırsat sunmaktadır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hiçbir davet almaksızın devrimden sonra (Mart 2011) Mısır’ı ilk ziyaret eden devlet başkanıdır. Peşinden aynı yılın eylül ayında Başbakan Erdoğan bir ziyaret gerçekleştirdi. Her ikisi de uluslararası basına ve Türk yatırımcılara yönelik açıklamalarında ve mesajlarında, Mısır’ın demokrasiye doğru geçiş dönemini barışçıl bir şekilde atlatmaya ve kısa sürede başarılı olmaya gücünün yeteceğini iddialı bir şekilde vurguladı. Bu durum, Türkiye ile ekonomik iş birliğinin 25 Ocak devriminden sonra geçen iki yılda büyük bir sıçrama gerçekleştirmesiyle sonuçlandı. 2011 yılı başlarında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 3 milyar dolarken, bu yıl sonunda 4,1 milyar dolara yükseldi. Ülkemizin o dönemde yaşadığı bütün sıkıntılara rağmen, Mısır’ın Türkiye’ye yaptığı ihracat 1 milyar dolardan yaklaşık 1,5 milyar dolara yükseldi. Eğer Türkiye ile ticaret hacmi bulunduğumuz yılın ikinci yarısında da birinci yarısındaki oranda artış göstermeye devam ederse iki ülke arasındaki ticaret hacmi 5 milyar doları aşacaktır. Bu rakam, gelecek yılda gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz rakamdır.
Hâlihazırda ister yatırım, ister ithalat ve ihracat alanlarında olsun Mısır ile iş yapan yaklaşık 7 bin Türk şirketi vardır. Mısır’da iş yapan 200 Türk şirketi, 1,5 milyarlık yatırımla yaklaşık 100 fabrika kurdu.
Birçok Türk yatırımcı da Mısır’da yeni yatırımlara başlama kararı almak için Mısır’ın yeni yatırım politikalarını açıklamasını beklemektedir. Bunların içinde turizm alanında çalışanlar, ülkemizde faaliyetlerini başlatmak üzere olan Türkiye’deki büyük otel zincirleri ve elektrikli ev aletleri şirketleri, Mısır pazarında yatırım yapmak istemektedir. Diğerleri de Sina’da yatırım yapmayı arzu etmektedir. İki Türk şirketi, RORO gemileri kullanarak Avrupa mallarının Mısır üzerinden Arap Körfezi’ne ve Afrika’ya taşınması için Mersin ve İskenderun limanlarından, İskenderiye ve Portsait limanlarına deniz taşımacılığı başlattı.
Bu, gelecekte Türkiye’nin arkasında olduğu işlere güven mesajı taşıyacaktır. Şüphesiz bizi Türkiye’ye bağlayan bağların etkileri, Türkiye ile sınırlı kalmayacaktır. Ankara’nın katılmak istediği Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkileri vardır. Ankara’daki Mısır Büyükelçiliği de aynı alanda iş yapan Türkiye şirketleri, Avrupa ve Mısır şirketlerini ortaya çıkarmak için Avrupa Birliği heyetiyle iş birliği yapmaktadır. Bu da daha çok Türkiye ve Avrupa yatırımının ve teknolojisinin Mısır’a naklinin önünde bir kapı açılmasını mümkün kılacaktır.
Bugün bizim iki ülke arasında stratejik iş birliği konseyimiz vardır. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz ay Mısır’a başarılı bir ziyaret gerçekleştirdiğinde bu konsey, toplanarak ortak yatırım ve birçok iş birliği anlaşmaları yapıldı.
Erdoğan, Kahire Üniversitesinde hocalara ve öğrencilere hitaben yaptığı etkili konuşmasında iki halkın, iki ülke iş birliğinden beklentilerini ve arzularını şöyle özetlemektedir:
Değerli Kardeşlerim,
Ülkelerimiz Mısır ve Türkiye bölgede iki güçlü ülkedir. Bu iki eski medeniyet tarih boyunca beraberdi ve daima kardeştik. İstiklal marşı şairi Mehmet Akif ve Nobel ödülü alan Mısırlı yazar Necip Mahfuz Han Halil’deki Fişavi kahvesinde beraber oturdu, aynı havayı teneffüs etti ve vatanlarını yazdı. Bizler de dilimiz farklı olsa da birbirimizin ezgilerini dillendiriyoruz. Sınırlar, bizi coğrafi olarak ayırsa da kalplerimizi ayırmaya veya gönüllerimizi parçalamaya yetmemiştir. Çünkü Türkiye ve Mısır’ın kalbi birlikte atar. Nil ile Fırat ırmakları aynı gönülden doğup, aynı gönlün denizine dökülürler. Şüphesiz Trabzon, İzmir, İstanbul ve Antalya kıyılarını okşayan su, İskenderiye sahilini okşayan aynı Akdeniz’in suyudur. İnşallah biz, nehirlerimizin, denizlerimizin ve medeniyetlerimizin bir olduğu gibi bu bölgelerde beraber olacağız. Türkiye ve Mısır birbirlerini tutup aynı istikamete baktıkça, bu topraklarda barış türküsünden başka bir türkü söylenmeyecektir. Biz bugün ve yarın el ele tutuştukça bu toprakları ağıtlar değil, barışın ezgisi saracaktır.(Elahram)
SON VİDEO HABER
Haber Ara