Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Rusya'nın Asya Stratejisi

Uzun vadeli ve kapsamlı bir Asya stratejisinin derhal hazırlanması gerekiyor. Ve bu strateji, sadece Siberya ve Uzak Doğu bölgeleriyle değil, ülkenin kalkınma stratejisiyle bağlantılandırılmalı; iç politika ile uyumlaştırılmalı.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-12-27 14:03:42

Rusya'nın Asya Stratejisi

Sergei Karaganov *
Uzun vadeli ve kapsamlı bir Asya stratejisinin derhal hazırlanması gerekiyor. Ve bu strateji, sadece Siberya ve Uzak Doğu bölgeleriyle değil, ülkenin kalkınma stratejisiyle bağlantılandırılmalı; iç politika ile uyumlaştırılmalı. Çin'in şu an sürdürdüğü kalkınma sürecini uzun vadede devam ettiremeyeceğine dair gizli -ancak çoğu zaman aleni- bir beklenti söz konusu? Müslüman dünyanın güç durumdaki medeniyeti, bizimkine biraz daha yakın. Avrupa ile yolların ayrılması, ülkenin kimliğini daha da yitirme ve sosyokültürel çürümeyi hızlandırma gibi bir tehdit barındırıyor. Ya Avrupa'ya daha da yaklaşırız, ya da barbarlaşırız. Rusya medeniyeti, halen Avrupa medeniyetinin bir parçası olup, Avrupa medeniyeti olmaksızın Rusya'nın bir medeniyet olarak varlığını sürdürmesi olanaksız olmaya devam ediyor.
Kimi Rus kesimlere göre; Asya'ya doğru yö­nelen ekonomik hareket, Avrupa-tarzı kal­kınma biçiminden ve Avrupa ile yakın ilişk­ilerden bir sapma anlamına geliyor. Son dört yıldır yazdığım her türlü analitik raporda ve yaptığım konuşmalarda Rusya'nın Asya'daki politi­kasını eleştirdim ve bu ülkeyi Asya'nın ekonomik lokomotifine bağlayan bir girişimin olmadığını sa­vundum. Bir yandan da, ABD, Latin Amerika ve -birçok açıdan- Avrupa, kendilerini bu motora son derece başarılı biçimde eklemlemişlerdi.
Gerçekten de son on sekiz aydır durum iyileşme­ye başladı. Hem devlet başkanı hem de başbakan birçok vesile ile Asya'ya ekonomik bir dönüşün ge­reksinimine işaret ettiler. Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın üst düzey yetkilileri, ortaya birçok kez mantıklı öneriler sundular. Çin ile yapılacak yeni projelere dair onlarca protokol ve anlaşma imzalandı. Kimileri şimdiden uygulanıyor (örneğin, Çin'e doğru bir kol eşliğinde, Pasifik yakasına bir petrol boruhattı). Bo- ruhattı inşası başlamış bulunuyor. Ayrıca kağıt hamu­ru ve kağıt üretiminde bulunacak bir fabrika projesi­nin ise, yakın zaman içinde başlayacağı söyleniyor. Öte yandan bir dizi madencilik projesi de başlatılmış burumda. Trans-Siberya karayolu trafiğe açıldı -bu zamana değin böyle bir yola sahip olmayışımız ise, bizim utancımız olarak kalmaya mahkum?
İlginç entelektüel ürünler de çıktı bu süreçte. APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü) bün­yesindeki Rus Ulusal Komitesi, Rusya'nın Pasifik'teki yeni stratejisine dair bir rapor yayımladı. Öte yan­dan, Gorbaçov Vakfı'nda uzman Profesör Viktor Kuvaldin de "Doğu'ya Dönüş" adlı son derece parlak makalesiyle zihinlerde yer etti. Rusya'yı yeni Asya'ya döndürme gereği, birkaç yıl önce doğuyla pek fazla ilgilenmeyen bazı önde gelen uluslararası ilişkiler uz­manları (Yevgeny Bazhanov, Fyodor Lukyanov, Vyacheslav Nikonov ve Dmitry Trenin) tarafından kabul­lenilmişti. Artık buz kırılmıştı.
Ancak, görünen o ki, uzun vadeli ve kapsamlı bir Asya stratejisinin derhal hazırlanması gerekiyor. Ve bu strateji, sadece Siberya ve Uzak Doğu bölgeleriy­le değil, ülkenin kalkınma stratejisiyle bağlantılandırılmalı; iç politika ile uyumlaştırılmalı. Ülkede iddialı, yaratıcı ve eğitimli gençlere -1990 kuşağı- (ki bunlar aslında ülkenin ilk özgür genç kuşağıdır) uygun kari­yer fırsatları bulunmuyor. Bu zamana değin birçok genç insan, ülke dışında yaşamaktan yana eğilim gös­terdiler; öte yandan onlardan daha az eğitimli olan­lar ise, günden güne daha da isyankar hale geliyorlar. Vladimir Putin'in emriyle hazırlanan 2020 Stratejisi, Asya'ya kararlı bir dönüş anlamına gelmiyor. Bunun­la birlikte, bu yine de bir gereksinim.
Ancak; öncelikle farklı düşünce ve eylemlerden gelen insanların, Asya'daki olası stratejilere ilişkin olarak Rusya'nın çıkarlarının nerede olduğunu gör­meleri gerekiyor. Bu denli fazla tartışma ve araştır­manın ardından şu sonuca ulaştım: bizi, mantıklı ve hedefe yönelik bir Asya politikası izlemekten men eden şey; karşımıza çıkan fırsatları görmezden gel­memiz, onları yanlış anlamamız ve bölgedeki ger­çek durumla ilgili efsanelerdir?
Rus kamuoyuna ve elit kesimin büyük bölümüne göre; Çin, halen bir fırsattan ziyade bir tehdit oluş­turuyor. Çin'in Rusya'nın egemenliğini doğrudan tehdit edebileceğine inanılıyor. Aynı zamanda, Rus­ya'nın halihazırdaki kalkınma düzeyi ve imkanlarına dair ciddi bir küçümseme söz konusu? Çin'in şu an sürdürdüğü kalkınma sürecini uzun vadede devam ettiremeyeceğine dair gizli ?ancak çoğu zaman ale­ni- bir beklenti söz konusu?
Bazı Ruslara göre, ekonomik hareketin yönünün Asya'ya çevrilmesi, Avrupa tarzı kalkınma biçimin­den ayrılmakla, Avrupa ile yakın ilişkileri terk et­mekle ve hatta halen demokratik olmamakla eleşti­rilen Çin modelinin benimsenmesiyle eşdeğer. Bir diğer grup ise, halen güç gösterisinde bulunabilece­ğimiz ve Çin'in yolundan gidebileceğimiz umudunu taşıyor. Yenilikçi, ileri teknoloji endüstriyel ürünle­rimizle Yeni Dünya ve Asya'daki piyasalarda kendi­mize yer edinmek için savaşabileceğimiz ve savaş­mamız gerektiği yanılgısı ise, son derece yaygın.
Güneydoğu Asya'ya dair bilgimiz, ekseriyetle, kaplıcalar ve turistik yerlerle sınırlı. Tüm bu korku­ları ve yanılsamaları ele almaya çalışacağım. Asya'da günümüzde yaşanan gelişmelere dair uygun bir tab­lo çizeceğim ve ardından bu hızla büyüyen kıtaya dair bir strateji önerisinde bulunacağım.
Ama, öncelikle, benim açımdan tartışılmaz olan birkaç hakikate parmak basmak isterim.
Rusya'nın Avrupa'ya doğru, kültürel ve siyasi yö­neliminin Asya özelinde bir alternatifi bulunmuyor. Büyük Çin medeniyeti ve onun "periferi" bölgesi (Japonya, Kore, Vietnam ve Hinduçin), Rus siste­minden son derece farklı. Rusya'daki sosyal dene­yimleri de, sahaya uygun değil. Bazı ekonomik yeni­likçiliklerinin derhal kopyalanması ise, bir başka mesele. Müslüman dünyanın güç durumdaki mede­niyeti, bizimkine biraz daha yakın. "Asya'nın kalkın­ma biçimi", bizi ileri bir Asya'ya değil, Afrika'ya taşı­yacak. Zaten daha şimdiden devasa yolsuzluk sicilimiz ve moral-kültür değerlere burun kıvırma­mız dolayısıyla, bu yöne doğru gidiyor sayılırız.
Avrupa ile yolların ayrılması, ülkenin kimliğini daha da yitirme ve sosyokültürel çürümeyi hızlan­dırma gibi bir tehdit barındırıyor. Ya Avrupa'ya daha da yaklaşırız, ya da barbarlaşırız. Rusya me­deniyeti, halen Avrupa medeniyetinin bir parçası olup, Avrupa medeniyeti olmaksızın Rusya'nın bir medeniyet olarak varlığını sürdürmesi olanaksız olmaya devam ediyor. Aynı şekilde, Asya'ya doğru kısmi ekonomik yönlenme ise, Avrupa'dan kopma riskiyle dolu sayılmaz; keza son iki yıldır Rusya, resmi olarak AB ile daha yakın entegrasyon doğ­rultusunda (her ne kadar yüzeysel kalsa da) kararlı bir yönelim sergiledi; geriye kalan askeri sürtüş­melerin (Başkan Medvedev'in yeni bir Avrupa gü­venlik antlaşması fikrini geliştirmesi ve şansölye Angela Merkel'in Rus dış politikasıyla AB'nin dış politikasının eşgüdümüne yönelik yeni bir meka­nizma kurma girişimi) üstesinden geldi. Bununla birlikte, Rusya'da halihazırdaki durum ve AB'nin ilerleme kapasitesinin şu an için zayıf kalması, bu tür fikirlerin hayata geçirilme hızını yavaşlatıyor. Ancak, yine de kılavuz ilkeler belirlenmiş bulunuyor.
Şimdi de Çin'e geçelim?

Bir dizi içsel sebepten dolayı, Çin daha uzunca bir süre hızlı bir büyüme trendi gösterecek. Nüfus artışındaki yavaşlamaya rağmen, önümüzdeki on ila yirmi yıl için istihdam piyasasında herhangi bir azal­ma beklenmiyor. Aynı şekilde, teknolojik moderni­zasyonun hızlanması da, bilim ve eğitim alanına gi­derek daha fazla yapılan yatırımlarla güvence altına alınıyor. Daha şimdiden Çin, dünyada ileri teknoloji mal ihracatının %20'sinden fazla bir bölümüne kar­şılık geliyor. ABD'nin payı ise %İ3; Almanya'nın %9; Singapur'un ise %7. Rusya'nın bu piyasadaki payı gi­derek artıyor.
Çin'deki ileri teknoloji mallar, taklit edilen veya işal edilen bir teknik bilgi aracılığıyla imal ediliyor. Ancak, eğitim ve bilime yapılan yatırımlar, insan kaynaklarının kalitesinin artırılmasına yardımcı olu­yor. Çin, kendi kendine giderek daha fazla yeni tek­noloji geliştirmeye başladı. ABD ise, Çin'in daha şimdiden son derece ileri bir sektörde ?yeşil ener­jide- dünya lideri haline gelmesini telaşla izliyor.

Çin kendi kendine giderek daha fazla teknoloji geliştirmeye başladı
Birçok endüstride, yeni Asya ile olan rekabet saç­ma görünüyor. Özellikle de, Rusya'daki iş gücü­nün güçlülüğü, kalitesi ve her şeyden de önemlisi yüksek maliyeti göz önüne alındığında? Araştırma ve teknik personelin yaşlandığı veya beyin göçünde bu­lunduğu da dikkate alınmalı. Bu durumun değişmesi gerek. Ancak, bu geride kalma eğilimi, son dönem­lerin politikasından kaynaklanıyor. Endüstriyel üre­tim, daha gelişmiş ülkelerden yeni Asya'ya doğru kayıyor. Bu endüstrilerden birkaçı üzerine eğilim, on­ları Avrupa'daki endüstri kollarıyla birleştirmek ve Trans-Avrupa düzeyde bir imalat kompleksi yarat­mak gerekiyor. Ancak, tüm cephelerde savaşmak, yeni endüstriyelleşmeye yönelik ihtiyacı beyan et­mek, zararlı bir idealizmin ötesine geçmiyor.
Öte yandan, Rusya'nın Çin'e yönelik askeri ihra­catı hızla azalıyor. Beş ila yedi yıl içinde Çin'den teknoloji satın alımı gibi bir mesele ortaya çıkabilir. Çin ordusu, ülke içinde askeri donanım imalatında önemli bir kapasiteye erişmiş bulunuyor.
Rusya'nın ticaret bilançosunun %50'sinden fazla­sı, halihazırda Avrupa ile yapılıyor ve bu Rusya açı­sından bir övünç kaynağı olmaya devam ediyor. Ancak, sorun şu ki, Avrupa piyasası artık daha faz­la büyüyeceğe benzemiyor. Avrupa, yavaş bir eko­nomik kalkınma dönemine girdi. "Avrupa'nın çöke­ceği" öngörüsünde bulunmayacağım bir kez daha? Avrupa halen güçlü bir kaynak rezervine ve yüksek yaşam standartlarına sahip ve bunların her ikisi de ömür boyu devam edecek gibi görünüyor. Yaşam kalitesi ve artan kültürel refah ortamı, yaşlı kıtanın öngörülebilir bir gelecekte göreceli olarak konfor içinde yaşamasını sağlayacaktır. Bununla birlikte, her ne kadar yeni Asya'daki birçok çalışkan insan açısın­dan bir turizm ve ekoloji cennetine dönüşecek olsa da, Avrupa'nın; mal ve bilgi üretiminde tedrici ola­rak konumunu kaybedeceği de bir gerçek. Keza, ye­ni Asya daha şimdiden aşırı kalabalık bir görüntü sergiliyor; dinlence kaynaklarından yoksun olup, maddi kültür açısından da yetersiz bir deneyime sa­hip. Bunlar ise, Avrupa'da fevkalade boyutlarda?
Rusya'nın ekonomik olarak Avrupa'nın geri kalanıyla entegre olması gerekiyor. Öncelikle de, özel­likle Almanya'nın inovasyon kapasitesiyle? Ayrıca, Avrupa çapında tek ekonomik alan, tek enerji kompleksi gibi alanlara doğru da yönelimde bulun­ması gerekiyor. Bir yandan da, dış ekonomik ilişki­lerin büyüme potansiyelinin Asya-Pasifik bölgesin­de olduğunun da farkında olunması lazım. Bugün bu bölge, Rusya'nın dış ticaretinin yaklaşık %20'lik bir bölümüne karşılık geliyor ve bu pay yavaş olsa da sürekli olarak büyüyor. Öncelikli ortak ülke, Çin. Rusya ise, Çin'e gübre, deniz ürünleri, kereste, demir-dışı metaller ve giderek daha fazla miktarda ham petrol ve giderek daha az miktarda endüstri­yel ürün tedarik ediyor. Karşılıklı yatırım olanakları kısıtlı düzeyde ve bu durum sadece Çin ile değil, diğer APEC (Asya-Pasifik Ekonomik ışbirliği) ülke­leriyle de geçerli. Rusya, Çin'den tüketim malların­dan ziyade mühendislik ürünleri işal ediyor.
Dünya üzerindeki ormanların % 23'ü, temiz suyun % 20'si, Rusya'da
Bu tür ticaret dinamiklerinin belli bir öfke doğur­ması anlaşılır bir durum. Bu ticaretin çeşitlendi­rilmesine, endüstriyel ürünlerin payının artırılması­na yönelik sık sık çağrıda bulunulmuştu. Ancak, Rusya'nın kalkınmasının halihazırdaki taşıyıcısı göz önüne alındığında durumun değişmeyeceği görünü­yor. İnşa halindeki ve daha şimdiden kullanılan boruhatları, bu yapıyı petrol ve doğalgaz lehine değiş­tirecek. Eş zamanlı olarak, bana göre çok daha alarm verici olan bir başka süreç ise, son zamanlar­da ortaya çıktı. Rusya'nın doğu bölgeleri ve Uzak Doğusu, yükselen Çin'in bir hammadde uzantısına dönüşüyor. Bazı spekülasyonlara kulak verirsek, Rusya'nın doğu bölgeleri, Çin'in demografik sömür­geleştirme tehlikesiyle karşı karşıya? Öte yandan, Çin'den Rusya'ya gelenlerin sayısı, Rusya'dan Çin'e yerleşenlerden oldukça düşük. İnsanlar Çin'e, çok daha az maliyetli ve çok daha konforlu bir yaşam peşinde gidiyorlar. Orada kalanlar ise, kendilerini ekonomik olarak Çin'e adapte ediyorlar.
Jeopolitik bir bakış açısıyla incelendiğinde ise, söz konusu durum henüz bir tehlike arz etmiyor.
Topraksal yayılma, Çin'in tarihsel özelliğini be­timlemiyor. Her iki kıtanın da mükemmel düzeyde siyasi ilişkileri bulunuyor. şunu da söyleyebilirim ki, şu an için güçlü ve dost bir Çin, Rusya açısından je­opolitik bir artı değer teşkil ediyor. Özellikle Ja­ponya başta olmak üzere diğer APEC ülkeleri, ASEAN ülkeleri ve ABD ise, iki ülke arasındaki ya­kınlaşmadan ve Rusya'nın Çin'e yarı-bağımlı bir ha­le gelmesi olasılığından çekiniyorlar. Keza, bu du­rum, Çin'in uluslararası düzeydeki ağırlığına büyük bir katkı sağlar.
Ancak, mevcut ekonomik eğilimler devam eder­se, Rusya'nın doğu bölgesinin ve ardından da ülke­nin bütününün Çin'in bir uzantısına dönüşmesi -ilk önce, bir kaynak deposuna dönüşüp, ardından da ekonomik ve siyasi dümen suyuna girmesi- işten bi­le değil. Tüm bunlar ise, Çin'in herhangi bir "saldır­gan" veya dostane olmayan çabası olmaksızın ger­çekleşecek. Bu tür gelişmelerin jeopolitik etkileri son derece bariz? Rusya'nın "Çin kozu"nu oynama şansı olmayacak. Pekin, Moskova'ya bağımlı olacak ve Rusya'nın doğu toprakları üzerindeki gerçek egemenliği, fiili olarak zayıflayacak.
Çinliler daha şimdiden, bazı Afrika devletlerinde savunduklarına benzer projeleri bize sunuyorlar ve kendi bakış açılarından, bu projeler son derece ras­yonel görünüyor: Çin'in parası ve işçi gücüyle kay­nakların geliştirilmesi; karayolu ve yerel altyapıların inşası; maden cevheri tedariki karşılığında, daha fazla işlenmesi için Çin'e kereste gönderimi gibi... Bildiğim kadarıyla, bu projelerin bazıları daha şimdi­den uygulanıyor. Rusya'nın şu an için bir hammad­de uzantısına, daha ileride ise Çin'in siyasi bir uydu­suna dönüşmesi olasılığını aşırı dramatize etmiyorum. Onun liderlik vasıflarına ve halkına kar­şı içten bir saygı ve hayranlık besliyorum; ve iki yüzyıllık bir çöküşün ardından büyük medeniyetle­rini yeniden kurma yeteneklerini takdir ediyorum.
Ancak, ülkem Rusya'nın, ilkesel düzeyde, gelecek­teki dünya düzeninde daha saygın ve yararlı bir kon­umu hak ettiğine de inanıyorum. Ancak, böyle bir konumu elde etmesi için mücadele göstermesi ge­rekiyor. Başlangıç olarak, ülkeyi ve doğu bölgelerini yeniden endüstriyelleştirmek yoluyla, büyük güçleri yakalayıp onların önüne geçeceği yanılsaması terk edilmeli. Avrupa'ya yönelik tek taraflı bir ekonomik yönelim, hiçbir şekilde yardımcı olmayacaktır.
Rusya, Sibirya ve Doğu Asyası'nı kalkındırmaya yönelik stratejileri uygularken ve yeni Asya'nın ekonomik lokomotifini denetim altında tutarken, gerçek rekabetçi üstünlüklere sırtını dayamalı. Ne de olsa, elinde bu tür üstünlükler bulunuyor.
Son yıllarda Asya'nın yükselen piyasaları, göreceli olarak istikrarlı seyreden gıda kıtlıkları yaşıyor. Bu­nun da başlıca nedeni; artan refah ve bunun sonu­cunda et tüketimindeki artış. Et üretimi, tahıl ve saman gerektiriyor. Bu da, hububat fiyatlarının dünya çapında uzun süredir niçin artışta olduğunu büyük ölçüde açıklıyor. Enerji ve yakıt fiyatları, son derece hızlı bir artış gösteriyor. Bölge, taze su ve tarım arazisi sıkıntısına gark olmuş durumda. Çin'deki sıkıntılar ise, yıllardır hububat üretimini ve diğer gıdaların sayısını aşağıya çekmiş bulunuyor. Başlıca hububat işalatçıları olan ABD, Kanada, Avustralya ve Ukrayna'nın, hububat üretimini artır­maya yönelik fırsatları daralıyor. Bu sırada Rus­ya'nın hububat üretim potansiyeli de devasa boyut­larda. Her ne kadar ilk tahminler bunun tam tersine işaret etmiş olsa da, Çin ve diğer Doğu As­ya ülkeleri, kağıt ve ahşap ürünlerin tüketiminde hızlı bir büyüme kaydetmiş bulunuyorlar. Çin, dün­ya çapında kağıt işalatını yaygınlaştırıyor; hatta Fin­landiya'dan bile kağıt satın alır hale geliyor. Çin, ay­rıca, bira tüketiminde de bir patlama deneyimi yaşıyor; eğlence kaynakları sıkıntısı giderek artıyor.
Bu sırada unutmamak gerekir ki, dünya üzerin­deki ormanların %23'ü, temiz su kaynaklarının %20'si ve işlenebilir toprakların da yaklaşık %10'u Rusya topraklarında bulunuyor. Sibirya'nın güne­yinde ve Rusya'nın Uzak Doğusu'nda kullanılmayan rezervler son derece fazla. İklim değişikliği, bu böl­gelerde gıda üretimine yönelik koşulları büyük ola­sılıkla iyileştirmiş bulunuyor; ancak bir yandan da Asya'nın geri kalanındaki durum kötüleşiyor.
Tahminlerimize göre, Rusya, ekilebilir arazilerini 10 milyon hektar daha artırabilir ve bunun sonu­cunda hububat ihracatını birkaç kat artırabilir. An­cak bundan önce sınırlı talebin, hububat ihracatının önünde bir engel oluşturduğunu da bilmek gereki­yor. Halihazırda Çin ve yeni Asya'daki ülkeler, ne­redeyse sınırsız bir piyasa imkanı sunuyorlar. Öte yandan, su kaynaklarımızın ticarileştirilmesi de pek kolay sayılmaz. Ancak, bunun farklı bir şekilde ya­pılması gerekir. Suyu değil, "sanal su"yu satmalıyız. Gıdanın bir kilosunda, onu üretmek için kullanılan yüz litrelerce su bulunuyor. Kereste ve kağıt ürünü üretimi de, çok fazla miktarda su tüketiyor.
Peki, getirilen önerilen nedir?
Öncelikle, tüm Pasifik bölgesinin güvenliğine ve gelişimine yönelik bir çerçeve oluşturmak için adımlarımızı hızlandırmalı, AGIT'e benzer bir örgüt kurmalıyız ve bu çerçeve, Asya'nın bugünkü ger­çekliklerine uygun olmalı. Çin, daha şimdiden, ar­tan gücü karşısında komşularının duyduğu korku­nun yaratabileceği tehlikeyi idrak etmiş bulunuyor. Çin, ayrıca bu tür bir örgütün kurulmasına da razı olacak gibi görünüyor. Mütevazi düzeydeki ekono­mik gücü göz önüne alındığında, Rusya, birçok açı­dan, bu süreçte çok daha önemli bir rol oynayacak.
Ve, Rusya açısından Asya'daki en önemli mesele politika değil; daha ziyade ekonomik potansiyelini kurma koşullarını yaratmak.
Rusya'nın Trans-Ural bölgelerinin ekonomik ola­rak yeniden canlanması için yeni ve uzun vadeli bir strateji gerekiyor. Bu zamana değin bu konuda bir­çok strateji ortaya atıldı; ancak hiçbirisi gerçeklerle örtüşmüyordu ve Sovyet geçmişe ve kendi kendine yetme fikrine saplanmışlardı. Tahmin edileceği gibi, daha hayata geçirilmeden başarısız oldular. Bu tür stratejileri uygulayabilecek aktör de bulunmuyor­du. İnsanlarının yaşamını hiçe sayıp, milyonlarcasını çalışma kamplarına gönderen ve bölgenin potansi­yelini ortaya çıkarmak uğruna onların yaşamlarını hiçe sayan Sovyet devleti artık sona ermiştir.
Modern bir stratejinin ?haydi gelin adını "Sibirya Projesi" koyalım-, uluslararası düzeyde yönlendiril­mesi gerekiyor. Bir diğer deyişle, Rusya'nın siyasi egemenliğinin yabancı sermaye ve teknolojiyle har­manlanması gerekiyor. Sadece Çin'i kastetmiyo­rum; ABD, Japonya, AB devletleri, Güney Kore ve ASEAN ülkelerini de göz önünde bulundurmak ge­rekiyor. Rusya'da yatırım iklimi son derece zayıf; üstelik devasa bir yolsuzluk eğilimi söz konusu. Ül­kenin doğu bölgeleri üzerinde gerçek bir egemen­lik kurmak ve bu egemenliği sürdürmek istiyorsak, yatırım ve özel ekonomik bölgelere yönelik özel imtiyazlar yaratmamız gerekiyor. Skolkovo'daki özel ekonomik koşullar, tüm bölgelere yaygınlaştı­rılmalı. Yabancı yatırım, Rusya'da yolsuzlukla müca­dele etmek için de gerekiyor -tabi öyle bir amacı­mız varsa-. Yabancı yatırımcılara, Rusya'da özel bir koruma ortamı tesis etmeliyiz.
Rusya, "nasıl" değil, "ne yapmak gerektiği" sorusuna doğru cevap vermeli
Bu yeni proje için gereken işgücü bulunabilir. Or­ta Asya'da halen birkaç milyonluk işçi fazlası bu­lunuyor. Hindistan ve Bangladeş'ten mevsimlik işçi işal etmek mümkün. Keza, söz konusu bölgelerde devasa bir işgücü fazlası var. Kimi işçilerin ise, Çin'­den getirilmesi gerekiyor; ama bu durumda son derece sıkı kotalar söz konusu. Öte yandan yeni şirketlere gereken mühendis ve yöneticilerin de dünyanın her bir yanından istihdam edilmeleri ge­rekiyor. Ancak, en iyi çözüm, 1990 jenerasyonuna bir şans vermek; dolayısıyla bir süre önce başlayan beyin göçünü engellemektir.
Şimdi ana konumuz "nasıl" değil, "ne yapmak ge­rektiği" noktasında düğümleniyor.
Sibirya'nın ve Rusya'nın Uzak Doğusu'nun bazı bölgelerinde uygun koşullara rastlandığı taktirde, hububat, saman, kırmızı et, tavuk eti, domuz ve bi­ra üretimine yönelik imkanlar yaratılmalı. Böylelik­le, ülke çapında mühendisliğin geliştirilmesine yö­nelik bir dizi yan etki de beraberinde gelir. Dolayısıyla, söz konusu üretim alanlarına yönelik tarımsal makine imalatı ve tesis inşasına yönelik ta­lep oluşacaktır. İşte, elimizde böyle fırsatlar bulunuyor. Asya piyasalarındaki talep göz önüne alındı­ğında, Sibirya ve Rusya'nın Uzak Doğusu'nda iki ila üç ilave kereste ve kağıt fabrikası kurulması son derece avantajlı olacak. Elbette böyle bir strateji, karayolları, köprüler, demiryolları ve limanların in­şasını gerektirir. Altyapıya gelince; Çin'in parası ve yabancı teknolojilerin kullanımıyla altyapıyı kurmak mümkün. Bu şekilde daha ucuz olacak; ve olası hır­sızlıklar önlenecektir.
Aralarında üst düzey yetkililerin de olduğu bazı insanların bir takım korkularından haberdar oldum: "altyapı, karayolu ve köprüler yapıldıktan sonra Çinliler güruhlar halinde Rusya'ya gelecekler" diy­orlar. Bu endişeye yanıtım ise şu şekilde: eğer bu şekilde kalmayı sürdürürsek, yani "ne yer ne yedirir" olmayı sürdürürsek, gerçekten egemenliğimizi kaybetmemiz için gereken koşullar kendiliğinden oluşacak. Elbette Sibirya Projesi'nin, kaynakların üretilip maksimum derecede işlenmesini hedefle­mesi gerekiyor. Hem Avrupa hem de Asya'ya tom­ruk ihracatının durdurulması gerekiyor.
Mümkün mertebe ileri yenilikçi ürün tesislerinin yaratılması gerekiyor Ancak söz konusu tesisler, rekabetçi avantaja sahip olduğumuz endüstrilere hizmet verme üzerine odaklanmalı. Bu da, doğal kaynaklar ve tarım alanının yanı sıra kereste ve ka­ğıt ürünlerinin imalatında söz konusu olabilir.
Proje, Rusya'nın doğu bölgelerini, yükselişe ge­çen Asya'nın başlıca doğal kaynak ve gıda üslerin­den biri haline getirmeyi; göreceli olarak yüksek katma değerli bir emtia sağlayıcıya (ki sadece tom­ruk özelinde değil, bugün olduğu gibi petrol, ma­den cevheri veya deniz ürünlerinde de) dönüştür­meyi hedefliyor. Böylesi bir senaryo, Rusya'nın jeopolitik pozisyonunu güçlendirecek ve Rusya'nın dağ topraklarındaki demografik ve ekonomik kal­kınma eğilimleriyle ilgilenen herkeste oluşan boş­luk hissini ortadan kaldırmaya başlayacak. Tarım, Orta Rusya'da teşvik edilmeli ve üst düzeye çıkarıl­malı. Böylesi bir modernleştirme programı daha şimdiden gizli gizli başlamış durumda.
Elbette, özellikle Trans-Ural bölgelerini geliştir­mek suretiyle Rusya'yı büyük bir tarım gücüne dö­nüştürme doğrultusunda getirilen bu öneri, biraz incitici görünebilir. Peki ya inovasyona ne demeli? Yeni bir teknolojik sistem kurmaya ne dersiniz? Bu yenilikleri mümkün mertebe geliştirmeye ihtiyacı­mız var. Uzay teknolojilerini, nükleer gücü, uçak yapımını ve silah imalatını geliştirmeliyiz.
Uralların doğusunda, ileri teknoloji ürünlerini imal edecek yerler ve bu ürünleri hazırlayacak in­sanlar halen bulunuyor. Ancak, daha ziyade Rus­ya'nın Avrupa'ya yakın bölgelerinde yoğunlaştıkları da gözden kaçmamalı. Sibirya Projesi'nin bir Avru­pa boyutunun da olması gerekiyor. Avrupalı şirket­ler, Avrupa sermayesi ve teknolojileri bu projeye iştirak etmeye davet edilmeli. Avrupa, yeni sınırla­ra doğru genişletilmeli. Böylelikle Rusya, Avrupa tarzı bir yaşam düzeyine yakınlaştırılmış olur.
Bu tür bir kalkınma şeklini bu denli iyi kılan ise, herkes için yararlı oluşudur. Rusya, doğu toprakları üzerinde gerçek bir egemenlik kurmuş olacak; ay­rıca yeni bir kalkınma platformu yaratılacak. Çin, yeni Asya ve tüm dünya, yeni bir kaynak ve gıda tedarik üssü edinecek; ortaya çıkan kıtlıklar bu şekilde daha hafif atlatılacak. Su sorununun kimsi olacak çözülmesi söz konusu olacak. Önerilen projenin uluslar arası boyutu, Çin açısından da son kertede nahoş olan bir jeopolitik boşluğu ön­leyecek. Doğu Rusya'nın, ardından da Rusya'nın genelinin Çin hakimiyeti altına girme olasılığı, Çin'in "çevrelenmesi" lehine bir duyguyu güçlendi­recek. Kısacası, bunun mükemmel bir proje oldu­ğunu düşünüyorum. Bu konu üzerinde daha çok zaman harcanmalı ve seçimler öncesinde geleceği bu pencereden düşünme fırsatı yaratılmalı. Eğer gerçekten bu yönde bir arzu söz konusuysa elbette?
eng.globalaffairs.ru/pubcol/Russias-Asian-Strategy-15254
[1] Sergei Karaganov, Rusya Dış Politika ve Savun­ma Politikası Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı olup, aynı zamanda National Research University Ekonomi Yüksek Okulu bünyesinde Dünya Ekono­misi ve Politikası Okulu dekanlığını yürütmektedir.(Pressmedya)
 
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara