Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Güneştekin:'Yüzleşme, bence ...

Dünyanın en önemli ressamlarına ev sahipliği yapan İstanbul, bugünlerde önemli bir sergiyi sanatseverlerle buluşturuyor. Türkiye'nin en önemli çağdaş ressamı Ahmet Güneştekin'in, 2 milyon dolarlık bütçeyle kapılarını açtığı 'Yüzleşme' isimli sergisini, sanat camiasının ilgisine sundu.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-12-26 17:01:36

Güneştekin:'Yüzleşme, bence ...
TIMETURK / Haber Merkezi

Güneştekin, 2010 yılında Contemporary İstanbul'da satılan 'Çağ Tufanı' isimli eserini rekor bir fiyata satarak, kendinden söz ettirmişti. En pahalı 500 çağdaş ressam sıralamasında gittikçe yükselen sanatçı, İstanbul'da 30 Aralık'a kadar sürecek sergisini, dünyanın çeşitli şehirlerinde sanatseverlerle buluşturmaya devam edecek

1966 Batman doğumlu Ahmet Güneştekin, küçük yaşlarda resim yapmaya başladı. İlk kişisel sergisini lise yıllarında açtı. M.S.Ü. Güzel Sanatlar Akademisi'ni kazandı fakat yarıda bıraktı. 1997 yılında Beyoğlu'nda ilk atölyesini kurdu ve 2003 yılında AKM'de "Karanlıktan Sonraki Renkler' isimli sergiyle sanat çevrelerinde adını duyurdu. Pek çok sergiyle devam eden sanat serüveninde yurtiçi ve yurtdışında önemli koleksiyonlara girdi. Güneştekin aynı zamanda 'Güneşin İzinde' isimli ilk sanat temalı belgeseli de çekerek, sanat yönetmenliği alanındaki başarısını da kanıtladı.

Geçtiğimiz ay 7.'si düzenlenen Çağdaş Sanat Fuarı, İstanbul'dan fırtına gibi esip geçmişti. Fuarın ardından pek çok açıklama yapıldı ve Türkiye'nin sanat piyasasındaki konumu adeta yeniden şekillendi. Sanatçı Ahmet Güneştekin'in 'Yüzleşme' isimli sergisi, çağdaş sanat rüzgarını şehirde estirmeye devam ediyor. Kendisiyle sanat anlayışını, eserlerini, fuarları, sanat piyasasını ve neden 'yüzleştirmek' istediğini konuştuk.

"Mezopotamya ve Anadolu halklarının birbirleriyle ve doğayla yüzleşmesinden başlamamız gerektiğine inandım."

Fatma SANCAK: Eserlerinizde, Mezopotamya ve Anadolu mitolojileri öne çıkıyor. Mitolojiyle birlikte, sözlü kültür ve geleneksel el sanatlarının etkili olduğu bir dil var. Sanatınızın dilini bu şekilde kurgulamanız Mezopotamya ile Anadolu kültürlerini bir tür sahiplenme, özümseme olarak görebiliriz sanırım. Buradan yola çıkarak 'Yüzleşme' adıyla, Türkiye’nin bugüne kadar ki en büyük güncel kişisel sergisinde bir yüzleşme gerçekleştiriyorsunuz. 4.000 metrekare alanda gerçekleşen bu yüzleşmenin muhatapları kim, bu coğrafyanın insanları mı?

Evet. Çuvaldızı önce kendimize batıracağız. Yüzleşme bir hatırlamadır. Geçmişimize dönüp onu sorgulamadır. Ya da şöyle yapabiliriz: geleceğimize bakıp, “nereye gidiyoruz?” diye kendimize sorabiliriz. Bu hareket, ilk bakışta bir tür muhafazakârlık ya da kültür milliyetçiliği olarak algılanabilir. Ama ben bunu bir devrim olarak görüyorum. Yüzleşme, bence evrenle olan tüm ilişkilerimizi, durup gözden geçirmek demektir. Yenilenmedir. Doğayla olan tüm ilişkilerimiz hakkında, onunla bir müzakeredir. İnsanlarla olan bağlarımızı, onlarla oturup yeniden düğümlemektir; yanlış olanları ise çözmektir. O düğümleri 'eşitlik' ve çözümleri 'özgürlük' olarak kabul edersek; bu büyük bir devrim anlamına gelir. Bu devrime, Mezopotamya ve Anadolu halklarının birbirleriyle ve doğayla yüzleşmesinden başlamamız gerektiğine inandım. Etiyopya ya da Sicilya’dan başlanamazdı çünkü tarih oralardan değil, buralardan başladı. Dedik ya tüm ilişkilerimizi sorgulayacağız. İşte o ilişkiyi başladığı anından ele alacağız. Göbekli Tepe’den, Çayönü’nden, Heskîf’ten (Hasankeyf) başlayacağız. Ve son iki durakta yenilenmeye başlayacağız. Hepimizin gözleri önünde olup biten ve eşit bilgilerine sahip olduğumuz Halepçe ve Roboski’de yüzleşeceğiz.

“Çocuklar ve kadınlar gibi ormanlar ve doğa da savaşta en çok zarar görenlerden..."

Din ve toprak savaşları, soykırımlar, doğa katliamları ve ırkçılık gibi insanlık suçlarıyla ‘yüzleşme’ diyorsunuz. Biz, bu yüzleşmeye hazır mıyız?

Eğer tek bir canı bile kaybetmeyecek duyarlılığa sahip isek, yüzleşmeye hazırız demektir. İki seçeneğimiz var. Ya gülmek ya da ağlamaya devam etmek. Hem, barıştan çok savaşa hazır olunabilir mi? İnsanın doğasına aykırı. İnsan, olumlu ve olumsuzu ayırt edebilecek yetiye sahiptir. Geçerli doğruya o muhakemeyle ulaşır. Ayrıca bu 'hazır olmak' deyimi de tıpkı 'hassasiyetler' gibi siyasi yozlaşmanın ahlaksız bir değneğidir bence. Savaş tezkereleri birkaç saat içinde görüşülüp onaylanıyor ve ona 'hazır' olunuyor da barışa niçin henüz 'erken'?

Kendini kaybetmiş bir yüzyıl yaşıyoruz. Elektroniğin yaşam alanlarımızda yaydığı radyasyondan mıdır, motorların saldığı gazlardan mıdır, barajlardan mıdır; bilimsel bir açıklaması vardır elbet ama sonuçlarının yaşama olan etkisi için bilim insanı ya da laborant olmak gerekmiyor. Düşünün ki, farklı cins hayvanlarla ve farklı tür bitkilerin bir araya gelip uyumlu bir ekosistem kurup bir orman oluşturmaları en az 20 yıl sürüyor. Bu en küçüğü ve en az tür barındıranı; ekolojik sistem için gerekli tek bir orman için 150-200 yıl gerekiyor. Bunu düşünebiliyor musunuz? Dünyamızın ciğerleri olarak bildiğimiz ormanları talan etmek, terörist (!) barınmasın diye alev toplarıyla bombalayıp yakmak soykırım değil midir? Bu tıpkı şuna benzer: Yüzbinlerce nüfusu olan bir şehirde saklanan birkaç suçluyu -ki özelinde suçlu olduğu tartışılır- yok etmek için o şehri bombalarla yakıp yıkıp yerle bir etmek gibidir! Denizlerde yapılan bomba testleri de aynı şeydir. O tatbikatlar da o suçluları yok etme yöntemlerinin provalarıdır. Denizde soykırım, karada soykırım, havada “İnsansız hava araçları”… Nerede yaşıyoruz biz? Tüm bunlar yanı başımızda olup bitiyor, yani başımızda! Neden karşı çıkmıyoruz, neyi bekliyoruz? Bunun neyine hazır olmamız gerekir ki. “Savaşta en çok zarar görenlerin çocuklar ve kadınlardır.” denir. Bence bu cümleye ormanları ve doğayı da eklemeliyiz. Gelelim insan haklarına ya da soy haklarına… Hangimiz anne ve babamızı seçme hakkına sahip olabildik. Hangimiz üzerinde doğacağımız toprağı seçebildik. Hangimiz o topraklarda yaşayanların hangi renkte, hangi dilde olacağını seçebildik? Ama büyüdükten sonra birilerinin o seçimleri neden yapmadıklarını sorgulayıp on binlerce insanı zindanlara tıkarız, asarız, işkencelerden geçiririz, sürgün ederiz; yok edip, yok sayarız. Bunlarla yüzleşmemiz gerek. Artık ne zamanımız ne de başka şansımız var!

"Batı, her şeyde olduğu gibi tüm dünyaya kendi beğenilerini, zevk ve arzularını hatta hayallerini dayatır. Kültürel jenosittir bu." 

Röportajın tamamı için tıklayınız (Hürbakış.net)

Haber Ara