Kurtlar Vadisi Sendromu
Enver Gülşen: 'Kurtlar Vadisi, her şeyden önce, safları ayrıştırma ve aklarla karaların birbirine karışmış olmasıyla benzer diğer dizilerden çok daha “profesyonel” bir noktada duruyor. Peki, dizinin her bölümünde verilen “mesajlardan” bir siyasi duruş yaratılacak kadar önemsenen bu dizi ne ifade etmeli bizler için?'
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-12-07 16:45:00
Kurtlar Vadisi dizisi, on yıla yakın bir süredir ülkenin siyasi gündemi ile paralellik arz eden bir güzergâh izliyor. Siyasi gündeme yönelik “çıkarımlar”, Kurtlar Vadisi’nin “amaçları” içinde sindirilerek yeni bir şekil alıyor. Bu dizinin, Türkiye insanının “yönlendirilmesi” açısından bazı önemli noktalarını tespit etmek gerekiyor. Zira son yıllarda çok net görebileceğimiz kimi “anlayış” biçimleriyle, Kurtlar Vadisi dizisi arasında hiç de gözden kaçamayacak ilişkiler sözkonusu.
Kurtlar Vadisi, her şeyden önce, safları ayrıştırma ve aklarla karaların birbirine karışmış olmasıyla benzer diğer dizilerden çok daha “profesyonel” bir noktada duruyor. Peki, dizinin her bölümünde verilen “mesajlardan” bir siyasi duruş yaratılacak kadar önemsenen bu dizi ne ifade etmeli bizler için?
Kurtlar Vadisi’ni en baştan beri izleyen birisi olarak, dizinin, gösterildiği televizyonun “fikriyatına” göre, tavrını revize ettiğini, ama hiç sapmayan bir ekseninin olduğunu düşünüyorum. Kurtlar Vadisi’nde asıl önemsenmesi gereken nokta, bu “sapmayan eksen”in ne olduğu meselesidir.
Nedir bu eksen ve ifşası neden bu kadar önemlidir? Yedi sekiz yıl kadar önce Türkiye’de çok okunan bir “roman” vardı. Arka arkaya üç dört kitap yayımlandı aynı başlık altında. Metal Fırtına başlıklı bu romanın, Kurtlar Vadisi dizisi ile ortak bir noktadan hareket etmesi açısından benzerlikleri aşikârdır. Kurtlar Vadisi benzeri dizilerde kurulmaya çalışılan bu eksene “Metal Fırtına Kompleksi” ya da “Kurtlar Vadisi Sendromu” adı verilebilir. Bu dizinin gözümüze soktuğu en belirgin şey, dünyanın bir “derin güçler savaşı”ndan ibaret olduğu ve bu savaşta, tüm demokratik kurumların ve tek tek fertlerin birer piyondan başka bir şey olmadıkları iddiasıdır bana kalırsa. ABD derin devleti bu “derin güçler savaşının” en büyük oyun kurucusudur ve Türkiye dâhil hiçbir ülke o oyun kurucunun kurduğu oyunun dışına kolay kolay çıkamazlar! Dünyadaki her noktaya hâkim, her santimetrekareyi “BBG evi gibi” izleyebilen bu güçlerin karşısında siyasi iktidarlar birer vitrindirler sadece! Karşı konulamayacak silahlara ve teknolojiye sahip tanrısal bir güç olarak, girdiği her yeri birkaç gün içinde tümüyle ele geçirebilecek kadar güçlü bir ülkedir ABD!
Metal Fırtına romanında olduğu gibi Kurtlar Vadisi’nde de bu tek güce “karşı” bir takım odaklar peydahlanmışlardır. Kurtlar Vadisi, bu odaklardan birisini, yani “İhtiyarlar” adı verilen oluşumu son bölümlerinde iyice öne almış görünüyor. Peki, kimdir bu İhtiyarlar? Diziden anlayabildiğimiz kadarıyla 2-3 bin yıllık “Türk tarihinin” gerçek sahipleri? Ülkeler gelip geçmiştir, kimi yıkılmış, kimi yeniden kurulmuştur; ama bu İhtiyarlar adı verilen grup, kaanlar, padişahlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları, milletvekilleri, siyasiler ve ülkenin yönetici kesiminin ardındaki “gerçek yöneticilerdir”. Bu, “birkaç kişilik” konsey, tüm Türk tarihini her aşamasında belirlemiş, şu anda da Türkiye’nin ulusal ve uluslararası politikalarını yönlendiren ana mercidir!
Metal Fırtına romanı için olduğu gibi, Kurtlar Vadisi dizisi için de aklımıza temel sorular geliyor. Mesela, ABD’nin gücünün neden bu derece büyütüldüğü ve günlük hayatımızdaki her noktayı tehdit edebilecek kadar güçlü olduğu fikrinin, neden bu derece korkutucu biçimde dayatılmaya çalışıldığı sorulabilir. Ve bu devasa güce karşı koyabilecek olan “iman dolu kahramanların” kimlerin arasında çıkabildiği sorusu... Kurtlar Vadisi sendromu, bir yanıyla “böcekleştirici” bir şey olarak, bu iki sorunun sorulmasını iptal etme çabasını bünyesinde barındırır. “Böcekleştirme” bu kadar belirgin güçte olan uluslararası ve ulusal “odakların” yanında fert fert hepimizin bir böcekten farklı olmadığımızın gözümüze sokulmasıdır! Kurtlar Vadisi dizisi, konusunu, uzun yıllardır insanları kendi sorumlulukları üzerine düşünmekten alıkoyan kimi komplo senaryoları üzerinden manipüle eder. Masonlar, İlluminati, İhtiyarlar, falancalar, filancalar, ABD derin devleti, Türk en derin devleti vs… Bütün bunlar, karşı konulamayacak oldukları gibi, aynı zamanda kişisel sorumluluğumuzu iptal edici güç odaklarıdırlar. “Nasılsa biz bir şey yapamayız!” Oy mu verdin? Sen AKP’yi ya da başka bir partiyi senin seçip iktidara getirdiğini mi sanıyorsun? Hâlbuki bu ‘güç odakları’ istemese kimse başa gelemez” düşüncelerinin gırla gittiği sendromun adıdır Kurtlar Vadisi sendromu. Tek tek her ferdin sorumluluğunu iptal ettiği gibi, akıl ve vicdanını da iptal ettiren bir böcekleşme!
Ters Propaganda Mı?
Kurtlar Vadisi dizisini en baştan izleyenlerin dikkatini çekmiş olması muhtemel bir şey vardır o dizide. Günlük hayatta, dizideki iyi ya da kötü kahramanlar / güçlerle kıyaslandığında, ancak figüranlar olabilecek olan bizlerin ( bu bizlere Başbakanlar, milletvekilleri, bürokratlar da dâhildir! Mesela bunların hepsi, İhtiyarlar Başkanı’nın gücü yanında eğilmeye mecbur ve mahkûmdur!) hiç fark edemediği bir şeyler dönmektedir ülke ve dünyada. Bizler demokrasi içinde, insan olarak görevimizi yerine getirdiğimiz, sorumlulukla hareket ettiğimiz zaman ülkemizin ve dünyanın değişebileceği ve iyiye, güzele doğru gidebileceğini sanırken, arka planda bizlerin etkisini sıfırlayan “kocaman derin güçler” vardır. Dizinin ilk bölümlerinde bu güç bir konseydi. Türkiye’de, onların bilgisi ve izni dâhilinde olmadan kuşların dahi uçamayacağı bir konsey... Sonralardan öğrendik ki bu konsey, dünyayı avucunun içine almış devasa bir örgütlenmenin basit bir ayağıymış sadece! Dizinin sonraki yıllarında, bir çeteden Türkiye’nin derinini (yani kendisini!) tek başına yöneten bir figür haline gelen Polat Alemdar ile birlikte, bu örgütlenmelerin de boyutları değişip derinleşmeye başladı. Matruşkalar gibi, en güçlü, en muktedir sandığımız birilerinin de üstünde, onları yönetebilecek kadar güçlü birileri çıkıveriyordu ortaya. Dizinin son bölümlerinde öğrendik ki, Polat Alemdar olarak “tanrısal bir güç” atfedilen, “kendisine kurşun bile işlemeyen!” kişi, İhtiyarlar’ın gücünün yanında “ölüm emri verilince bile kılını kıpırdatamayacak” bir emir kuluymuş sadece! Ülkeyi, konuşmalarındaki dilin derinliği ilkokul düzeyini geçmeyen, ama emirleri Allah buyruğundan bile daha “değiştirilmez” olan birkaç “İhtiyar Peygamber” yönetiyormuş aslında! Peygamberlikleriyse kendinden menkul İhtiyarlar…
Geçen yıl yayımlanan bölümlerde, ABD’nin bir ajanı / temsilcisi olan bir şahsın Türkiye’yi parmağında oynatabilecek kadar güçlü olduğuna şahit oluyorduk hep birlikte. Türkiye’de, müthiş teknolojileriyle izleyemediği / dinleyemediği nokta olmayan, her alanı kontrol edebilen ve istediği her şeyi rahatlıkla yapabilen bir güç bu! Devlet Başkanları, Başbakan ve Hükümetler dahi bu gücün önünde çaresiz! Bu sene yayımlanan bölümlerde ise, ABD’nin “tanrısal” gücü ikinci plana atılmış görünüyor. Onun yerine bir CIA temsilcisi karikatür bir Türk iş görüyor! Bu seneki bölümlerde özellikle İhtiyarlar’ın gücü ön plana çıkarılıyor.
Bir güç mitine karşı bir başka mit oluşturularak, etkisiz eleman yaratma işlemi katmerleştiriliyor böylece. Aynen Metal Fırtına’da olduğu gibi Kurtlar Vadisi’nde de tanrısal güçlere sahip birileri, biz sıradan insanlara ne kadar değersiz, ne kadar küçük olduğumuzu hissettirir.
Güç miti yaratma, insanın, kendi sorumluluğunu üzerinden atmasına yardımcı olduğu için kolay kabullendiği bir şeydir. Bu yüzden Kurtlar Vadisi sendromuna yakalanmak oldukça kolaydır. “Karşı tarafın” mitleştirdiğiniz / tanrılaştırdığınız gücüne karşı, “bu tarafta” kurulan ve karşı tarafın araçlarını aynen kullana(bile)n güce güvenmek, böcekleşmenin son aşamasıdır… Zira artık ilke, sorumluluk, ahlâk ve “bir insanı haksız yere öldürmek tüm cihanı öldürmek gibidir” düsturu yerine, “devletin bekâsı için bir insan değil, tüm halk bile feda edilebilir” mottosu geçer.
Böcekleş(tir)me, aynı zamanda şovenleşme demektir ve iki yön birbirini besleyerek yürür. Böcekleştirmenin son ürünü olan “beter böcek”lerin en önemli özelliği, kurdukları güç miti ile kendilerini özdeşleştirerek, yaslandıkları “gücü” bir kişilik meselesi hâline getirmeleridir! Artık dünyanın ve Türkiye’nin siyasi ve güç arka planını sadece onlar biliyorlardır ve demokratik araçlarla yöneticilerini seçmek isteyen herkes, “hakikatin” farkında olmayan piyonlardır sadece!
İnsan Sorumluluğu Ne Yana Düşer!
Böylece ilk olarak siyasi ve toplumsal mekanizmalarda, insanın sorumluluğu denen şeyin yavaş yavaş tüketilmesi ile karşı karşıya kalırız. Biz ne yaparsak yapalım, sonuçta tanrısal güçleri olan bu adamların savaşında birer etkisiz elemanızdır sadece! Demokrasi de etkisiz elemanların oyun alanıdır, hepsi o… Derin güçlerin tepiştiği alanda, ya o güçlerin kıyısına yerleşen mafyavari organizasyonlarla, küçük de olsa bir bilgi kırıntısı elde edecek, ya da sıradan vatandaş olarak böcekliğine devam edeceksin! Kurtlar Vadisi dizisi ile birlikte Polat’a özenen bir sürü mini-mafya organizasyonun türemesi bununla ilgilidir. İlluminati, ABD derin devleti, İhtiyarlar vs… Gerçek yöneticiler ve oyun alanları bunların elindedir; Polat Alemdar ve onun gibi azınlıkta kalan birkaç kişi tüm hakikatin farkındadır; ama “cahil halk” gerçeklerden habersizce yaşamaktadır. Dolayısıyla ülkenin nasıl kurtulacağı da sadece bu birkaç kişinin eline kalmıştır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz iki soruyu tekrar soralım: Neden birtakım güçler ve yanı sıra İsrail ile ABD bu derece güçlü, bu derece muktedir ve bu derece karşı konulmaz gösterilmektedir dizide? Neden her anımızı, hareketimizi isterse kontrol edebilecek ve her an her yerde istediği şeyleri yapabilecek tanrısal bir güç vehmetmemiz istenmektedir? Ve neden bu güçlere karşı kurgulanan direnişler, hep “kendisine kurşun dahi işlemeyen tanrısal bir tek adam” üzerinden yürümektedir? Neden siyasetin, bürokrasinin ya da yargının kendisi ve halk etkisiz eleman olarak bu büyük güçlerin figüranları olarak kurgulanmaktadır? Mesela dizinin son bölümünde yaşandığı gibi, önemli bir savcıyı bir saatte akıl hastanesine yatırtabilecek ve bunu tereyağından kıl çeker gibi kolay yapabilecek kadar güçlü İhtiyarlar gibi bir takım “dev güçlerin” olduğu duygusu verilmek isteniyor?
Bir an “kötü niyetli” bir bakışla, bu dizinin, bir tür ters propaganda olduğunu ve bizim “sakınmamız” gerektiği söylenen o şeyin, aslında ne kadar güçlü olduğunun propagandası yapılarak, ters yoldan bir sindirmenin aracı hâline dönüştürüldüğünü düşünemez miyiz? Bu dizinin, demokrasinin, insan ve vatandaş sorumluluğunun basit bir çocuk oyunu olduğu ve ülkenin geleceğinde etkisiz eleman olduğu propagandasını yaptığını düşünemez miyiz mesela? Ve neden bu ülke içinde dönen dolapları bilen “hakîkî kahramanların” elinden silah düşmediğini ve neden bunların, mutlaka askerî birtakım formasyonlara sahip olduklarını soramaz mıyız?
İster askeri, ister “derin darbeler” için olsun, halkı tepeden dönüştürmeyi / manipüle etmeyi amaçlayan darbeci zihniyetlerin her türlüsü, korku ve güç mitleri yaratarak işe başlarlar. Bizlere önce korkmamız, sonra inanmamız, en son da kendimizi özdeşleştirerek aidiyet duygusu ile tamamlanacağımız güç mitleri aşılanır. O güçlerin yanında kılımızı dahi kıpırdatamayacağımız kâbuslar yaşamaktansa, onları aidiyetle kabullenmemiz gerektiği fikri inşa edilir. Böcekleştirme ve şovenleşme böyle yürür. O yüzden, Kurtlar Vadisi gibi dizilerin, darbe ya da zorbalık karşıtı duruşa sahip bir görüntü verdikleri anlarda bile, darbe zihniyetini yeniden ve çok daha güçlü şekillerde ürettiklerinin farkına varmak ve zihniyetlerini ifşa etmek gerekmektedir.
Haber Ara