Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kızılderili katliamının kısa tarihi

Kristof Kolomb'un yakın arkadaşlarından birinin oğlu olan Domiken tarikatı papazlarından Bartolome de Las Casas, orijinal adı 'Brevisima historia de la destruccion de las Indias (Yerlilerin imhasının çok kısa Tarihi)' olan eserinde İspanyolların Kızılderililere karşı giriştiği korkunç katliamı tüm açıklığı ile anlatıyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-11-26 13:16:54

Kızılderili katliamının kısa tarihi
Kristof Kolomb'un yakın arkadaşlarından birinin oğlu olan Domiken tarikatı papazlarından Bartolome de Las Casas, orijinal adı "Brevisima historia de la destruccion de las Indias (Yerlilerin imhasının çok kısa Tarihi)" olan eserinde İspanyolların Kızılderililere karşı giriştiği korkunç katliamı tüm açıklığı ile anlatmaktadır.

Kristof Kolomb’un 12 Ekim 1492 tarihinde Haiti’ye ulaşması Yeni Dünya’da kendi halinde dünyanın geri kalanından habersiz bir şekilde yaşayan Kızılderililer için sonun başlangıcı oldu. Yerlilerin Avrupalılar ile karşılaşması, bugün için dünyalılar ile uzaylıların karşılaşması gibi bir durumdu. Tepeden tırnağa zırhlı, ellerinde uzun kılıçlar olan ve ayrıca top, tüfek gibi ateşli silahlara sahip sömürgecilere karşı yerlilerin yapabileceği fazla bir şey yoktu.

Altın hırsı ile gözleri kör olmuş İspanyollar, Portekizliler; dini kendilerine maske yaparak sözde Hıristiyan olmadıkları için günahkar saydıkları bu insanlara zulüm ve soykırım uygularken bütün insani değerleri hiçe sayarak kendi insanlıklarını kaybettiler.

Batı dünyasının büyük kaşif diyerek adından övgü ile bahsettiği Kristof Kolomb bakın bir mektubunda ve günlüğünde yerlilerden nasıl bahsediyor:

‘’-Son derece sade, dürüst ve aşırı düzeyde eli açık insanlar. Herhangi birinden, sahipolduğu herhangi bir şey istenince, hemen veriyorlar. Başkalarına olan sevgileri, kendi özlerine olandan çok daha fazla.’’

Mektubunda bu övgüleri sıralayan Kolomb, günlüğün bir yerinde ise asıl düşüncesini ortaya koyuyor ve şöyle diyor:

‘’-Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz.’’

İlk kan Haiti’de döküldü.Kristof Kolomb’un ilk gelişinde kurduğu İspanyol üssündeki askerlerin yerli halka altın işkencesine başlamaları, tecavüzleri ve köleye çevirme girişimlerine yerli halk daha fazla tahammül edemedi. Adadaki üs ile birlikte askerlerde yok edildi. Kristof Kolomb’un ikinci gelişinde altın peşinde ki aç gözlü İspanyollar Haiti’yi katliam ve işkence adasına dönüştürdüler. Tamamen köle haline getirilen halk üç ayda bir belirli miktarda altın temin etmeye mecburdu. Altın getirenleri ayırt etmek için boyunlarına madeni bir levha asılıyordu.

Amerika’ya Hıristiyanlığı yaymak için giden Papaz Bartolome de Las Casas,Kızılderili katliamını bakın eserinde nasıl anlatıyor:

‘’-İspanyollar yararlanmak veya kötüye kullanmak amacıyla yerlilerin karılarını, çocuklarını alarak, emek ve alın teriyle kazandıkları besinlerini yiyerek işe koyuldular. Cüretkârlıkları ve küstahlıkları öyle arttı ki, Hıristiyan bir yüzbaşı, bütün adanın yöneticisi sayılan sayılan, en büyük hükümdarın öz karısının ırzına geçti. İşte o zaman, yerliler Hıristiyanları topraklarından kovmak için yollar aramaya başladılar. Silahlandılar. Çok zayıf, az saldırgan, dayanıksız ve savunmasızdırlar. (İşte bu yüzden savaşları bugünkü değnek oyunları ya da çocuk oyunları gibiydi). Atlarını, kılıçlarını ve mızraklarını alan Hıristiyanlar, yerli Amerikalıların daha önce hiç görmediği eylemlere başladılar:

Katliam ve kan dökme! Köylere giriyor, çoluk çocuk, yaşlı,hamile veya loğusa (kadın) demeden, ağıllarına sığınmış kuzulara saldırır gibi, karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı. Kimin tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği, ya da bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahse giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek şakalaşıyorlardı.’’

İnsanları 13 kişilik gruplar halinde yakmışlar.

‘’Çocuklarla annelerini ve önlerine çıkan herkesi kılıçtan geçiriyorlardı. İsa peygamberimizi ve 12 havariyi kutsamak ve saygılarını iletmek için uzun darağaçları kuruyorlardı. Ayakları yere neredeyse değecek şekilde, 13 kişilik gruplar halinde onları bağlıyor, ateşe veriyor ve diri diri yakıyorlardı. Bazıları ise, bütün vücutlarına kuru saman yapıştırıyor ve bu şekilde ateşe veriyorlardı. Diğerlerinin ve hayatta bırakmak istedikleri herkesin ellerini kesiyorlardı. Elleri sarkar durumda, onlara: "Gidin, mektupları götürün" diyorlardı. Bu, ormana kaçanlara haber götürmek demekti. Beyleri ve soyluları öldürme şekilleri de aynıydı. Önce direkler üzerine tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlardı. Sonra, onları ızgaraya bağlıyor, altlarına da hafif bir ateş yakıyorlardı. Yerliler bu korkunç işkenceler altında, çığlıklar atarak can veriyorlardı. Bir keresinde dört veya beş önemli beyin ızgaralar üstünde yandığını gördüm (sanırım başkalarının da yandığı iki üç çift ızgara daha vardı). Yüksek çığlıklar attıkları için, subayın içi sızlamış veya uykusu bölünmüş olmalı ki boğulmalarını emretti. Onları yakan cellattan da kötü polis memuru (ismini biliyorum, hatta Sevilla'da ailesiyle tanışmıştım), boğmak istemedi. Önce, gürültü yapmasınlar diye kendi elleriyle ağızlarına odun parçacıkları tıktı. Daha sonra istediği gibi yavaş yavaş kızarsınlar diye ateşi körükledi.’’

Papaz La Casas yazdıklarına bizzat kendisinin şahit olduğunu eserinde şöyle dile getiriyor:

‘’Öldürülen her bir Hırıstiyan’a karşılık 100 yerli!’’

‘’- Yukarıda anlattığım her şeyi ve sayısız daha bir çok olayı gözlerimle gördüm. Kaçabilenlerin hepsi ya ormanlara sığınıyor ya da dağlara tırmanıyorlardı. Amaçları böyle insanlıktan uzak kişilerden, bu kadar merhametsiz ve yırtıcı hayvanlardan, insan soyunun en büyük düşmanları ve yıkıcılarından kaçabilmekti. Bunun üzerine Hıristiyanlar, özellikle kötü tazı ve köpekler yetiştirdiler. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz arasında paramparça ediyorlardı. Saldırarak, bir domuzdan daha çabuk yiyorlardı. Bu köpekler büyük zararlar verdiler, korkunç kasaplıklar yaptılar. Çok ender olarak, yerliler birkaç Hıristiyan öldürdüğü için, Hıristiyanlar kendi aralarında bir karar aldılar. Öldürülen her bir Hıristiyan için yüz yerli öldürmeye karar verdiler.’’

Kıristof Kolomb zamanında Haiti’de başlayan bu katliam aralıksız yeni keşfedilen her yerde devam etti. O zamanlar üç yüz bin kişinin yaşadığından bahsedilen Haiti adasında günümüzde yerli soyundan gelen hiç kimse yoktur. Bugün Haiti’nin nüfusu Afrika’dan getirilen köleleler ile İspanyol efendilerinin çocuklarından oluşmaktadır.

‘’Sizin cennetinize gitmek istemiyorum’’

Yerlilerin insanlıktan uzaklaşmış sömürgeciler karşısında ki bu çaresiz haykırışı sömürgecilik tarihi boyunca yaşananları çok güzel özetlemektedir. Bu söz tek suçu, yeterince altın bulamağı için katledilen halkını korumaya çalışmak olan ve yakılarak idam edilmesine karar verilen Küba’nın yerli liderlerinden Hatuey’in ölmeden önce Hırıstiyan olması durumunda cennete gideceğini söyleyen fransisken rahibe verdiği cevaptı.

Tepeden tırnağa zırhlı olan sömürgeciler uzun çelik kılıçları ve ateşli silahları ile savunmasız yerlileri medenileştiriyorlardı. Ayrıca Hıristiyan olmadıkları için günahkar olan bu insanları yakarak günahlarından arındırıyorlardı. Müslümanlar karşısında başarısız oldukları Haçlı seferlerinin intikamını adeta bu insanlardan alıyorlardı.

İspanyollar ile başlayan bu soykırım dönemi, Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar, Belçikalılar, Almanlar, İtalyanlar gibi bir çok Avrupa devletinin iştiraki ile sadece Amerika’da değil dünyanın diğer bölgelerinde de yakın zamanlara kadar devam etti.

Günümüzde insan hakları savunucusu rolü oynayan bu ülkelerin kanlı tarihleri bir kasap önlüğü gibi üzerlerindedir. (Dünyabülteni)
SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara