Turgut Özal için o soru 10 yıl önce sorulmuş
Turgut Özal'ın ölümü ile ilgili Timetürk Yazarı Cihangir İslam'ın 10 yıl önce yazdığı yazı bugünkü tartışmalara ışık tutuyor.İslam, söz konusu yazısında 'önce yapılması gereken: bu tip suikastlarda ne tip zehirli maddeler kullanıldığı ve bunların hangilerinin yıllar sonra ceset kalıntılarında tespit edilebileceği ve geçici mumyalamada kullanılan maddelerin bu testler üzerinde nasıl bir etkide bulunacağı.' diyor
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-11-12 22:49:12
TİMETÜRK / Cihangir İslam
Son günlerde Özal Ailesi’nin de yüksek sesle gündeme getirdiği VIII. Cumhurbaşkanı (rahmetli) Turgut Özal’ın ölüm nedeni, daha açık bir ifadeyle zehirlenmek suretiyle bir suikasta kurban gitmiş olabileceği şüphesi, Nisan 1993 tarihinden beri toplumda içten içe tartışılmış fakat neticeye bağlanamamış bir konudur. Bu tartışmada iki temel görüşü savunanları ana hatlarıyla şöyle çerçevelendirebiliriz: (1) Özal’ın ‘kesinlikle’ bir suikasta kurban gitmediğinden ‘emin’ olanlar ve (2) siyasi şahsiyetlerin (hatta zaman zaman sıradan insanların bile bu tip cinayetlerin hedefi haline gelebileceğine,) dolayısıyla Özal’ın da bu tip bir tertibin kurbanı olabileceğine ihtimal verenler. Birincilerin kararları ‘verilmiş ve nihai’ olduğu için onlar açısından daha fazla bilgiye de ihtiyaç yok. Süleyman Demirel’in yaklaşımını yani “olayın üzerine gitmenin kime ne faydası var”1 açılımını da, (farklı nedenlerle olsa bile) daha fazla bilgiye ihtiyaç duymaması açısından, bu gruba eklemek mümkün. İkinci grubun yaklaşımı ise içinde peşin bir yargıyı barındırmadığı fakat imkân dâhilinde olan bir şüpheyi sürekli ayakta tuttuğu için hem siyasi hem de tıbbi (geniş anlamda bilimsel) açıdan daha tutarlı ve amaca uygun. Sonuçta elimizdeki bilginin üzerine bir şey ekleyemesek bile gerçeğe talip olması açısından ikinci yaklaşımın ahlaki üstünlüğü de açıkça ortadadır.
Üzerinde yaşadığımız topraklar; ki eski Bizans’ı ve Osmanlı’nın kalbini de içine alır, siyasi entrikalar ve cinayetler açısından yeryüzünün en sofistike bölgelerindendir. Kaldı ki yakın tarihimiz ve Cumhuriyet döneminin de bu tip olaylardan uzak olduğuna dair bir karine yok elimizde. Bu nedenle, içinde yaşadığımız günler de dâhil olmak üzere, tarihin herhangi bir dönemini o veya bu şekilde ‘masum’ ilan etmek/kutsamak ne kabul edilebilir ne de bizi gerçeğe götürür. Tarihimizde böyle bir geleneğin olmadığını varsaysak bile, bu varsayım, gelenek dışı bir olgunun ortaya çıkmayacağını garanti etmez, edemez. Bu nedenle “bizde böyle şeyler olmaz” temennisini sahipleriyle baş başa bırakıp yolumuza devam edelim.
Genel görüş şudur ki topluma mal olmuş şahsiyetler artık kendi hayatlarında bile kendilerinden ibaret kişiler değildirler ve onların özel hayatları hatta kişi hakları toplumla kıyaslandığında biraz daha daralmış/azalmış gibidir. Olaya biraz daha odaklanırsak önemli pozisyonları işgal eden kişilerin özellikle görev başında ölümleri, ölüm nedeninin mutlaka açığa çıkartılmasını, kendilerinin vasiyetleri aksi yönde olsa da gerekli kılar. Bu hem hukuki açıdan, hem siyasi açıdan, hem de toplumsal barış açısından olmazsa olmazdır. Bu prensibin uygulanmaması potansiyel bir fitnenin fiili âleme itilmesinden başka anlam taşımaz. Bir cumhurbaşkanının zehirlenerek suikasta kurban gitmesi zannı ise “şüyuu vukuundan beter” tanımını fazlasıyla karşılar. Bunu önlemenin en basit ve klasik yolu otopsiyi ve gerekli bütün doku tahlillerini ölümün hemen ardından yapmaktı. Ama yapılmadı ve Özal ailesinin ifadesine göre kan örnekleri de kayboldu. Sonuçta zihinler daha da bulandı. Ülkemiz gerçekleri ve sağlık sistemimiz, dikkate alındığında kanların kasıtlı bir şekilde yok edilmesi kadar yanlışlıkla kaybolması da zayıf bir ihtimal değildir. Bu ihtimaller birbirini iptal etmez ve her ihtimal, ‘ihtimal’ olmaktan çıkana dek gündemde tutulmalıdır.
Şu ifadeler (dönemin GATA Komutanı) Prof.Dr.Ömer Şarlak’a ait: “Özal geziden kötü döndü. Çünkü Türk Cumhuriyetlerinde gutu azdıracak et yemeklerinden çokça yemişti. Bence ölüm nedeni kalp. Otopsi yapılmasına gerek görülmedi ve zehirlenme emaresi yoktu.” Aynı haberde yer alan şu ifadeler de: “Sayın Cumhurbaşkanım, bu gut belirtisi. Bu asit üriğin yükselmesinden olur. Asit ürik yükselmesi ayak başparmağında ve dizde ağrı yapar. Ayrıca kalp damarlarına, böbrek damarlarına da zarar veren bir hastalık.” Yine aynı haberde “Gut kalp hastalıklarında önemli bir etkendir. Zaten koroner by-pass’lı bir insanın kalp damarlarını etkileyebilir. Sayın Özal’daki gut belirgindi.”2
Buraya kaynak olarak aktardığımız haberden anladığımız kadarıyla Dr. Şarlak, Özal’ı gördüğünde başparmağındaki ağrıyı ve bulguları tespit ediyor fakat o muayenede kanda ürik asit ölçtüremiyor çünkü buna vakit yok. Burada gut belirtisi var dediği tetkik sonuçları ise eskiye ait. Bu nedenle Özal’ın ayağındaki ağrının başka bir nedene bağlı olması da muhtemel çünkü gerçek anlamda gut teşhisi koyabilmek için (1) hem yüksek ürik asit düzeyinin (2) hem de eklem bulgularının aynı anda tespiti; dahası (3) eklem sıvısının incelenmesi gereklidir. Fakat biz teşhisi gut olarak kabul edelim ve yolumuzda ilerleyelim çünkü bundan sonrası daha önemli.
Gut hastalığı veya bir boyutuyla kanda ürik asit yükselmesi, Dr. Şarlak’ın aktardığı gibi gerçekten kalp hastalıklarında önemli bir etken midir? Konu hakkında yapılmış çok sayıda araştırma vardır, ikisini aktaralım: Framingham çalışmaları olarak bilinen itibarlı seri makalelerden bir tanesi özel olarak bu konuya ait ve vardığı sonuç şu: “Gut hastalığı erkeklerde koroner kalp hastalığı etkenidir.”3 Ancak yine en az bu kadar itibarlı Meharry-Hopkins çalışmasının vardığı sonuç farklı: “Gut hastalığı erkeklerde koroner kalp hastalığı riskini arttırmıyor.”4 Pratik tıbba yönelik kitaplar da ürik asit yükselmesini veya gut hastalığını “bağımsız bir risk faktörü” olarak kabul etmiyor koroner kalp hastalığı için. Peki, bu çalışmaların hangisi bize doğruyu işaret ediyor? Aslında vardıkları sonuçlar açısından hepsi doğru ama bazıları bu sonuçları farklı yorumluyor: on bin kişilik bir şehir düşünelim ve burada beş yüz kişinin kronik bronşit hastalığından yakındığını varsayalım. Bu beş yüz kişinin ceplerini arasanız hemen hepsinde sigara ve çakmak bulursunuz. Peki, cepte sigara-çakmak taşımak insanlarda kronik bronşite yol açar mı? Yani aralarında nedensellik açısından bir ilişki var mı? Kafanızdan geçen cevap doğru, bu yüzden yüksek sesle dillendirebilirsiniz. “Cepte sigara-çakmak taşımak kronik bronşite yol açmaz. İkisi arasında nedensellik açısından bir ilişki yoktur.” Peki cepte sigara-çakmak taşımak ile kronik bronşit arasındaki bu dehşetli korelasyon nereden kaynaklanıyor? Niçin kronik bronşitlilerin hepsinin cebinde sigara-çakmak var da kronik bronşitli olmayan kesimde bu diyelim %5’i geçmiyor? Veya niçin sigara çakmak taşıyanların çoğunda kronik bronşit görülüyor fakat taşımayanlarda bu oran oldukça az? Elbette ki nedensellik açısından ikisinin de gerisinde sigara içmek eylemi var. Yani sigara içmek (1) sigara-çakmak taşımaya, (2) kronik bronşit gelişimine öncülük ediyor. Bunu da şuradan anlayabiliriz: üzerlerinde sigara-çakmak “taşımayan” fakat sigara tiryakisi olan (argo tabirle) otlakçılarda kronik bronşit görülürken; sadece centilmenlik uğruna, içmedikleri halde başkalarına ikram etmek için, sigara ve çakmak “taşıyanlarda” bu hastalık görülmüyor. Şimdi bir analoji yapalım: (2) Kronik bronşit yerine koroner kalp hastalığını koyun; (1) sigara-çakmak taşımak yerine de gut hastalığını; birbirleri üzerindeki etkileri yukarıdaki örnekte belirttiğimizden daha farklı değildir. Peki, gut ile koroner kalp hastalığı gerisinde nedensellik açısından ne vardır? İşte bunun beslenme alışkanlığı olduğu söyleniyor. Mesela aşırı miktarda etli (dolayısıyla hayvansal yağlı) yiyecekler. Yoksa diğer risk faktörlerini ortadan kaldırdığınızda gut hastalığı olanlarla olmayanlar arasında koroner kalp hastalığına yakalanma açısından bir fark olmadığı belirtiliyor. İlerleyelim.
Bu aşamadan sonra (1) Özal’da gut hastalığı olduğunu; (2) (gerçekte öyle olmadığı halde) gut hastalığının koroner kalp hastalığında önemli bir etken olduğunu; (3) Özal’ın Türki Cumhuriyetler ’de (Dr.Şarlak’ın ifadesiyle) ‘gutunu iyice azdırdığını’ varsayalım ve (4) By-pass ameliyatı geçiren hastalarda ani ölümlerin görülebildiği bilgisini de buraya ekleyelim. Bunların hepsini üst üste koyduğumuzda Özal’ın ölüm nedenini bulmuş oluyor muyuz? Hayır. Çünkü ölüm nedenleri, kesin olarak, (ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar) ihtimaller üzerine akıl yürütmelerle değil laboratuarda doğrudan gözlemlenerek bulunurlar. Yukarıda saydığımız dört faktörü üst üste koyduğumuzda faktörler toplamı %99.99 oranında Özal’ın muhtemel ölüm nedeni olarak karşımıza çıkabilir. Fakat ölüm gerçekleştikten sonra artık ihtimallerden bahsedilmez, ‘nedenlerden’ bahsedilir. İhtimaller de artık ‘neden’ olarak sunulamazlar. Yukarıdaki faktörler toplamı dışında kalan %0.01 Özal’ın ölüm nedeni ise bizim %99.99 ihtimalimiz artık gerçeklikler âleminde sıfırlanmış; %0.01 ise kalıcı anlamda %100’e diğer bir ifade ile ihtimalden gerçekliğe yani ‘nedene’ dönüşmüş demektir. Şimdi gelelim %0.01’in içeriğine: Türkiye’de hareketli bir başbakanlık döneminden sonra gelmiş geçmiş en ‘farklı’ cumhurbaşkanlığı profili çizen; bir defa da suikasttan yaralı olarak kurtulan bir siyasetçi için (sağlığındaki bozukluklar dışında) en muhtemel ölüm nedeni ne olabilir?
Dr. Şarlak’a ve Özal’ın vefat ettiği gün orada bulunan tüm öğretim üyelerine sorulacak soru şudur: Eğer bir tıp fakültesi dördüncü sınıf öğrencisine, adli tıp sınavında, yukarıda profili çizilen bir devlet adamının ani ölümü durumunda otopsi yapıp yapmayacağını sorsaydınız ve o da size “kalp krizi belirgin olduğu için buna gerek duyulmayacağını”5 söyleseydi bu öğrenciyi o dersten geçirir miydiniz?
Bu saatten sonra yapılacak olan en doğru şey öncelikle Sayın Ahmet Özal’ın “mezar açılması” konusunu ciddiyetle ele alması olacaktır. Bu hem bir takım şüpheleri kısmen de olsa izale edecek (belki de kesin bir sonuç alınabilecektir) hem de kendisi hakkında dillendirilen “reklam amaçlı” suçlamaların önüne geçecektir. Ancak bundan önce yapılması gereken: (1) bu tip suikastlarda ne tip zehirli maddeler kullanıldığı ve bunların hangilerinin yıllar sonra ceset kalıntılarında tespit edilebileceği ve geçici mumyalamada kullanılan maddelerin bu testler üzerinde nasıl bir etkide bulunacağı. Daha önemlisi (2) dünyada bu işlerle uğraşan örgütler, “piyasada henüz varlığı ve tespit yöntemi bilinmeyen zehirler” olup-olmadığı; varsa ne gibi zehirli maddeleri kimlerin kimlere satmış olabileceği bilgisine ulaşmaktır. Bir diğer ayrıntı da (3) Özal’ın ölümünü bir kaç ay önceden tahmin edenlerin, bu bilgilerin kaynağı hakkında adli makamları bilgilendirmeleri olacaktır. Babasının dostları bu konuda Ahmet Özal’a yardımcı olabilirler elbette.
Tüm bunların kime ne zararı var?
((05.05.2002-Bundan onbuçuk yıl önce Turgut Özal’ın vefatı hakkında yazılmış ve Gerçek Hayat Dergisinde yayımlanmıştır.))
---------------------------------------------------------------------------------
1 Sabah Gazetesi, Metin Çetingüleç, 02/05/2002.
2 Sabah Gazetesi, Metin Çetingüleç, 02/05/2002.
3 Abbott RD. Brand FN. Kannel WB. Castelli WP. Gout and coronary heart disease: the Framingham Study. Journal of Clinical Epidemiology. 41(3):237-42, 1988.
4 Gelber AC. Klag MJ. Mead LA. Thomas J. Thomas DJ. Pearson TA. Hochberg MC. Gout and risk for subsequent coronary heart disease. The Meharry-Hopkins Study. Archives of Internal Medicine. 157(13):1436-40, 1997 Jul 14.
5 Sabah Gazetesi, Metin Çetingüleç, 02/05/2002.
SON VİDEO HABER
Haber Ara