Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Bilek güreşleri arasında açlık grevi

'Öncelikle açlık grevinin hangi argümanlara dayanılarak sürdürüldüğüne kısaca göz atmak gerekiyor. Açlık grevi yapanlar, Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılmasını, Kürtçe savunma hakkının ve Kürtçe eğitim ve öğrenim hakkının getirilmesini talep ediyorlar bildiğim kadarıyla.'

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-10-31 14:01:23

Bilek güreşleri arasında açlık grevi
TİMETURK / Enver Gülşen

Cezaevlerindeki açlık grevleri insan sağlığı için kritik eşiği çoktan aşmışken, açlık grevleri üzerinden yapılan bir bilek güreşi, olayın bir “kurban verme” eylemi olduğunu çok net ortaya koyuyor. BDP’nin desteklediği ve üst düzey yetkililerinin “gerekirse biz de ölürüz” diyerek adeta arkadan iteklediği açlık grevlerinde ölecekler ya da sakat kalacaklar için kimi suçlayacağız?

Öncelikle açlık grevinin hangi argümanlara dayanılarak sürdürüldüğüne kısaca göz atmak gerekiyor. Açlık grevi yapanlar, Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılmasını, Kürtçe savunma hakkının ve Kürtçe eğitim ve öğrenim hakkının getirilmesini talep ediyorlar bildiğim kadarıyla.

Kısaca bu isteklere bir göz atmak gerekiyor. AKP hükümetinin Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan ile görüşmeyi dahi gündeme getirdiği bugünlerde ilk isteğin, zaten kısa veya orta vadede gerçekleştirilmesi mümkün görünüyor. Tecrit meselesindeki asıl sorun, basından takip edebildiğim kadarıyla, Öcalan’ın, bir avukatlık bürosundaki avukatları özel olarak istemesi; devletinse, Öcalan’ın o avukatlar aracılığıyla PKK’ya çeşitli konularda emir verdiğini iddia edip, o avukatlar dışındaki başka avukatlarla ya da ailesiyle görüşebileceğini söylemesi arasındaki kavgada yatıyor. Ve yine bildiğim kadarıyla Öcalan, istediği avukatlarla olmazsa, ailesi dâhil kimse ile görüşmek istemiyor. Yani BDP / PKK destekli bu açlık grevlerinin ilk isteğini iki taraf aynı düzlemde anlamıyor. Her iki tarafın da kendilerince haklı oldukları yerler var. Ancak burada karşılıklı bir güç gösterisinin söz konusu olduğunu görmek gerekiyor. Öcalan’ın dediği olursa devlet; Öcalan devletin dediğini yaparsa da PKK güç kaybedecek gibi hissedildiği için, tecrit, salt bir görüşme / görüşmeme meselesinin ötesinde bir anlam taşıyor. BDP, tecrit meselesini açlık grevi yapanların midesine ağır bir taş gibi yükleyerek, aslında nasıl bir “kimliğe” sahip olduğunu açıkça ilan etmiş oluyor. Daha önce BDP ile PKK’yı eşitleyenlere, ben dâhil Kürt meselesinin çözümünü isteyen herkes karşı çıkardı. Ancak BDP’nin tüm ırkçı anlayışlar gibi, asıl kozasına dönmesi, bir anlamıyla, bu meselenin artı açık bir savaş hâline dönüştürülmek istendiğinin kanıtıdır. BDP, sadece dağ ya da şehirdeki PKK / KCK / BDP’li insanları değil, tam da “karşı tarafın” ırkçıları gibi, “kendi hâlinde” vatandaşları da “ırk bilincine uyandırmak” için, Kürt ırkçılığını “sürdürülebilir mazlumluk” için bir tetikçi olarak kullanmasıyla zaten yerini açıkça belli etmiştir. Tecrit meselesinde oynanan satrancın anlamı budur bana kalırsa.

Mahkemelerde Kürtçe savunma meselesiyle ilgili bildiğim ve takip edebildiğim kadarıyla bir düzenleme yapılıyor bugünlerde. İkinci isteğin çok yakın bir zamanda çözülebileceğini tahmin etmek çok zor değil.

Üçüncü istek, yani Kürtçe eğitim / öğrenim hakkı ile ilgili istekler, bu ülkenin yüz yıla yakın tarihinde çözülememiş bir meseleyi, açlık grevinde sakat kalabilecek ya da ölebilecek bir zaman dilimi içerisine sıkıştırıp, kördüğüm içinden zafer çıkarmak isteğinin dışavurumu olarak görünebilir. Zira bu meseleyi çözebilmek için siyasi iradenin, halkın ve Kürt siyasetçilerinin uzun sürecek bir müzakere içinde olması gerekiyor. Elbette en temel insan hakkı olan eğitim / öğrenim meselesindeki isteklerin son derece makul olduğunu teslim etmek zorundayız. Ancak asıl makul olmayan şey, uzun yıllardır - şunun ya da bunun kabahatiyle, ihmaliyle, yanlışıyla ya da görmezden gelmesiyle - çözülememiş bir meselenin, aslında tam da çözülebilecek bir siyasi ortam doğmuşken, bir bilek güreşine mahkûm edilerek tekrar bir çözümsüzlüğe doğru itilme isteğidir.
Peki, “gerekirse biz de peşinizden ölürüz” diyen BDP’li üst düzey yetkililer, gerçekten ölürler mi; yoksa bu ülkenin hemen her kesiminde görülmüş bir “toplu kurban etme” eylemine açık bir şovenlikle “gaz” mı vermektedirler? Bu noktada açıkça üzerinde durmak istediğimiz şey, insanların canları üzerinden oynanan bu siyasi satrancın kirliliğidir.

BDP / PKK yandaşlarının ve “kim hükümete ve AKP’ye karşı çıkarsa onun yanındayız” sığlığı ile destek veren ülkem “solcularının” açlık grevine verdikleri “destek” hakikaten o mahkûmlara bir destek midir? Açıkça soralım o zaman: Bu insanların, bir kördüğüm bilek güreşine kurban edilerek ölmesinden kim ne çıkar sağlayacaktır?
Adını net koymak gerekiyor. Bu ülke kurban etme / kurban alma eylemlerinden başka bir çözüm yolu bulamıyor hiçbir meselede. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diyerek, başkasının çocuğunun canıyla kendi şovenliğinin sağlamasına girişenlerle, gariban insanların canlarını gözünü kırpmadan feda edebilecek kadar kendi siyasi ikbali ile insan canı arasında kördüğüm kurabilen bir vicdansızlıkla davranan BDP yetkililerinin arasındaki fark nedir? Asıl gariplik Türkiye’deki her kesimin, milliyetçisinden solcusuna İslamcısına kadar, bu “vicdansızlığın” bir tarafında yer alıp öte tarafına sağır olmasıdır. Birbirinin tıpa tıp aynı olan ayna görüntülerde, kendisini gör(e)meden ötekinin vicdansızlığına sallayan bir şovenlik, Kürtçü ya da Türkçü birbirine sıkı sıkıya bağlı görünüyor. Bir taraf ağır basınca öteki taraf zincirleri çekmeye başlıyor.
Son açlık grevinde açıkça kurban edilen bu insanlara yazık oluyor. Bu insanlar, bir kurban etme ritüelinin insanların gözlerinin içine baka baka sunulan kurbanlarıdır. “Arkanızdan gerekirse biz de ölürüz!” diyenlerin, onların arkasında gitmek bir yana, beş yıldızlı otellerde tatil yaptıklarını gayet iyi biliyoruz. Sonuçta uzun zaman alacak bir siyasi görüşmeler silsilesi sonucunda “kazanılabilecek” ya da “kazanılamayacak” olan ve bu ülkenin yüz yılını almış meselelerinin, sağlıklarını yitirmeleri bir ayı, ölmeleri ise iki ayı geçmeyecek olan insanların canına bağlanması, açıkça kurban edilmedir. BDP, buna, kurbanların canından çıkarabileceği büyük rantı hesaplayarak göz göre göre destek vermektedir. AKP ve hükümet ise, Kürt sorununda başladığı hiçbir şeyi, başladığı hızla bitirememesinin ve hep titrek adımlarla iki ileri iki geri gitmesinin cezasını çekecek gibi görünüyor. BDP’li şovenlerin, kendi üzerlerindeki şoven rütbesini, “insanları hakkıyla kurban ettikten sonra” AKP’nin ve hükümetin omzuna takmaya çalıştığı gün gibi ortadadır. AKP de bu durumdan hiç da rahatsız görünmüyor doğrusu…

Hâlâ vakit varken, bu kurban etme ritüelinin durdurulması gerekiyor. Siyasi görüşme sözüyle mi, başka türlü mü durdurulur bilemem; ama karşılıklı kurbanların kanları gelip hepimizi boğmadan buna bir son vermek gerekiyor. BDP’nin bu konuda hiçbir şey yapmayacağı açıktır. Zira kandan ve verilen kurbanlardan beslenen şoven bir zihniyet için, kurban edilenleri “devrim şehidi” olarak taltif etmek utanılacak bir şey olarak görülmez!

Haber Ara