Avrupa’da Faşizm yükselişte, ya ABD’de?
Avrupa’da nasyonal sosyalizm ve faşizmin yükselişine neden olan ekonomik ve sosyal etmenler, burada tekrarlanmaya ihtiyaç duyacak kadar fazlasıyla bilindiktir. Kontrolden çıkmış enflasyon ve arkasından gelen sosyal ayrışma ile Weimar Almanya’sının kötü durumu, bize Goethe ile Beethoven’ı veren bir ulusun sosyal-ekonomik dokusunu un ufak etti ve sağ ile solun otoriter ideolojilerini güçlendirdi. Marjinal figürler, ana-akıma kaydı ve sonuçlar korkunç oldu.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-10-31 14:33:37
Justin Raimondo
Biz, burada yani Amerika’da, dünya çapındaki ekonomik krizin, yükselen işsizliğin, iflaslar ile hacizler dalgasının ve ekonomik faaliyetteki genel daralmanın siyasi ve sosyal etkilerini yeni yeni hissetmeye başladık. Eyalet ve mahalli hükümetler tasarruf tedbirleri uyguluyor ve federal hükümet, hayal edebilecekten çok daha dik bir “mali uçurum” ile yüzleşiyor. Halbuki Avrupa’da, dipsiz uçurumun yarısına halihazırda ulaştılar. Yunanistan, daha hızlı ve sert düşerken, birçok güney Avrupa ülkesi onun çok da arkasında değil.
Kıta boyunca hükümetlerin verdiği karşılık, onlarca yıllık savurganlığın neticesine biriken açıkları azaltmaya yönelik bir “tasarruf” rejimi oldu. Hükümet yardımlarını bekleyen nüfuslar gaddar bütçe kesintilerine maruz kaldı. İkinci dünya savaşından beri inşa edilen sosyal ve siyasi yapılar çökme tehlikesiyle karşı karşıya hale geldi. Avronun zayıflaması ve olası düşüşü, çok daha kötüsüne işaret ediyor. Taşma etkisi burada, ABD’de bizi de tehdit ediyor.
Son dünya çapındaki ekonomik depresyon, Almanya’da nasyonal sosyalizm, İtalya’da faşizmin yükselişiyle ve nihayetinde milyonları öldüren küresel yıkıcı bir çatışmaya götürdü. Bu tekrarlanabilir mi?
Avrupa’da nasyonal sosyalizm ve faşizmin yükselişine neden olan ekonomik ve sosyal etmenler, burada tekrarlanmaya ihtiyaç duyacak kadar fazlasıyla bilindiktir. Kontrolden çıkmış enflasyon ve arkasından gelen sosyal ayrışma ile Weimar Almanya’sının kötü durumu, bize Goethe ile Beethoven’ı veren bir ulusun sosyal-ekonomik dokusunu un ufak etti ve sağ ile solun otoriter ideolojilerini güçlendirdi. Marjinal figürler, ana-akıma kaydı ve sonuçlar korkunç oldu.
Yunanistan, Macaristan, İtalya, Hollanda ve hatta Finlandiya’daki aşırı-sağ hareketlerin yükselen dalgasıyla bu süreç, bugün kendisini tekrar eder görünüyor. Ve sadece Avrupa da değil. Sözde Arap Baharı’na, fırlayan gıda fiyatları ile başka herhangi bir yerde göremeyeceğiniz çok daha kötü ekonomik şartlar neden oldu. Hüsnü Mübarek gibi ABD destekli tiranlar havlu atarken boşluğu doldurmak için hareket geçen İslamcı partiler ile Weimar Etkisi, tek başına bir Avrupa olgusu olmaktan fazlasıyla uzak.
Ekonomik yıkımın en aşırı olduğu Yunanistan, yaklaşan tehdidin vitrinini oluşturuyor. Yüzde 25’ten fazla işsizlik (gençler arasında bunun iki katı) ile ülkenin en temel kurumların tamamen çöküşüyle, alenen faşist siyasi bir parti boşluğu doldurmak için hareket ediyor. “Altın Şafak”, ideolojik öncülleri konusunda oldukça açık. Sembolleri, swastikanın Yunan versiyonu.
Parti, 1990’ların başlarında 55 yaşındaki sağcı tahrikçi ve uzun bir Nazi-yanlısı propaganda geçmişine sahip eski ordu-mensubu Nikolaos Michaloliakos tarafından kuruldu. Hitler gibi, şiddet “eylemciliği” nedeniyle siyasi kariyerin ilk başlarında hapis yattı. 1967 askeri cunta liderleriyle birlikte aynı hapishanede bulundu. Onlardan çıkardığı dersle, ilkin Nazizm ve Holocaust reddiyesi için savunmalar yazan bir dergi olan “Altın Şafak”ı yarattı. O ve takipçileri, 1993’te Altın Şafak’ı bir parti olarak kaydettirdi. Önceki seçimlerde yüzde 1’den daha az oy alan ve ilk başlarda marjinal bir güç olan parti, Yunanistan’ın son parlamento seçimlerinde yüzde 14’lük sersemletici bir yüzde kazandı.
Altın Şafak’ın mesajı da fazlasıyla bilindik. Aynı şekilde zemin kazanan aşırı sol, ülkenin dertleri için “kapitalizmi” suçlarken, Altın Şafakçılar, daha açık seçikler. Avrupa’nın ekonomik sorunları ile Yunanistan’ın kötü durumunun nedeninin Yahudi bankerleri olduğunu söylüyorlar. (Evet, bu arada Holocoust da bir yalan.) Merkezdeki siyasetçilerin “tasarruf” politikalarına cevapları ise yabancıları suçlamak. Yunanistan’da meskun 2 milyon kişiyi, suçun artışı ve yerlilerden “işleri çalmak” ile suçluyorlar. Siyah-gömlekli kabadayılar, caddelerde devriye geziyor, yabancıları dövüyor, göçmen otellerine saldırıyor ve Atina’nın merkezinin büyük kısmında kanun uygulamasını Altın Şafak çetelerine “out-source” eden polise sızıyor. Her yerdeki faşistler gibi, “Daha büyük” bir ulusa dair tarihi fantezilerden bahsediyorlar. Eğer Altın Şafak, iktidara gelirse, Makedonya ve eski Yugoslavya’nın bölgelerindeki “kayıp” topraklar, “kurtarılacak” ve Türkiye ile savaş sadece bir an meselesi olacak.
Bunlar, fikirlere-sahip-Cumhuriyetçiler değil. Bunlar, Retro-Nazi sembolleri ve söylemleri ile modern Avrupa siyasetinin en karanlık geleneklerini hatırlatan düpedüz faşistler.
Ve ayrıca sadece Yunanistan da değil. Sağcı çoğunluk partinin iktidara geldiği Macaristan’da aynı ultra-milliyetçi yabancı-karşıtı dalga, seçimleri süpürdü. Orada “Jobbik” adıyla bilinen Altın Şafak benzeri bir parti, artan halk desteğini toplamak için homoseksüellerin yanında Nazi propagandasının iki asli düşmanı Yahudiler ile Çingeneleri hedef aldı. Altın Şafak gibi Jobbik de ideolojik mirasını saklamaya çalışmıyor. Partinin 33 yaşındaki lideri Gabor Vona geçen Ocak’ta şunları söyledi:
“Bizler, komünist, faşist ya da Nasyonal Sosyalist değiliz. Ki bunu herkesin çok açıkça anlaması önemlidir, bizler demokrat da değiliz.”
“Yahudi siyasi sınıfını” şiddetle eleştirmesiyle ve Macar kültürünün “saflaştırılması” çağrısıyla, Jobbik, muhafazakar Fidesz partisin Macaristan’ın sosyalist partisini yerinden ederek daha önce benzersiz şekilde parlamentonun 3’te 2’sini elde ettiği bir seçimde yüzde 17 oy aldı. Fidesz, hızla zaferini pekiştirmeye girişti, bağımsız medya karşı harekete geçti, yargının gücünü azalttı ve anayasayı tamamen baştan yazmaya başladı. Hakikatte ise Jobbik, onların radikal parti grubunu teşkil ediyor.
Dar üniformalarla etrafı arşınlayıp insanları dövmelerinin yanında, bu tür grupların en önemli siyasi maddesi yayılmacılıktır. Uluslararası arenada Jobbik, Macar halkının köklerini Orta Asya bozkırlarına bağlayan ve tüm “Türk” halklarının siyasi birliğe çağıran “Turancılık” ya da “Pan-Türkçülük” diye bilenen bir söylemi yürütüyor. The Tablet’te Jamie Kirchick şunları yazıyor:
“Macaristan’a ilk ziyaretim esnasında bende etki bırakan ilk şeylerden biri, “Büyük Macaristan”ı gösteren kartlar ile arabalara yapıştırılan etiketler oldu. Yani bunlar, Birinci Dünya Savaşı’nın kaybeden tarafında olmazdan önce Macaristan’ı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemindeki gibi betimliyor. Topraklarının 3’te 2’sini kaybetmek ve halkının 3’te 1’ini diğer devletlere dağıtmak, Macaristan sağı üzerinde derin bir psikolojik yara bıraktı. Jobbik, Büyük Macaristan haritasını propagandasında kullanıyor. Bu haritalardan birinin tahta işlemesi, Jobbik Milletvekili Marton Gyöngöyösi’nin kahve masasında duruyor. Parti, Triyonan Anlaşması sınırlarının birkaç nesil ya da en kısa sürede bırakılması kampanyası yürütüyor”.
Yitirilmiş büyüklük anlatımı, neo-faşist çevrede uluslararası bir yaygınlığa sahiptir. Jobbik, “Büyük Macaristan” hayali kurarken ve Altın Şafak, “Büyük Yunanistan” isterken, İsrail’de “ana-akım” partiler alenen Büyük İsrail çağrısı yapıyor. Gevşekçe bu Yahudi devletinin üzerine kurulduğu ulusal mitolojidir ve Likud iktidarında iç ve dış politikanın merkezi varsayımı haline gelmiştir. Gerçekte İsrail’deki siyasi manzara, ürkütücü şekilde Macaristan’ınkine benziyor. Benjamin Netanyahu’nıun Likud Partisi, Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın liderliğindeki aşırı Yisral Beiteinu gibi aynı topluluğa hitap ediyor. Bu iki partinin resmen birleşmesi ise Batı’da alarm zilleri çaldırması gerekirdi.
Jobbik, Yahudiler ile Çingeneleri hedef alıp onların sürülmesi ve/veya gettolaştırılması çağrısı yaparken, Lieberman takipçileri İsrail’in Arap popülasyonunu etnik temizliğini istiyor. Bu arada “Büyük İsrail” çağrısı ise Likud Parti platformuna içkin bulunuyor. Altın Şafak’ın çeteleri ve Jobbik’in üniformalı “Ok Haçı” taklitçilerinin “yerleşimci” hareketinin artan şiddetinde İsrailli karşılıkları bulunuyor. Bu kudurmuş etnik-ulusalcılık, gayet verimli topraklarda büyüyor. Daha önce işaret ettiğim gibi yakınlarda yapılan bir araştırma İsraillilerin çoğunluğunun, Yahudi devletinin savunması için ırkçı bir devleti “iyi” ve/veya “gerekli” olarak benimsediğini gösterdi.
Bölgede diğer yerlerde sözde Arap Baharı, geçmiş zaferlerin mitlerini hatırlatıp dini azınlıkları günah keçisi yaparken, çürüyen ekonomik ve siyasi düzenden anlam çıkarma sözü veren İslamcı partilere hız verdi.
Birleşik Devletler’de, tarihi temaların ve faşizm formlarını resmeden bir kitlesel hareketin yükselişini henüz görmedik ancak bu burada olmaz demek değil.
“Yabancı” karşıtı çağrılar, Amerikan siyasetinde yeni bir şey değil fakat ekonomik belirsizliğin yaşandığı bu zamanlarda onları artan şekilde görüyoruz. Gerçekten her iki parti de bu başkanlık seçim yılında Çin-karşıtlığını sabit bir düstur yaptı. Mitt Romney, Jobbik ve Altın Şafak’ın “Yahudi bankerlerinin” Asya çeşidi gibi ticari açığımızı Çinli “para manipülatörleri” üzerine yıkmaya çalışıyor. İlk Afrikalı-Amerikan başkanımız ile partisinin, “kendi” işlerimizi Çin’e naklettikleri için Cumhuriyetçilerin ardında düşmesi en büyük ironilerden biridir. Ekonomik olarak cahil ve düpedüz faşist bu düşünceye göre garip sarı halk, tüm ekonomik sorunlarımızın kökenidir.
Amerikan sağcılarında bu türden düşünceler yaygındır. İfadesini “doğum” hareketinden bulur ve Başkanı, gerçek bir Amerikalı olmamakla suçlar. Başkan, “Kenya anti-sömürgeci” zihne sahip gizli bir Müslüman’dır. İdeolojik kan kardeşleri Likud ve Yisrael Beiteiunu’dan kopya çekerek, neo-muhafazakar sağ, Müslümanları tüm sorunlar için suçlayacak bir günah keçisi olarak hedef alır ve azınlık grubu şeytanlaştırmak için sözüm ona yaklaşan “şeriat” tehdidinden (ve İran nükleer silahlarına dair düzmece kuruntudan) bahseder. Ekonomik darboğaz nedeniyle gerçek yasadışı göçmen sorunu yarıya inmiş olsa da –ki göçmenlerin bizden “çaldıkları” söylenen işler buharlaştı– göçmen-karşıtı söylemin daha sesli ve aşırı hale gelmesi ilginçtir. Zor zamanlarda birçokları günah keçisi arar. Yerel şartlara ve grupların göreceli güçsüzlüğüne göre bunlar, göçmenler, Yahudiler, eşcinseller ya da Çingeneler olur.
Henüz başlamakta olan faşizmin tüm düsturları bir nebzeye kadar şu anki siyasi kültürümüzde mevcuttur. Öteki’nin korkusu, (güçsüz) bir günah keçisi ihtiyacı ve yayılmacılık teması. “Büyük Amerika” çağrısı yapan kimse yoktur fakat militarizm ve “dünya düzeninin” bekçisi ve uygulayıcısı olarak Amerika’nın “açık kaderi” dış politikadaki “muhafazakar” beyanları zahiren kaplamaktadır. Gerçekten 1990’lardaki bugünün “duyarlı merkezciliğinin” destekçilerinin önde gelenlerinden David Brooks, neo-muhafazakar Weekly Standard adlı yayındaki “ulusal büyüklük” konseptini öven seri makalelerin eş-yazarlığını yaptı. Ve o dönemki “ulusal büyüklük muhafazakarlığı” Amerikan sağının asli fikriydi. Aynı on yıl içinde ve aynı dergide aleni (sanki böyle bir şey varmış gibi, oksimoron bir kavram olan) “Amerikan İmparatorluğu” çağrılarının görülmesi kaza değildir.
Bu örtülü temaları, artan şekilde panikleyen Amerikan halkının kafaya dikeceği daha açık, tutarlı ve tehlikeli bir zehirli kokteyle dönüştürmek çok da zor değildir. 2008’deki kaza gibi başka bir ekonomik “olay” ya da 9/11 ölçeğinde başka bir terörist saldırı ya da bunun karışımı, gereksiz bir alarm durumundan ziyade bu eğilimleri ürpererek tespit eden bir gerçekçiliktir.
*Amerikalı ünlü muhalif yazar ve antiwar sitesinin genel yayın yönetmeni.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara