Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Erdoğan, Gülen'e taziye için telefonda ne dedi

Sonunda o beklenen görüşme tahakkuk etti. Sayın Başbakan dingin bir ses tonuyla selam verdi ilkin. Sonra taziyelerini bildirerek Hocaefendi'nin, “yaralı gönlünü teselli etti”. Hocaefendi de telefonda Başbakan'a, “Onca yoğun işleriniz arasında lütfedip aradınız; teşekkür ederim.” dedi.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-10-22 09:22:18

Erdoğan, Gülen'e taziye için telefonda ne dedi
TIMETURK / Haber Merkezi

Zaman Gazetesi Yazarı Ekrem Dumanlı'nın "Vefat, taziye ve bir teşekkür" başlıklı köşe yazısında Fethullah Gülen Hocaefendi'nin kardeşinin ölümü üzerine Başbakan Erdoğan'la ne görüştüğünü ve kimlerin aradığını yazdı: İşte o yazının ilgili bölümü

"Asude bir ekim sabahı ulaştı vefat haberi. Kardeş acısı! Fethullah Gülen Hocaefendi, kardeşinin vefatını her zamanki metaneti ve tevekkülü ile karşıladı.

Daha doğrusu, şahsî ıstıraplarını yine dışa sızdırmadı. O cuma sabahı orada olanlar, bir yandan vefat haberine üzülüyor; diğer yandan da her gün yapılan, mutad tedrisatın devam edip etmeyeceğini merak ediyordu. En zor şartlar altında bile devam eden tefsir, meal, fıkıh, Arapça derslerine vefat nedeniyle ara verilebilirdi. Hiç olmazsa bir günlük. Öyle olmadı o sabah. Hocaefendi kardeş kaybını bağrına bastı ve dersin yapılacağı salona doğru yürüdü. Ölümle ilgili ayetler okuyordu yaklaşırken. Hayatın fâni olduğunu, Bâki olanın ancak ve ancak Allah olduğunu söylüyordu.

Ders halkası oluşmuştu oluşmasına ama herkesin aklında vefat eden Hasbi Nida Bey vardı. Aylardır çektiği acılar dinmiş, Hasbi Bey öbür âleme kanatlanıvermişti. O, fâni dünyanın mihnetinden kurtulup giderken, ülkesinden on bin kilometre ötede gözü yaşlı bir ağabeyi, diyar-ı gurbette bırakmıştı. Belki de hasret içinde gözlerini kapamıştı merhum...

Mahzun ağabey, ders halkasında oturanların simalarına tek tek baktı. Ne gördü, ne keşfetti bilinmez; ancak hiçbir şey olmamış gibi o mehip edasıyla herkesi süzüyordu. Salondaki küçük topluluğu teselli eden kısa bir konuşma yaptı ilkin. Sonra hayatın firaklarla dolu olduğunu, ahiret yurdunun ebedi saadetler içerdiğini anlattı. O haliyle en zor günlerde bile okumanın, ilim tahsil etmenin, öğrenmenin ve öğretmenin fâsıla kabul etmez bir vazife olduğunu hatırlatıyordu.

Ders, hiçbir şey olmamış gibi başladı. Yine her talebe kendi çalıştığı yerden okuyor, metin mukayeseleri yapılıyor, yorum farklılıkları üzerinde duruluyordu. Hocaefendi okunan bölümlere zaman zaman şerh koyuyor, itiraz ediyor, kimi zaman da yepyeni bir yorum yaparak meseleyi daha da derinleştiriyordu. Ders sürüp giderken sağdan soldan telefonlar gelmeye başlamış, Türkiye'den başsağlığı dilemek isteyen gönül dostları çeşitli vesileler ve vasıtalar aramaya durmuştu. Cuma namazına bir saat kala ders bitti. Hocaefendi abdest tazelemek için odasına giderken bazı telefonlardan haberdar oldu.

Arayanlardan biri, “Sayın Başbakanımız birazdan bu telefonla taziyelerini bildirecek.” dedi. Bu mesaj kendisine ulaştırıldığında Hocaefendi “burûdetin izalesi” için temennide bulunuyordu. Sonra o telefon gelene kadar kısa bir bekleyiş yaşandı. Cuma vakti yaklaşıyordu. Cemaati bekletmemek için birisi, Sayın Başbakan'ın yakınında bulunanlardan birine, “Bekliyoruz ama vakit daraldı, cuma namazı sıkıntıya girecek.” gibi bir not gönderdi. Gelen cevap tabloyu kristalize etmeye yetecek kadar berraktı. Başbakan akşam namazına durmuştu. Düşünebiliyor musunuz, telefonun bir ucunda Başbakan; ama akşam namazının bitmesi bekleniyor; diğer ucunda Hocaefendi; o da cuma namazı için hazırlık yapmış bekliyor.

Sonunda o beklenen görüşme tahakkuk etti. Sayın Başbakan dingin bir ses tonuyla selam verdi ilkin. Sonra taziyelerini bildirerek Hocaefendi'nin, “yaralı gönlünü teselli etti”. Hocaefendi de telefonda Başbakan'a, “Onca yoğun işleriniz arasında lütfedip aradınız; teşekkür ederim.” dedi. Telefonlar kapandığında Başbakan, akşamı eda edip bir programa doğru yola koyulmuştu. Hocaefendi ise az önce ders okuttuğu salona cuma namazı için yürüyordu. Cuma sonrası kardeşinin gıyabında kılınan cenaze namazına imamlık yapacaktı.

Telefonlar hiç susmadı cumadan sonra. Mustafa Koç, Ferit Şahenk, Bülent Eczacıbaşı, Mehmet Emin Karamehmet, Turgay Ciner ilk arayanlar arasındaydı. Sonra siyaset dünyasından, eskimez dostlardan ulaşanlar, kardeş acısını paylaşanlar oldu. Bakan Bey'lerin yanında diğer partilerin önde gelenleri de aradı. Sanırım Türkiye'de hiçbir kimseye nasip olmayacak kadar geniş bir yelpazede insanlar taziyede bulunuyordu. Daha o günden Hocaefendi, “Bu vefalı insanlara teşekkür etmek gerekir.” diyordu. Nitekim birkaç gün sonra iki sayfalık teşekkür ilanı hazırlandı ve neşredildi.

Aylardır, “AK Parti-Cemaat kavgası var” diye yeri göğü inletenler vefat sonrası yaşananlar karşısında lâl kesiliverdi birden. Her fırsatta kâh cemaat safında görünüp kâh parti cephesinde arz-ı endam edenler şaşkına dönüverdi. Çünkü Hocaefendi'nin “kadim dostluğumuzun sarsılmaz olduğunu” beyan etmesi bazı çevreleri sus pus olmaya sevk etti. Bir vefadârın diğerine “vefa insanı” demesi karşısında nutku tutuldu birilerinin.

Bu vefattan, bu taziyeden ve bu teşekkürden alınacak çok ders var. Adanmış insanın yası yoktur; o acılarını bağrına basar, gözyaşlarını içine akıtır, hiçbir mihnet ve meşakkate aldırış etmez ve hizmete, okumaya, okutmaya devam eder. Her ölüm, hayatın manasını anlamaya vesiledir. O manaya vâkıf olanlar, tali meselelere takılmadan en acı hadiseyi bile dostlukların pekiştirilmesine vesile yapabilir. Bir vefat üzerine toplumun bütün katmanlarından yükselen teselli, ma'şeri vicdanın bir harekete verdiği önemi yansıtır ve adanmışlığın nasıl büyük bir toplumsal gerçekliğe dönüştüğünün sembolüdür. Bu sembol Hocaefendi'nin teşekkür metninin son cümlesinde tebellür etmiş zaten: “…ve dualarını her daim vicdanımda hissettiğim aziz milletimize, gösterdikleri vefa ve sergiledikleri samimiyetten ötürü şükranlarımı arz ederim.”

Aslında bu “teşekkür”e milletçe teşekkür etmemiz gerekiyor; zira farkında olmadığımız bir kısım değerleri bize yeniden hatırlatmış oldu…" (Zaman)

Haber Ara