Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Bekaroğlu:'Hasar tespit çalışması yapıyoruz'

Mehmet Bekaroğlu'ndan çarpıcı açıklamalar: Has Parti'yi biz devam etmeyelim diye kapattılar. -Seçmenin yüzde 70'i CHP nefretiyle oy kullanıyor. -CHP, Ak Parti'nin antrenman boksörü gibi davranıyor. -AK Parti 12 Eylül sistemini kendine uyarladı. -Öcalan'a tecrit sonlandırılmalıdır. Cezaevlerinden tabutların çıkması kimsenin yararına değil.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-10-22 00:47:18

Bekaroğlu:'Hasar tespit çalışması yapıyoruz'
TİMETÜRK / Haber Merkezi

Türkiye siyasetine Refah Partisi'nden Rize milletvekili seçilerek girdi. Bu dönem cezaevlerinde yaşanan açlık grevi ve Hayata Dönüş Operasyonları'na karşı arabulucuk yapan aydınlar arasında yer aldı. Saadet Partisi'nde Genel Başkan Yardımcısı iken istifa etti ve şimdilerin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la, Türkiye'nin çok da aşina olmadığı, "Müslüman Sol" hareketine imza attı. Günay'ın AK Parti'ye katılmasının ardından sıcak siyasete ara veren Bekaroğlu, Numan Kurtulmuş'la birlikte HAS Parti'yi kurdu. Ancak Bekaroğlu, bir kez daha yol arkadaşlarını AK Parti'ye kaptırdı. Kurtulmuş ve arkadaşlarının partiyi de kapatmasının ardından, şimdilerde yeni bir siyasi arayış içerisinde olan Bekaroğlu ile HAS Parti'nin tasfiye sürecini, AK Parti'yle kurduğu mesafeli ilişkiyi, CHP'nin teklifine neden sıcak bakmadığını ve cezaevlerinde devam eden açlık grevini konuştuk.

- HAS Parti neden kapatıldı? Numan Kurtulmuş'un AK Parti'ye geçmesinin ardından, HAS Parti siz ve sizinle aynı perspektifte hareket edenlerce sürdürülemez miydi?

- Biz partinin kapatılmasına karşı çıktık. Fakat 230 kurucunun 165’i partinin kapatılması için oy kullandı. Sadece Ak Parti’ye gitmekle kalmadılar Has Parti’yi de kapattılar. Bu Ak Parti ile yapılan anlaşmanın gereği miydi, bilemiyorum. Bununla da kalmadılar; Has Parti’yi ertesi gün aynı adla tekrar kurdular. Tabi biz kurmayalım diye yaptılar bunu. Bunlar siyaset oyunları, benim aklımın ermediği(!) işler. Bu arkadaşların bu kadar oyunu nasıl öğrendikleri konusunda da bir fikrim yok.

- Kurtulmuş, Ak Parti’de Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı oldu. Kurtulmuş'a dair bundan sonrası için bir öngörünüz var mı?

- Bundan sonra Numan Bey'in geleceği ne olur, bilemiyorum. Kişisel olarak konuşmama konusunda da kararlıyım. Ama şöyle bir çelişkiyi vurgulamak isterim. Biz bir hazırladık. HAS Parti’nin programı çok iddialıydı. Çok çalıştık bunun için. Bu program siyasetin yapılış biçimine itiraz ediyordu, yeni bir siyaset yapma biçimini getiriyordu. Lider egemen bir siyaset yerine, ortaklaşa yapılan, insanı öne çıkaran bir siyaset, üyenin kararlarda ortak olduğu bir siyasi parti demiştik.

ELEŞTİRDİKLERİ POLİTİKALARI YA SAVUNACAKLAR YA DA DEĞİŞTİRECEKLER
Kapalı kapılar ardında değil, halkın önünde her şeyi tartışan bir siyaset ön görmüştük. Ayrıca AK Parti'nin uygulamış olduğu ekonomik ve toplumsal politikalara da ciddi bir şekilde itiraz etmiştik. Örneğin AK Parti'nin uyguladığı ekonomik politikaları Fisher- Kemal Derviş modeli diye adlandırmıştık. Numan Bey defalarca bu modele karşı çıktığını dile getirmişti. Bu neo-liberal politikalara karşı çıkıyorduk. Bu politikalar zengini daha zengin eden, orta sınıfı fakirleştiren, fakiri ufalayıp yok eden politikalardır. Daha adaletçi bir ekonomik model üzerinde çalışmıştık. Bunun programını ve beyannamesini yapmıştık. Şimdi Numan Bey ve arkadaşlar gittiler. Eleştirdikleri politikaları, o ekonomik modeli savunacaklar ya da değiştirecekler.

- Numan Kurtulmuş ve AK Parti'ye geçen partililerin bu bilinçle gittiğini söyleyebilir miyiz?
Bunu kendilerine sormak gerekir. Benim kanaatim bu arkadaşlarımız seçimde alınan düşük oyla, HAS Parti’de bir şey olunamayacağı düşüncesine kapıldılar. Bu arada gelen tekifi bir fırsat olarak gördüler ve bir gücün yanına gittiler. Orada bir şeyler olacaklar. Elbette orayı değiştireceklerini söyleyecekler. AK Parti, büyük bir yapı, müthiş bir paylaşım organizasyonu, 10 yıldır dünya sistemiyle entegre olmuştur. Birkaç kişi gidecek ve bu yapıyı değiştirecek. Bu çok inandırıcı mı?

HAS Parti’de yer alan ve tıpkı sizin gibi AK Parti'ye gitmeyi tercih etmeyen partililerle, bundan sonra nasıl bir mecrada yer almayı planlıyorsunuz?
- HAS Parti'nin tepesindekilerin çoğu AK Parti'ye gitti. Ama teşkilat mensupları ve oy veren 328 bin kişi öyle değil. Üyelerimizin büyük çoğunluğu duruyor. Bu insanlar bizi arıyorlar, görüşüyoruz. Kimin, nerede olduğuna dair hasar tespiti yapıyoruz. Ayrıca bu süreçte ortaya koyduğumuz tavrı beğenen, daha evvel siyaseti başka partilerde yapan ya da hiç siyaset yapmamış çok sayıda insanla da temas halindeyiz. Has Parti’nin söylemine, bu söylemi taşımak için bizim gösterdiğimiz gayrete ilgi duyuyorlar. Bunu ifade ediyor ve bunu örgütlememiz için bizi teşvik ediyorlar.

Tabii siyaset sadece söylemle, duruşla yapılmaz. Bunlar da önemlidir, anlamlıdır ama siyasetin başka araçları da vardır. İnsan gibi, imkân gibi, ortam gibi. Biz hemen atlayıp 'siyasi parti kurduk, kaldığımız yerden devam ediyoruz' demeyeceğiz. Bu imkânları arayacağız, çoğaltacağız. Öncelikle insanlarla iletişimimizi sağlayacak araçlar oluşturuyoruz. Toplantılar yapıyoruz, görüşmeler yapıyoruz; daha önce kurduğumuz araştırma merkezine hız verdik, bir web sitesi hazırlığımız var. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bazı şehirlerde bunun için merkezler hazırlıyoruz. Ak Parti’ye katılmayan ve daha fazlasıyla, daha evvel HAS Parti'de yer almayanların da katılımıyla bir siyasi hareket örgütlemeye çalışıyoruz. Ucu açık; bu siyasi hareket ne zaman, nasıl bir siyasi partiye dönüşür, bu insanlarla istişare ederek karar vereceğiz. Şu an bu doğrultuda bir çalışma var.

- İhsan Eliaçık’la hemen hemen aynı doğrultuda hareket ediyorsunuz. Birlikte hareket etmek gibi bir yaklaşımınız var mı?
- İhsan Bey'in aktif siyaset yapacağını düşünmüyorum. Eliaçık, bir düşünceyi geliştiriyor, İslam’ın adalet merkezli okumasını yapıyor. Kendisi ilahiyatçıdır, yazıyor, anlatıyor. Görüşüyoruz. Bunlardan yararlanıyoruz. Bir platform da oluşturdular. Onlarla da diyalogumuz devam ediyor. Ama biz siyasi hareket olarak organize ediyoruz işi. Eliaçık, ben de parti kurucusu oldum, şunları yapıyorum noktasında değil. İhsan Hoca’nın söylediklerini önemsiyoruz, herkes gibi bizde faydalanıyoruz.

- HAS Parti'nin tasfiye sürecinde sizi CHP’ye yakıştıranlar oldu. CHP’den resmi bir teklif aldınız mı? Bir temasınız oldu mu?
- Biliyorsunuz CHP’nin Genel Başkanı medya aracılığıyla çağrı yaptı. Bazı arkadaşlarla görüştük. Ama şunu söylemeliyim; bir kriz yaşandı ve ben de bu krizde öne çıktım, hadi buradan bir ikbal çıkarayım diye bir şeyi aklımın ucundan bile geçirmem. CHP politikaları belli, ben başka bir şey söylemeye çalışıyorum. CHP’liler ‘Biz yeni bir CHP oluşturuyoruz diyorlar, daha demokrat, daha halka yakın bir parti için çalıştıklarını söylüyorlar. Zamanla nasıl bir CHP’nin ortaya çıkacağını göreceğiz. Ama bugünkü haliyle şu siyaset yapma biçimiyle, kimlik siyaseti ile aslında Türkiye'de devam eden sistemi bir taraftan tamamlıyorlar. AK Parti'nin simetrisini oluşturuyorlar. Onlar da kimlik siyaseti yapıyor ve kendi açılarından olaylara bakıyorlar. Tasfiye edilen vesayet sistemiyle ilişkilerini kesmiş değiller. CHP gibi ülkeyi, Cumhuriyeti kurduğunu, hatta 50’lerde demokrasi diyemesek de çok partili sisteme geçişte ön ayak olduğunu, öncülük yaptığını söylüyorlar Bunların hepsi doğrudur. Ama artık o yıllar çok geride kaldı, o zaman ülkeyi bir arada tutan tektipleştirme projesi yürümüyor. Kemalizm, yani tek tip toplum, farklılıkları reddetme artık bu toplumu bir arada yaşatamıyor. Ülkede büyük sıkıntı var, toplum çözüldü, dağılma noktasına geldik.

Türkiye’nin çoğulcu bir siyasal sisteme, demokrasiye, hak ve özgürlükler düzenine ihtiyacı var. Bunlar çok acil, ya şimdi ya hiçbir zaman olabilir. CHP kendini yeniler ve ben cumhuriyeti kurdum, demokrasiye geçilmesine de ön ayak oldum ama bu demokrasiyi de gerçek demokrasiye dönüştürme konusunda ön ayak olacağım diyorsa buna sevinirim. Bu büyük bir şey olur, bunu herkes alkışlar.

CHP DEĞİŞİRSE TÜRKİYE DEĞİŞİR
AK Parti 10 yıldır iktidar. Sizce CHP, AK Parti'ye karşı bir alternatif olma noktasında yetersiz mi kalıyor?
- Bu seçmenin yüzde 70'e yakın bir bölümü CHP sitemiyle, CHP buğzuyla oy kullanıyor. Yıllardan beri CHP’nin karşısında kimi görürse ona oy veriyor. Yani bu Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili bir hadise değil. Öteden beri CHP milleti döven, millete tek tip yaşam tarzını dayatan, milletin değerleriyle alay eden, küçük gören elit, seçkinci, 40'lı yıllar o açlıkları kıtlıkları yaşatan bir parti görünümündedir. CHP'nin karşısında seçmen kimi görüyorsa ona oy veriyor. Çok partili demokratik rejime geçildiği günden beri bu böyle.

Şu anda da CHP böyle görünüyor. ‘Yeni CHP’ deniliyor ama görünürde henüz bir şey yok. Ne zaman CHP kimlik siyasetini bırakır, gerçek sosyal demokrat olursa, millette CHP korkusuyla AK Parti'ye ya da bu tip partilere oy vermekten vaz geçer. 70'li yıllarda bunun örneği var. “Halkçı Ecevit”, “İnsanca Hakça Bir Düzen”, “Su Kullananın, Toprak İşleyenin”. Ecevitli CHP'yi bu halk seçmişti, yüzde 42 oy vermişti. CHP bu haliyle durdukça sadece AK Parti'yi iktidara taşır. Bunu bireysel olarak söylemiyorum. CHP, AK Parti'nin antrenman boksörü gibi davranıyor. Tayyip Bey, 'Dindar nesil yetiştireceğim' ya da '4+4+4 ile imam hatiplerin orta kısmını açıyorum'' diyor. CHP bağırmaya çağırmaya başlıyor, Tandoğan’da miting yapıyor. Tayyip Bey çekiliyor ve millete diyor ki, ''Bakın işte din düşmanları”. Sonra da alıyor oyları. CHP bu haliyle kaldığı sürece AK Parti hep iktidar olur. Seçimi kazanır kazanmaz bilmem, ama CHP değişirse Türkiye değişir. Türkiye'nin değişmesi kolaylaşır. Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi böyle bir şey yapabilirler mi, onu da bilemiyorum ama yaparlarsa tarihe geçerler.

12 EYLÜL SİSTEMİ BAŞKA FARKLI BİR ŞEKİLDE DEVAM EDİYOR


- Milli görüş tabanından geliyorsunuz. Yola birlikte çıktığınız birçok arkadaşınız AK Parti'de yer alıyor. Sizin AK Parti karşıtlığını ısrarla korumanızın nedeni nedir?

- AK Parti'nin kuruluş aşamasında Fazilet Partisi devam ederken, onlarla birlikte toplantılar yaptık, tartıştık. Ben onların siyasetine baştan beri ve temelden itiraz ediyorum. İki sebepten dolayı itiraz ediyorum. En önemlisi bu arkadaşlarımız mevcut olan iktidarın biçimini sorgulamıyor olmalarıdır. Mesela 12 Eylül düzenini, kurumlarını değil, oradaki adamları ve ideolojiyi sorguluyorlar. Vesayet yapısını sorgulamıyorlar. İşte iktidara geldiler, 12 Eylül düzenini değiştirmiyorlar. Adamları değiştiriyorlar. Bizim adamlarımız gelirse iyi olur diye düşünüyorlar. Bakınız 12 Eylül sistemi farklı bir şekilde devam ediyor. Bense Fazilet Partisi içinde başlayan tartışmalarda, başından beri ‘yanlışsınız, bu iktidarın tabiatını sorgulamamız gerekiyor' diyorum. Tamam, bir zamanların vesayetçileri bu millete çok eziyet etti, o nedenle onlara kaşı çıktık, onlarla mücadele ettik. Bu yetmez, esasen vesayet sisteminin kendisini sorgulamamız gerekiyor.

YÖK İLE ÖZGÜR ÜNİVERSİTE OLMAZ

12 Eylül yasasını, kurumlarını sorgulamamız gerekiyor. Örneğin YÖK. YÖK'ün başkanını değiştirmek ile bir şey yapmış olmuyorsunuz. YÖK bir vesayet kurumudur, YÖK'ü kaldıracaksınız. Çünkü YÖK'le özgür üniversite olmaz. Ak Parti bir vesayet kurumu olan YÖK’ü kaldırmış değil.

Ben bu arkadaşlarla Fazilet Partisi’nin grup toplantılarında bunları tartışıyordum. Onlara iktidarı ele geçirmekle bir şey halledilmez, demokrasi olmaz. Bu vesayet sistemini ortadan kaldırmak gerekir diyordum. Arkadaşlar ise iktidara gelmek ve iktidarı korumanın yollarını arıyorlardı. Geldiler iktidara, on yıldır iktidardalar. Ne oldu? 12 Eylül sistemini bütünüyle koruyor. Adamlarını değiştiriyor. Dün onların eliyle toplumun belli bir kesimine baskı uygulanıyordu. Şimdi bunların eliyle belli bir kesime, hatta herkese baskı uygulanıyor. AK Parti oraya geldi, şimdi kendi anlayışlarını yeni 'resmi ideoloji'ye dönüştürüyor. Kemalizm'in baştan beri bir millet tanımı var; 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' deniliyor. Bu, Anayasa'da yazar. O millet muhayyal bir millettir. Vesayetçilerin, seçkincilerin kafasında kurguladıkları millettir. Modern, beyaz, Sünni, laik gibi. AK Parti de bir millet tanımı yapıyor. Gene modern, Sünni, Türk, biraz da dindar. Bir millet tanımı yapıp, diğer insanları kafalarında millete benzetmeye çalışıyorlar. Bunlar da 'tektip' nesil yetiştiriyorlar. Devletin görevi bu değil. Bunlar yanlış. O gün de itiraz ediyordum, bugün de itiraz ediyorum.

Öte yandan bunlar çok pragmatistler, liberalizmi serbest piyasayı, özelleştirmeyi, kârı, kazanmayı, ihaleyi çok önceden keşfetmişlerdi. '94 seçimlerinden sonra belediyeleri ele geçirdiklerinde neler yaptıklarını ben biliyorum. Gene aynı şeyi yapıyorlar. Bunların sosyal adalet diye bir dertleri yok. Bunlar da diğerleri gibi. Kemal Derviş, CHP'liydi o da özelleştiriyordu. Kemal Derviş de taşeron sistemini savunuyordu. Bunlar da savunuyorlar. Bunlardan öncekiler de bunlar da ücreti piyasa belirler diyor. Bu ücretle bir insan geçinebilir mi? Çocuğuna süt alabilir mi? Okul parasını ödeyebilir mi? Servis parasını ödeyebilir mi? Buna bakmıyorlar. Bir insan 500 liraya geçinebilir mi dediğinde, 'yalvaran çok' diyorlar. Bu insani değil, İslami de değil.

Kimseye düşman değilim, kimseyle kişisel bir derdim yok; ben Ak Parti’nin siyasetlerine karşı çıkıyorum. İddia ediyorum; AK Parti iktidara gelmeden önce Türkiye'nin hangi problemleri varsa, aynı problemler varlığını koruyor. Elbette hiçbir şey yapmadılar demiyorum. Yol yapmadılar, darbe yapmaya kalkanları yargılamıyorlar demiyorum. Bunları yaptılar. Ama bakın bu vesayet meselesi, Kürt meselesi, Alevi açılımı dediler olduğu gibi duruyor. AK Parti'ye gitmememim sebepleri var. Kişisel değil.

TÜRKİYE'DE CEZAEVLERİNDEKİLERİN HAK ARAMAK İÇİN AÇLIK GREVİNDEN BAŞKA YOLLARI YOK

- Çoğu KCK davasından tutuklu binlerce insan açlık grevinde. Başbakan Erdoğan, Diyarbakır'a yaptığı son gezilerinden birinde, Kürt sorunu konusunda çözüm bekleyen insanlara cezaevi sözü vermişti. AK Parti iktidarı süresince cezaevleri en kalabalık dönemini yaşıyor. Bunları göz önüne alırsak, hükümetin açlık grevlerini sonlandırmak için bir adım atacağını düşünüyor musunuz?

- Hiçbir hükümet cezaevlerinde ölüm oruçları, açlık grevleri olsun, oradan tabutlar çıksın istemez. Bu çok rahatsız edici bir şeydir. Bunların da böyle bir şey istediklerini sanmıyorum. Önce şunu belirteyim; ölüm oruçlarıyla hak aramayı ilkesel olarak kabul etmiyorum. Ama şunu da anlıyorum. Türkiye'de cezaevindeki insanların hak aramak için başka araçları da yok. Başka bir yol bırakılmıyor. Bu da çok acıdır.

AK Parti bu konuya dair bir şeyler yapmalıdır. Açlık grevindeki insanların taleplerini inceledim. Öcalan'a tecrit kaldırılsın diyorlar, anadilde savunma, eğitim talepleri var. Bahsedilen tecrit bir senedir disiplin cezası nedeniyle avukatlarıyla görüştürmeme haliyse bu kaldırmalılar da. Bu halledilir, zaten görüşmeye başlıyorlar.

Diğeri ise çok siyasi bir süreçle halledilecek, bunun için bir irade beyanı yeterli olur. Esas konu Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılmasıdır. Evet, normal cezaevine nakil, ev hapsi gibi talepler var. Ama bence şimdilik ziyaret yasağın kalkması yeterli olur. Hükümet bunu yapmalıdır.

Burada insani bir durumla karşı karşı olduğumuzu unutmamalıyız. 40. gün ve öğrendiğim kadarıyla, açlık grevindeki mahkûmlara bazı cezaevlerinde vitamin verilmiyormuş. Sadece musluk suyu alıyorlarmış. Bu durumda, iş gerçekten böyle ise 45. Günde, 50. günde ölümler gelebilir. Bunu bir hekim olarak, daha önce defalarca ölüm oruçlarını izlemiş, sonrasında sakat kalanları tedavi etmiş bir hekim olarak söylüyorum.

Cezaevinden tabutların çıkması kimsenin işine yaramaz. İnsani olarak tüylerimizi diken diken edecek bir durumdur bu. Böyle bir durumu Türkiye taşıyamaz, siyasetin bunu görmesi gerekir.

Burada asıl sorun on bin kişinin cezaevinde bulunuyor olmasıdır? KCK, silahlı örgütün bir parçası olabilir ama onlar silahlı eylemden dolayı içeride değiller. Acilen Terörle Mücadele Yasası'nın değiştirilmesi gerekiyor. Cezaevinde on bin siyasi tutukluyu hiç bir devlet kaldıramaz. Hiç bir demokratik devlet kaldıramaz. Bu bir problemdir. Bütün konuştuğumuz mesele bile şunu gösteriyor: Acilen Kürt meselesinin çözülmesinin gerektiği. Yoksa bu ülke dağılır, bu halk çözülür. Bu toplum bunu artık taşıyamıyor. Bu mesele çözülmeden hiç bir şey yapılamıyor.

- 21. yüzyılda açlık grevine halen bir ifade biçimi olarak başvuruluyor olmasını ifade özgürlüğü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Kürt meselesi diye bir mesele var. Haksızlıklar var. Doğrudur. Ama örgütün bir bütün olarak, bir siyasal araç olarak bunu kullanmasını bir yere koyalım. Genel olarak konuşursak bir ülkede, özellikle cezaevlerinde insanların kendilerini ifade edebilmeleri için başka araç bulunmaması o ülkenin insan hakları konusunda güzel bir yerde durmadığını gösterir ki Türkiye'nin durumu budur. Bu kabul edilebilecek bir şey değil. İnsanların kendilerini ifade edebilecekleri alanlar yaratmak gerekiyor. Bir ülkede terör varsa, devletin meşru kuvvetleri aracılığıyla mücadele edilir. Fakat tüm demokratik taleplerin ceza tehdidi olmadan ifade edilmesi ortamının sağlaması gerekiyor.

"Terör devam ediyor, demokratik hakkı vermem" tavrı içerisinde devlet. Şu hakkı verirsem bu hakkı da isterler zihniyle olmaz. Buradan çıkış yok. Bir demokratik ülkede birey ya da grupların ne hakları varsa bunu yeniden keşfetmeye gerek yok. Bunun standartları bellidir. Vermiyorum demek ne demektir. Bir hak ve önünde engel varsa, o engelleri kaldırmalıdır. Hakların pazarlığı olmaz.

Kürt meselesi; yani eşit yurttaşlık, dilin resmi hizmetler ve eğitimin dili olması, bir pazarlığın konusu olamaz. Hakkın pazarlığı olmaz. Bunun için muhatap aramaya gerek yok. Bu hakları teslim edersin, ondan sonra terör örgütünün silah bırakması için ne yapılacaksa, onu da elinde silah olanla konuşursun. Dünya böyle yapmıştır, Türkiye de böyle yapmalıdır. Başbakan, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar oyalar diyorlar. Öyle olmamasını diliyorum. O zamana kadar kaç insan ölecek. Sırf bu seçim için bir kişi bile gözden çıkarılabilir mi? Bunu nasıl göze alır insan?

- Türkiye'nin son 20 yılında açlık grevi süreçlerinde arabulucu rolünü üstlenen aydınlar arasında siz de vardınız. Yeniden arabulucu vasfıyla bir aydın hareketi oluşabilir mi? Bu sorun için nasıl bir çözüm öneriniz var?

- Ben bugünkü açlık grevlerine dair araştırma yaptım ve arkadaşlarla görüştüm. 2000'li yıllardaki durum değil, bu başka bir durum. O yıllardaki açlık grevlerinin sebebi cezaevlerindeki tecritti. Terörle Mücadele Kanunu'nun öngördüğü F Tipi, oda tipi, hücre tipi cezaevlerinin inşaatları bitmek üzereydi. Mahpuslar tecrite girmek istemiyorlardı. Cezaeviyle ilgili bir hadiseydi. Biz insan hakları savunucuları, insan hakları ihlali olduğu için tecrite karşı çıkıyorduk, hem de ölüm oruçlarının bitmesi için arabulucu olduk. Şimdi durum iki nedenle farklı. Ne devlet ne örgüt bize arabulucu olun demedi. Biz bireysel olarak uyarıyoruz, bilgilerimizi paylaşıyoruz. O zamanki açlık grevlerinden farklı olarak siyasi taleplerin önde olduğu bir eylem bu. O nedenle arabulucu işi değil gibi gözüküyor. Bu konuda akil adamlar meselesi gündeme gelebilir, o başka bir konu.

İktidarın Suriye'deki tavrını ve politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Görünen o ki, bu hükümetin hassasiyeti oradaki insanların ölümleri dursun diye değil, bir an önce Esad devrilsin diye. Bakın Tunus’taki, Mısır’daki diktatörler de kıyıcıydı, ama halkın silahsız ayaklanması karşısında asker durdu, halka ateş açmadı. P nedenle az insan öldü, devrimler başarılı oldu. Ben Suriye politikasının baştan beri yanlış olduğunu düşünüyorum. Muhalefetin erkenden silahlandırılmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. Beşar çok insan öldürdü. Ama Türkiye, Katar gibi ülkeler Amerika’nın da teşviki ve yardımı ile muhalefeti çabuk silahlandırdılar ve iş iç savaşa dönüştü. Şimdi, Batılı ülkeler harekete geçmiyor, çok bağırdılar çağırdılar ama Türkiye’nin tek başına bir şey yapamayacağı açıkta. Çok endişe ediyorum, çok insan ölecek. Ayrıca bu savaşın yayılma, ciddi kıyımlara neden olma potansiyeli var.(Gazeteport)


Haber Ara