Orta Doğu’daki 3 yanlış, 1 çözüm
Eski Fransız başbakan Villepin, başta Amerika olmak üzere Batı’nın Orta Doğu’daki yanlışlarını sıraladı ve çözüm yolu önerdi.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-10-18 14:50:25
Artık başkanlık tartışmalarının odağında dış politika var. Halep’teki Ümmeyye Cami’nde patlayan bombalar, Hürmüz Boğazı’na petrol sızıntısı tehditleri, ülkesi ve yeni barışçıl demokratik bir Orta Doğu idealleri için hayatını veren örnek bir elçine ölümüne duyulan yas; TV ekranlarında boy gösterirken nasıl olmasın ki?
Birleşik Devletler’in Orta Doğu’daki yarım yüzyıllık politikalarının, Soğuk Savaşın ve son 10 yılın neo-muhafazakarlığının sonuçlarıyla yüzleşme zamanıdır. Evet, hatalar yapılmıştır. Derhal, değişiklikler gereklidir. Bunlar yapılabilir de.
İlk yanlış, meşrulaştırılmış rejim değişikliğidir. (Ünlü ressam) Goya, “Mantığın/sağduyunun uykusu, canavarlar yaratır” adlı tablosu, muhteşem eserlerinden biridir. Evet, neo-muhafazakarlık en son “sağduyunun uykularından” biridir.
Birleşik Devletler’in ilk ve son olarak tesis etmek için çaba harcadığı ülkelerde demokrasi yükseldi mi? Hayır, ne Irak ne Afganistan ne de Somali şimdiye dek demokrasi olmadı.
Arap Uyanışı, diğer Batılı ülkeler gibi Birleşik Devletler’in mevcut durumu garanti eder görünen rejimleri desteklediği ülkelerde gerçekleşti. Birleşik Devletler’in Mısır’a senelik verdiği 1 milyar dolarlık askeri yardımdan bahsedelim. 11 yıl sonra, bilanço eksidedir. Birleşik Devletler’in daha az etkisi, daha az meşruiyeti ve daha derinliği vardır.
İkinci yanlış, Batı’yı somutlaştırma/cisimleştirme seçimidir. Hakikatte bu Amerika’nın orijinal ruhu değildir. Altmış yıl önce Afrika ve Kuzey Afrika’da bu ülkenin imajı böyle değildi. Avrupa, sömürgeciliğin neticeleriyle boğuşurken, Amerika tarihinden gelen hak eşitliğinin ve özgürlüğün sembolüydü.
21’nci yüzyılın başlangıcından beri, Amerika kendini sürekli daha az şekilde Yeni Dünya imajı, sürekli daha fazla olarak Batı’nın son durak noktası olarak görüyor. Bu, bir barınak ve bir pota olarak geçmişinizi yadsımak demektir. Aynı zamanda farklı kültürlerin barış içinde yaşayabildiği bir ülke, dünyanın kendisi olarak geleceğinizi de olumsuzlamaktır.
Üçüncü yanlış, düşmanların şeytanlaştırılmasıdır. İran rejimine hiçbir sempatim yok. Fakat şu anki duruma bakın. Uluslararası kamuoyu, olayın kontrolünü yitiriyor. Yanlış çünkü bölgenin dinamiklerini yanlış yorumluyor. İran meselesi sadece bir ulus olayı değildir. Aynı zamanda Şii ve Sünni güçler arasındaki bölgesel denge olayıdır. Zayıf bir İran, Orta Doğu için bir şans değildir. Bugün Şiiler, kaderleri bölgedeki Sünni devrimleri kadar dünya fikriyatında ağırlığa sahip görünmeyen Suriye’de Lübnan’da, Arap yarımadasında dışlanmış hissiyatına sahiptir.
İran’ı şeytanlaştırmak, İran halkıyla ilgili önemli bir noktayı da ıskalamaktadır çünkü bu yaklaşım gururlu ve güçlü bir halkta aşağılama yaratmıştır. Tehlikeli bir radikalleşmeye neden olmuştur ve İranlı demokratlar ile ılımlıları zor durumlara sokmuştur.
Peki, Orta Doğu’da nereye gidiyoruz? Neo-muhafazakarlığın ve Sünni köktenciliğin tarihi ortak güçleri, bugün birçok acil tehdit yaratmıştır.
Orta Doğu’nun balkanlaştırılmasıyla daha da bölünmüş uluslarda artık insanlar bir arada yaşayamaz hale gelmiştir. Irak’ın 3 otonom bölgeye ayrılmıştır. Libya, Sirenayka, Trablusgarp ve Fizan olarak 3’e ayrılmıştır. Aynı şekilde Sudan ve kuzeyde bağımsız Tuareg bölgesiyle ikiye bölünmüştür.
Orta-doğu toplumlarının köktenci İslamlaşması da diğer bir tehdittir. Selefi hareketler zemin kazanmaktadır. Sosyal hüsranlar ve hoşnutsuzluklar arasında büyümektedirler. Devlet zayıfladığında, caddelerde adaleti sağlayan, hastanelere girişi kontrol eden ve fakirlere zekat dağıtanlar onlardır. Bu güçlerin düşmana ihtiyacı vardır. Şeytan figürü olarak Batı’yı ihtiyaçları vardır. Günlük vaazlarının hedefleri olarak Şiileri hedef göstermek zorundadırlar.
Evet, bölgenin geleceği karanlık olabilir. Dünya için de riskler yüksektir. Fakat demokrasi henüz kaybetmemiştir. Zaman, Orta Doğu halklarıyla dayanışma zamanıdır.
Listede dördüncü bir yanlış, eylemsizlik yanlışı da olmalıdır. Amerika uzun zamandır tek başına şekillendirebileceği bir Orta Doğu hayal etti. Fakat hiçbir şey yapmayan bir Amerika bir şey yapandan daha iyi değildir. Hiç kimse de olamaz. Amerika için bir rol ve sorumluluk vardır. Bu rolü kolektif eylem rolüdür. Bölgedeki tüm diplomatik inisiyatifler için itici güç olma rolüdür.
Eyleme geçme sorumluluğudur. Çünkü diplomatik işler, sözlerle aynı hizada olmalıdır. Bugün Suriye’de hiç kimse pasif ya da ilgisiz kalmayı kabul edemez. Orada olan hepimizi ilgilendiriyor. Fakat basit bir çözüm yok. Bu yüzden adım adım, yavaş yavaş ilerlemeye cesaretimiz olmalıdır. Masada mümkün olan en büyük katılımı sağlanmış birleşik bir muhalefetin hükümetinin tanınması, Türkiye ya da Ürdün’den insani koridorlar yaratılması ve ülkenin gelecekteki bütünlüğü için şartlar oluşturulması gibi masada açık seçenekler mevcuttur.
Aynı zamanda gerçekçilik sorumluğudur. İslam ya da Arap kültürlerinin yanlış imajlarından ve karikatürlerinden kurtulmak ileriye dönük büyük bir adım olacaktır. İslam’ın doğasının şiddete ya da fanatizme götürdüğü gibi bir şey söz konusu değildir. Sadece karmaşık meseleleri olan bir bölgede büyük ağırlıkları olan sosyal ve tarihi güçler vardır.
İsrail ve Filistin’de barış sorumluluğudur. İsrail ve Filistin’de barış olmadan Orta Doğu’da uzun soluklu bir barış olmayacaktır. İsrail’in güvenliği kadar Filistinlilerin kendi devletlerine sahip olması da meşrudur. Artık şunun idrakine varalım ki kaçırılan fırsatlar ve zaman nedeniyle iki-uluslu çözüm mümkün değildir. Gelecek başkan bu meseledeki sorumluluğuyla yüzleşmek ve şimdiden ne yapılacağını açıklamak durumundadır. Barış Süreci, gelecek Ocak’taki İsrail parlamento seçimlerinin ardından yeniden hayata döndürülmelidir.
Aynı zamanda çözümlerin sorumluluğudur, düşmanların şeytanlaştırılmasının değil. Bunun anlamı İran hakkında gerçekçi bir seçenek tanımlamaktır. İran’ın nükleer bomba geliştirmesini görüşmeler ve yaptırımlarla engelleyebiliriz. Ancak öyle görünüyor ki halihazırda İran’ın elinde zenginleştirilmiş uranyum fazlasıyla mevcut. Her gün aşılan kırmızı çizgiler çizmenin anlamı yoktur. Etkili olabilmek için, 3+3 görüşmelere daha fazla ağırlık vermeliyiz. Amerika ve Avrupa birlikte hareket etmelidir ve Brezilya ve Türkiye gibi yükselen diplomasilerden gelen önerilere açık olmalıdır.
Bugün sadece suçlamalar, klişeler ve aşırı-basitleştirmeler duyuyoruz. Her iki taraf (Obama ve Romney) için de bunlar pasifliğin hatalı bahaneleridir. Gerçek bir tartışmaya ihtiyaç vardır. Gerçekler, seçenekler ve ileriye yönelik adımların tartışılması gereklidir. Başkan Obama’nın 3 yıl önce Kahire’deki ilham verici konuşması hala muallakta, hala Araf’tadır. Bir sonraki eylem, Orta Doğu’ya yeni bir barış, refah ve demokrasi dönemi için yardım etmek olmalıdır. Birleşik Devletler ve Avrupa ile birlikte.
*Dominique de Villepin, 31 Mayıs 2005 ile 17 Mayıs 2007 arasında Başbakanlık yapmıştır.
Huffingtonpost’da yayınlanan bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara