Davutoğlu'nun gensoru konuşmasının tam metni
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun CHP'nin aleyhine Mecliste verdiği gensoruya karşılık yaptığı konuşmasının tam metnini Timetürk okurlarının dikkatine sunuyoruz:
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-10-13 00:12:09
TİMETÜRK / Haber Merkezi
"Sayın Başkan, değerli Milletvekilleri; CHP Grubu adına, aleyhime verilen gensoru vesilesiyle huzurlarınızda bulunuyorum.
Her gensoru, her eleştiri, her özel oturum bizim yüce Meclisimizi ve aziz milletimizi dış politikamız konusunda bilgilendirmek için bir fırsattır. 6 Hazirandaki geçen gensoru vesilesiyle dış politikamızın genel ilkeleri ve küresel alanda ulaştığımız seviyeyi sizlerle paylaşmıştım. Bu gensoru vesilesiyle de, gensorunun temel konusu olan, ana teması olan komşularımızla ilişkiler konusunu ele alacağım.
Aslında böyle bir gensoru verildiğinde bekledim ki, on yıldır takip edilen komşularımızla ilişkiler konusunda muhalefet sözcüleri alternatif bir paradigma getirsinler, “Böyle değil de şöyle olmalı.” desinler ya da bütüncül bir yaklaşım sergilesinler. Birçoğu, vaktini bile doldurmadan, bir kısmı da sadece basında daha önce onlarca kez yer almış resimleri göstererek aslında komşularımızla ilişkiler konusunda söyleyecekleri hiçbir şey olmadığını, sadece güncel bazı konuları istismar ettiklerini ortaya koydular.
Ayrıca, eğer bir Dışişleri Bakanı hakkında altı ay içinde ikinci kez gensoru veriliyorsa, bu, o Dışişleri Bakanı için değil, dış politikayı böylesine iç siyasete bulaştıran ve millî birliği böylesine zedeleyen partiler için bir utanç vesilesidir.
Şimdi gelin, kısaca, birçok kez paylaştığım için bir kez daha komşularımızla ilişkiler konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Komşularımızla ilişkilerle ilgili son on yıl içinde büyük bir paradigma değişimi yaşadık, bu doğrudur, bu paradigmanın arkasındayız. “Komşularımızla sıfır sorun” derken, “Maksimum entegrasyon” derken, “Her türlü üst düzey siyasi diyalog” derken yeni bir dönem başlattık. Dört esas üzerine bu yeni dönemi inşa ettik.
Birincisi, en üst düzey siyasi ilişkiler. Bakınız, 2004 yılına kadar başta Rusya olmak üzere birçok komşu ülkenin devlet ve hükûmet başkanı Türkiye’ye hiç gelmemişti tarih boyunca. Önce, geldiler daha sık görüşmeler başladı. Şimdi ise bir sene içinde en az dört-beş kez görüşme yapılıyor. Sadece Rusya için söylüyorum, son bir yıl içinde gerek Sayın Cumhurbaşkanımız gerek Sayın Başbakanımız Sayın Putin ve Sayın Medvedev’le en az 6-7 kez görüştüler, belki de telefonlarla birlikte 10’u aşmıştır. Bütün komşularımızla ilişkiler bu düzeyde.
Bu yetmedi. Bakanlık görevini almamla birlikte, yüksek düzeyli stratejik iş birliği konseyleri başlattık yani 2 liderin eş başkanlığında, Sayın Başbakanımız ve muhatabı olan yürütme başkanının eş başkanlığında ortak kabine toplantıları; bütün komşularımızla bunu ihdas ettik, üç sene içinde, Rusya’yla, Ukrayna’yla, Irak’la, Suriye’yle, Yunanistan’la, Bulgaristan’la, Mısır’la, Libya’yla, Kazakistan’la, Azerbaycan’la. Geçen ay Azerbaycan ve Ukrayna’yla yaptık, bu ay, dün Kazakistan’la yaptık, önümüzdeki ay Mısır’la yapıyoruz, Aralık ayında Rusya’yla yapıyoruz, Ocak ayında da Yunanistan’la yapıyoruz. Bu ilişkileri, hem şahsi ilişkiler düzeyinde hem de kurumsallaşmış şekilde sürdüreceğiz.
İkinci ilke, karşılıklı saygı esasları içinde, sınırlara saygı, milletlere saygı esasları içinde kültürel ve sosyal etkileşimi artırmak.
Bakınız, bir Dışişleri Bakanı olarak şu ana kadar yaptığım bütün komşu ziyaretlerinde hiçbir zaman ihmal etmediğim bir şey var, o da bizimle kültürel bağlarla bağlı olan yakın bölgelerimizdeki tarihdaşlarımızla buluşmak. Yunanistan’a gittim, Batı Trakya’yı ziyaret ettim; Bulgaristan’a gittim, Filibe’yi ve Kırcaali’yi ziyaret ettim; Romanya’ya gittim, Köstence’yi ziyaret ettim; Moldova’ya gittim, Gökoğuz diyarını ziyaret ettim.
Azerbaycan’a gittim, Nahçivan’ı ziyaret ettim; Rusya’ya gittim Kazan’ı ziyaret ettim; Irak’a gittim, Musul’u, Erbil’i, Kerkük’ü ayırt etmeksizin ziyaret ettim; Suriye’ye gittim, Halep’i ziyaret ettim. Niçin biliyor musunuz? Çünkü bütün o hükûmetler bize güveniyordu. Daha önceki dönemlerde bir tehdit algısı gibi görülen ortak kültürel paydadaki akraba topluluklarını o ülkelerle bir dostluk köprüsü hâline getirdik. Bundan sonra da ziyaret edeceğiz.
Bakın, dün, iki gün önce Yunanistan’daydım. Batı Trakya’dan gelen soydaşlarımızla görüştükten sonra Farinos semtindeki Türkiye’den göç eden Rumlarla da hasret giderdik ve onların o güzel Türkçeyle bana “Sayın Bakanım” demelerinden onur duydum. Burada, biz hiçbir zaman din, mezhep, etnisite ayrımı yapmıyoruz. Bu topraklara aidiyet hisseden kim varsa, dünyanın hangi köşesindeyse onları kendi insanımız kabul ediyoruz, kendi diasporamız kabul ediyoruz, düşman kabul etmiyoruz. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisindeki bir toplantıda -bir tuzak gibi- bir Ermeni üye şöyle bir soru sordu, Ermenistan’la ilişkiler konusunda. Dedim ki: “Biz çevremizde sadece iki tip ülke görürüz.” Beklediler ki dost ve düşman. “Dostlar ve potansiyel dostlar yani gelecekteki dostlarımız.” Biz düşman telakkisini ortadan kaldırmaya kararlıyız.
Üçüncü önemli temel: Bu da, Türkiye’nin komşularıyla tam bir ekonomik entegrasyon içine girmesidir. Çok istatistik verebilirim fakat vaktimiz dar sadece bir tablo göstereceğim. Bakınız, şu, komşu ülkelerle ticaret hacimlerimiz. Şu kırmızı gördüğünüz cüceler, 2002 yılına ait, şu gördükleriniz ise 2011 yılına ait.
Evet, Rusya’yla, sıkıntı var denilen Rusya’yla 5 milyar dolardan 30 milyar dolara, 6 misli artmışız.
İran’la 10 misli artmış. Her bir ülkeyle en az 5, en fazla 10-15 misli artmış. İran’la bu sene ticaretimiz 25 milyar doları bulacak “Kriz var.” dediğiniz İran’la. 25 milyar dolar. 2002’de ise sadece 1.2 miyar dolardı.
İşte, getirdiğimiz fark bu. Eğer bir grup ülkeyle sizin ticaretiniz artıyorsa bu, şu demektir: Savaş ihtimaliniz minimize ediliyor, çatışma ihtimali azalıyor, dostluk halkalarınız genişliyor dolayısıyla bunu genişletmeye kararlıyız.
Yine, komşu ülkeler etrafında, bölgesel vizyonumuzla ilgili dördüncü prensip -bu gerçekleşecek bugün veya yarın ama mutlaka gerçekleşecek- o da şudur: İnsanların, malların, sermayenin ve fikirlerin serbestçe dolaştığı, komşu ülkeler arasında sınırlara saygı gösterildiği ama bu sınırların bir duvar gibi değil bir komşu kapısı gibi her an açık olduğu, esnediği, önemsizleştiği, anlamsızlaştığı bütüncül bir bölge oluşturmak istiyoruz. Balkanlar’da da bunu istiyoruz, Kafkaslar ve Orta Asya’da da, Orta Doğu’da da. Onun için Balkanlar’da bu sene “Balkan Savaşı’ndan ebedi Balkan barışına” dedik. Türk Konseyini kurduk. Türkiye-Bosnahersek-Hırvatistan, Türkiye-Bosnahersek-Sırbistan, Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan, Türkiye-Azerbaycan-İran gibi üçlü mekanizmaları oluşturduk. Başta komşu ülkeler olmak üzere bütün çevre ülkelerle vizeleri kaldırdık.
Bizim hayalimiz, evet, iddiamız da bu, bir gün gelecek, İstanbul’dan kalkan birisi herhangi bir vizeye muhatap olmadan Saraybosna’ya kadar gidecek. İstanbul’dan kalkan birisi Yemen’e, Fas’a kadar gidecek. İstanbul’dan kalkan birisi Kafkasya Hazar üzerinden Altaylar’a kadar gidecek.
Rüyamız, idealimiz bu ve bunu gerçekleştireceğiz.
Şimdi, CHP’nin eleştirilerine gelince, bu bizim komşuluk politikamızın paradigması.
Bakınız, yeni bir paradigma inşa edildiğinde yeni bir zihniyet inşa edersiniz. Biz o zihniyeti inşa ettik, biz o zihniyeti yaygınlaştırdık, bütün dünyada bilinir kıldık, ancak bazen münferit ve konjonktürel olaylar bu paradigmalar üzerine meydan okumalar getirebilir, ama hiçbir zaman paradigmayı sarsamaz, aksine güçlendirir.
Nitekim, Arap Baharı sonrasında, tabii, bu paradigmayla ilgili yeni unsurlar çıktı, riskler de çıktı, avantajlar da çıktı. Nitekim, bugün, Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da, Fas’ta Türkiye'nin önüne yepyeni ufuklar açıldı, bu büyük bir avantajdır. Baştan da biliyorduk Suriye’de riskler oluşabileceğini. Suriye’nin oluşturduğu riskleri de bu paradigma içinde çözmeye kararlıyız, ama Suriye krizinin sorumlusu ne Türkiye'dir ne de demokratik hakları için sokağa çıkmış olan Suriyeli kardeşlerimizdir.
Suriye krizinin sorumlusu, önce keskin nişancılarla, yetmediği zaman toplarla, tanklarla, o da yetmediğinde helikopterlerle, uçaklarla kendi halkını bombalayan zalim Esad rejimidir.
O resimleri gösteriyorsunuz. Her gün televizyonlarda gösterilen…
Hama’yı, Humus’u, Halep’i unutmayın.
CHP ne kadar bu katliamın failini örtmeye çalışırsa çalışsın ve ne kadar bu katliamlardan sorumlu olan Beşar Esad’ı temizlemeye kalkarsa kalksın, Türkiye'yi suçlamaya kalkarsa kalksın, tarih de, insanlık vicdanı da, en önemlisi aziz milletimiz ve kardeş Suriye halkı da şahittir ki Türkiye bu konuda elinden gelen her şeyi yapmıştır.
Şimdi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Suriye’yi kınayan tasarıya 120 ülke “evet” oyu verdi, 12 ülke “hayır” oyu verdi. Kimin yanındasınız, hangi uluslararası toplumun, vicdanın yanındasınız?
120 ülke bizim gibi düşünüyor, 12 ülke Beşar Esad’la sizin gibi.
Şimdi şuna geleceğim: Demokrasilerde eleştiri en doğal haktır. Her konu, her politika eleştirebilir, hiçbir istisnası yok, ancak milleti temsil makamında olan siyasetçilerin bu hakkı, ilkeli ve ahlaki sorumlulukla kullanması gerekir. Bu açıdan dış politika eleştirisinde ben her zaman üç unsuru ararım: Bir, üslupta ve muhtevada ahlaki seviye; iki, dürüstlük ve iç tutarlılık; üç, bu aziz millete ve bu büyük ülkeye aidiyet hissinin her kaygının üzerinde tutulması. Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP’nin eleştirilerini gelin şimdi, bu üç kriter açısından değerlendirelim, soğukkanlı bir şekilde değerlendirelim.
Sayın Kılıçdaroğlu, birçok kere bendenize ve daha önce de Sayın Başbakanımıza hakaretlerde bulundu, küfürde bulundu.
Sayın Başbakanımız mahkemeye verdi, birçok kez de mahkûm ettirdi.
Şimdi, ben, burada, bazılarıyla da akademik ve kültürel hayatta birlikte olduğum çok değerli CHP’li milletvekili dostlarıma hitap etmek istiyorum, ahlak ve irfan sahibi CHP kitlesine hitap etmek istiyorum: Bakınız, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bir ifadesini, gazetecilere açık bir ifadesini, bir küfrü, açık söylüyorum, argo bir küfrü gazeteler sansürleyerek vermek zorunda kaldılar. Şimdi, bu, ilk defa yapılan bir şey değil, sürekli tekrar ediyor. Ben bu hakaretlere cevap vermeyi zül addederim, çünkü ecdat ve özlü deyişler cevabı vermiş: “Bir insanda olmazsa edep/Neylesin ona medrese, mektep… /Velhasıl illa edep, illa edep, illa edep.”
Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu’na bu anlamda cevap vermeyeceğim ama hukuki haklarımı mahfuz tutuyorum.
Dün, son derece marjinal bir gazetede bir CHP milletvekilinin Esad’la boy boy resmi vardı. O gazeteyi ben bir iftira dolayısıyla mahkemeye verdim…
1 Türk lirasına mahkûm ettim, sembolik olsun diye. Basına bunu uygulayacağım ama Kılıçdaroğlu’na en yüksek cezayla gideceğim. Niçin biliyor musunuz? Beşar Esad’ın bombası altında ölen Suriyeli şehitlerin yetimlerine bunları bağışlamak için.
Bakın, dinleyin, dinleyin. Biz sizi dinledik, siz de dinleyeceksiniz. Ben burada hakaret etmiyorum, dinleyeceksiniz. Aylardır bu hakaretlere sabrediyorum, dinleyeceksiniz, dinleyeceksiniz.
Eleştiride ikinci kriter dürüstlük ve iç tutarlılık.
Şimdi, geçen günlerde, bir televizyon programında Sayın Kılıçdaroğlu, bir başka televizyon kanalında, TRT’de benim yaptığım bir röportaja atfen “Sayın Bakan, Faruk Şara’nın Sünni olduğu için ülke başına gelmesini istiyor.” dedi.
Onun üzerine Dışişleri Bakanlığındaki arkadaşlarım bütün deşifreyi çıkardılar ve bir not gönderdiler programın yapımcısına “Sayın Bakan o programda Sünnilikten hiç bahsetmedi.” diye Faruk Şara için. Bu yapımcı Kılıçdaroğlu’na bunu söyledi. “Yok, gizli oturumda söyledi.” dedi.
Şimdi, bakın, insani ahlak gereği yalan söylememek lazım, devlet ahlakı gereği de gizli oturumu gizli tutmak lazım.
Ama gizli oturumla da ilgili yalan söyledi, çünkü ben gizli oturumda Faruk Şara’nın adını dahi anmadım. Bugün gittiğinde de şunu söyledi: “Biz onu zaten tanıyoruz.” Kafasındaki Davutoğlu’yla kavga ediyor, gerçek Davutoğlu’yla değil. Gerçek Davutoğlu’yla, gerçek Erdoğan’la kavga ettiğinde çok aciz kalacağını görüyor çünkü. Zihnindekiyle kavga ediyor. Şimdi, bunu söyledikten sonra bir tek şeyi kabul etti, doğru söyledi “Stratejik Derinlik’i okumadım.” dedi. Okumadığı şeyi tenkit ediyor.
Ne güzel söylemiş Mehmet Akif: “Şark’a bakmaz, Garp’ı bilmez, görgüden yak vâyesi/ Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi.”
Ne kızaracak yüz var ne bu facialar karşısında ne bu insanlık trajedisi karşısında bir damla gözyaşı dökecek bir vicdan var bunlarda.
Bakınız, üçüncü kritere geliyorum. Yani, üçüncü kriter, bu milletin ağzıyla konuşmak, bu milletin…
Çıkar cevap verirsin.
Üçüncü kriter, bu millete ve bu ülkeye aidiyet hissetmeyi her türlü şeyin üstünde tutmak.
Şimdi bakın, Şam’da Beşar Esad ne söylüyorsa Ankara’da Kılıçdaroğlu aynısını söylüyor. Şam’da ”Bu, sokakta yürüyenler terörist!” diyor Beşar Esad, Kılıçdaroğlu da burada aynısını söylüyor. Şam’da Esad “Bunun sorumlusu Türkiye’dir.” diyor, burada da Kılıçdaroğlu böyle söylüyor.
Kendi ülkesini şikâyet etmeye alışmış ve bunu politika benimsemiş olanlar, bu ülkeye bir şey vadedemezler.
Bakın, bir resim daha göstereceğim, bir tablo daha göstereceğim, siz resim gösteriyorsunuz.
Bakın, şu resim bir ibret göstergesidir. “Acilciler” adıyla bilinen ve Esad tarafından beslenen marjinal bir grubun desteklediği, örgütlediği törenlerde Hatay davasının yılmaz savunucusu Gazi Mustafa Kemal ile orada, Hatay’da “İşgal ordusu, defol!” diyen o grupların örgütlediği şeyle aynı resimler gösteriliyor.
“Ruhumuzla, kanımızla sana fedayız ya Esad!” diyen grubun içinde, o grubun içinde CHP İl Teşkilatı…
CHP İl Başkanı vardı. Bu, utanç verici bir şeydir, utanç verici bir şeydir.
Şimdi, CHP Sözcüsü…
Oturun, oturun, oturun! Burası miting meydanı değil, otur, otur, otur!
CHP Sözcüsü Apaydın Kampı’ndan bahsetti. Bakın, yine Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulan Suriye Bağımsız Araştırma Komisyonu oraya gitti. Yüce Meclisimizin İnsan Hakları Komisyonu gitti; onların raporunun itibarı yok, CHP sözcüsü için bazı provokatif yabancı basının itibarı var. Bunların bu Meclis’e saygısı da bu kadar.
Apaydın’la ilgili gerekli sözleri Sayın Çavuşoğlu söyledi ama bir şey daha söyleyeyim: Apaydın Kampı 130 dönüm bir alan, 90 dönümünde çadır var, 1.385 çadır, 40 dönüm idari yer, malzeme, idari binaların bulunduğu yer. 3.357 kişi yaşıyor, bunun 843’ü kız çocuğu, 902’si erkek çocuğu, 818 erkek, 794 kadın, çocuk. Bu yoğunlukta bir kampta silah eğitimi verilebilir mi? Sapan taşı atsanız birine çarpar. Ayrıca Google Earth’e girse, Sayın Çavuşoğlu’nun dediği gibi bunların böyle olmadığını görürlerdi. Mesele, bir zihniyet ve ahlak meselesidir, arkadaşlar. Bugün herkes bir sınavla karşı karşıya, herkes safını belirleyecek. Akçakale’ye top mermisi düşerken safını belirleyen MHP’ye, Milliyetçi Hareket Partisine teşekkür ediyoruz. Türkiye’nin yanında saf tuttu. Ama, Akçakale’ye top mermisi düşüp iki anne, üç yavru şehit edildiğinde Beşar Esad’la saf tutanları da tarih affetmeyecek!
Sözü olmayanlar, kendi sürelerini bile doldurmaz, böyle pankart taşırlar.
Şimdi, biz hiçbir zaman Sayın Kılıçdaroğlu’na onun üslubuyla cevap vermeyeceğiz. Ne güzel söylemiş, büyükler büyüğü, ulular ulusu Şeyh Edebali’nin üslubuyla cevap vereceğiz. “Hakaret ve küfür ona, haya ve edep bize/ Yalan ve iftira ona/ Hakikat ve dürüstlük bize/Zalimin yanında olmak ona/ Mazluma gönlünü ve kapısını açmak bize.” Türkiye’yi dünya’ya şikâyet etmek ona, nerede ve hangi şartlarda olursa olsun, bu aziz milleti, bu büyük ülkeyi savunmak bize yakışır! Her yerde bu onurlu bayrağı dalgalandırmanın gururunu taşıyan bir Dışişleri Bakanıyım.
Uyumayacağız ve ilk talimatımı -buradaki Sayın Uzman Korutürk de bilir- görevi aldığımda Büyükelçimize ilk talimatım şu oldu: “Bana gerekçeyle gelmeyeceksiniz. 24 saat yetmiyorsa, 25 saat; 7 gün yetmiyorsa 8’inci gün; 31 gün yetmiyorsa 32’nci günü bulacaksınız.” Bu ülke, mazeret kabul etmez. Bu büyük geleneği ebediyete kadar taşıyacağız.
Biz, her zaman altını çizerek söylüyorum- kıt zekânın değil, aklın, ahlakın, irfanın, erdemin, hikmetin, adaletin, vicdanın, insanlık onurunun ve millî şuur ve bilincin sözcüsü olduk, olmaya devam edeceğiz CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan takdir beklemiyoruz. Biz, bu yolda nihai kararı ve takdiri sadece yüce Allah’tan ve aziz milletten bekleriz, başka hiçbir mevkiden değil.
Saygılar sunarım"
SON VİDEO HABER
Haber Ara