Naom Chomsky: İtaat etmek zorunda değiliz!
'Halihazırdaki tehdit yine Orta Doğu’dadır, özellikle İran’dır. En azından Batı’ya göre budur. Orta Doğu’da ise ABD ve İsrail çok daha büyük tehditler olarak görülür. '
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-10-07 00:31:36
Dört senede bir yapılan başkanlık seçimi fantezileri zirveye ulaşırken, siyasi kampanyaların karşı karşıya bulunduğumuz en kritik meseleleri nasıl ele aldığını sormak yararlı olacaktır. Basit cevap, kötü ya da hiçtir. Durum böyleyse bazı önemli sorular doğar; neden ve bunun için ne yapabiliriz?
Ezici öneme sahip iki mesele vardır; zira türlerin kaderi tehlikededir. Bunlar, çevre felaketi ve nükleer savaştır.
Bunlardan ilki, düzenli şekilde ön sayfalarda yer bulur. Örneğin 19 Eylül’de Justin Gillis The New York Times’da Arktik denizindeki buzulların bu seneki erimesinin “ancak önceki (erime rekorunu) kırdıktan ve bölgedeki değişimin ani hızlanmasına dair yeni uyarıları belirginleştirdikten sonra” durduğunu yazdı.
Erime, girift bilgisayar modellemelerinde ve küresel ısınmaya dair en yakın tarihli BM raporunda öngörülenden çok daha hızlıdır. Yeni veriler ciddi sonuçlarıyla beraber yaz buzulunun 2020’de yok olabileceğini gösteriyor. Önceki tahminler yaz buzulunun 2050’de yok olacağını söylüyordu.
“Fakat hükümetler, bu değişikliğe sera gazı salınımlarını daha acil sınırlama yoluna giderek karşılık vermediler. Aksine, Arktik bölgede daha fazla petrol için sondaj yapmak gibi erişilebilir hale gelen yeni minerallerin işletilmesi için yeni planlar yaptılar”. Yani afeti hızlandırmak için.
Bu tepki, kısa-vadeli kazançlar için çocuklarımız ile torunlarımızın hayatlarını feda etmeye dair olağandışı bir isteği sergiliyor. Ya da belki de kapımızdaki bu tehlikeyi görmeyelim diye gözlerimizi kapatmak isteyen aynı derecedeki tuhaf ve bariz istekliliktir.
Aslında bu hemen hemen hiçbir şeydir. İklim Hassasiyeti İzleme, “küresel ısınmanın neden olduğu iklim değişikliğinin dünya ekonomik üretimini senelik yüzde 1,6 oranında düşürdüğünü ve önümüzdeki 20 yılda maliyetleri 2 katına çıkmasına neden olacağını” ortaya koydu. Araştırma diğer yerlerde geniş şekilde yankı buldu ancak Amerikalılar rahatsız edici bu haberlerden bağışlandılar.
Demokratik ve Cumhuriyetçilerin iklim meseleleri hakkında tüzükleri, 14 Eylül tarihli Science Dergisi’nde değerlendirildi. Nadir görülebilecek ortak-partizanlıkla her iki parti de bizden sorunu daha kötüleştirmemizi talep etti.
2008’de her iki parti tüzüğü de hükümetin iklim değişikliğini nasıl ele alması gerektiğine dair az bir dikkat hasretmişti. Bugün mesele Cumhuriyetçi tüzükten neredeyse kayboldu. Hatta Cumhuriyetçi Başkan Richard Nixon’un aklı-selim günlerinde kurduğu Çevre Koruma Ajansı’nın sera gazlarını düzenlemesine engel olunması için kongreden “derhal harekete geçmesini” istediler. Ve Alaska’nın Arktik korunağı, “tüm Amerikan Tanrı-vergisi kaynaklardan faydalanmak için” sondaja açılmalıymış. Nihayetinde Tanrı’ya karşı gelemeyiz ya.
Tüzük de ayrıca “Bilimsel bütünlüğü kamu araştırma enstitülerimize iade etmeliyiz ve kamu destekli araştırmalardaki (iklim bilimi için kod kelimeler) siyasi teşvikleri kaldırmalıyız” ifadeleri yer buldu.
Birkaç yıl önce iklim değişliğiyle ilgili idrak ettiğinin utanç verici etkisinden kaçmaya çalışan Cumhuriyetçi aday Mitt Romney, bilimsel bir fikir birliği olmadığını; bu nedenle daha fazla tartışma ve araştırmayı desteklemek zorunda olduğumuzu ancak sorunları daha ciddi hale getirmek dışında eyleme geçmemiz gerektiğini beyan etti.
Demokratlar, tüzüklerinde büyük bir sorun olduğundan bahseder ve “yeni ortaya çıkan güçlerle uyumlu olarak salınım miktarlarını ayarlayacak bir anlaşma için” çaba sarf etmemiz gerektiğiniz salık verir. Fakat hepsi sadece budur.
Başkan Barack Obama, böylesi uygulamalarla geçen bir yüzyılın ardından dünyanın nasıl bir yer olacağını sormadan çatlatma (fracking) ve diğer yeni teknolojileri kullanarak 100 yıllık enerji bağımsızlığımızı kazanmamız gerektiğini vurguladı.
Yani partiler arasında farklılıklar var. Leminglerin gayretle tepeye nasıl çıkacakları gibi konularda yani...
Diğer ikinci esas konu olan nükleer savaş da her gün ön sayfalarda yer alıyor. Öyle bir şekilde ki dünyadaki garip olayları izleyen bir Marslıya dahi küçük dilini yutturur.
Halihazırdaki tehdit yine Orta Doğu’dadır, özellikle İran’dır. En azından Batı’ya göre budur. Orta Doğu’da ise ABD ve İsrail çok daha büyük tehditler olarak görülür.
İran’dan farklı olarak İsrail teftişe izin vermeyi ya da Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’nı (NSA) imzalamayı reddediyor. Yüzlerce nükleer silaha ve gelişmiş taşıyıcı sistemlere sahiptir. Sürekli Amerikan desteği sağ olsun; kanunsuzluk, saldırganlık ve şiddete dair uzun bir tarihi bulunur. İran’ın nükleer silahlar geliştirmenin peşinde olup olmadığını ise ABD istihbaratı bilmiyor.
Kurumun ABD istihbaratı sonuçlarına ekleyecek hiçbir şeyi olmadığını kabul ederken ABD’nin istediği şekilde İran’ı kınayacak dolambaçlı bir yolla Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, son raporunda, “İran’da beyan edilmemiş nükleer malzeme ve aktivitelerin yokluğunu” gösteremediğini söyledi.
Bu yüzden NSA tarafından garantiye altına alınan ve Tahran’da yakın zamanda toplanan bağlantısız ülkeler dahil dünyanın çoğunluğunca desteklenen uranyum zenginleştirme hakkından İran mahrum edilmek zorundadır.
İran’ın nükleer silahlar geliştirebilme olasılığı seçim kampanyalarında da ortaya çıkıyor. (İsrail’in halihazırda onlara sahip olduğu gerçeği değil.) İki duruş karşılıklı birbirini dengeliyor: ABD, düzinelerce ülkenin sahip olduğu nükleer silah üretme kapasitesine erişirse İran’a saldıracağını mı ilan etmeli? Yoksa Washington, “kırmızı çizgisini” daha belirsiz mi tutmalı?
İkinci duruş Beyaz Saray’ınki. İlki ise İsrail şahinlerince talep edilen ve ABD Kongresi tarafından kabul edilen. Senato, İsrail duruşunu desteklemek üzere 90-1 olarak daha yeni oyladı.
Tartışmada olmayan ve İran’ın sahip olduğuna inanılanın tehdit her neyse onu sonlandırmak ya da azaltmak için tutulması gereken yol apaçık ortadır. Bu da bölgede nükleer-silahsız bir alan oluşturmaktır. Fırsat halihazırda da ortadadır. İsraillilerin çoğunluğu dahil neredeyse tüm dünya tarafından desteklenen bu amaca ulaşmak için uluslararası bir konferans birkaç ay içinde toplanacak.
Ancak İsrail hükümeti, bölgede genel bir barış anlaşması olana dek katılmayacağını ilan etti ki böylesi bir anlaşma İsrail, işgal altındaki Filistin bölgelerindeki hukuk dışı aktivitelerine devam ettikçe mümkün değildir. Washington da aynı pozisyondadır ve İsrail’in böylesi bölgesel bir anlaşmadan münezzehliğinde ısrar etmektedir.
Yıkıcı bir savaşa, hatta muhtemelen nükleer bir savaşa doğru ilerliyor olabiliriz. Bu tehdidin üstesinden gelecek apaçık yollar vardır fakat fırsatın yakalanmasını isteyen geniş-ölçekli halk eylemleri olana dek bu yollar tercih edilmeyecektir. Bu tür konular, sadece seçim sirkinde değil medya ve daha geniş ulusal tartışmanın dışında tutulduğu sürece bunun (halk eylemleri) olması da fazlasıyla olasılık dışıdır.
Seçimler halkla ilişkiler endüstrisince işletilir. Esas görevleri ticari reklamcılık yani irrasyonel seçimler yapacak bilgisiz tüketiciler yaratarak piyasaların altını oymaktır. Bu piyasaların arzu edilen çalışma şeklinin tam aksidir ancak televizyon izleyen herhangi birine bu aşina gelecektir.
Seçimleri işletmek için silah altına alınınca bu endüstri, parayı-ödeyenlerin çıkarları için aynı prosedürleri benimseyeceklerdir ki bunlar (parayı-ödeyenler) bilgili vatandaşların rasyonel seçimler yapmalarını istemez.
Yine de her iki durumda da kurbanlar, itaat etmek zorunda değildir. Pasiflik kolay olabilir ancak hiç de onurlu bir yol değildir.
*Amerikalı ünlü muhalif yazar, dilbilimci ve dış politika uzmanı.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara