Dolar

34,8793

Euro

36,7802

Altın

3.048,36

Bist

10.139,43

Seküler algının sınırları içerisinde Muhafazakarlık!

Çağdaş Batı tecrübeleri sekülerizm ile beraber onun savunucularının birtakım yeni değerleri topluma modernizasyon ve ilerleme kılığında aşılamaya çalıştığına tanıklık etmiştir.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-10-05 11:46:47

Seküler algının sınırları içerisinde Muhafazakarlık!
TİMETÜRK / Umut İslam Ayar

Sekülerizmin demokratik ideali bizim halen tecrübe ettiğimiz gibi özgür düşünceli demokratik çoğulculuğu tehdit eden bir dogma olabilir mi? Sekülerizmi düşünmeden kutsayan pek çok çağdaş seküleristin bu tavrının, sekülerizmi teminat altına aldığı, şüpheli bir konudur. Bu kişiler için ‘sekülerizm yoksa demokrasi de yoktur’ ifadesi kutsal bir denklemdir.

Çağdaş Batı tecrübeleri sekülerizm ile beraber onun savunucularının birtakım yeni değerleri topluma modernizasyon ve ilerleme kılığında aşılamaya çalıştığına tanıklık etmiştir. Bu değerler esasen cinsler arası ilişkiler, aile bağları, eğitim, çocuk yetiştirme, suç ile ceza ve eşcinsellik gibi konularla ilgiliydi. Bu konulara sekülerizmin yaklaşımı geleneğin mutlak reddi ve geçmişle tüm bağların koparılmasıyla öne çıktı. Bunun yerine saf mantığa dayalı ve din ya da geleneğin kısıtlamadığı yeni fikir ve değerler savunuldu.

Bu fikir ve değerler nerede üstün geldiyse oradaki sonuçları olumsuz oldu. Sosyal bir birim olan aile dağıldı. Gerçekte evlilik kurumu ve aile ilişkileri arkalarında tehlikeli sonuçlara giden yollar bırakarak altüst oldu. Bunların çoğu suç, uyuşturucu bağımlılığı, bireycilik ve bireylerin izolasyonundaki artışta kendisini belli etmektedir. Aynı zamanda ahlakilik ve merhamet duyguları da aşınmaya uğradı. Ağır olmayan cezalar ve mağdurlardan çok suçluları korumayı hedefleyen siyaset, suçu azaltmayı ve kurbanların acılarını dindirmeyi başaramadığı gibi suç oranlarının dikkat çekici şekilde artmasına neden oldu.
Ahlakilik ve sosyal normlar konusunda sekülerizmin anlıkçı, sığ ve zayıf olduğu görülmektedir.

Özellikle aile, kadın sorunları ve suç ile ceza konularında geleneksel değerlerin çelişkilerini eleştirme ve gündeme getirmekte başarılı olduysa da din, gelenek ve geçmiş ile bağları koparmaya dayalı çıkarımları, çelişkilerin giderilmesinde başarısız olmanın yanısıra daha ciddi kusurların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Sekülerizm, tarih, geçmiş insan tecrübesi ve dinin toplumdaki rolünü küçümsemektedir. Bunları karanlıktan başka bir şey olarak görmemektedir. Tarihe karşı böyle aşağılayıcı bir bakış, insan toplumlarının tarihi tecrübesine ciddiyetten uzak bir şekilde bakmanın neticesidir.

Bir toplumun bazı değer ya da geleneklere sarıldığında; bunu yoksaymanın ya da aptallığın değil de uzun bir deneyimin sonucu ve çetin bir hayat sınavından geçmiş olmanın neticesi olarak yaptığını kabul etmekten uzak bir bakış açısıdır. İnsanların kalıtsal dezavantajlara rağmen bazı gelenek ve değerlere sarılmaya karar verdiğinde bunu bazı acı verici tarihi tecrübelerden geçmiş olmaları sebebiyle her zaman yaptıklarını bazı seküleristlerin fark etmediği görülmektedir. Tarihi süreçte insan toplumları, bazı liberal seküleristlerin savunduğundan farklı şartlarda tecrübe kazanmışlardır.

Bazı seküleristlerle ilgili problem kendilerinin objektif addettikleri özel bir davranış kalıbı ortaya koyduklarında, bunun deneysel olarak ispatlanmak zorunda olduğunu fark edememeleridir. Böyle fikirler insanların hayatında test edilmelidir. Lehte ve aleyhte olanlar ancak zaman içerisinde keşfedilebilir. Yani genellikle karşı çıktıkları dini öğreti ve geleneklere saygı göstermelidirler. Ayrıca halen uydurma ve spekülasyon seviyesinde olan kendi öz fikirleri konusunda da tevazu göstermelidirler; bunlar, ne denenmiş; ne de yargılama ve krizler karşısındaki dayanıklılıkları ispat edilmiştir. Örneğin; aile birliği sorununu büyük bir dikkatle ele almalıdırlar.

Sosyal değer ve kurumlardaki (din, aile ve diğerleri) krizler, kendi’nin kaynaklarının ‘somut hali’ ve bunların seküler olması gerektiği iddiası cinselliği, aşkınlığın yegane şekli ve gerçekliğin mihengi olmak için laçkalaşmaya zorladı. 1960’lar yalnızca radikal bir dönüş noktasını değil bunun yanında toplumları, yapıları ve kültürleri değişim için cinsel içkin güç/bilgi yıldızlarıyla etkili bir şekilde doyuran, cinselliğin açık, gizli ve çeşitli tüm formlarda ön işgaliyle dikkat çeken kapitalist çağı karakterize eden sekülerizasyon/cinselleştirme sürecinde kilit bir anı temsil etmektedir.

Kendini meydana getirme çabalarının sürekliliği ile kümülatif etkisinin görünebilen tek yönünü insan sunmaktadır – değişken ve kaypak kimlikler arasında sabit yegane faktör olarak görülmektedir: Geçmiş, şimdi ve geleceğin tüm kimliklerinin maddi, somut kapsayıcı, taşıyıcı ve uygulayıcısı. İnsanlar kendilerini ‘kendi’nin nüvesi olarak açıklanan cinsellikleri açısından görmeye teşvik edildiler.

1960’larda sosyologlar için bir başlama noktası olan ‘gerçekliğin toplumsal yapısı’, ‘cinselliğin toplumsal yapısı’na odaklanılmasıyla son buldu. Üreme teknolojileri ve gen mühendisliğindeki ilerlemeler, bilimin sekülerist modern ve postmodern dönemde Tanrısallık durumunu güçlendirdi ve ahlaklılık, tanrı ve şeytan inançlarını çok dar, öznel, bireysel tercih alanına indirgeyerek, birşeyler yapabilme ve çok akılcı ve şahsi olmaya bağlı bir değişim gösterdi.

Bu, çocuk düşürme, transeksüellik ve homoseksüellik meselelerinde özellikle kendini gösteren bir durumdur. İdeal, bir sarkaç konumunda olmaktı – iki cins ile de hazza duyarlı, erkek ve kadın ile cinsel mutluluk tatma yeteneğine sahip.

Pornografi ve fahişelik gibi diğer hassas konular kınanma sahasından belirsizlik sahasına kaydı. Porno dergiler, posta siparişiyle ya da yerel eczanelerden satın alınan elektrikli aletler, uzun yaşam boyunca evliliğe bağlanmayı öngören geleneksel yoldan çok daha ucuz bir şekilde cinsel haz sağlamaktadır. Birey, aletler ve ilaçlar yardımıyla tamamen kendi başına heteroseküsel ya da homoseksüel ilişkiye dahi gerek duymadan kendi nihai cinsel doygunluğuna ulaşabilmektedir. Cinsellik ‘kendini tatmin’ ve ‘ şahsi gerçeklenme’ fikirleriyle yakın ilişki içinde olan büyük beklentilerle yüklenmişti.

Liberalizm cinsellikle ilgili konuların bir kişisel tercih meselesi olduğunu öne sürerken kapitalizm, filmler ve medyadan başlayıp cinselliği internette satmaya kadar mümkün olan her yerde ondan faydalanarak pazar ekonomisinin içine soktu. Eğer bizim zamanımız kişisel ve anlık haz zamanıysa bu süreç çoğu kez toplum, bu değerlerin büyük oranda nasıl modern tüketici kapitalizminin ürünleri olduğunu anlamadan ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de ise yıkıcı bir etkiye dönüşen bu seküler zihin, postmodern sürecin ideal olarak sunduğu yaşam tarzını rol model olarak sunmayı ve bunun üzerinden toplumsal dönüşümü sağlamayı kendine kutsal bir görev saymıştır.

Türkiye’de bu alanda yapılan tüm alan çalışmalarına, yazılan makale ve kitaplara veyahut belgesel ve görsel materyallere baktığımızda bu yıkıcı seküler tasavvurun nasıl bir propanganda ile topluma sunulduğuna şahit oluyoruz.
Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi'nin desteğiyle Prof. Hakan Yılmaz'ın yönetiminde, Dr. Emre Erdoğan, Güçlü Atılgan, Merve İnce ve Murat Can tarafından yürütülen “Türkiye'de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din” başlıkları üzerinden yaptığı alan çalışmasını rapor olarak sunmuş.

Açıklanan raporda dikkat çekici birçok tespit ve sonuç bulunmakta;

Raporda araştırma konusu edinen başlıklar ve sonrasında yapılan tespitler toplumun neredeyse çoğunluğunu oluşturan dindar/muhafazakar kesim yerine daha çok “seküler zihnin” hassasiyetlerine göre belirlenmiş.
Haliyle raporda birçok noktada toplumun kültürel ve inanç kodları ile uyuşmayan, toplumsal hassasiyetler üzerinden değil daha çok postmodern dönemin dayattığı yaşam tarzının gerekliliği üzerine kurgulanmış araştırma olmuş.
 
Aşığada T24’den Doğan Akın başlıklar halinde sunduğu raporda bu tespitleri kanıtlar nitelikte. Muhafazakarlık tespitinden tutun, toplumsal hassasiyetler noktasına kadar temel referansı modern seküler algı üzerine kurgulanmış alan çalışması, yıllardır Türkiye ve özellikle Ortadoğu toplumu üzerinde yaşamsalaştırılmaya çalışılan 'modern' siyasi-sosyal-aile ve toplumsal dönüşüm üzerine önemli ipuçları veriyor.

İşte o rapor:
- Araştırmaya göre, gerek siyasal, gerek özel hayata ilişkin muhafazakârlık tutumlarında uç noktalardan ortalara doğru bir toplaşma eğilimi var. Hem siyaset, hem özel hayat hakkındaki muhafazakâr tutumlarda, kendisini muhafazakâr bulmayanların oranı da, çok muhafazakâr bulanların da oranı azalmış. Buna karşılık, muhafazakârlığını “orta seviyede” değerlendirenlerin oranı artmış.

- En çok muhafaza edilmek istenen kurum olan “aile”nin başat konumu 2006’dan 2012’ye gelişen süreçte daha da pekişmiş görünüyor. 2006’da yüzde 45,6 olan bu alandaki oran 2012’de yüzde 50,4’e ulaşmış.

- En çok muhafaza edilmek istenen değerler arasında “din” yüzde 22,2’lik oranla 2006’da da, 2012’de de aynı kalmış. 2006’da yüzde 18,8 olan devleti muhafaza etme isteğine ilişkin oran 2012’de yüzde 15,5’e düşmüş. Aynı oran 2006 ve 2012’de “millet” için yüzde 10,5 ve yüzde 11 olmuş.

'Özgürlük' temel değer olarak yükseldi

- Araştırma toplumda “bireyleşme” sürecinin hızlandığı yolunda önemli veriler de ortaya koydu. Bireyleşmenin derinleştiği ve yaygınlaştığının en temel göstergesini, “eşitlik, dayanışma, özgürlük” değerleri arasında “özgürlüğün” en çok tercih edilen temel değer olarak “eşitliğin” önüne geçmesi oluşturdu. “Muhafaza edilmesi gereken en önemli siyasal değer 2006’da yüzde 41,6 ile “eşitlik” iken, 2012’de yüzde 42,5 olarak “özgürlük” oldu. Özgürlük temel değer olarak 2006’da yüzde 37,4 düzeyinde destek görmüştü.

- Bireyleşmenin önünde engel olan iki temel muhafazakâr değeri savunanlarında oranında yıllar içinde bir düşüş gözlendi. Düşüş gözlenen değer, “insan zayıftır; yanlış yola sapmaması için, başında mutlaka onu doğru yola sevk edecek bir otoritenin bulunması gerekir” ve “herkes hayatta layık olduğu yerdedir ve haddini aşmamalıdır” olarak açıklandı. “İnsanın zayıf olduğu için başına bir otorite gerektiği” yolundaki değere inananların 2006’da yüzde 36,8 olan oranı 2012’de yüzde 25,1’e düştü. “Herkesin hayatta layık olduğu yerde olduğu ve haddini bilmesi gerektiği” önermesiyle açıklanan muhafazakâr değere destek verenlerin 2006’da yüzde 43,8 olan oranı da 2012’de yüzde 35,4’e düştü.

- Araştırmaya göre; aile yapısı, sosyal yapı ve siyasal rejim alanlarında değişim talebi çok az gözlendi. Sosyal yapıda ve devlet düzeninde daha önceden de zaten cılız olan değişim talebinde yıllar içinde kayda değer düşüşler yaşandığı belirlendi. En büyük değişim talebi ise ekonomik alanda ortaya çıktı. Ekonomik değişim talebi yıllar içinde büyüyerek 7 puanlık bir artışla yüzde 47’den yüzde 54’e yükseldi.

İşkenceyi kabul edenlerde düşündürücü oranlar

- “Haklar devlet tarafında tamamen kısıtlanabilir” diyenlerin oranında yıllar içinde büyük düşüşler gözlenmemesi, araştırmanın ortaya koyduğu önemli verilerden biri oldu. Ancak hakların devlet tarafından kısıtlanmasına ilişkin olarak siyasi haklar alanında 2006’dan 2012’ye geçen süreçte kayda değer düşüşler gözlendi. Örneğin, “toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının tamamen kısıtlanabileceğinin” düşünenlerinin 2006’da yüzde 27 olan oranı 2012’de yüzde 14’e indi. “Dernek ve sendika kurma hakkının tamamen kısıtlanabileceğinin” öngörenlerinin oranı da 2006’da yüzde 17 iken 2012’de 8 puanlık düşüşle yüzde 9 olarak ölçüldü.

Aynı oranlar “siyasi partilerin eşit şartlarda rekabet etmesinin kısıtlanmasının” başlığı altında 2006’da yüzde 11, 2012’de de yüzde 7 olarak ölçüldü. “Düşünce ve ifade özgürlüğünün tamamen kısıtlanabileceğini” kabul edenlerin 2006’da yüzde 10 olan oranı da 2012’de yüzde 6’ya düştü. “Medyanın özgürce yayın yapması ve sansür edilmemesi” hakkının tamamen kısıtlanabileceğini düşünenlerin oranı da yüzde 20’den yüzde 16’ya indi.

- Siyasal haklardaki bu iyileşmeye karşılık “işkence” ve “eşcinsellik” söz konusu olduğunda toplumsal hassasiyette pozitif yönde hiçbir değişimin olmadığı da ortaya kondu. Örneğin “kimseye işkence yapılmaması” hakkının gerektiğinde devlet tarafında bütünüyle askıya alınabileceğini düşünen, yani “birilerine işkence yapılabilir” diyenlerin 2006’da yüzde 23,4 olan oranı neredeyse hiç değişmeyerek 2012’de 23,5 olarak ölçüldü.

Homofobi hangi düzeyde?

- Araştırmada, “eşcinsellik gibi farklı cinsel tercihlerin serbestçe yaşanması hakkı”nın gerektiğinde devlet tarafında tamamen kısıtlanabileceğini düşünenlerin 2006’da yüzde 58 olan oranı da küçük bir düşüşle 2012’de yüzde 54 olarak belirlendi.

Ramazan'da oruç tutanların oranı düştü

- Araştırma “dinsellik karşısındaki tutumlar” konusunda da önemli veriler ortaya koydu. Dindarlık seviyesinde 2006’dan 2012’ye kayda değer bir değişim gözlenmedi. Ancak “namaz ve oruç gibi temel ibadetlerin yerine getirilmesinde bir gevşeme olduğu” yolunda veriler elde edildi. “Bütün Ramazan ayı boyunca ve diğer dini günlerde oruç tutma ve ibadet pratikleri” 2006’da yüzde 18,7 iken 2012’de yüzde 10,2 olarak ölçüldü. Bütün Ramazan ayı boyunca oruç tutanların oranı da yüzde 60,4’ten yüzde 53,1’e indi. “Ramazan'da imkân buldukça” oruç tutanlar 2006’da yüzde 18,9 iken 2012’de önemli ölçüde düştü. Hiç oruç tutmayanların 2006’da yüzde 6,4 olan oranı 2012’de yüzde 12,3’e çıktı.

- Dini kurallara uygun yaşamayanlardan ve ibadetlerini yerine getirmeyenlerden rahatsız olanların oranında da azalma tespit edildi. Ramazanda oruç tutmayanlardan rahatsız olanların 2006’da yüzde 33,3 oranı 2012’de yüzde 25,4’e düştü. Aynı oranlar namaz kılmayanlara karşı yüzde 26,4’ten yüzde 18,6’ya; başını örtmeyen kadınlara karşı yüzde 21,9’dan yüzde 14,1’e düşmüş olarak tespit edildi.

- “Seçimlerde hangi partiye oy vereceğime karar verirken, bu partinin liderinin dini inançlarını hesaba katarım” diyenlerin oranı ise 2006’da yüzde 63 iken, yaklaşık 10 puan artarak 2012’de yüzde 72’ye yükseldi. Prof. Hakan Yılmaz, bu verileri toplu olarak değerlendirirken, deneklerin “ortalamada muhafazakârım, şu-bu konulardan rahatsız değilim, ama seçim söz konusu olduğunda muhafazakâr partiye oy veririm” düşüncesini yansıtmış olduklarını belirtti.

Açık giyinen kadınlara hoşgörü arttı mı?

- Araştırma “cinsellik karşısındaki tutumlarımız-hangi cinsel yaşantı biçimleri bizi rahatsız ediyor?” başlığı altında da önemli veriler ortaya koydu. “Cinsellik konusunda biraz daha rahat bir toplum” işareti veren verilere göre “açık giyinen kadınlardan rahatsız olanların 2006’da yüzde 52 olan oranı 2012’de 17 puanlık bir azalışla yüzde 35’e düştü. “Alkollü içki içenlerden rahatsız olanların” oranı da 2006’da yüzde 65 iken 2012’de yüzde 52’ye düştü. Aynı oranlar “bara ve gece kulübüne gidenlerden rahatsız olanlar” için yüzde 61’den yüzde 49’a inmiş olarak ölçüldü. “Küpe takan erkeklerden rahatsız olanlar” da yüzde 53’ten yüzde 42’ye indi. Sunumdaki tartışma sırasında bu verilerin “alkollü içki içilen yer ve açık giyinen kadınların toplumda giderek daha az görülmesi ve bu nedenle ‘uyaran’ azalışından kaynaklanmış olup olmayabileceği soruldu. Prof. Hakan Yılmaz, bu sorunun önemli olduğunu araştırma sonuçlarına bakarken değerlendirilebileceğini söyledi.

Toplum kürtajı onaylıyor

- Araştırmada 2006’da sorulmayan “kürtaj” konusuna da yer verildi. Elde edilen verilere göre, Türkiye toplumu “isteğe bağlı” kürtajlarda bile genel bir onaylama eğilimi ortaya koydu. İsteğe bağlı kürtajı onaylayan oranı yüzde 50, onaylamayanların oranı ise yüzde 47 olarak ölçüldü. Sağlık sorunlarına yol açma olasılığı karşısında kürtajı onaylayanların oranı yüzde 84’e yükseldi.

- “Başörtüsü ve modernlik” değerlendirmesinde “başörtülü kadınların erkeklerle hukuksal, siyasal ve ekonomik eşitliği;
başörtülü bir kadının modern bir kadın olma hakkı ve yetisi; ve tüm kadınların ister başları örtülü ister açık olsun erkek egemen toplumda benzer baskılara maruz kaldıkları” yönündeki tutumlarda küçük de olsa pozitif değişimler gözlendi.

“Müslüman bir kadının başını örtmesi gerektiği veya başını örtmeyen bir kadının Müslüman sayılamayacağı” yolundaki tutumlarda ise yıllar içerisinde hemen hemen hiçbir değişiklik gözlenmedi. Örneğin “Müslüman kadın başını örtmelidir” diyenlerin 2006’da yüzde 38,8 olan oranı 2012’de yüzde 37,5 olarak belirlendi. “Başını örtmeyen kadınlar Müslüman sayılmazlar” diyenlerin oranı da 2006’da yüzde 18,9 iken 2012’de yüzde 16 olarak ölçüldü.

Türkiye'de ideal kadın tipi

- Araştırma Türkiye’de muhafazakârlığın çelik çekirdeğini kadının aile içindeki (eş ve anne olarak) rolüne ilişkin tutumların oluşturduğunu ortaya koyan önemli veriler de içeriyor. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de “ideal kadın” şöyle tanımlanıyor: Erkeklerle hukuken eşit; gerektiğinde çalışıp para da kazanan, ama aile içerisindeki anne ve eş rollerini asla aksatmayan ve ev içi görevlerini aksatıyorsa işini bırakan; namus kodlarının dışına çıkarak kocasının şerefine halel getirmeyen bir kadın tipidir.
- “Hayatımız tamamen değişmelidir” diyenlerin 2006’da yüzde 29,1 olan oranı 2012’de yüzde 14,2 olarak ölçüldü. “Hayatımız olduğu gibi sürmelidir” diyenlerin oranı da 2006’daki yüzde 14,8’lik seviyesinden yüzde 23,9’a yükseldi. Bir başka açıdan “hayatımız değişmelidir” diyenlerin yüzde 63 olan oranı yüzde 40’a düşerken, “hayatımız aynı kalsın” diyenlerin oranı yüzde 34’ten yüzde 54’e yükseldi. Bu veriler toplumun “daha statükocu” bir tutuma kaydığı, toplumsal ve siyasal hayatta değişim isteyenlerin oranının büyük ölçüde azaldığı şeklinde yorumlandı.

Orta sınıf araştırması: Sol eğilimlerde yükseliş var

- Toplantıda yine Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı desteğiyle Prof. Hakan Yılmaz’ın yönetiminde yapılan “Türkiye’de orta sınıfı tanımlamak” başlıklı araştırmanın da özet sunumu yapıldı. Aynı kapsam, örneklem ve yöntemle yapılan bu araştırmaya göre, toplumda kötümserlik algısı arttı. Toplumun önemli bir bölümü kendisini (yüzde 44,7) “laikliği hiç değiştirmeden eksiksiz uygulamak isteyenlerin tarafında” tarif etti. Bu oran 2007’de de hemen hemen aynı (yüzde 44,9) ölçüldü. “Laikliği yeniden yorumlamak isteyenlerin” 2007’de yüzde 12,3 olan oranı da 2012’de yüze 15,4 olarak belirlendi. Laiklik konusunda “uzlaştıran merkeze” doğru anlayış sahipleri ise 2007’de yüzde 8,5 iken 2012’de önemli bir artışla yüzde 15’e çıktı.

- Orta sınıf araştırmasında Avrupa Birliği taraftarlığı yüzde 57,6’dan yüzde 51,7’ye inmiş olarak ölçüldü. Araştırma sonuçlarına göre toplumdaki sol eğilimlerde de yükseliş var.

https://twitter.com/umutislam


Haber Ara