Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Arap Fikir Baharı’nı beklerken

Arap dünyası, aleni feragat ve sessizliğinin ardından rehavetini silkeledi. Fakat ayaklanmalar henüz bir devrime ulaşmadı. Arap dünyası tarihi şeytanlarıyla yüzleşmeli, hastalıkları ile ikilemlerinin üstesinden gelmelidir. Bunları yüklendiğinde, uyanış gerçek şekilde başlamış olacak.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-10-01 14:48:39

Arap Fikir Baharı’nı beklerken
TİMETÜRK / Haber Merkezi

Tarık Ramazan The New York Times'ta kaleme aldığı makalede Ortadoğu'daki "Uyanış süreci" ve Türkiye'nin bu süreç üzerindeki etkisini mercek altına almış. Öte yandan Ortadoğu intifada sürecinin  bir aşama olduğunu ifade eden Ramazan, bundan sonraki süreci bir  "Fikir Baharı"  bekleyişi olduğunu belirtiyor. Tarık Ramazan'ın bu makalesini Timetürk.com için Oğuz Eser tercüme etti.

İşte Tarık Ramazan'ın çarpıcı tespitler bulunan o makalesi :

Arap Fikir Baharı’nı beklerken

Birleşik Devletler’e yakın bir ziyaretim esnasında gazeteciler ve entelektüellerin “Arap uyanışı sırasında Müslümanların gerçekten demokratik idealleri benimseyeceklerine dair yanlış mı yönlendirildik?” sorusuna muhatap kaldım.

Kısaca cevap hayır. Yakınlardaki İslam-karşıtı videoya yönelik şiddet içeren gösterilere katılanlar küçük bir azınlık. (Sergiledikleri) şiddet ise kabul edilemez. 2010’dan bu yana diktatörlükleri indirmek için şiddet-dışı ve disiplinli şekilde caddelere inen milyonlarca Müslümanı temsil etmiyorlar.

Buna rağmen birçok Amerikalı, Müslüman ülkelerde dökülen kan ve kargaşa nedeniyle şok oldu ve ayaklanmalar sırasında Arap halklarına fazla yardım ettiklerine inandılar. Fakat Arapların ve genel olarak Müslümanların daha eski bir hafızası ve geniş bir bakış açıları bulunur. Onların güvensizliklerini besleyen Amerika’nın ekonomik ve güvenlik çıkarlarını yerine getiren diktatörlere onlarca yıldır verdiği destektir: Irak ve Afganistan işgalleri; Ebu Garip ve Guantanamo’daki esirlere yapılan aşağılayıcı muamele; Amerika’nın İsrail’e şartsız ve sabit desteği.

Birleşik Devletler ve onun Avrupalı müttefikleri, Müslümanların neden fazlasıyla öfkeli olduğunu iyice irdelemeliler. Afganistan’dan geri çekilmek, Filistin’le ilgili Birleşmiş Milletler kararlarına ve anlaşmalarına uymak, ölümcül insansız-hava araçlarını geri çekmek ve “terörle savaşı” sonlandırmak başlamak için mükemmel noktalar.

Ancak artık Batı’yı geçmişteki sömürgeciliği ve emperyalizmi için suçlamayı bırakma zamanı da geldi. Müslüman-çoğunluk toplumlar, kurbanlar olarak tarihi rollerini terk etmeli ve milyonlarca Arap’ın caddelere dökülerek tarihin akışını değiştirdiği güçlü birer aktör olduklarını benimsemeliler.


Eskimiş “Batı’ya karşı İslam” ayrışması, yerini çok-kutuplu ilişkiler dönemine bırakıyor. Dünyanın ekonomik çekim merkezi doğuya doğru kayıyor. Çin, Hindistan ve Rusya ile Brezilya ile Güney Afrika ve Türkiye gibi yeni doğan güçlerin artan önemi, kendiliğinden daha fazla adalet ve daha fazla demokrasiyi garanti altına almıyor. Bazı Müslümanlar, Amerikan gücünün düşüşüne sevinmede çok fazla aceleciler. Onun (ABD’nin) yerine alacak olanın sosyal ve insani haklarda gerileme ile yeni uluslararası bağımlılık türlerine neden olabileceğinin farkında değilmiş görünüyorlar.

Tıpkı Latin Amerika, Afrika ve Asya’dakiler gibi Arap halkları da uzun zamandır onları tanımlayan ve yetiştiren kültürel ve dini gelenekleri yok saymayı istemiyorlar ve zaten bunu da yapamazlar. Özgürlük, adalet, eşitlik, otonomi, çoğulculuk ve yeni demokrasi ile uluslararası ilişkiler modelleri gibi değerleri takip ederken, İslami gelenekleri de kullanmalılar. İslam, Batı’daki Oryantalist düşünürlerin sıklıkla iddia ettiği gibi tekamüle bir engel değil, siyasi yaratıcılık için bereketli bir zemin olabilir.

Arap dünyası ve Müslüman-çoğunluk toplumlar, sadece siyasi ayaklanmalara değil ekonomik değişime; ruhsal, dini, kültürel ve sanatsal özgürleşmeye; kadınların salahiyetine kapı açacak eksiksiz entelektüel içsel devrime de ihtiyaç duyuyor. Kolay bir iş değil.

Bu toplumlarda siyasi ve dini otorite için bir mücadele sürüyor. Sünniler içinde; gelenekçiler, laikler, reformcular ve Sufi mistikleri arasında derin bölünmeler var. Ayrıca Sünniler ile Şiiler arasında da (bu mevcut).

An itibariyle Arap düşüncesi, laikleri İslamcılara karşı yerleştiren çorak bir ideolojik düşünce tarafından engelleniyor. Bu engel, her ikisini de etkileyen düşünsel sınırlar hakkında derinlemesine tefekkürü imkansızlaştırıyor.

Batılılaşmış laik elitler, tüm demokrasi ve insan hakları konuşmalarında, sıklıkla öncül sömürge gündemlerini ihtiva ediyor ve temsil ettiklerini iddia ettikleri insanlardan da derin şekilde uzaklar. Eğer (uzak değilseler) –tıpkı soldaki taban hareketleri gibi– etkileri en iyi şekilde marjinal kalıyor. Bazıları diktatörlerle işbirliği yaptılar, kayırmayı kabul ettiler ya da resmi yozlaşmadan çıkar sağladılar. Diğerleri ordunun iç çevrelerine yakın durdu. (Mısır, Tunus, Suriye ve Irak’taki gibi). Din ve siyasetin örtüşmesine karşı durarak, İslami hafıza ve geleneklerden kopuk ve tutarsız bir demokratikleşme vizyonunu öne sürdüler.

Makalenin devamını okumak için tıklayın

Haber Ara