Dünyanın en çok zulme uğrayan toplumsal grubu
Güneydoğu Asya’nın iki küresel gücü Çin ile Hindistan arasında konumlanmış bir ülke olan Myanmar, etnik ve dinsel çeşitliliğe sahip 60 milyonluk nüfusu ve sahip olduğu yeraltı kaynakları ile çok büyük bir stratejik öneme sahiptir.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-20 15:45:30
Myanmar; Hindistan, Bangladeş, Çin, Laos ve Tayland tarafından çevrilmiş ve enerji ulaştırması ile uluslararası ticaretin işleyişi noktasında çok büyük bir stratejik öneme sahip ve Çin’in kaydettiği ekonomik büyümeye paralel olarak içselleştirdiği bu önemin daha da artması beklenen Bengal Körfezi ile Andaman Denizi’ne kıyısı olan bir ülkedir. 676.578 kilometrekarelik yüzölçümü ile orta büyüklükte bir ülke olduğu söylenebilecek olan Myanmar, İkinci Dünya Savaşı sonrası 1948 yılında bağımsızlığını kazanmış ancak ülkenin sınırlarının yapay olarak kurgulanmış olması nedeniyle etnik ve dinsel manada çeşitlilik gösteren çok sayıda toplumsal grubu bünyesinde barındırır hale gelmiştir. Nitekim bu durum, bağımsızlık sonrası ülkenin siyasal kontrolünü eline geçirmek isteyen bu gruplar arasında büyük çaplı bir iç savaşı beraberinde getirmiştir. İç savaşın ortamında siyasal kontrolü ele geçiren Myanmar Ordusu ise 1962’den 2011’e kadar kesintisiz olarak sürecek otoriter bir yönetim kurmuştur. Bu yönetim çerçevesinde etnik, dinsel ve siyasal çatışmaların dozu azalmış olsa da ülkenin geleceğini şekillendirmesi beklenen bu çatışmalar tam manasıyla dinmemiş ve yaşanan bu çatışmalar ile teşkilatlandırılan askeri yönetim nedeniyle Myanmar, geniş çaplı insan hakları ihlallerinin yaşandığı, demokrasinin sürekli olarak yadsındığı ve Aung San Suu Kyi gibi toplumun önemli bir bölümünde meşru bir lider olarak görülen isimlerin siyasetten dışlanarak ev hapsine alındığı ve sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarının zenginliğine (petrol ve doğalgaz yatakları, mücevher, kereste, pirinç, deniz ürünleri, vb.) karşın dünyanın en fakir devletlerinden biri olarak bilinmektedir.
Nüfusunun %68’ini etnik Burmalıların (Bamarlar) oluşturduğu Myanmar’da, Shan, Karen Rakhine ve Mon etnik gruplarının yanı sıra etnik Çinliler ve Hintliler de yaşamaktadır. Bu etnik grupların hepsinin kendisine özgü dili ve kültürü bulunmaktadır. Ne var ki, başkent Yangon (Rangoon) merkezli olarak uygulanan baskı ve sindirme politikaları nedeniyle Burma (Bamar) dili ve kültürü topluma hâkim kılınmaya çalışılmakta ve Budizm dini ülkenin temel gerçekliği olarak yapılandırılarak diğer dinsel azınlıklar üzerinde baskı kurulmaktadır. Myanmar, uzun süren askeri dikta yönetiminin sonucunda 2007 yılında bir “renkli devrim” girişimine sahne olmuştur. Safran Devrimi adı verilen ve Budist rahiplerin büyük bir rol oynadığı bu girişim başarısız olmasına karşın, ülkede 2008 yılında ilan edilen yeni anayasanın ardından 2010 yılında gerçekleştirilen seçimler sonucunda cumhuriyet rejime geçiş yapılmış ancak Myanmar Ordusu’nun desteğine sahip olan Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi’nin seçimleri %80’lik oy oranıyla kazandığı ilan edilmiştir. Bu sonuç, seçimlerde geniş çaplı usulsüzlüklerin yaşandığını iddia eden diğer siyasal hareketlerin itirazlarına karşın değişmemiştir. Yeni hükümetin liberal demokrasi, ekonomik gelişim ve toplumsal gruplar arasında yakınlaşma yönünde yeni reformlar yapacağı iradesi ortaya koyması ve halk nezdinde ciddi bir siyasal meşruiyete sahip olan Aung San Suu Kyi’nin ev hapsinin ordu tarafından kaldırılması şimdilik kaydıyla siyasal mücadelenin ve çatışmanın dozunu düşürmüştür.
Nüfusunun çok büyük bir bölümü Budist olan Myanmar’da Müslüman Rohingya ırkının yaşadığı Arakan Bölgesi çok ciddi bir toplumsal ve siyasal baskı altındadır. Burma Müslümanlarının çok büyük bir bölümünün yaşadığı Arakan Bölgesi, ülkenin batısında Bangladeş sınırında yer alan oldukça önemli bir coğrafyadır ve 1748 yılında, o zamanki adıyla Burma olan Myanmar’a bağlanmıştır. Arakan Bölgesi, sahip olduğu etnik ve dinsel farklılık nedeniyle Burma’ya bağlandığı günden bu yana büyük çaplı katliamlara, sürgünlere ve toplumsal baskı girişimlerine sahne olmaktadır. Öyle ki, İkinci Dünya Savaşı esnasında, 1942 yılında Budistlerin Müslümanlara saldırması sonucu 100 binden fazla Arakanlı Müslüman hayatını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra 1962-2011 yılları arasında, yani iç savaşın şiddetinin azaldığı askeri yönetim döneminde dahi, 1,5 milyondan fazla Arakanlı Müslüman komşu Bangladeş’e göçmeye zorlanmış, 20 binden fazlası katledilmiştir. Hatta BM tarafından yapılan açıklamaya göre, Arakanlı Müslümanlar dünyanın en çok zulme uğrayan toplumsal grubudur. Ailelerin topluca katledilmesinin, tecavüzlerin, büyük çaplı göç hareketlerinin, ev ve işyerlerine düzenlenen yağma ve tedhiş hareketlerinin normal olarak algılandığı bu bölge Budistlerin din tabanlı mezalimlerinin meşrulaştırıldığı bir coğrafi alan olarak ilan edilmiş gibidir. Öyle ki, Myanmar’da düzenlenen son parlamento seçimlerinde (2011 yılında) Arakan Müslümanları 46 sandalye ile temsil edilmeye hak kazanmış olmalarına karşın, Myanmar Yönetimi bu sandalyelerden yalnızca 3’ünü onlara vermiş ve 43 sandalye Budistlere ayrılmıştır. Arakan Müslümanları, Myanmar Yönetimi’nin gözetiminde hatta desteğiyle Budistler tarafından girişilen ve soykırım tanımının içeriğini dolduran katliamlar ile yaşamaya zorlanırken, Haziran 2012’de yaşanan bir olay bu halkın içler acısı olan durumunu uluslararası medya ekseninde yeniden ortaya koymuştur. Myanmar Hükümeti’nin yıllardan bu yana kendilerine ait kimlik kartı dahi olmayan Rohingya (Arakan) Müslümanlarına kimlik vereceğini açıklamasının ardından, Arakan Bölgesi’nde azınlık durumunda olmasına karşın siyasal kontrolü elde tutan ve bu durumun değişmesinden korkan Budistler, umreden dönen ve içerisinde Arakanlı din âlimlerinin de bulunduğu otobüse saldırmış ve hepsini öldürmüşlerdir. Bu olayın ardından, failleri cezalandırması beklenen Myanmar Hükümeti’nin hiçbir adım atmaması, buna karşın çok sayıda Müslümanı tutuklaması bölgede gerginliğin dozunun daha da artmasına neden olmuş, Myanmar Ordusu’nun camileri kuşatması ve Budistlerin de ordunun desteğinde Müslümanların evlerini yakıp yıkmaya ve yağmalamaya başlaması gibi nedenler ile Arakan Bölgesi’nden Bangladeş’e olan Müslüman göçü hızlanmıştır. Ne var ki, Bangladeş de oldukça fakir bir ülkedir ve Arakanlı Müslümanları kabul edebilecek gücü ve yeteneği olmadığı gerekçesiyle Myanmar-Bangladeş sınırını kapatarak Arakanlı Müslümanları ölüme terk etmiştir. Bugün itibarıyla Burma’da yaşayan Müslümanların nüfusunun 1,3 milyon olduğu belirtiliyor. 3 milyon kadarı da komşu ülkelere kaçmıştır ve ciddi bir sefalet içerisinde yaşamaktadır.
Çin’in enerji ihtiyacının karşılanması noktasında büyük önem verdiği Ortadoğu petrol ve gazının geçiş noktasında yer alan Myanmar, bu özelliğinden dolayı Çin’in en önemli partnerlerinden biridir. Hatırlanacağı gibi, uzun yıllar süren askeri yönetimin de en önemli destekçisi Çin’di. Bu nedenle Çin’in Arakanlı Müslümanların geleceği noktasında Myanmar’a baskı yapması beklenmemelidir. Zaten Çin’in böyle bir baskı yapması abestir, zira kendisi de bu tarz sorunlar yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir. Uzun yıllar boyu Myanmar’a ambargo uygulayan ve Aralık 2011’de Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ziyareti sonrası Temmuz 2012’de bu ülkeye uyguladığı ambargo ve sınırlamaları kaldıran ABD de, Çin için çok büyük önem taşıyan bu ülkeyi kendi yanına çekebilmek ve bu ülke nezdinde ortaya çıkan ekonomik fırsatları değerlendirebilmek için Arakanlı Müslümanların durumu ile ilgilenmemektedir. Bu nedenle Arakanlı Müslümanlar için gündem yaratmak ve uluslararası farkındalık oluşturarak sorunun çözümüne katkı sağlamak Müslüman ülkelerin işidir. Suudi Arabistan ve zengin Körfez ülkeleri Arakanlı Müslümanların sefaletini ortadan kaldırabilmek için adım atmalı, nüfusunun büyük bir bölümünü Müslümanların oluşturduğu Türkiye de sahip olduğu uluslararası sistem tabanlı etkinlik çerçevesinde Arakanlı Müslümanların durumunu, başta BM olmak üzere, uluslararası aktörler nezdinde gündeme getirmelidir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara