Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Fatin Rüştü Zorlu ve Kıbrıs Türkleri

Ada'nın sömürge statüsünden uluslararası bir antlaşma ile 'bağımsızlık' kazanmasında, Kıbrıs Türklerinin 'kurucu-kalıcı' haklar elde etmesinde ve Türkiye'ye garantörlük-asker konuşlandırma statüsü tanınmasında dönemin etkili, yaratıcı ve yapıcı aktörü eski Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu'ya yakından bakarak, onu hem anmak hem de 'bellek tazeleme' yoluyla vicdanlardaki yerini hatıra getirmek önemlidir.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-09-17 05:12:30

Fatin Rüştü Zorlu ve Kıbrıs Türkleri
Kıbrıs meselesinin uluslararası boyut kazanması hususunu okumak istediğimizde karşımıza ilk çıkan 1955 Londra Konferansı'dır. Konferansla beraber Türkiye'nin Kıbrıs'ta bir taraf olduğu teyit edilmiştir. Aynı zamanda konferans arifesinde merhum Başbakan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu'yu dışişleri bakanı yapmış ve dolayısıyla Londra Konferansı'na katılan heyetin de başkanlığına getirmişti. Temelde Londra Konferansı, İngiltere'nin Kıbrıs'taki konumu -uluslararası ve bölgesel gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde- zorlaşmıştı. Kıbrıs'ta Rumların Enosis yönelimli "ulusal kurtuluş savaşı", İngiltere'yi doğrudan hedef yapmaktaydı: Buna karşılık İngiltere, Kıbrıs'a tarihsel-hukuksal-dinsel-etnik açılardan bağları olan Türkiye'yi devreye sokmak hedefindeydi. İngiltere'nin bu tavrı, elbette merhum Fatin Rüştü Zorlu'nun elini güçlendiren bir kozdu. Lakin orada İngiltere bir şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti'nde iki ayrı egemen askerî üs ve garantörlük hakkı elde ederek konumunu bugünlere kadar devam ettirmiştir. Görüldüğü üzere hâlâ Kıbrıs tartışmalarında İngiltere başarılı bir biçimde kendisini tartışmaların dışında tutabilmektedir. Hâlbuki stratejik olarak İngiltere'nin konumu fazlasıyla tartışmaya müsaittir. Ne Kuzey ne de Güney Kıbrıs'ta İngiltere mevzu bile edilmemektedir. Bilindiği gibi Türkiye bir şekilde Lozan Antlaşması'yla İngiltere'nin işgal kararını tanımış ve Kıbrıs Türklerini İngiliz sömürgesinin himayesine bırakmayı göze alabilmişti. Londra Konferansı'na kadar özü itibarıyla Türkiye'nin 32 yıl ilgi göstermekten uzak durduğu bir konu haline gelmişti Kıbrıs. Öncelikle bu konuyu araştıranların bildiği gibi bu konferans öncesinde de sonrasında da hem CHP hem de DP'de Kıbrıs, "İngiltere'nin hâkimiyet alanıdır, bir tür İngiltere'nin iç meselesidir" algısıyla ele alınıyordu. Hukuksal statüsü çerçevesinde belki bu algı yanlış değildi. Londra Konferansı'nı müteakiben 4 yıl içinde Kıbrıs hızla sömürgelikten kurtulma ve nevi şahsına münhasır anayasa, uluslararası antlaşmalar (başta garantörlük müessesesi) ile bağımsızlığını kazanma yoluna girmiştir.

Özellikle 19 Şubat 1959'da ortaya çıkan Londra ve Zürih antlaşmaları, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanmıştır. 1959-1960 antlaşmalarıyla da Kıbrıslı Türkler sömürgelikten çıkmış ve yeni devletin asli kurucu aktörü olmuşlardır. Bir taraftan cumhurbaşkanlığı muavinliği gibi anayasal olarak tarif edilmiş veto etme hakkı, öte taraftan ise Bakanlar Kurulu'nda 3 bakanlıkla yerini alabilmişti. Bu antlaşma ile Türkiye, Kıbrıs'ta garantörlük hakkı elde etmiş, 1878'de Ada'dan çıkmak durumunda kalan Türkiye, belli bir askerî gücünü de yeniden oraya konuşlandırmıştır. En önemlisi, Kıbrıs'ta baş gösteren 15 Temmuz 1974 Atina darbesiyle devrilen Makarios'un ve Kıbrıs'ın iç çatışmalarına 20 Temmuz 1974 müdahalesini Zorlu'nun büyük emekler vererek ortaya çıkardığı anlaşmalara dayanarak gerçekleştirilmiştir. Zorlu'nun ilk kez el attığı ve dışişlerinde hemen hiçbir raporun olmadığı günlerde kurduğu güçlü ekiple 29 Ağustos 1955'te yapılan Londra Konferansı sırasında gösterdiği performans, hem Türk diplomatları hem de İngiliz dışişlerinde büyük bir hayranlık uyandırmıştı. Kıbrıs konusunda ilk kez savunma-defans pozisyonundan atak ve dinamik bir çizgi yakalanmıştı. Bunun yanı sıra mevcut durumun yarattığı reel zorluklara rağmen hukuksal statü ve siyasi argümanları güçlü bir biçimde savunarak Kıbrıs vizyonunu şekillendirmişti.

1950 sonrası Kıbrıs ve türkler

Kıbrıs Türkleri, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki "yöneten" konumunu 1878'de Kıbrıs'ın İngiltere'ye kiralanmasıyla birlikte hızla yitirmiş ve sonrasında da özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla birlikte yerel aydın kesimler "Ada vatandan" "Ana vatana" göç etmeye başlamışlardı. Bu durum ertesinde ve özellikle 1955 sonrasında Kıbrıslı Türkler, Rumların başlattığı bir yanıyla sömürge karşıtı mücadeleye, bir yanıyla Yunanistan'la birleşmeye (Enosis) sadece savunma pozisyonunda kalmışlar ve kendi benliklerini-kimliklerini koruma güdüsüyle durumlarını korumak istemişlerdi. Doğrusu "Kıbrıs Türk modernleşmesi" diye bakabileceğimiz bu sürecin özellikle Türkiye'de kurulan Cumhuriyet'le birlikte Anadolu'ya başlayan göçün o günlere etkisi üzerine ciddi bir araştırma da henüz gerçekleştirilmemiştir. Bugünlerde özelde Kıbrıs, genelde dış politika konusunda hâlâ savunma pozisyonunda kalmamızın ve meselelere yaklaşımımızdaki defansif mücadele yönteminin özünde yatan nedenleri de kavramakta büyük yarar vardır. Böylesi bir zafiyetin ortaya çıkmaması hususunda da uyanık ve duyarlı olmak gerekmektedir.

Fatin Rüştü Zorlu'nun dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Evangelos Averof ile Kıbrıs konusunda yaptığı müzakerelerdeki yaklaşımı, tarih ve siyaset bilgisini karmış ve bunun dilini hukukçu yaklaşımıyla güçlü bir şekilde birleştirmiş bir diplomat olduğunu teslim etmek gerekmektedir. Bilindiği gibi Fatin Rüştü Zorlu, önce Paris'te siyasal bilgiler fakültesine kayıt olmuş, ama sonrasında öğrenimini Cenevre'de hukuk okuyarak tamamlamıştır. Meslektaşı Averof'un gerek BM koridorlarında gerekse başka uluslararası platformlarda kendisiyle ilgili söyledikleri de Zorlu'yu önemli kılmaktadır. Zorlu'nun aslında Kıbrıs konusunda federasyon fikrini erken dönemde Eylül 1955'te ortaya attığı ve bunu da bir dönem Kıbrıs'ın BM daimi temsilciliği yapmış Rossides'e de ifade ettiği unutulmamalıdır. Bu konudaki önerisini Zorlu, Atatürk-Venizelos dostluk inisiyatifine dayandırmıştı.

Bugün hâlâ tartıştığımız ve sonrasında "Demokrasi Şehidi" olarak onurlandırılan devlet adamlarının infaz kararının elle tutulur ve somut bir suçlamaya dayanmadığının sanırım bir kez daha ortaya konulması gerekmektedir. Özellikle 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla ilgili bazı suçlamalar yapılmış, ama bunlar da idam kararı oluşturmaya zemin vermemiştir. Öyle olsa Türkiye'de sonraki dönemlerde kışkırtma ve ihmal olgusu üzerinden yargılanmamış siyaset insanı pek azdır. Bu noktada 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş ama Kıbrıs'ı bağımsız-cumhuriyet yapan antlaşmalara imza atan hükümetin başbakan ve dışişleri bakanı yargılanmış ve sonrasında da 16-17 Eylül 1961'de idam edilmişlerdi. Yassıada'daki yargılamalar sırasında Kıbrıs konusunda imzalanmış antlaşmalar gündeme gelmemişti. Dahası bu antlaşmalar TBMM'de hâlihazırda onaylanmıştı. Bu konuyu düşünürken yakın dönemde 24 Nisan 2004'te gerçekleştirilen Annan referandumu sırasındaki tartışmalar üzerinden bazı kodlarla askerî çevreler çeşitli müdahale senaryoları ele almışlardır. Kıbrıs belki Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde mevzu olmamış olabilir. Öyle ki "Lozan-Kıbrıs" bağlamını yakalayarak ortaya ikna edici tezler koyan Fatin Rüştü Zorlu'nun idam kararlarında Kıbrıs konusunun etkisi olduğu söylenmektedir. Bununla ilgili somut bir delil olmamasına rağmen Kıbrıs Türklerine uluslararası antlaşmalarla böylesi haklar veren Fatin Rüştü Zorlu'nun hâlâ isminin Kuzey Kıbrıs'ta haber dahi yapılırken "güvercin" tedirginliğinde olunmasının altında yanlış algılar mı rol oynamaktadır? Netice itibarıyla Türkiye "milli dava" politikasının mimarını asmış, ardından da davaya sahip çıkmıştır.

Zorlu'nun Kıbrıs Türklerine katmış olduklarını KKTC'de uzun yıllar sonra bir konferans yoluyla tekrar gündeme getirmenin önemine gönül verenlerin olması çok önemlidir. Özellikle Başmüzakereci Egemen Bağış ile 12 Eylül 2012'de yaptığımız görüşmede KKTC'de Lefke Avrupa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde "Fatin Rüştü Zorlu ve Kıbrıs Türkleri" konulu bir konferansa kendilerini davet etmek istemiş ve kendilerinden ciddi bir arzuyu gözlemlemiştik. AB Bakanı Egemen Bağış da böyle bir konferansın 52 yıl sonra KKTC'de yapılacak olmasının hem Kıbrıs hem de AB meselesi adına önemli olduğunu belirtmişlerdi. Nitekim merhum Zorlu, Türkiye-AB ilişkilerini de başlatan kişidir. Böylesi bir projenin yaratılmasında değerli gazeteci arkadaşım Yusuf Ziya Cömert'in fikir babası olduğunu belirtmeden geçmek haksızlık olur. Kendisinin unuttuğumuz ve önemsemekten çekindiğimiz böylesi bir diplomat-devlet adamını tekrar gündemimize sokulmasında çarpıcı etkisi olmuştur. Kısa süre içerisinde bu konferansı gerçekleştirmek önemli bir girişim olacaktır.

Mehmet Hasgüler - Doç. Dr., Çanakkale 18 Mart Üniversitesi / Zaman

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara