Dolar

35,4856

Euro

36,4774

Altın

3.091,70

Bist

9.977,94

Siyad Başkanı'ndan muhafazakar medya eleştirisi

Film eleştirmeni ve Siyad Başkanı Tunca Arslan'dan muhafazakar medyayı çarpıcı eleştiriler geldi...

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-09-14 17:56:06

Siyad Başkanı'ndan muhafazakar medya eleştirisi
Film eleştirmeni Tunca Arslan, Arka Pencere'nin son sayısında yer alan yazısında "Ateşin Düştüğü Yer" filmiyle ilgili tartışmaya katıldı ve muhafazakar medyayı eleştirdi.

İşte Arslan'ın o yazısı:

Türkiye’deki İslamcı yazar-çizerlerin, haksızlık etmeyeyim, tamamının değilse bile yüzde 90’ının her fırsatta kendileri adına yeni bir “mağduriyet edebiyatı” geliştirmeye çalışması, çok açık söyleyeyim ki artık iyice kabak tadı vermeye, traji-komik boyut kazanmaya başladı. İsmail Güneş’in “Ateşin Düştüğü Yer” filminin Montreal Film Festivali’nin yarışmalı bölümünde birincilik kazanması, bununla yetinmeyip bir de FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ödülü alması üzerine yazılıp söylenenlere bakıyorum da başka sonuca varamıyorum.

Malum, geçen haftanın sinema meselesi, Montreal’de önemli bir başarı kazanan “Ateşin Düştüğü Yer”in, geçen yıl Altın Portakal’ın ön jürisine takılması, ön elemeyi bile geçememesi, hem de “kadın” temalı festivalin tümüyle kadınlardan oluşan ana jürisinin önüne bile gelememesiydi. Öfke dolu iddialara göre, sağ-muhafazakar düşünceleriyle tanınan bir yönetmenin, uluslararası çapta kabul gören filmi, bir yıl önce kendi ülkesinde politik ayrımcılığa ve önyargılara kurban gitmiş, ‘Jakobenlerin giyotini’ bu kez Güneş’in boynuna inmişti!

Konuya dair bir anda ortalığı kaplayan yalan yanlış yazı ve demeçlerin pek çoğunun üzerinde durmaya bile değmez. Ama İslami hassasiyetleri üst düzeylerde seyreden ve sinemaya verdikleri önem tartışma götürmeyecek üç yazarın; Nedim Hazar, İhsan Kabil ve Yusuf Kaplan’ın ikişer gün arayla üst düzeyde mağduriyet edebiyatına girişen yazılarına da değinmeden geçmek olmaz.

Şu satırlar, M. Nedim Hazar’ın 5 Eylül tarihli Zaman gazetesindeki “Montreal’den gelen kapak!” başlıklı yazısından:
“Tamamı kadınlardan oluşan jüri, filmi ‘sıfır’ puanla yarışmaya değer bile bulmadı. Bilmiyorum gerçekten izleyip de mi bunu yaptılar yoksa izlerken filmin başındaki ayete mi takıldılar ama Ateşin Düştüğü Yer’i film bile saymayan kadın jüri, Behzat Ç.’ye ödül verdi. Ülke sanatının içinde bulunduğu bu komediyi hangi cümleler anlatır emin değilim.”

7 Eylül tarihli Star gazetesinde İhsan Kabil, “Ateşin Düştüğü Yer”in Montreal ödüllerini vurguladıktan sonra şöyle yazdı:
“Aynı film oysa geçen yılki Antalya Film Festivali’nin ön jürisinden bile geçememiş, puanlamaları sıfır ve sıfırın yüzdeleri cinsinden olmuştu. Şimdi Türkiye’deki bu önyargılarla örülü çifte standartlara mı baksak, jürinin kerameti kendinden menkul etik kriterlerine mi? Ülkemizde özellikle sanat ve kültür alanında kendini gösteren ikili yapının kırılması ne zaman gerçekleşecek? İsmail Güneş’in sadece sinemada değil televizyonda da karşılaştığı ambargolar, aslında belli duyarlılıklara sahip bir kitlenin bu platformlarda karşılaştığı benzer engellemelerin bir sembolü.”

Yusuf Kaplan ise 9 Eylül’de Yeni Şafak’ta yayımlanan “Antalya’da ‘yakılan’ Türk sineması” başlıklı yazısında çıtayı biraz daha yükseltti:
“Sadece bu bile, Antalya Film Festivali’ni düzenleyen, sinemadan ne anladıkları, ne kadar anladıkları böylelikle tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan, yalnızca ‘militanca’ triplere girerek içi boş nutuklar çekmekten başka bir şey bilmedikleri her fırsatta ispatlanan acınası ya da gülünesi ‘kişiler’in, festivalden çekilmeleri için yeterliydi! Yaşanan şey, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek bir skandaldı! Sizin yarışmaya bile değer görmediğiniz bir film, dünyanın öteki ucundaki sıkı bir festivalde, birinci seçiliyordu. Hem festivalde, hem de sinema yazarları tarafından! Bundan büyük skandal olabilir miydi?” Hızını alamayan Kaplan, “Yaşanan şey, skandal değil sadece; skandal ötesi berbat, yüzkarası, yüzkızartıcı bir şey gerçekten! (…) Bütün sinemacıların, Antalya Film Festivali’nin jürisini, düzenleyicilerini, ‘patronlarını’ protesto etmelerini bekliyorum!” demeyi de ihmal etmedi.

Hazar, Kabil ve Kaplan’a, “Bre yalancı pehlivanlar!” diye seslenmek ve ardından sormak zorundayım: Sizin gazeteciliğiniz, köşe yazarlığınız bundan mı ibaret? Kalbinizdeki hakikat aşkı bu kadar mı sönük? Bu kadar mı önyargılısınız? Kuşku diye bir şeyi tamamen mi unuttunuz? Dedikodulara kulak vererek ve dedikodu yaparak, “Kırk zinadan daha büyük günah” işlediğinizin farkında değil misiniz? Allah’tan da mı korkmuyorsunuz? Mağdur rolü oynamaktan bıkmadınız mı?

Oysa çok kolayca ulaşılabilecek basit gerçek şu: “Ateşin Düştüğü Yer” geçen yıl Altın Portakal’a başvuran tüm diğer filmlerin aksine, (yanılmıyorsam bir de “Karadedeler Olayı” filmi için aynı şey söz konusu) DVD formatında izlemesi için ön jüriye sunulmadı ve bunun yerine ön jürinin toplu halde bir stüdyoya giderek filmi izlemesi talep edildi. Yani film jürinin değil, jüri filmin ayağına gitmek zorundaydı!

Dünyanın hiçbir jürisinin kabul etmeyeceği bu çalışma tarzının dayatılması sonucu, çok doğal olarak Altın Portakal’ın toplam dokuz kişilik ön jürisinin (iyi niyet gösterip stüdyoya giden birkaç üyesinin dışında) filmi sağlıklı biçimde izlemesi mümkün olmadı ve “Ateşin Düştüğü Yer”, çok haklı biçimde elendi.

İslami sinemanın çıkmazlarından biri de işte bu: Hep mağduriyet edebiyatı yapmaya çalışmak, biraz olsun mağrur davranamamak…

Haftaya görüşmek üzere. Sinema salonunu en son siz terk edin!

(arkapencere.com’un 151. sayısında “İslami Sinemanın Çıkmazı-6 / Mağduriyet meselesi” başlığıyla yayımlanmıştır.)

Haber Ara