Faşizmin kökenleri ve bugün
Faşist İdeolojinin Doğuşu'nu, faşizmin kökenlerini anlamak için okurken aktörleriyle günümüzün postmodern karakterlerini kıyaslamaktan kendini alamıyor insan...
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-10 16:53:13
Birinci Dünya Savaşı öncesinin Avrupa’sındaki ideolojik bunalımla marksizmin sorunları, kapitalizmin krizi, sosyalist sistemin çökmesi ve sosyalizme inancın sarsılması vb. günümüz Türkiye ’sinin entelektüel kaosu arasında kabaca benzerlikler kurulabilir. Fark şu ki orda marksistler de karşıtları da madumları ve dönekleri/sapkınları da uluslararası bir etkileşim ve atışma içinde geliştiriyorlar düşüncelerini. Sözgelimi, Robert Sorel, Le Bon, George Michels, Paret vb faşizmin öncüleri de hatta Kausky tartışmaları bile böyle uluslararası boyutta gerçekleşirken Türkiye kapalı devre yaşamakta bunu.
Bir savaş çıkar mı çıkmaz mı, ABD ve diğer emperyalist devletlerin sahnelediği yeni perde tutar mı yarıda mı bırakırlar oyunu, bu bilinemediği gibi sonuçları da kestirilemez; ama faşizmin öncüllerini yaratan, adını andığımız siyaset felsefecilerini esinlendirip harekete geçiren, Mussolini’yi yaratan argumanların akla getiren eğilimler terörden çok tırmanıyor.
En radikalleri PKK ’yi ve ABD ’nin hiç de yeni olmayan politikalarını bahane edinip tıpkı Birinci Dünya Savaşı öncesinin fütüristlerini andırır biçimde ulusalcı sosyalist kimliğiyle, faydacı, bencil, rasyonalist bir bağlamdan liberal, demokrat, marksist, enternasyonalist söyleme ve öznelere saldırıyor. Olup bitenlerse bu ideolojik yapılanmaya meşruiyet sağlar nitelikte ve kışkırtıcı. Kaygı şu: Burdan nazizim veya İtalya faşizminin benzeri bir hayalet doğar mı?
Kendilerini devrimci görenler
Yüz yıl öncenin, bir başka deyişle de iki dünya savaşının da öncesinde kuluçka dönemini yaşayan faşizm de kendini savaşla doğrulamış, gerçeklemişti. Yalnız Avrupa’daki modellerinin bir farkı milliyetçi sendikacılığa yaslanmasıdır. Kendilerine sosyalist dedikleri halde marksist tasarımdaki proleteryanın öncülüğünü de homojenliğini de ret ederler, kapitalizmin sömürüsünü kâr, finansal etkinlik, özel mülkiyet, pazar ekonomisi vb. görmezden gelirler. Mussolini gibi çoğu öncesinde sosyalisttir. Hatta Ütopia gibi bir dergide bir araya gelirler. Faşizmin anti-tabiatıyla kendilerini devrimci görürler. Kısacası çoğu sosyalist hareket içinden gelmişlerdir ve marksizmi revize ederek ideolojilerini kurgulamışlardır. Kapitalistlerin kapitalizmi de sorunlarını da Marx’tan öğrendikleri gibi faşistler de ideolojik dayanaklarını Marx’tan öğrendikleriyle kurgulamaktadır.
Onun determinizmini kullanırlar. Ancak marksizmden başka bir şey oldukları kesin. Hatta kendi aralarında da farklılıklar var. Sözgelimi Zeev Sternhell’in saptadığı gibi bütün faşizmler ırkçı değil. İtalyan faşistleri anti-semitik oldukları halde ırkçılıklarından yandaşları yahudiler muaf tutarlar; naziler gibi, biyolojik determinist değiller; hatta modernitenin yarattığı maneviyat krizini de o kadar sorun etmemektedirler. Ama devrimleri onlarınki gibi “ne gerici ne de sosyalist başka tipte bir devrimdir.” Öngördükleri rejim de öyle. Faşist arketiplerin kuramcısı Georges Sorel’in icadı sosyalist kökenli bir isyandır. Barrés’in tasavvurunda“ milliyetçi bir sosyalizm”dir bu.
1952’de iktidara gelen Nasır’ın izinde gerçekleşen BAAS deneyimi de onlara benzer ve iflas etmiştir. İsrail ve Türkiye ’de devletleşme ve tepeden inme modernleştirme çok farklı değil. Güncelleme niyetlerine gelince sendikal eylemliklerin de etkisiz kaldığı, postmodern ben odaklı karakterlerin de bu yönsemeye ilgi göstermeyeceği dolayısıyla kitle desteği edinemeyecekleri açık. Avrupa faşizmlerinin, ki Almanya ilk akla gelir, ondan önemlisi Fransa ve İtalya faşizmlerinin sürecin sonunda kullandığı dinin potansiyeline de sahip değiller.
Din gibi etnik argumanlar da başkalarınca örgütlenmiş ve sahiplenilmiş. Bir kökene dönüş retoriği de yok. Olsa olsa bu faşizm postmodern benodaklı bir faşizm olabilir. Bu da Türkiye ’deki epistemolojiye pek uygun değil. Romantik sözcelemle ve söz edinciyle de çelişir. O zaman bunca söz edimi beyhude mi? Kendi doğrultusunda, ütopyası için evet. Ama dinsel belleğe veya yüz yıllık Türkçü geleneğe kanalize edilebilir.
Hatta turan ideolojisi gibi yabancılarca nihai amaç olarak onlar için kurgulandığı bile söylenebilir. Asaleti onaylanmış faşizmler ve fundamentalizmler varken kitleler kopyalarına yüz vermeyeceğine ya da asılları gidip de kopyalarına eklemlenmeyeceğine göre onu birikimlerine, belleklerine katacaklardır ya da çaresiz gidip kendisi katılacaktır.
Faşizm herkese karşı!
Bunu olası gören, farkında olan ve bilmek isteyenlerin Zeev Sternhell’in Faşist İdeolojinin Doğuşu’nu okuması gerek. Dünyayı kana bulayan iki Dünya Savaşı’nın da ideolojik güdücüsü faşizmin kökenlerine inerek inceleyen bu kitap birkaç yıl önce yapılmış bir araştırmanın sonucu. Dolaylı olarak ayrıca şuna bir gönderme: Faşizm sosyalizme cepheden saldırmakla kalmamış; imajını kirletmek, manipüle etmekle etkisizleştirmiştir aynı zamanda.
Yakın tarih anımsanacaktır; sağcılarının faşizm tehlikesi gibi bir kaygıları yoktu; solcularsa uzunca zaman “tekelci sermayenin en azılı diktatörlüğü” gibi soyut bir söz ikonuyla oyalanmıştı. Sonrasındaki gelişmeler entelektüelleri şaşırtmıştı. Belki liberal ve demokratlar, şaşırmak yerine soğukkanlılıkla karşılamıştı. Faşizm klasik marksist algıdaki “çökmekte olan kapitalizmin anti-proleter tepkisinden” ibaret değildi. Konuya ilişkin belli başlı kaynakları anarak Sternhell’in “bizim perspektifimiz farklı” dediği kadar farklı. İncelemesinde Fransa ve İtalya faşizmlerini merkeze alıyor; ama, faşizmin anti-tabiatına ve marksizmi nasıl revize ettiğine dikkatleri yöneltiyor.
Faşizm hem kapitalizme hem sosyalizme karşı göründüğü gibi dine karşı da eleştirel olabilir; onun kadar etnik ayrımcılığa ya da ötekileştirmeye de karşıymış gibi yapabilir. Bin yıl öncenin arabizmi ve ona tepki olarak doğan fars etnik tepkisi şu’ubiye hatta kurdayeti din kardeşliğine rağmen ayrımcılığı kışkırtır. İnsanın doğasındaki ben ve bencillik mutlaka bir öteki bulur, bulamazsa yaratır. Yaratırken de mevcuttaki potansiyeli kullanır.
Fundamentalizm bunun için hazır kıta orda tarihte, kitlelerin ruhunda ve bilinçaltında beklemekte. Onu harekete geçirince orgazm olacak paranoyaklar, megelomanlar da oldukça çok.
Sternhell, faşizmin Willhelm Reich (Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı) gibi sosyo psikolojisine veya Norbert Frei (Führer Devleti) gibi devlet anlayışının çözümlemesine girmiyor; şiddeti, kutsallaştırıcı ve uygarlaştırıcı “çok güzel, çok soylu ve çok kahramanca gösterişli, yüce ve korkunç gerçeklik, pesimizm temelli kahraman bir yaşam felsefesi” içeren bir ideoloji olduğuna göndermede bulunuyor. Corradini’nin yardımıyla İtalyanları savaşa hazırlamaya yönelik “proleter millet” fikrinin nasıl doğduğunu “disiplin, otorite, toplumsal dayanışma, ödevin ve fedakârlığın anlamı, kahramanca değerler ülkenin bekası için” nasıl dönüştürüldüğünü, Sorelcilerin “sınıf mücadelesi düşüncesini, vitalizmin, sezginin, pesimizmin ve aktivizmin, ahlakın ve erdemin yaratıcısı olan enerji, kahramanlık ve proletaryan şiddet kültünün marksist rasyonalizmin yerine” nasıl geçirildiği ve Marx’ı, şiddet sosyoloğu olarak gösterip ekonomik temellerine” nasıl da saldırdığını görünür kılmaya çalışıyor. Sonra da “devrimden komüne, ‘vatan dini’ ile ‘İnsanlık dini’nin sentezine kalkışırken hakikat, adalet ve hukuku ulusun ihtiyaçları için harcadığını, tasarlanan bir toplum vizyonu, rasyonalizm karşıtı bir şiddet ve aynı şekilde bilinçdışının akla olan üstünlüğü gerçek anlamıyla grup odaklı bir millet vizyonuna biçim kazandırdığını…” anımsatıyor.
Yani sosyalist ideolojinin dinleştirilerek nasıl faşistleştirildiği anlatılıyor. Dinin ideolojik kullanımının da faşizme varabileceğini akla getiriyor.
“Yarının sosyalist eleştirisinin millet ile sınıf arasında güçlü bir denge bulmaya çabaladığını” söyleyen Mussolini’nin ardından sürecin sonunda akla saldırıya dönüşen kuramın demegoglarından Edouard Berth ağzından “sosyalizm, sayısız versiyonuyla, uygarlığın saf ve basit bir yadsınmasından, modern dekadanlığın bir yüzünden, son etkilerine kadar vardırılan ve sınırı aşan çağdaş dağılmadan başka bir şey” olmadığı söylenecek, ilk zamanlar milliyetçilik sosyalizmin hizmetindeyken sosyalist göndergeler milliyetçiliğin aracı hâline getirilecektir.
Sternhell, yüz yıl öncenin İtalyan ve Fransız faşizminin yapılanmasını gösteriyor. Bugün uluslararası diplomasi, ekonomik bunalım, politik oyunları tarihin tekerrürü gibi bir görünüm veriyor ve II. Dünya Savaşı ve sonundaki pişmanlık anımsanmıyorsa egosu şişman liderlerin führer ya da duçeye özenmesi olasılığı çok yüksek demektir.
Göstergeler değişik olabilir; ama faşizmin yıkıcı enerjisinin, liderin veya kitlenin temel kaynaklarından biri bencillik, hırs ve megalomanidir. Başta kapitalizmin sömürüsüne karşıtlığı olmak üzere sosyalizmin hiçbir değerini yaşatmadığı halde sosyalizmi kullanan İtalyan ve Alman demegogları gibi kutsal devlet, din, kutsal millet ve kutsal lider sevdasına, somutlamak gerekirse Humeyni modeline günümüz muktedirlerinin teşne olmadığını kim söyleyebilir? Humeynizmin Fransa sürgünündeki rind ve mütevazı Humeyni’nin mesajlarıyla ne ilgisi var? Yani göstergeleri ve zamanları ne olursa olsun örgütsüz, demokrasisi kurumsallaşamamış toplumlarda her zaman faşizm olasılığı vardır.
Faşist İdeolojinin Doğuşu’nu, faşizmin kökenlerini bilmek, anlamak için okurken aktörleriyle günümüzün postmodern karakterlerini kıyaslamaktan kendini alamıyor insan. Sedatların, Saddamların, Esedlerin önü sonu bilindiği halde İbrahim bağlısı görünüp Firavun’laşmanın büyüsüne kapılan nice modern karşıtı duçe heveslisi postmodern karakter var ki ders çıkarmışa benzemiyor. Birçok politik aktörün üstüne o kostüm kip oturuyor, söylem kalıplarına gelince bugün de sıkça kullanılan göstergelerle bire bir örtüşüyor. ‘Batı Cephesi’ Doğu sahnesinde oynanıyor sanki…
Faşİst İdeolojİnİn Doğuşu Zeev Sternhell
Çeviren: Şule Çiltaş
Ayrıntı Yayınları
2012, 352 sayfa, 27 TL.
SON VİDEO HABER
Haber Ara