Hamaney'in zirvede yaptığı konuşmanın tam metni
Tahran’da düzenlenen Birleşmiş Milletler üyesi 120 ülke temsilcisinin katıldığı 16. Bağlantısızlar Zirvesi, İslam Devrimi Rehberi Ayetullah Hamanei’nin yaptığı konuşmayla açıldı. Ayetullah Hamanei’nin Zirve’de yaptığı konuşmanın tam metni
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-04 08:32:57
Hamd âlemlerin Rabbine özgüdür. Salât ve selam Hz. Peygamber’in, pak Ehlibeyti’nin, seçkin sahabenin, bütün nebilerin ve resullerin üzerine olsun!
Değerli misafirler, Bağlantısızlar Hareketi üyesi ülkelerin kıymetli liderleri ve temsilcileri ve diğer katılımcılar, hepinize hoş geldiniz diyorum.
Biz burada, Allah’ın hidayeti ve yardımıyla bundan altmış yıl önce sorumluluk sahibi ve müşfik birkaç siyasî lider tarafından kurulan hareketi bugünkü dünyanın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun cevaplar arayarak devam ettirmek, hatta bu harekete can vermek için bir araya toplandık.
Yakın ve uzak bölgelerden buraya gelen misafirlerimiz farklı ırklara, çeşitli inançlara, kültürlere, tarihsel birikime ve mirasa sahipler. Ancak bu hareketin kurucularından olan Ahmed Sukarno’nun 1955’teki Bandung Konferansı’nda dediği gibi Bağlantısızların kuruluş amacı coğrafî, ırkî ve dinî birlik sağlamak değildir; bizi bir araya getiren ortak ihtiyaçlardır. O gün Bağımsızlar Hareketi üyesi ülkeler kendilerini diktatör, müstekbir ve doymak bilmez güç odaklarının egemenliğinden kurtarmaya muhtaçtılar; sultacılık araçlarının geliştiği ve yayıldığı bugün de aynı ihtiyaçla karşı karşıyayız.
Ben bir başka hakikatten söz etmek istiyorum:
İslam bizlere ırk, dil ve kültür farklılıklarına rağmen insanların onları adalete, iyiliğe, dert ortaklığına ve işbirliğine çağıran aynı fıtrata sahip olduğunu öğretmiştir. İşte bu ortak tabiat, saptırıcı dürtüler güzergâhından esenlik içerisinde geçebilirse, insanlar tevhide ve Yüce Allah’ın aşkın zatının bilgisine, marifetullaha yöneltilirler.
Bu nurlu hakikat özgür, onurlu, ileri ve adil toplumların kurulmasına temel olabilecek bir kapasiteye sahiptir; maneviyat ışıklarını insanın maddi ve dünyevî bütün faaliyetlerine nüfuz ettirerek -semavî dinlerin vaat ettiği uhrevî cennetten önce- insanlara yeryüzü cennetini hazırlayabilir. Ayrıca görünüş açısından, tarihsel geçmiş açısından ve coğrafî konum bakımından farklılık gösteren, birbirine hiç benzemeyen milletler arasında kardeşçe işbirliklerinin kurulmasını sağlayacak olan da işte bu ortak hakikattir.
Uluslararası işbirlikleri bu temel üzerine bina edilirse, devletler birbirleriyle ilişkilerini korku ve tehdit veya üstünlük ve tek taraflı menfaat veyahut hain ve fırsatçı insanların aracılığı üzerine değil de sağlıklı ve müşterek menfaatler üzerine, hatta ondan daha üstün bir temel olan insanlık menfaatleri üzerine bina eder, kendi vicdanlarını ve halkların zihnini karmaşadan kurtarıp huzura ulaştırırlar.
Bu ideal düzen, son yüzyıllarda sultacı Batılı güç odaklarının, günümüzde ise zorba ve saldırgan ABD’nin tebliğcisi, iddiacısı ve öncüsü olduğu hegemonya düzeninin karşısında yer alır.
Değerli misafirler!
Bugün Bağlantısızlar Hareketi’nin idealleri altmış yıl sonra hâlâ zindedir. Bunlar, sömürü karşıtlığı, siyasal, ekonomik ve kültürel bağımsızlık, güç odaklarına bağlanmamak, üye ülkeler arasında birlik beraberliğin ve işbirliğinin artırılması gibi ideallerdir. Günümüz dünyasının gerçekleriyle bu idealler arasında mesafe vardır; ancak gerçeklerden geçip ideallere ulaşmak için gösterilecek toplu irade ve çok yönlü çalışmalar her ne kadar zor olsa da umut verici ve verimli olacaktır.
Bizler yakın geçmişte soğuk savaş dönemi siyasetlerinin ve daha sonra merkezciliğin yenilgiye uğradığına tanık olduk. Dünya bu tarihsel tecrübeden ibret dersi almıştır ve yeni bir uluslararası düzene doğru yol almaktadır. Bu bağlamda Bağlantısızlar Hareketi yeni bir rol ifa edebilir ve etmelidir. Bu yeni düzen, çoklu katılım ve ulusların hak eşitliği temeli üzerine kurulmalıdır; Harekete üye ülkelerin, bizlerin birlik beraberliği, bu yeni düzenin şekillenmesi bağlamında, içinde bulunduğumuz çağın kaçınılmaz gerekliklerindendir.
Ne mutlu ki dünya çapında meydana gelen gelişmeler çok boyutlu bir düzeninin müjdecisidir. Bu yeni düzende geleneksel güç odakları yerini farklı ülkelerden, çeşitli kültürlerden, muhtelif medeniyetlerden oluşan, farklı ekonomik, sosyal ve siyasal orijinlere sahip bir topluluğa bırakmaktadır. Son otuz yılda tanık olduğumuz ilginç gelişmeler, yeni güç odaklarının yükselişinin eski güç odaklarının zayıflamasıyla eşzamanlı olduğunu açıkça göstermektedir. Gücün bu tedrici yer değişimi Bağlantısızlar Hareketi üyesi ülkelere uluslararası sahada etkin bir rol üstlenme fırsatı vermekte ve dünya çapında adil ve gerçekten çok katılımlı bir yönetimin kurulmasına zemin hazırlamaktadır. Harekete üye olan bizler uzun bir dönemde, farklı bakış açılarına ve eğilimlere rağmen, ortak idealler çerçevesinde ilişkilerimizi korumayı başarabildik. Bu basit ve küçük bir kazanım değildir. Bu bağ, adil ve insanî bir düzene geçişin temel taşı olabilir.
Dünyanın mevcut durumu Bağlantısızlar Hareketi için belki de tekrar ele geçirilemeyecek bir fırsattır. Biz şunu söylüyoruz: Dünyanın komuta odası birkaç Batılı diktatör ülkenin idaresinde olmamalıdır. Uluslararası yönetim sahasında küresel demokratik katılım sağlanmalıdır. Doğrudan veya dolaylı olarak birkaç zorba ülkenin elinden zarar gören ve görmekte olan ülkelerin ihtiyacı işte budur.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi mantık dışı, adaletsiz ve antidemokratik bir yapıya sahiptir. Bu, apaçık bir diktatörlüktür; köhne, yürürlükten kalkmış, kullanım tarihi geçmiş bir sistemdir. Bu yanlış sistemin suiistimali sayesinde ABD ve müttefikleri süslü sloganlar arkasında dünyada zorbalık yapmaktadırlar. Onlar “insan hakları” derken Batı’nın çıkarlarını kastediyorlar. “Demokrasi” diyorlar, ülkelere askerî müdahaleyi gündeme taşıyorlar. “Terörizmle mücadele” diyorlar, köylerdeki ve şehirlerdeki savunmasız halkı bomba ve silahlarına hedef yapıyorlar. Onların gözünde insanlık birinci, ikinci ve üçüncü sınıf vatandaşlıklara ayrılıyor. İnsan hayatı Asya, Afrika ve Latin Amerika’da ucuz, ABD ve Avrupa’da pahalı hesaplanıyor. ABD ve Avrupa’nın güvenliği önemli, geri kalan insanların güvenliği önemsiz telakki ediliyor. İşkence ve terör, Amerikalılar, Siyonistler ve onların kuklaları tarafından yapılırsa caiz sayılarak görmezden geliniyor. Farklı kıtalardaki gizli hapishanelerinde avukattan ve mahkemeden yoksun savunmasız tutuklulara reva görülen çirkin ve iğrenç uygulamalar onların vicdanlarını sızlatmıyor. İyi ve kötü, isteğe bağlı olarak, tek taraflı tanımlanıyor. Kendi çıkarlarını “uluslararası kanunlar” adı altında, yasadışı ve zorbaca sözlerini “uluslararası toplum” adı altında halklara kabul ettiriyor ve örgütlü tekelci medya ağı sayesinde yalanları doğru, batılı hak, zulümlerini adalet gibi gösteriyorlar. Buna mukabil onların aldatmacısını ifşa eden her hak söze yalan, her haklı talebe isyan diyorlar.
Dostlar! Bu zararlı ve hatalı durum devam edemez. Bu hatalı uluslararası geometriden hepimiz bıktık. Amerika halkının yüzde 99’u ülkelerindeki servet ve güç odaklarına karşı isyan etmiştir. Batı Avrupa ülkelerinde ekonomi politikalarına yönelik halk muhalefeti de sabır bardağının taştığını, halkların bu duruma tahammül edemediğini göstermektedir. Bu akıl dışı gidişat düzeltilmeli, tedavi edilmelidir.
Muhterem hazirun!
Uluslararası barış ve güvenlik, günümüz dünyasının kronik sorunlarındandır. Kitle imha silahlarının imhası ivedilikle üzerinde durulması gereken bir zarurettir; herkesin talebi de bu yöndedir. Bugünkü dünyada güvenlik müşterek bir olgudur, ayrımcılık kabul etmez. Cephaneliklerinde insanlık karşıtı silahlar depolayanlar kendilerini küresel güvenliğin sancaktarı addetme hakkına sahip değillerdir. Bu, hiç şüphesiz, kendi güvenliklerini de sağlamayacaktır. Bugün, çok büyük bir üzüntüyle, en fazla nükleer silaha sahip olan ülkelerin askerî politikalarından bu ölüm getiren araçları kullanmaktan vazgeçme yönünde gerçekçi bir irade gösteremediklerini görüyoruz. Nükleer silahı tehdit uzaklaştırma aracı ve siyasal ve uluslararası konumlarını belirleyen önemli bir ölçüt olarak görmektedirler. Bu düşünce tarzı asla kabul edilemez.
Nükleer silah ne güvenliği sağlayabilir, ne de siyasî gücü tahkim edebilir; bilakis her ikisi için de tehdit unsurudur. 90’lı yılların da gösterdiği gibi bu silahlara sahip olmak, Sovyetler Birliği gibi bir rejimi ayakta tutamadı. Bugün de atom bombasına sahip ülkelerin, güvenliklerini tehdit eden tekinsiz dalgalara maruz kaldıklarını görüyoruz.
İran İslam Cumhuriyeti, nükleer, kimyasal vb. silahları kullanmayı bağışlanmaz büyük günah olarak görmektedir. Biz “nükleer silahsız bir Ortadoğu” şiarını gündeme getirdik ve buna bağlı kaldık. Bu, barışçıl nükleer enerji kullanma ve nükleer yakıt üretme hakkını görmezden gelmek anlamına gelmez. Barışçıl nükleer enerji, uluslararası kanunlar çerçevesinde, bütün ülkelerin hakkıdır. Herkes ülkesinin ve halkının çeşitli hayatî ihtiyaçlarını karşılamak için nükleer enerjiden faydalanabilir. Bu hakkını kullanırken başkalarına bağımlı olmamalıdır. Nükleer silaha sahip olan ve bu yasadışı işe karışan birkaç Batı ülkesi nükleer yakıt üretme gücünü tekelleştirmek istiyorlar. Nükleer yakıt üretimini ve satışını sözde uluslararası merkezlerde ama aslında sayılı birkaç Batı ülkesinin pençesinde sabitlemeye ve buna devamlılık kazandırmaya yönelik gizli bir çalışma yürütülmektedir.
Günümüzün ironisi şu: En fazla ve en öldürücü nükleer silahlara ve başka birtakım kitle imha silahlarına sahip olan ve onları kullanarak suç işleyen tek ülke olan ABD, nükleer silahların yaygınlaşmasını önlemek için muhalefet bayrağını açıyor! ABD ve onun Batılı ortakları Siyonist rejimi nükleer silahlarla donatmış ve hassas bölgemizde büyük bir tehdit oluşturmuşlardır. Ama aynı hilebaz topluluk, bağımsız ülkelerin barışçıl amaçlı nükleer enerji kullanmasını kaldıramıyor! Üstelik radyoaktif tedavide kullanılan ilaçları üretmek ve başka barışçıl amaçlı kullanımlar için nükleer yakıt üretmeye de olanca güçleriyle karşı çıkıyorlar. Sözde bahaneleri de nükleer silah üretilmesi korkusu! İran İslam Cumhuriyeti bağlamında yalan söylediklerini kendileri de biliyorlar; ama içinde maneviyatın kırıntısına bile rastlanılmayan siyasetçiliklerinde yalanı caiz görüyorlar. 21. yüzyılda utanmadan atomu bir tehdit unsuru olarak kullanan, yalan söylemekten çekinip utanır mı?!
Ben bir kez daha altını çizerek söylüyorum: İran İslam Cumhuriyeti nükleer silah peşinde değildir ve halkının barışçıl amaçlı nükleer enerji kullanma hakkından asla vazgeçmeyecektir. Bizim düsturumuz şudur: “Herkes için nükleer enerji, hiç kimse için nükleer silah.” Biz bu iki sözümüze de bağlı kalacağız. Nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşması çerçevesinde nükleer enerji üretimini birkaç Batı ülkesinin tekelinden çıkarmanın bütün bağımsız ülkelerin, ezcümle Bağlantısızlar Hareketi’ne üye ülkelerin menfaatine olacağını biliyoruz.
ABD ve müttefiklerinin zorbalıkları ve baskıları karşısındaki 30 yıllık başarılı direniş İslam Cumhuriyeti’ni şu kesin inanca ulaştırmıştır: Birlik beraberlik içerisindeki azimli bir halk bütün düşmanlıklara ve inatlara galip gelebilir ve amacına ulaşma yönünde kendisine onurlu bir yol çizebilir. Son yirmi yılda ülkemizin kaydettiği çok yönlü ilerleme herkesin gözünün önünde olan bir gerçektir. Nitekim uluslararası gözlemciler defalarca bu hususu dile getirmişlerdir. Bütün bunları ekonomik ambargolara, baskılara, ABD’nin ve Siyonist rejimin güdümünde hareket eden medyanın saldırılarına rağmen başardık. Boş konuşmayı sevenlerin “felç edici” diye tabir ettikleri yaptırımlar bizi felce uğratmadı, uğratamaz da; aksine daha sağlam adımlar atmamızı, himmetli olmamızı, analizlerimizin doğruluğuna daha da inanmamızı ve ayrıca halkımızın potansiyel gücünün artmasını sağladı. Biz bütün bu zorlu süreçte Allah’ın yardımı defalarca ama defalarca müşahede ettik.
Değerli misafirler!
Burada çok önemli bir mesele üzerinde durmak istiyorum. Bu mesele her ne kadar bizim bölgemizle ilgili olsa da bölgenin sınırlarını aşmış, dünya siyasetini onlarca yıldır etkisi altına almıştır. Sözünü ettiğim mesele acılı Filistin meselesidir. Filistin macerası kısaca, bağımsız ve kendine ait tarihsel bir kimliğe sahip olan Filistin adındaki bir ülkenin, Batılı korkunç komplolar neticesinde, İngiltere öncülüğünde, 40’lı yıllarda halkından silah zoruyla veya kandırmaca ile gasp edilip genelde Avrupa ülkelerinden göç ettirilen bir topluluğa verilmesinden ibarettir. Başlangıçta savunmasız halkın şehirlerde ve köylerde topluca katledilmesi ve evlerinden ve yurtlarından çıkarılarak komşu ülkelere sürülmesiyle başlayan bu büyük gasp altmış yıl boyunca aynı cani yöntemlerle devam ettirilmiştir ve bugün de ettirilmektedir. Bu, insanlığın en büyük sorunlarındandır. Gasıp Siyonist rejimin siyasî ve askerî liderleri bu süre zarfında hiçbir cinayetten kaçınmadılar; katliama, yıkıma, tutuklamalara, erkek, kadın, hatta çocuk demeden işkenceye başvurarak bu halkın onurunu ayaklar altına aldılar ve bu şekilde Filistinlileri Siyonist rejimin haramla dolu midesinde sindirip yok etmeye çalıştılar. Filistin’deki yerleşim yerlerine ve komşu ülkelerde milyonlarca Filistinli mültecinin barındığı kamplara saldırdılar. Sabira, Şetila, Kana ve Deyr Yasin ve benzerleri bölgemizin tarihine mazlum Filistin halkının kanıyla işlenmiştir. Bugün, 65 yıl sonra hâlâ yırtıcı Siyonist kurtlar, işgal altındaki topraklarda kalanlara aynı şekilde davranmaktadırlar. Her gün yeni bir cinayet işliyor, bölgeyi yeni bir krizin eşiğine sürüklüyorlar. Hemen her gün gazetelerde vatanlarını ve onurlarını koruyan, evlerinin ve arazilerinin yıkılmasına itiraz eden mücadeleci gençlerin öldürüldüğünü, yaralandığını, tutuklanıp hapse atıldığını okuyoruz. Savaşlar çıkararak, katliam yaparak, Arap topraklarını işgal ederek, bölgede ve dünyada devlet terörizmini örgütleyerek onlarca yıldır terörist faaliyetlerde bulunan, savaş çıkaran Siyonist rejim haklarını elde etmek için mücadele eden Filistin halkını terörist addediyor ve Siyonist medya ve çok sayıdaki Batılı medya kuruluşu ile onların kuklaları medya ahlakını hiçe sayarak bu büyük yalanı tekrarlıyor. İnsan hakları savunucusu olduklarını iddia eden siyasî liderler de bütün bu zulmü görmezden gelip pervasızca facialara sebebiyet veren rejimi himaye ediyor ve onun avukatlığını yapıyorlar.
Biz Filistin’in Filistinlilere ait olduğunu söylüyoruz. Filistin işgalinin devam etmesi tahammül edilemez büyük bir zulüm ve küresel barış ve güvenlik için en önemli tehdittir. Batılıların ve müttefiklerin “Filistin meselesinin çözümü” için yaptıkları öneriler ve bu uğurda kat ettikleri yol hatalıdır, başarısızlıkla sonuçlanmıştır ve gelecekte de böyle olacaktır. Biz adil ve tam manasıyla demokratik bir çözüm yolu öneriyoruz: Bütün Filistinliler, hem şu anda Filistin’de yaşayanlar hem de ister Müslüman ister Hıristiyan ister Yahudi olsun başka ülkelere sürülüp Filistinli kimliğini koruyanlar referanduma gitsinler ve elverişli koşullar altında oy kullanarak ülkelerinin nasıl bir yönetimle yönetileceğine karar versinler. Yıllarca yersiz yurtsuz yaşayan bütün Filistinliler ülkelerine dönsünler ve bu referanduma, sonrasında anayasa çalışmalarına ve seçime katılsınlar. İşte o zaman barış sağlanır.
Buradan bugüne değin Siyonist rejimi savunan ve destekleyen Amerikalı siyasetçilere iyi niyetli bir nasihatte bulunmak istiyorum: Bu rejim bugüne kadar başınıza sayısız dert açtı, bölge halklarının nefretine maruz kalmanıza sebep oldu. Bölge halklarının gözünde gasıp Siyonistlerin zulümlerine ortak oldunuz. Bu rejim yıllarca ABD’nin ve halkının omuzlarında maddi ve manevi açılardan ağır bir yük oldu. Gelecekte de bu gidişat devam ederse yükünüz daha da ağırlaşacak. Gelin İslam Cumhuriyeti’nin referandum önerisi üzerinde düşünün ve cesurca bir karar alarak mevcut çıkmazdan kendinizi kurtarın. Kuşkusuz bölge halkları ve dünyadaki bütün özgür düşünceli insanlar sizin bu girişiminize destek verecektir.
Muhterem misafirler!
Şimdi en başta söylediğim söze tekrar döneceğim. Dünya dengeleri oldukça hassas bir durumdadır ve dünya çok önemli bir tarihsel dönemeçten geçmektedir. Yeni bir nizamın doğması beklenmektedir. Bağımsızlar topluluğu yaklaşık olarak dünya ülkelerinin üçte ikisine sahiptir. Geleceğin şekillendirilmesinde etkin bir rol oynayabilecek güce sahiptir. Bu zirvenin Tahran’da düzenlenmesi de manidar bir hadisedir; değerlendirmelerde göz önüne alınmalıdır. Hareketin üyeleri olarak bizler imkânlarımızı ve potansiyellerimizi genişletip güçlendirerek, dünyayı güvensiz olmaktan, savaştan ve hegemonyadan kurtarabilir, bu doğrultuda tarihsel ve kalıcı bir rol ifa edebiliriz.
Bu amaca ancak çok yönlü işbirliklerimiz sayesinde ulaşabiliriz. Aramızda oldukça zengin ülkeler bulunmaktadır. Uluslararası sahada sözünü geçiren ülkelerin sayısı da az değildir. Sorunları ekonomi ve basın alanında işbirliği yaparak ve deneyimlerimizi birbirimize aktararak tamamen çözebiliriz. Azimli olmalıyız. Amacımıza bağlı kalmalıyız. Zorba güçlerin surat asmasından korkmamalı, tebessümlerine kanmamalıyız. İlahî iradeyi ve yaradılış kanunlarını arkamızda hissetmeliyiz. Yirmi yıl önce yıkılan komünist ordu tecrübesinin başarısızlığından, günümüzdeki Batılı liberal demokrasi politikalarının muvaffakiyetsizliğinden -nitekim Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin sokakları bunun en güzel göstergesidir ve bu ülkelerdeki ekonomik krizler herkesin malumudur- ibret dersi almalıyız. Ve son olarak ABD’ye bağlı ve Siyonist rejimle el birliği yapan diktatörlerin Kuzey Afrika’da uğradıkları yenilgiyi ve bölge ülkelerindeki İslamî uyanışı bir fırsat telakki etmeliyiz. Dünya yönetiminde Bağımsızlar Hareketi’nin siyasî açıdan güçlenmesini sağlamalıyız. Bu yönetim değişikliğinde tarihsel bir doküman ortaya koyabilir ve yürütme araçlarını hazırlayabiliriz. Etkin ekonomik işbirlikleri için bir proje hazırlayabilir, aramızdaki kültürel ilişkiler için model belirleyebiliriz. Kuşkusuz bu teşkilatın faal bir genel sekreterlik merkezine sahip olması amaçlarımıza ulaşmamız açısından büyük katkı sağlayabilir.
Teşekkür ederim.
(ABNA)
SON VİDEO HABER
Haber Ara