Fırat'tan 'derin devlet'le ilgili çarpıcı iddialar
AK Parti kurucularından Fırat’a göre PKK Kürt halkının ayaklanmayacağını biliyor ve bu nedenle Gaziantep olayını gerçekleştirdi. Fırat, “PKK dahil olmak üzere bizim derin devletimiz -ki bana göre hâlâ ayakta - iki halkı çatıştırabilmek için sosyal medyayı kullandı” dedi
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-09-01 08:47:17
Antep saldırısını PKK halen üstlenmedi. Size yapılmak istenen nedir?
PKK’nın üst yönetiminin, “devrimci halk ayaklanması” diye bir açıklaması olmuştu. PKK bugüne kadar hiçbir zaman Kürtlere güvenmedi. Kürt halkının ayaklanmayacağını da biliyor. Bu nedenle başka yöntemler bulmalıydı ki bu da iki sivil halkın çatıştırılmasıdır. Ama bunu Siirt’te, Van’da değil kritik olan yani nüfus dengesinin Türk ve Kürtlerden oluştuğu bölgelerde yapabilir. Bunlara en uygunları da Antep, Adana, Mersin gibi şehirlerdir. Ben inanıyorum ki; PKK dahil olmak üzere bizim derin devletimiz -ki bana göre hala ayakta - iki halkı çatıştırabilmek için sosyal medyayı kullandı. Böylece devrimci halk ayaklanması dedikleri olayı gerçekleştirmek istediler. Ses getirecek eylemleri benim gördüğüm kadarıyla Hakkari bölgesinde yapıyorlar. Aynı günde, aynı tabura üç defa saldırıyor mesela... Bana göre Şemdinli merkezine saldırmalarının temelinde yatan şey; bir hükümet binasına PKK bayrağını asabilmek ve o psikolojik üstünlüğü tescil ettirmektir. Böylesi olayların altında çok önemli hedeflerin olması gerekir.
Derin devlet ayakta dediniz. Onca operasyona rağmen hala ayaktaysa artık ne kadar derindir?
O kadar çok fazla derinde değil. Berrak suda balıkları görürsünüz ya, onun gibi. Ama hala var ve hükmünü de sürüyor. Çünkü ben şahsen derin devletin tümüyle ilgili bir operasyon gerçekleştirildiği kanısında değilim. Bir çok ayağına dokunulmadı. Mesela istihbarat örgütlerindeki uzantıları. Mutlaka bu uzantıların da olması gerekirdi. Ama bugüne kadar dokunulmadı. Medya, finans ayağı ortaya çıkarılmadı... Bürokrasinin bunun dışında olması mümkün değildi. Ama belli bir konsensüs sağlandı ve belli yerde donduruldu.
Yani dokunulamadı mı yoksa dokunulmadı mı doğru soru galiba...
Basın mensupları olarak buna siz karar verin.
Yeni bir operasyon beklemiyorsunuz anladığım kadarıyla...
Zannetmiyorum. 28 Şubat postmodern darbesiyle ilgili herhalde zorla bir girişim yapıldı ama onun arkasındaki meşhur ‘E muhtıra’ya hiç dokunulmadı. Bunların hepsi arka arkaya gelen olaylar, birbirinden bağımsız kabul etmek çok safiyane olur.
Ama iktidar partisi ‘Statükoya’ karşı geldiği için oyları yükselmedi mi? Mesela 30 Ağustos ilk defa Köşk’te, sivil kutlanacaktı...
Esası görmeden, yalnız şekle bakarak problemin halledildiğini söylemek doğru olmaz. “Masa düzeni nasıl olacak, başında tek mi çift mi oturulacak veya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde mi olsun, olmasın” demek problemin çözüldüğünü göstermez. Bence problem halen devam ediyor.
Asker kışlasına tam olarak çekilmedi mi diyorsunuz?
Asker çok fazla kışlasına çekildi. Daha evvel çeşitli kez yaptığı siyasete ve demokrasiye müdahale yönünde kışlasına çekilmiş ancak terörle mücadele konusunda da eskiye nazaran daha pasif bir konumda gözüküyor.
MİT Müsteşarı’yla ilgili süreci eleştirmiştiniz. İstihbarat birimleri arasında bir çekişme var mı sizce?
Konu ilgi ve bilgi alanımda değil. Medyadan takip ettiklerime göre söylüyorum. MİT Müsteşarı’nın Cumhuriyet Savcılığı tarafından yasaya aykırı olarak çağrılması aslında devlet içerisinde bir skandaldı. Yargı erkiyle yürütme erkinin çatışmasıydı. Yargı bir yerde, hakimler devleti kurmak gibi bir sevdanın içersindeydi. Hatalı olduğu kanısındayım. Bugün, devam etmemesini dilemekten başka da yapacak bir şey yok. Bence istihbarat birimlerinin disipline edilmesi lazım. Dediğim gibi Ergenekon sürecinde istihbarat birimleri mercek altına alınmadı. Bana göre kesinlikle mercek altına alınıp araştırılmalı ve o unsurlardan temizlenmeli. Ve gayri yasal yapılanmalara tekrar fırsat verilmeyecek yasal tedbirler alınmalı. Belki ABD’de olduğu gibi Meclis denetimi getirilmeli. Bunlar gizli faaliyetlerdir ancak devlet için ‘olmazsa olmaz’lardır. Siz hukuk devletiyseniz istihbarat örgütünde buna uymayanlar varsa kulağından tutar atarsınız.
Ergenekon Balyoz, Arınç’a suikast denildi... Onların cevabını da alamadık aslına bakarsanız?
Bazı şeyler var ki her halde açıklanamıyor. Devleti yönetmek gibi bir iddianın içindeyseniz demek ki kan kusuyorsunuz ‘Kızılcık şerbeti’ deyip yutmak zorunda kalıyorsunuz. Ancak siz kendinizi devlet gibi görmeye başlarsanız çok tehlikeli olur. Aslında devlet falan değilsiniz. Hukuksuzluk varsa devlet zarar görebilir ama bu bir sefer olur. Oysa hukuksuzluğa müsaade ederseniz çok daha büyük zararlar görür. Bana göre o oluyor.
İktidar partisi biraz kendini devlet gibi mi görüyor?
O kesin. Güç insanı bozar. Bir reklam vardı: ‘Kontrolsüz güç, güç değildir’ diye. Çok güçlü zannedersiniz ama o güç değildir. Uzun süren iktidarlar zamanla bürokratlaşmaya başlar. İlk geldiğimizde biz, ‘Bürokratik devletten demokratik devlete’ diyorduk. Ama bir bakarsınız ki o ters dönmeye başlamış. Bu tehlikeli. Ben STK’ları bu nedenle çok önemsiyorum. Çünkü sivil halkın oluşturduğu organizasyonlar devamlı hükümeti denetler, sınırlarÖ Ama maalesef Türkiye’de STK yok. Dolasıyla güç sizi bir yerde bürokratlaştırıyor. ‘Güç bende, benim kontrolümde’ diyorsunuz. Aslında sizin kontrolünüzde falan değil. O normal işleyişin içinde.
Derin devlet sinmiş sırasını mı bekliyor?
Olabilir. Eğer siz kurumları demokratik sistem içinde yerli yerine oturtup, hudutlarını kesin olarak belirlerseniz bunların hiçbiri olmaz. Her ülkenin bir tek silahlı gücü olur. Karşısında başka bir güç olmamalı. İşte onu sınırlayan demokrasidir, hukuktur. Türkiye, yarım kalmış demokrasi yolunda hiç duraksama yapmadan devam etmeli. Başka çaresi yok. Yoksa kendi kendimizi aldatmış oluruz.
Hükümetiniz açılımla başladı, Kürtçe seçmeli ders geldi. Şimdi bazı kesimlerin güvenlikçi politikalara dönme endişeleri var...
Demokratikleşme süreci yavaşladı veya durdu. Temel nedeni ise Türkiye’nin iki temel sorununun yani PKK ve Kürt sorununun tek bir sorun gibi algılanmasıdır. Ancak Kürt sorunu ayrı, PKK ayrı bir sorun. İkisi ayrışmıştır. Belki 1984’lerde PKK’nın ilk harekete geçişinde öyle değildi. Ama artık, 40 yıla yakın bir süre önce kurulan PKK, bugün Kürt sorunuyla doğrudan doğruya adlandırılacak bir organizasyon değil. Kürt sorunu bir vatandaşlık, anayasal, hukuki bir sorun. PKK ise apayrı bir sorun. Devletin bunu birbirinden ayırt etmesi lazım. Ayrıca demokrasilerde özgürlükler lütfedilemez. İktidarın, muhalefetin, bütün siyasi partilerin ve kimsenin böyle bir hakkı yok. Demokrasilerde temel hak ve özgürlükler, insan doğduğu andan itibaren en tabii hakkıdır. ‘Sana TRT Şeş’i verdim. Daha ne istiyorsun’ diyemezsiniz.
Ne yapılacak?
Yapılması gereken şu: Eşit vatandaşlık. Birey eşit hak ve özgürlüklerden ve aynı şekilde yükümlülüklerinden mesul olacak. Ama siz belli bir kitleye mesela askere gitmek, vergisini vermek gibi yükümlülükleri yüklerken, diğer bir kesimin kullandığı temel hak ve özgürlükleri onlara kullandırmıyorsanız o zaman anayasal bir sorun var demektir.
Aslında herkes bu söylediğinizin alt maddelerini merak ediyor. Mesela kabinedeki Kürt bakanlar örnek veriliyor. Türklere kullandırılan ama Kürtlere kullandırılmayan o hakkın altına ne yazılacak?
Öncelikle bir yasaklama olmaması lazım. Anadile falan gitmeyin. Küçük bir bir örnekten başlayalım: Size ait olmayan bir alfabenin üç harfini yasaklama hakkını size kim veriyor? Ama şu anda hala bu yasak var. Başka bir şey söyleyeyim: Binlerce yıllık yerleşim alanlarının isimleri değiştirildi. Bir gün kalkıyorsunuz biri kendi köyünün ismini sizin köye vermiş. Böyle bir hakkınız var mı? Bunu yapma hakkını size kim veriyor? Bu yasak da hala devam ediyor.
Ama sizin partiniz bir düzenleme yaptı...
Ben burada şahsım adına konuşuyorum. Hayır orada da İçişleri Bakanlığı’nın izni lazım, plebisit yapıp, vatandaşa soracaksınız. O ismi değiştirirken vatandaşa mı sordunuz? Hayır. Bir hakkın iadesini sağlamak için bu kadar prosedürü uygularsanız anlamı şudur: ‘Ben sana bunu vermek istemiyorum kardeşim. Zorluk çıkaracağım. Ama dışarıdan da bizi iyi görsünler diye bir kararname çıkaracağım.” Her insanın ana dilini kullanması, bunu geliştirmesi en temel hak ve özgürlüğüdür. Ben bunu haktan bile öte olarak nitelendiriyorum. İnsanı insan yapan şeydir. Anadilde eğitimi nasıl kaldırabilirsiniz? Ben ilkokulda, ortaokulda, üniversitede de eğitim görmek istiyorum ötesi var mı?
Peki uygulamada nasıl işleyebilir? Formülü nedir?
Türkiye’de kendini Türk olarak nitelendiren bir kesim, kendisini ülkenin diğer etnisiteleri ve inançlarına sahip insanlarının efendisi gibi görüyor. Temel yanlış zaten buradan kaynaklanıyor. Efendi falan değilsiniz. Karşınızdaki insan en az sizin kadar zekidir. Buradan hareket etmezseniz birinci yenilginizi almış olursunuz. Kimse Hakkari dağlarına kendisini hapsetmek istemez. Bir Kürt de Marmaris, İstanbul varken bunu istemez. Türkü, Kürdü tüm aileler, çocuğunun ilerde en iyi şekilde hayatını idame ettirmesi ve mutlu olması için iyi bir eğitim istiyor. Yabancı dilde eğitim veren bir okula göndermek istiyor. Bu insanlar Türk düşmanı mı, hayır. Bir Türk böyle düşünüyor da bir Kürt niye düşünmesin? Ama siz yasaklayarak, beni yönlendirerek değil o yasağı kaldırarak, kararı benim takdirime bırakarak bunu yaparsınız. Mühim olan yasağın kaldırılmasıdır. Mühim olan ‘Size Kürtçe seçmeli ders verdik’ demek değildir. Net olmak ve “Ben anadildeki yasağı kaldırdım. Türkiye’de artık böyle bir yasak yok. Ama şimdi imkanım yok. Çünkü öğretmenim, okulum yok. Şu anda onun için seçmeli olarak koydum” diyebilmektir. Bir de kim gidiyor, kim gitmiyor görmek lazım. Vatandaş, ‘Benim hakkımda lütfen karar vermeyin’ diyor.
Cemil Bey’in geldiği nokta çok önemli
Meclis Başkanı’nın mutabakat metnine eleştiriler de geldi...
Bana göre Cemil Bey’in asıl basın toplantısında söyledikleri çok önemli. Vardığı nokta çok çok önemli bir nokta. Özellikle Cemil bey için. Çünkü milliyetçi ağırlıklı bir kişidir. Türk milliyetçisidir. Üniversite yıllarında mensup olduğu akımlar bunu gerektirir. Fakat bugün akil bir siyasetçi olarak konuşuyor. Doğru şeyler söylüyor. Herkesin kulak vermesi lazım. Türkiye’ye bir çıkış yolu gösteriyor. Bence bunu heba etmemeliyiz.
Hep fakirlerin çocukları şehit oluyor
Barzani ile iktidarın sıcak ilişkilerine ve özellikle Kandil’le ilgili tavrına sert eleştiriler geliyor...
Kandil orada. Saddam dönemi, ABD işgali dahil olmak üzere her yönetim TSK’ya o bölgede harekat yapmasına izin verdi. Askerlerimiz iki, üç defa bölgeye girdi. Barzani. ‘Buyurun. Yerini bilmiyorsanız ben göstereyim’ de diyor. Ama kendi probleminizi niye başkasına havale ediyorsunuz? PKK Irak Kürdistan’ının değil Türkiye’nin sorunu. Orada da duruyor. Modern bir ordunuz var, TBMM operasyon yetkisi vermiş... Bunu iddia eden hangi siyasi parti varsa başkomutan yapıp oraya gönderelim. Gidip çözsünler. Afaki konuşup, gazetecilerin karşısında numara çekmeye benzemez. Ben Çukurca’da şehit olan insanların arasında ne bir siyasetçinin, ne bir gazete patronunun, ne de bir zenginin çocuğunu gördüm. Fakir Anadolu insanının çocukları ölüyor orada. Eğer mesele böyle kolay çözülüyor, şehitlik mertebesini de en yüksek mertebe olarak görüyorlarsa yapacakları tek şey önce çocuklarını oraya göndermektir. Göndersinler, bu millete örnek olsunlar. Ankara’da oturup konuşmak kolay.
Uludere her Kürt’ü yaraladı
BDP’nin kucaklaşmasıyla dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldi...
Gizlenen bir realitenin açığa çıkması. O meselede de akıllı davranmak lazım. Dokunulmazlıkları kaldıralım, içeri atalım diyorlar. Daha evvel atmadık mı? Leyla Zana on yıl yattı. Bu PKK’yı zayıflatmadı, güçlendirdi. Bunu şimdi yaparsanız yine aynı sonucu verir. Denemiş olduğunuz şeyi denemek veya teklif etmek hangi aklı selime uygun olabilir? BDP’liler o noktaya giderken, orada PKK’lıların olduğundan eminim. Yanlarında basın mensupları var, şakır şakır resimler çekiliyor. Eğer o tepkiyi verir içeri alırsanız bir gayesi gerçekleşmiş olur. ‘Peki yapmazsak ne olur’ derseniz o da bir anlamda onlar için yine lehte olur. Çünkü o zaman da PKK ile BDP’nin organizasyonu meşruiyet kazanmış olur.
Türkiye ne yapmalı, yeni bir açılım süreci mi başlamalı mesela?
Yarın ne yapılacağını sorarsanız Kürt sorununun önündeki engellerin biran önce kaldırılması veya bunun deklare edilmesi gerekiyor derim. 2005’te Başbakan’ın Diyarbakır konuşması bölgede müthiş bir yumuşama yaratmıştı. Türkiye’de menfi bir olay olduğu zaman, ‘Bunu Recep Tayyip Erdoğan halleder’ inancı vardı. Bu güveni kaybettirmemek lazım. Bu güvenin kaybolması her zaman tehlikelidir. Söylediklerimi bugün yasal olarak gerçekleştirmek de bana çok önemli değil. Anayasa bugünden yarına olacak iş değil. Ama anlatabilmek önemli. Mesela bir Uludere olayı önemli. O olay sadece 34 genç kaçakçının bombalanması, öldürülmesi meselesi değil. O olay her Kürt’ü ilgilendirdiği gibi her Kürt’ü de yaralamıştır. Beklenen fazla bir şey de değil, bir özürdü. Her halükarda dinimize, inançlarımıza göre özür dilenebilirdi. Kasten de olmuş olabilir, gerekli işlemler yapılacaktır. Hata da olmuş olabilir. Pakistan’da da insansız uçakları sivil öldürdüğünde ABD kalkıp özür diliyor. Çünkü bu insani bir görev. Bunun yapılmamasının hiçbir gerekçesi olamaz.
Neden yapılmadı?
Bilmiyorum. Çok fazla girmek de istemiyorum ama aradan bir sene geçti. Halen bu tahkikat bitmedi, bitmez. Antep’te 48 saat içinde neyin ne olduğunu ortaya çıkaran devlet bir yıldır bunu ortaya çıkaramıyor.(Vatan)
SON VİDEO HABER
Haber Ara