Dolar

32,4988

Euro

34,5645

Altın

2.497,83

Bist

9.548,09

Müslüman halkın hikayesi

İslamcılık tartışmaları yaşanırken Mustafa Kutlu'nun son kitapları Anadolu Yakası ve Hayat Güzeldir'i okumak iyi geldi. Konuyu sağlam durmanın, değişmenin, gelişmenin ya da çözülmenin hikâyesine aşina olmadan tartışmak mümkün görünmüyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-08-15 16:47:37

Müslüman halkın hikayesi
Kutlu hikâyesini temellendirmek sanılanın aksine hiç kolay değil. Çünkü edebiyatımızın yüz yılda içinden geçtiği süreçlerin bizi getirdiği noktada, bir yandan bütün bu tecrübeyi içinde barındırmakta öte yandan tamamen kendine özgü duruşunu gözler önüne sermekte.

Siyasi fikir akımları nasıl Batıcılık-İslamcılık-Osmanlıcılık içinde gelişti buna karşılık Türkçülük akımı da bu temel yaklaşımlara farklı bir boyutla eklendiyse, edebiyatta da benzer izlere tanık olmak kaçınılmazdı. Modernleşme süreci karşısında gelenekçilik etkisi görülüyordu kimi eserlerde. Eski eşyalara ve yaşam biçimine özlem göze çarpıyordu. Meşrutiyet ve Mütareke yılları Tanzimat edebiyatının bireysel aşkları konu almasının aksine yerli hayatı yansıtmaya, dilde sadeliği önemsemeye başladı ve kendi kaynaklarımıza dönme arzusu şeklinde tezahür etti.

Toplumsal Gerçekçilik içinde yol alan her yazar gibi Kutlu'nun hikâyelerinde de bu akımların analizinden izler var ama onu herkesten ayıran nokta, meselelere ideolojik çözümler önermek yerine doğrudan kalpten kalbe yol bulacak çareleri satır aralarında gösterebilmesi. Karmaşık görünen ilişkilerdeki sadeliği yakalayabilmesi. Bu da İslam'ın temel yaklaşımı olan "dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir" uyarısına sadakatle bağlı kalan bir kul ve yazar olmasıyla alakalı. Bu nedenle onun kahramanlarına çizdiği yolda ne sevinçlere ne de acılara takılıp kalmak doğru değildir. Vermek ve paylaşmak zordur ama güzel ve iyi olan budur. Buradan hareket ederek aslında halkçı ve sosyal adaletçi bir yanı varsa da hikâyelerin, bu yazarın değer verdiği, fikren beslendiği Nurettin Topçu felsefesinde ve hikâyelerinde olduğu gibi solu çağrıştırmaz, bilakis dindar insanın içinde dindarlığın doğası gereği kendiliğinden yeşeren bir adalet duygusu vardır. Mutlak eşitliğin kurulamayacağı dünya, bir imtihan olarak önümüzde serilidir ve Kutlu hikâyeleri insan zaaflarının, pişmanlıklarının, kurnazlıklarının, bazen iyilik salgınlarının yakın çekim bir galerisi gibidir.

Milli edebiyatın en önemli başarısı memleket edebiyatının en güzel örnekleri vasıtasıyla bizi kendimizle karşılaştırması oldu. Sonunda yurdun her köşesi edebiyata konu olabildi ve her sınıftan insan kahraman olarak metinlerde kendine yer bulabildi.

Halide Edip mesela. Öncelikle ruh çözümlemeleri yaptığı, bireysel tutkuları, kadınların iç derinliklerini anlattığı kitaplar yazmıştı. Sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında sanat için sanat anlayışından gittikçe uzaklaşıp milletin ve memleketin başına gelenlere odaklanmaya başladı. Bu yüzden Fransızların 'angaje edebiyat' dedikleri anlayışa doğru sürüklenmekle, sanattan uzaklaşmakla suçlanmıştı kimi edebi çevrelerde. Toplumsal meselelere eğilen her sanatçı bu eleştirilere maruz kalma riskini göğüslemek zorunda.

Kutlu'nun hikâyelerinde en güncel ve somut meseleler tematik olarak merkeze konulurken, nasıl oluyor da siyasallaşmadan, edebi sanat yüksekte tutularak incelikli bir kıvamla örülebiliyor metinler? Bu kimya olaylar kelimelerin içinden geçirilirken nasıl oluşuyor? Bu belki de resimde altın oran diyebileceğimiz durum.

Kutlu hikâyesi bazen Sait Faik gibi asude ve inceden dokunduran, bazen Ömer Seyfettin gibi keskin ve doğrudan bir söyleyiş yolunda olsa da en çok Sabahattin Ali gibi hakikatin yüzümüze vurulması ve bunun "Bu Böyledir" netliğinde söylenebilmesidir.

Her şey doğrudan söylenmiyor ve metnin içinde okuyucunun sürüklenmeye çalışıldığı yer adalet ve hakkaniyetin saf duru alanı. Kelimelerin döngüsü içinde zaafların, kötülüklerin, hırsların ve aşırılıkların aşındırılması yoluyla olanın, olması gerekene doğru hareket ettirilmesi. Burada yazarın içtenliği ve inandırıcılığı, yaşadığı ve inandığı arasındaki yakınlık, bunun getirdiği doğallık üsluba yansıyor ve dingin, sakin bir anlatımla karşılaşıyoruz.

Sonuçta insanoğlunun değişmez zafiyetlerine ve adalet arayışına eğildiği için cihanşümul bir yapısı var hikâyelerin. Mesela Rüzgârlı Pazar ya da Uzun Hikâye ve diğerleri pekâlâ Meksika'da, bir Amerikan kasabasında, Pakistan'da ve dünyanın başka bir köşesinde de geçiyor olabilir özü itibarıyla.

Kutlu hikâyesi bize bir hikâyemiz olup olmadığını bildirir, yaşamak denilen bu hay huyun içinde yavaşlayıp başımızdan geçene dönüp bakmamızı sağlar. Sayısız insan onu okuyarak hikâye okumayı öğrenmiş ve sevmiştir, çünkü kahramanlar kanlı canlı, içimizden kendimizden kopmuş bir parça. Modernleşme, ilerleme gelişme şehirleşme serüvenlerimize ünlem işaretleriyle bakmamız biraz da onun ironik dili sayesinde.

Hikâyelerdeki asıl amaç sosyal adaletin, iki kişi arasındaki iyiliğin nerede durduğunu, hakkaniyetin dolambaçsız olarak nasıl kurulabileceğini göstermektir. Büyük iddialara, tezlere gerek yoktur bu hikâyelerdeki yaklaşıma göre.

Son kısa hikâyelerin yer aldığı Hayat Güzeldir'deki hikâyelerden biri Çiçek Tefsiri mesela. Kirasını ödeyemeyen bir esnafı dükkândan çıkarmaya çalışan dükkân sahibi kaba saba davranışlar içinde dikenli sesi ile konuşmaktadır. "Bunun gibi on dükkânı var, para gani ama adam adam değil"dir yazara göre.

Paranın Yükü adlı hikâyede Boğaz'da yalıda oturan zengin bir adam ahir ömründe fazlanın fazlası parasını evlatlarının haberi olmadan güvendiği kâhyasının eliyle dağıtmak ister. Para yük olmuş, kalbine ağırlık vermektedir. Köşk görevlisi Latif Efendi, ihtiyaç sahiplerini tespit ederek parayı gizliden dağıtır. Hızır böyle merhameti bol, zekâtı santimle hesaplayıp köşesine çekilmeyen, verme hakkını sonuna kadar kullanan biri olsa gerektir. Zengin adam gönül huzuruyla hafiflemiş olarak ölür böylece. Birikip duran mal inançlı insanda günah gibi ağırlık yapmaktadır zamanla. Başka bir hikâyede genç usta patronunun kızına âşık olur. Kızın da gönlü olduğunu sezen adam, ahlaklı terbiyeli çocuk bu usta diyerek veriverir kızını zorluk çıkarmadan.

Sonuçta yazar bizi insanlık denizi içinden, yüzdüğümüz memleket hadiselerinin arasından farklı boyutlar sunarak geçirir. Kuşlar, ağaçlar, çiçekler, mescitler, kahvehaneler, bürolar, hızla akıp gitmekte, Müslümanlığımızın ne olup ne olmadığına tanıklık etmektedir. Hikâyeleri atlayarak İslamcılığı tartışamayız vesselam.

Haber Ara