Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Paşa nerelere kayboldu?

Aşağıdaki satırları, 8 yıl önce kaleme almıştım ve eklemiştim, “Bu güzel sohbet günün birinde hukukî bir tahkikata konu olur mu? Doğrusu bunu çok merak ediyorum. Paşa’nın ‘samimiyetle’ anlattığı şeyler bir tahkikatı fazlasıyla hakediyor bence...”

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-08-01 09:15:03

Paşa nerelere kayboldu?
Bir tahkikat başladı, 28 Şubat’ın günahları bir bir ortaya serildi ama bu güzel sohbet kovuşturma dışı bırakıldı.

İsterseniz, önce “bu güzel sohbeti” hatırlayalım:

Emekli Korgeneral İzzettin İyigün... TSK’daki takma adı “çift beyinli.” Kimileri de “filozof” diyormuş.

İyigün Paşa’yla çok faydalı bir mülakat gerçekleştiren Hürriyet gazetesi röportajcısı Yener Süsoy’un ifadesine göre “derin gören, derin düşünen, derin konuşan, derin yazan, derin heyecanlı bir asker...”

1938’de Kilis’te doğmuş. 1958 yılında Kara Harp Okulu’nu topçu birincisi olarak bitirmiş. Çevik Bir ve Doğu Aktulga’nın sınıf arkadaşı imiş.

Ama sanmayın ki evde boş oturuyor. Çalışıyor. “İğne deliğinden dünyayı izleyen, bugünden 2050 yılının Türkiye’sini gören” İyigün Paşa emekli olduğu gün kapandığı çalışma odasından “ilk kez” Yener Süsoy’a konuşmuş.

İyigün Paşa’nın anlattıklarına geçmeden önce, konuk Süsoy’un ev izlenimlerini alalım:

“İyigün Paşa, 43 yıllık sevgili eşi Güler Hanım’la birlikte bir apartmanın mütevazı bir dairesinde kirada oturuyor. Tertemiz koltuklar, örtüler, halılar ve Güler Hanım’ın kendi elleriyle donattığı muhteşem yemek masası. Erzincan çorbasından Kilis dolmasına, baklavaya, sarmaya, tas kebabına, dondurmaya kadar...”

Çorbalar içildi, dolmalar yendi, baklavanın ve dondurmanın icabına bakıldı.

Şimdi sohbete geçelim.

Sohbet, Süsoy’un “Vay... Vay... Vay... Biz kimleri biliyorduk, meğer kimler neler yapmamış...” sözleriyle açılıyor. Bu, sadece bir hayret nidası değil, aynı zamanda bir soru.

Paşa “dökülmeye” başlıyor:

“28 Şubat sürecinde tankları yürütüp balans ayarı yapan kişi benim. Hikmet Köksal Paşa, Doğu Aktulga Paşa’ya ‘İzzettin Paşa yarın 80 tankla Sincan sokaklarından geçsin’ diye emir vermiş. Doğu Paşa beni aradı, ‘Bunun suç olacağını, sorumluluğunun büyük olduğunu söyledim ama ikna edemedim; son kararı sen vereceksin’ dedi. Hemen hazırlıklara başladık. O gece Doğu Paşa’yla birkaç kez görüştük; her seferinde bana ısrarla ‘sorumluluk senin’ dedi. Bunun üzerine ‘Sen çık devreden, sorumluluk bana ait’ dedim. 80 tankı 20’ye indirdim. O sabah yerler buz tuttuğu için konvoy 45 dakika gecikmeyle çıkabildi. Çevik Bir durumu sabah 8’de öğrene bildi. Doğu Paşa kendisini aramış, Karadayı Paşa’yı da durumdan haberdar etmesini istemiş, Çevik de ‘engeller’ endişesiyle yürüyüşü Karadayı’ya duyurmamış. Karadayı Paşa olayı ilk duyduğunda darbe zannedip korkmuş. Çevik de kendisine böyle bir şeyin olmadığını temin etmiş. Karadayı hemen Hikmet Köksal Paşa’yı arayıp ‘Bana sormadan bu işi nasıl yaparsınız’ diye çıkışmış. Aralarında bir hayli sert konuşmalar geçmiş. (...) O tarihte zırhlı tümen bana bağlıydı. Bizim kelle koltukta yaptıklarımızı başkaları sahiplendi. Hatta kahraman bile ilan edildi.”

Süsoy “Vay... Vay... Vay...” diye tepki göstermekte haklı.

Bu iş, yani tank yürütme işi, hatırlanacağı üzere, Çevik Bir’e mal edilmişti. Süsoy’un “derin gören, derin düşünen, derin konuşan, derin heyecanlı bir asker” olarak tanımladığı İyigün Paşa, kelle koltukta yaptığı işler başkalarına mal edildiği için birazcık kırgın ve (haklı olarak) başarıdan payını almak istiyor.

Nasıl?

Güzel bir sohbet değil mi?

Sorulması gereken soru şu:

Çevik Bir ve sair isimler, “hükümet darbesi yapmak” suçlamasıyla elan “tutuklu” bulunuyorlar. İyigün Paşa yok. Neden?

Biliyoruz ki, bu değerli asker, yaptığı işler başkalarına mal edildiği için kırgın ve “kahramanlık”tan payını almak istiyor.

İkinci soru da şu:

İyigün Paşa, 28 Şubat’ta yapılanların “kahramanlık” olduğunu düşünüyor mu hâlâ?

Düşünüyorsa (ve tabii hayattaysa), niçin “pay talebiyle” ortaya çıkmıyor?

HAMİŞ:

Kilis’te bir “İzzettin İyigün Mahallesi” var... Paşa’nın ismi, aynı zamanda Fazilet Partisi’yle anılmıştı. Oğuzhan Asiltürk’ten davet aldığını birçok meslektaşımız yazdı ama ne İyigün’den, ne de Asiltürk’ten bu yönde bir açıklama, bir tavzih, bir düzeltme gelmedi.

Haber Ara