Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Çay Türkiye'nin mayası

Amerikalı yazar Katharine Branning 30 yıldır gelip gittiği Türkiye'nin uzmanı olmuş. Bugünlerde Çaykur reklamında oynayan Kadriye Yenge, 'Çay söz konusuysa ne dinin, ne politik görüşün, ne okumanın, ne ekonomik seviyenin önemi kalmıyor, çay sizi siz yapıyor' diyor.

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-07-29 12:15:22

Çay Türkiye'nin mayası

MERVE SENA KILIÇ

"Ayrılırken arkamdan seslenen insanlar, yolculuğumun su gibi akıp gitmesi için bir dua olmak üzere arkamdan su döken kadınlar oldu. Otobüslere bindiğimde çiçekler, hediyeler sunuldu. Benim kendi ailem bana bu şekilde bir sevgi ve ilgi göstermedi, ya seninki Lady Mary?" 30 yılı aşkın süredir ülkemizi gezen Katharine Branning'in 'Bir Çay Daha Lütfen' kitabının arka kapağında yazan bu cümleler, 18. yy'da Türkiye'de yaşamış olan İngiliz sefirinin eşi Lady Montagu'ne bir gönderme... Lady Mary'nin tam 300 yıl önce ailesine yazdığı ve Türkiye'den övgüyle bahsettiği 25 mektuba karşılık; Katharine kendi mektuplarıyla Lady Montagu'yla üç asır sonrasında hasbihal ediyor: "Yazdıklarında sonuna kadar haklıymışsın..." Katharine Branning, New York'ta French Institute Alliance Francaise'de başkan yardımcısı olarak görev yapıyor, aynı zamanda enstitü içindeki kütüphanenin de direktörü. Çaykur'un yeni reklam yüzü de olan Kadriye Yenge'den söz ediyoruz. 1978 yılında Paris'te okurken derste gördüğü Gök Medrese'den çok etkilenen Katharine, hemen Türkiye'yi araştırmaya koyuluyor ve ilk fırsatta Sivas'a geliyor. Geliş o geliş... Katharine Yenge ile reklam filmini, 30 yıllık Türkiye macerasını ve de bizler hakkında yazdığı Bir Çay Daha Lütfen isimli kitabını konuştuk.

TÜRKİYE SEVDAM GÖK MEDRESE'YLE BAŞLADI

30 yıldır süren Türkiye'yi gezme fikri ilk nasıl ortaya çıktı?

Türkiye'deki bir yapıya âşık olmamla Türkiye maceram da başlamış oldu. Yıl 1978, Paris'te İslam Sanat'ı okuyordum. Ders aldığım amfide otururken bir anda duvara yansıyan slaytlardan biri beni benden aldı. Slayttaki resim Sivas'ta bulunan Gök Medrese'ye aitti. Hayatım boyunca örneğini görmediğim bu yapı inanılmaz ilgimi çekti. Dersten çıktım, kütüphaneye koştum. Selçuklulara ait olduğunu öğrendiğim 13. Yüzyılda yapılan Gök Medrese'yi görmek için kendime söz verdim. Çok tuhaf bir şekilde medreseye âşık oldum. Altı ay sonra da Sivas'a gitmek üzere Paris'ten yola çıktım.

1978'lerde genç bir öğrenciyken Sivas'a gelmeye nasıl cesaret ettiniz?

Genç iken çok cesurdum. Bir de âşık olmuşum medreseye, görmek için can atıyorum. O zamanlar Türkiye'yi çok az biliyordum. Tabii ki kafasında Gece Yarısı Ekspresi imajı olan anneme Türkiye'ye gittiğimi söylemedim. Düzenli olarak her yıl buraya gelmeye başladıktan sonra annemin haberi oldu ve oldukça endişelendi. Hakkında pek de iyi şeyler duymadığı bu ülkeye neden gitmek istediğimi sordu. O zaman ona Türk halılarını anlatan bir kitap hediye ettim. Ve de sadece okumasını istedim çünkü o zaman gazetelerde okuduğu ülke ile benim gördüğüm ülke arasındaki farkı anlayabilecekti.

TÜRK TÜTÜNLÜ SİGARA GİZEMLİ GELMİŞTİ

Sizi Sivas'ta görenler şaşırdı mı?

Bana değişik bakıyorlardı; Amerikalı, sarışın mavi gözlü ve uzun bir kadın görmemişlerdi. Belki yanımda bir erkek olsaydı başka olurdu ama tek başına bir bayan görünce garipsediler. Ama çok misafirperver davrandılar, çok saygı gösterdiler. Benim orayı merak ettiğim kadar onlar da beni merak ediyordu.

İlk izlenimleriniz nelerdi?

İlk gittiğimde Gök Medrese'nin etrafında inekler otluyordu. Fotoğraf çekmek için onları kovalamam gerekti. Ancak bu sefer ineklerin sahipleri benden rahatsız oldukları için beni kovaladılar. Daha sonra samimi olduk o insanlarla. Evlerine gidip geldim. Böyle bir manzara vardı o dönemler.

Bu yolculuğunuz aklınızda nasıl bir Türkiye izlenimi bıraktı?

Tabii şimdiyle kıyaslamak mümkün değil; darbe zamanıydı, ekonomik siyasi sıkıntılar vardı. Önyargılı olmadım.Daha sonra her şey değişti, dışarıya açıldınız. Mesela çok tuhaftır ki, halen Amerika'da Türkiye'deki kadınlar yalnız gezemez, onlara fazla değer verilmez gibi bir önyargılar var. Ben anlattıkça, kitabı okudukça şaşırıyorlar. Ben de Türkiye'ye gelmeden önce sadece haritada nerede olduğunu, Osmanlı'yı, bir de İstanbul'u biliyordum. Ama çok ilginç babam ben genç iken Camel sigarası içerdi. Üstünde deve, çok güzel bir siluet ve Turkish tobacco (Türk tütünü) yazan bir yazı vardı. Paket çok ilgimi çekerdi. Türkiye çok gizemli gelirdi bana, çünkü gençtim. Şimdi ise medeniyeti, kültürü, tarihi, çağdaş hikayesi ile başlı başına bir değer.

TÜRKLER HEM DEPRESİF HEM ÇOK POZİTİF

Türkiye'ye gelip gittiğiniz süre içerisinde nelerin farkına vardınız?

İlk geldiğim sene 1978'den bu yana ekonomi ,demokrasi ve bölgesindeki liderlik konusunda çok şeyler değişti. O zamanlar Türkiye bir çocuktu şimdi delikanlı oldu. Ama bazı şeyler var hiç değişmiyor, umarım da hiçbir zaman değişmez. Mesela değişmeyen aile bağları, büyüklere duyulan saygı... Aileye söylemeden hiçbir şey yapmıyorsunuz. Diyelim ki eve gece geldiniz. "İyi geceler" deyip odanıza gidemezsiniz. Bununla birlikte bana göre sizin iki farklı yanınız var. Mesela bazı şarkılar, filmler var ki tam bir karanlık ruhu yansıtıyor. Çok depresif. Ama sizin bir de her şeye iyiden bakan kaderci bir tarafınız var. Bu da sizi keyifli bir millet yapıyor. Her şeyden önce ben Türk insanının hayattan aldığı zevke hayranım. Sizden başka hiç kimse pikniği halının üzerinde yapmıyor. Çok gülüyorsunuz. İşte bu hayata iyi yanından bakma ve hiç bitmeyen umudunuz size ne isterseniz yapabilme şansını veriyor. Çok da çalışkansınız. Özellikle kadınlarınız çok düzenliler.

'Bir Çay Daha Lütfen' kitabı nereden geldi aklınıza...

Bu kitap dostum, şair Muhsin İlyas Subaşı'nın hediyesi. Bana ' 1978'den beri Türkiye'ye gidip geliyorsun. Türkiye ile ilgili bir kitap yazmalısın. Çünkü Batılı bir kadınının kitabında Türkiye'yi anlatması ilginç olabilir' dedi. Ben de kimse için bunun enteresan olmayacağını söyledim. Ama ne zaman kendisinin yanından ayrıldım dediklerini düşünmeye başladım. Dostumun söylediği bir nokta doğruydu. Belki de haklıdır dedim ve yazmaya karar verdim.

Kitabınızı Osmanlı döneminde İngiliz elçisinin eşi olarak İstanbul'a gelen Lady Mary Montagu'ya mektuplar yazarak kurgulamak aklınıza nasıl geldi?

Lady Montagu benim için çok önemli birisi. 2 sebebi vardı: Birincisi çok muhteşem bir yazar, ikincisi pozitif bir insan olmasıydı. Gençliğimde O'nun yazdığı mektuplardan çok etkilendim. Sonrasında kitap yazmaya karar verince aklıma 1700'lü yıllarda İngiliz Elçisinin eşi olarak İstanbul'a gelen ve buradan ailesine o dönemin Osmanlı'sını anlatan mektuplar yazan Lady Mary Montagu geldi. Lady Montagu'nun mektuplarındaki en ilginç nokta tıpkı benim gibi asla yeni tanıdığı kültürleri eleştirmemesiydi. Batılı yazarlar kendilerinden başkalarını medeni bulmazlar, sürekli 'oh zavallılar' ile başlayan ünlemlerle eleştirirler, önyargılı davranırlar. Mesela Türk çayı hakkında konuşurken sadece şunu diyordu, ' Türk çayı kırmızıdır, İngiliz çayı gibi siyah ya da Çin çayı gibi yeşil değildir.' Ben de bu kitabı benden yüzyıllar önce bu ülkeye gelen Lady Mary'e gönderilecek mektuplar gibi kurgulamak istedim. Yani onun zamanından benim zamanıma kadar nelerin aynı kaldığını, nelerin değiştiğini sanki o yaşıyormuşçasına ona yazmak istedim. 300 yıldır Türk kadını aynı, zarif ve kibar.

ÇAY BARIŞÇIL VE DEMOKRATİK BİR İÇEÇEK

Neden Türk çayı sizin için bu kadar önemli?

Türk kahvesi Amerika'da bilinen bir şeydir. Kahve kültürümüz vardır ama çay çok bilinmez. Herkes bana "Türk kahvesi daha bilinen bir şey, neden Türk çayını kullandın" diyor. Onlara çay sizin kültürünüzün en belirgin unsuru diyorum. Bence çay, sembol olarak misafirperverliği ve diyaloğu temsil ediyor. Çünkü Türkiye'nin neresine giderseniz gidin 10 dakika muhabbet ettiğiniz herkes size çay ikram etmek istiyor. Onu kabul ettiğinizde karşınızdaki kişiyle diyaloğu da kabul ediyorsunuz. İnsanlar akşam buluşalım demiyorlar da, hadi bir çay içelim diyorlar. Çok ilginç, yani çay olmazsa muhabbet olmaz gibi... Çaya demokratik içecek dememin de nedeni bu. Çay söz konusu olduğunda ne dinin, ne farklı politik görüşün ne okumanın, ne ekonomik seviyenin önemi var.

Çayla ilgili ilginç metaforlarınız var...

Çok sade sıcak ve berrak bir şey, aynı Türkler gibi... Çay Türkiye Cumhuriyeti'nin, kahve Osmanlı'nın sembolü bence.. İstiklal Savaşı'ndan sonra Yemenle kahve ticareti duruyor ve çay devri başlıyor. 1937'den beri çay ve cumhuriyet bir macera yaşıyor. Bence çay Türkiye'nin sembolü...

Neden?

Türk çayı diğerlerinden farklı; Kokusu, hazırlanışı, içilmesi adeta bir tören gibi... İnce belli bardakla çay içmek sadece burada var. İlk zamanlar çok şaşırdım. Fakat zamanla çayın tadını almak istiyorsan cam bardakla içeceksin kanısına vardım. Amerika'da buzlu çay çok içeriz. Tadı kokusu hiç güzel değildir. Türkiye'yi çay içme kültürünüz ile daha iyi anlatabiliyorum. Bu daha kolay oluyor. Sonuçta ben yazarım, siyasetçi değilim. Politik bir duruşum yok.

Bu işin siyaseti mi olurmuş?

Türkiye hala Amerika'da bazı insanlar tarafından terörist bir memleket olarak biliniyor. İran gibi Mısır gibi olduğu düşünülüyor. Onlara medeniyetinizi, demokratik oluşunuzu ve İslam'ı nasıl güzel yaşadığınızı anlatıyorum. Sizi eleştiriyorlar ama geçenlerde Colorado'da bir filmin galasında14 kişi öldürüldü. Bana göre o Amerikalı da bir teröristti.

MIHLAMAYI ÇOK BEĞENDİM

Yakın zamanda bir reklam filmi çektiniz. Çaykur'un reklam yüzlerinden biri oldunuz. Nasıl gelişti olay? Teklif mi aldınız?

Gümrük ve Ticaret bakanı Sayın Hayati Yazıcı yazdığım kitabı okumuş. Çok beğenmiş. Bundan dolayı beni İstanbul'a davet etti ve bir kahvaltıda buluştuk. Ayrı bir detay ama ilk defa mıhlama yedim ve inanılmaz beğendim. Sonra Rize'deki Türkçe Olimpiyatları programına davet edildim. Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı beni fahri hemşeri ilan etti. Hemen ardından Çaykur'un müdürü kafalarında bir reklam filmi olduğundan bahsetti. Ve reklamda oynamam için teklifte bulundular. Ben de kabul ettim.

Nasıl bir deneyim oldu? Önceden böyle bir tecrübeniz var mıydı?

Hayır, yoktu. Açıkçası biraz zorlandım. Ama Müslüm Baba (Müslüm Gürses) çok yardımcı oldu. Zaten kendisini tanıyordum, şarkılarını dinliyordum. Çok büyük bir prodüksiyondu. Bir gün boyunca sadece 1 dakika için çekim yaptık. Çok profesyonel bir çekim oldu. Reklamın fikri 'Çay bir ailedir' de çok güzeldi.

İstanbul ümit veriyor

Türkiye'de yaşamayı ister misiniz?

Ben çok isterim ama eşim maalesef New York'u çok seviyor. Başka bir yerde yaşamak istemiyor. Ama kararlıyım inşallah burada birkaç ay yaşayacağım. Misafirperverliğiniz, şahane kahvaltı alışkanlığınız, tarihi yapılarınız, yabancılara karşı yardımseverliğiniz, köprüler ile nasıl farklı kültürleri bir araya getirdiğiniz, kadınlarınız beni çok etkiliyor.

İstanbul deyince aklınıza ne geliyor?

Köprü geliyor; bağlayan, birleştiren bir şehir... Sentezleri bir arada barındırabilen, ümit veren bir şehir İstanbul... İstanbul'u çok seviyorum ama Anadolu'da yaşamayı tercih ederim.(YENİŞAFAK)

Haber Ara