Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'Mahallede hırsızlık olsa beni götürürlerdi'

Ali Bulaç da 12 Eylül darbe dönemi mağdurlarından

13 Yıl Önce Güncellendi

2012-07-25 20:10:10

'Mahallede hırsızlık olsa beni götürürlerdi'
Kamuoyunun fikirleriyle yakından tanıdığı Ali Bulaç da birçok aydın gibi bir 12 Eylül darbesi mağduru. Darbe sürecinde hapishanede maruz kaldığı işkenceyi ve o günün şartlarını ilk kez Cihan Medya Haber Dergisi'ne anlatan Ali Bulaç, askeri müdahale yüzünden tarifsiz sıkıntılar çektiğini söylüyor.

Tutuklu iken yapılan işkenceler kadar, tahliye olduktan sonra da 12 Eylül zulmünü yaşamaya devam ettiğini belirten Bulaç, bizzat yaşadığı şu acı hatırayı paylaşıyor:

"Şehremini'de bir soygun olmuş veya hırsızlık olmuş, geliyor seni gece saat 2'de alıp götürüyorlar. Bir kadına evine hırsız girmiş, diziyor seni, diyor ki; bunlardan hangisi? Kadın bir benzetirse yandın, bir zaman da böyle sürdü."

Tutuklanmasına gerekçe olarak, 'Mustafa Kemal aleyhinde kitap yazmak, İngiliz kölesi Mustafa Kemal yazıp bunu yayınlamak' gibi bir suçlamanın gösterildiğini ancak, ne öyle bir kitap yayınladığını ne de böyle bir söylemlerinin olduğunu ifade eden Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, tutuklandıktan sonra sırasıyla Gayrettepe Emniyet, Selimiye Kışlası ve Kartal-Maltepe Cezaevi'nde kalıyor. Selimiye'de Tarık Akan'ın çıktığı hücreye konulmak gibi bir hatırası da var.

Gayrettepe Emniyet'te geçirdiği günlerden bir hatırasının hala yüreğini sızlattığını aktaran Bulaç, olayı şöyle özetliyor:

"Kemikkıran adında bir polis vardı, ülkücü. Sıra ondaydı, elinde bir sopa, tuvaletten gelenleri kovalıyor. Artık kime ne isabet ederse, suçu filan yok. Ben çıktım, kollarımı sıvadım, abdest alacağım dedim. 'Sen bir kenara çekil' filan dedi. Diğerlerini kovaladı, kapıyı kapattı... Sonra, 'Bak' dedi, 'Şu şeyin arkasına geç, orada karanlık loş bir yer var, hücrelerin arkasında, orada bisküvi kutuları var, git kıl'. Ben, 60 rekat kıldığımı zannediyorum, kaza-maza. Sonra bir inilti duydum, tabi aradan biraz zaman geçicince karanlıkta nesneleri seçiyorsun. Bir baktım genç bir kadın, duvarın dibinde ağlıyor ve ızdırap çekiyor. Ne oldu bacım, dedim, 'Abi, ben bir ihtimalle düşük yapıyorum, kanamam var' dedi. Suçun ne? dedim, 'Benim beyim solcuymuş onu arıyorlar, sen yerini biliyorsun diye bana işkence yapıyorlar'. Ben hemen gittim Kemikkıran'a, bunu al dedim. Bilmem ne komünistin şeyi filan gibi çok ağır hakaretler etti. Dedim, bak sen Müslümansın, ya orda başka bir can var, iki candır, hem kendisinin suçu yok, beyinden dolayı getirmişsiniz. İkincisi bebeği var, düşük yapıyor. O an durdu tabi dini şey olunca, 'Ne diyorsun hoca?' dedi. Bunu al dedim, aldır oradan. 'Peki, hoca' dedi, telefon açtı, alıp götürdüler, sonra ne oldu bilmiyorum. 7 aylık hamileydi kadın, dediğine göre. O böyle çok şey yaptı beni, etkiledi."

"AK PARTİ'NİN TEMEL PROBLEMİ, ADİL BİR İKTİDAR ÜZERİNE DÜŞÜNMEDEN İKTİDAR OLMASI"

İslamcılık ve muhafazakarlık kavramlarından hareketle yazılarında dindar kesimlere ve iktidara ciddi eleştirilerde bulunan Ali Bulaç, Cihan Medya Dergisi'ne siyasi gündemi de değerlendirirken, AK Parti'ye eleştirilerini şu 3 noktada topluyor:

"Birincisi; yeni bir dünyayı tasarlayacak, onu analiz edecek, ona yol gösterecek zihinsel güce sahip olan Müslüman entellektüeller, dindar entellektüeller bu iktidarla beraber işlerini güçlerini bırakıp devlet bürokratı oldu, bu başımıza gelen en büyük felaketti... Halbuki bunlar üniversitelerde kaysaydı, dergilerde, vakıflarda, sivil toplum kuruluşlarında, medyada vazifelerine devam etselerdi, şimdi Türkiye bambaşka bir ülke tahayyül edecekti. İkincisi; cemaatler kendi imkanlarıyla var oluyorlardı Türkiye'de. Türkiye'nin sivil toplumu cemaatlerdir.. Bunlar dışardan hiç yardım almadan ve devlete de dayanmadan var oluyorlardı. Fakat 1994'te belediyelerin kazanılması ve arkasından 2002 merkezi iktidarla beraber bu sefer kamu kaynaklarından beslenmeye başladılar. Cemaatler o dinamizmlerini ve enerjilerini kaybettiler. Bir hariç. Hakikaten Fethullah Gülen Hocaefendi'nin öncülük ettiği cemaat küresel bir açılım yaptı. Kamu kaynaklarından hiç istifade etmedi. Cemaate bir sürü eleştiri yöneltebilirsin, yöneltenler de yöneltiyor, fakat siz komisyoncu oldunuz, ihaleci oldunuz demiyorlar. Çünkü yok öyle bir şey. Halbuki tek bir cemaat değil, onlarca, yüzlerce cemaat var Türkiye'de. Onlar bir dinamizmdi. Toplumu sosyal ve ahlaki bakımdan ayakta tutan onlardı. Üçüncü önemli felaket; işte bu iktidarı, adil bir iktidarı tasarlamadan eşitsiz ve adaletsiz bir iktidarı alıp kullanmaya başladılar ve eşitsizlik ve adaletsizlik devam ediyor. Bu sefer Müslümanların elinde devam ediyor..."

"MISIR, İSLAM DÜNYASINA MODEL OLACAK"

Ortadoğu'da yaşanan hararetli süreci de yakından izleyen Ali Bulaç, 'Arap Baharı' süreci hakkında isminden başlayarak bazı önemli değerlendirmelerde bulunuyor:

"Bu bir uyanıştır ve herhangi bir ırka ve kavme endekslenmemeli. Çünkü Ortadoğu'da siyasi baskı rejimlerine, incinmiş gurura ve yaygın kitlesel sefalete karşı başkaldırıdır. Aynı zamanda Arap olmayan kavimleri de içine alabilecek kapasitededir. Bunun yansımaları bana göre Wall Street'de de başladı. İsrail'deki gösteriler de bunun bir uzantısıdır, sonucudur."

Bu konuda en umutlu baktığı ülkeyi Mısır olarak açıklayan Bulaç, şöyle diyor:

"Eğer bu süreç Mısır'da başarıya ulaşırsa bütün Ortadoğu'ya ve İslam dünyasına dalga dalga yayılacaktır. Mısır model olacaktır."

Seçkin bayilerde yerini alan Cihan Medya Dergisi'nin son sayısında ayrıca yazar Yavuz Bahadıroğlu, spor medyasının duayenlerinden İlker Yasin ve gazeteci Murat Erdin ile yapılan röportajları ile medyayı konu alan çarpıcı dosyalar yer alıyor. (Cihan)

Haber Ara