Müdür dediğin okulu gözetler
Ermeni ve Rum okullarında öğretmenlik ve ‘Türk’ müdür başyardımcılığı yapan Emin Keşmer, ‘Bir Poşet İstanbul Toprağı’ adlı kitabında, azınlık okullarında yaşadıklarını anlattı. Bu okullara “Azınlıkları çekip çevirmek” için atama yapıldığını, asıl amacın onları gözetlemek olduğunu söyleyen Keşmer, “Bunlar marşımızı coşkulu okumuyor, diye bizzat şikâyette bulunan Türk müdürler tanıdım” diyor.
13 Yıl Önce Güncellendi
2012-07-22 16:05:09
Emre Ertani'nin röportajı:
Türkiye’deki azınlık okullarına Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanan ‘Türk’ müdür başyardımcılarının öncelikli görevinin, şüpheli unsurlar olarak görülen azınlıkları denetlemek olduğu çok iyi bilinir. Bu ayrımcı uygulama, on yıllardır, azınlıklara, kendilerinin 2. sınıf vatandaş olarak görüldüğünü hatırlatır.
Ermeni ve Rum okullarında uzun yıllar öğretmen olarak görev yapmış olan ve bir dönem müdür başyardımcılığı da yapan Emin Keşmer, bir ilki gerçekleştirerek, ‘Bir Poşet İstanbul Toprağı’ adlı kitabında, azınlık okullarında yaşadığı deneyimleri anlattı. “Azınlıkları çekip çevirmek” için bir Rum okuluna müdür olarak atandığında büyük şaşkınlık yaşadığını söyleyen Keşmer, devletin bu okullara Türk müdür yardımcısı göndermesindeki asıl amacın azınlıkları gözetlemek olduğunu ve bunun kabul edilemeyeceğini söylüyor.
• Kitabın adı neden ‘Bir Poşet İstanbul Toprağı’?
İstanbul’dan Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan insanlar, Türkiye’de yaşayan akrabalarına, “Stelyo Barba öldü, cenazeye gelin ve gelirken de toprak getirin” diyorlar. İnsanlar rahmetlinin mezarına bir poşet toprak koymak için seferber oluyorlar. Vasiyetleri bir poşet İstanbul toprağı oluyor. Biz bu insanlara kötü ettik, onlar bu ülkenin insanıydı ve onlar gittikçe biz fakirleştik. 1915’ten beri mimarlık diye bir şey yoktur bu ülkede.
Oysa dünya çapında mimarları vardı bu coğrafyanın. Tâ 1880’lerde Trabzon’da opera ve bale vardı. Bu yok edilen kültürlerin üzerine yeni bir kültür inşa edilmeye çalışıldı ama bugün ne halde olduğu ortada. Bunlarla yüzleşmeden Türkiye demok-ratikleşemez. Hâlâ insanlara güvenemezseniz, okuluna Türk müdür gönderirseniz, olmaz bu iş. “Geleceğe bakalım” diyemezsiniz. Ben kitabımda resmi tarih ve milliyetçi söylemlerle toplumu kodlayan devletin azınlık okullarındaki pratiğini anlatmaya çalıştım.
• Nedir bu kodlama?
‘Kütüphaneyi denetleyelim’
Bir gün Milli Eğitim’den atanan ‘Türk müdür’lerden biri beni çağırdı: “Okulun kütüphanesini baştan sona bir elden geçirip denetleyelim seninle” dedi. Şaşırdım tabii. Ermenice bilmiyorduk bir defa, neyi anlayıp da denetleyecektik ve ne bulunabilinirdi mesela? Bir işgüzarlıktan öte ne ifade edebilirdi bu denetim.
Bu o insanlara çirkin bir saldırı, kaba bir taciz olmaktan öteye ne anlama gelebilirdi?
Irkçılıktır. Milliyetçilik, 1900’lerde uluslaşma süreciyle topluma kodlandı. Türkiye’de yaşayan sağcı, solcu, ortacı, demokrat herkes bundan nasibini aldı ve insanlar söylemlerinde açık etmese de yaşamsal pratikleri ile bu kodlar ortaya çıkıyor. Dünyadaki tek çocuk bayramı Türkiye’de var diye öve öve bitirilemeyen 23 Nisan’da çocuklara “Atam, vatana düşman dayamıştı hançerini, sen kurtardın” gibi öç duyguları içeren ‘şiir’leri okutuyorlar. Irkçı kodlama dediğim şey böylece küçük yaşta başlıyor.
• Ermeni okuluna atandığınız belgede, “Öğretmen olarak atandı” yerine “Tedvire memur edildi” yazdığını söylüyorsunuz. Ne demek bu?
‘Tedvire memur edilme’nin, çekip çevirme, yönlendirme gibi bir anlamı var. Oraya öğretmen olarak değil, yönlendirmeye ve çekip çevirmeye gönderiyorlar. Öğretmenin neden yönlendirme gibi bir görevi olsun ki? Azınlıklarda bir suç potansiyeli mi var? Atama belgesini gördüğümde ‘tedvir’ kelimesinin anlamını dahi bilmeden hemen anladım ne denmek istendiğini ve “Demek ki azınlık okullarına gidenlerin öğretmenlik haricinde görevleri de varmış” dedim.
• Ermeni okulunda göreve başlamadan önce azınlıklar hakkında ne biliyordunuz?
Hiçbir şey bilmiyordum İstanbul’a gelen kadar. 1991’de Ermeni okulunda göreve başladığımda meslektaşlarıma Ermenilerin sorunları nelerdir diye soramadım bile. Azınlıklar da sorunlarını dile getirmez, kapalı bir hayat sürerlerdi.
Ne Ermeni ne de Rum meslektaşlarımla geçmişte yaşadıklarını acılarını konuştum. Azınlıklar sürekli bir göz onları izliyormuş gibi hissettikleri için, kesinlikle böyle netameli konulara girmezlerdi. Bana sürekli izleniyorlarmış gibi yaşadıklarını da anlatmadılar ama hep bir otokontrol halinde olduklarından ben bu durumu sezinliyordum. Bu çok çileli bir durum.
Şöyle bir algı var; bireysel çıkarlar için yalan söylendiğinde ahlaksızlık, devletin çıkarları için söylendiğinde vatanseverlik oluyor. Vatan bundan bir çıkar sağlamaz. Bu kitabı yazma amaçlarımdan biri yalanlara karşı çıkmaktı, bu nedenle Ermeni ve Rum okullarında tanık olduklarımı yazdım. (agosgazetesi)
SON VİDEO HABER
Haber Ara