Yapımcı Meltem Kayalı, projemi ancak başka bir sunucuyla gerçekleştirmeme izin verdi. Fikir editörümden çıkmıştı. Kim Milyoner Olmak İster'e gönderme kararını bildirdiğinde, gözüme kölelerini aslanların önüne atan gladyatör taciri gibi göründü. Niyeti, bu malumatfuruş çalışanına kaç paralık olduğunu göstermek olsa gerekti. "Yarışmaya girerim ama imomasyon ölçülerinde." dedim. Boş bulunup "Nasıl yani?" deyince, malumatı patlattım: Sevgili editörüm, inovasyon ile imitasyon'u birleştirdiğinde "yenilikçi taklitçilik" mertebesine ulaşıyorsun. Senin anlayacağın yarışmacı taklidi yaparak yeni bir icatta bulunacağız.
TABİİ bir şartım daha vardı. Telefon jokerim olmayı kabul edecekti. Aksi takdirde hafta sonu eklerini bu güzel haberden mahrum bırakacaktım. Tehdidime pabuç bırakmayıp "Tamam ablacım seve seve olurum. Hadi ara Meltem Hanım'ı!" demez mi! Eyvaah! Ben ne yaptım diye dövünmeye başladım. Editörümse, "Söz ağızdan bir kere çıkar." hatırlatmasını yapıp, dosyayı kapadı.
YARIŞMANIN çekildiği ATV stüdyolarında bütün yapım ekibi beni sevecenlikle karşıladı. Bakışlarında "Deli mi bu kadın?" ifadesi aradım ama yoktu. Kapısında adımın yazılı olduğu bekleme odasında bir kuş sütü eksikti. "Ya ilk soruda elenirsem? Editörümün yüzüne nasıl bakarım!" diye dizlerim titrese de etrafa gülücükler yayıyordum. Rolüme ısınabilmek için rejiye inip çekimleri izledim. Bir futbol sorusu hariç, yarışmacılara yöneltilen soruların tamamını bildim. Ama bu beni yatıştırmadı. Sahneyi devraldığımda şansım yaver gitmeyebilirdi. Bir ara kaçıp gitmeyi düşündüm. Bu daha büyük bir utanç olurdu, yapamadım.
NEFES almak için bahçeye çıktığımda "bildiklerimizin ne kadarı gerekli ne kadarı çöp" sorgulamasına düştüm. Beynimiz kapısını her çalanı buyur eden fazla misafirsever bir ev sahibiydi. Gelenleri kendince tasnifleyip bazılarını baş köşeye oturtuyor, kimilerini bodrum kata indiriyor ve umulmadık anda birden bilinç salonuna alıveriyordu. Neyi neden yaptığımızı bilmeden, vaktiyle beynimizin kıvrımlarına yerleşip değerler sistemimize yön veren o bilgilerin buyrukları doğrultusunda yaşıyorduk. Özgür iradenin safsata olduğu sonucuna vardığımda beni stüdyoya çağırdılar.
SORULARI ATV iç yapımlar yapımcısı Mehmet Çam yöneltecekti. Güleç yüzüne rağmen benim kadar heyecanlı görünüyordu. Ne de olsa Kenan Işık rolünü oynayacaktı. Her şey usulüne uygun olsun diye, ekipten Derya Seven beni desteklemek üzere izleyicilerin arasına oturdu. O bildik ses ve ışık görüntüsüyle stüdyoya girdiğimde kendimi Spartakus filminde zannettim. Biraz sonra belki de bilgilerine başvuracağım seyirciler aslında kanlı dövüşe susamış Romalılardı! Neyse ki stüdyo ekranda göründüğünden daha küçüktü de arena halüsinasyonum uzun sürmedi.
YARIŞMA "Taslak ve karalama yapmak için kullanılan kâğıda ne ad verilir?" sorusuyla başladı. Şıklar, a) müsvedde kâğıdı, b) pelür kağıdı c) turnusol kağıdı, d) kopya kağıdıydı. Doğru cevap a şıkkıydı tabii ki. En çok birinci soruda elenmekten çekiniyordum. Korktuğum başıma gelmemişti.
İKİNCİ soru şöyle düzenlenmişti: "Babaların yanında hangisini yapmak saygısızlık olarak düşünülür? a) televizyon seyretmek, b) uyumak, c) sigara içmek, d) şarkı söylemek. Babaların yanında değil şarkı söylemek ağızlarını açamayanlar da vardı bu ülkede, ama istenen cevap sigara içmek olsa gerekti. Sunucu "Artık 1000 liranız var" dediğinde Başbakan'ın gazetecilerin sigara paketlerine el koyuşu geldi aklıma.
ÜÇÜNCÜ soru da kolaydı. "Karşılıklı saygı çerçevesinde geçen bir spor karşılaşmasını ifade etmek için kullanılan klişe söz hangisidir?" a) ok yaydan çıktı b) aynı tas, aynı hamam c) kalp kalbe karşı d) dostluk kazandı." Doğru yanıt "dostluk kazandı"ydı elbet. Gerginliğim biraz hafiflemişti fakat zihnim "Dostluk her zaman kazanır mı, biten dostluklar yeniden kurulabilir mi?" diye bıdı bıdı yapmaya devam ediyordu.
DÖRDÜNCÜ soru yüzümü güldürdü: "Bildiğinden veya öğrendiğinden kesinlikle şaşmamak anlamında kullanılan sözde hangisinden başka kuş tanımamaktan bahsedilir?" a) turna b) karga c) tavus kuşu d) leylek" Karga, son kararımdı. Sunucu deyimin kaynağını sordu. Bilmiyordum ama bildiğim başka bir şey vardı. Kabil, Habil'i öldürdüğünde cesedi toprağa gömmesi gerektiğini ona bir karga göstermişti. Sunucumuz "Ölümden bahsetmeyelim şimdi." diyerek beşinci soruya geçti. Oysa ben onunla, ölümün neden hayat olduğunu konuşmak isterdim.
ŞİMDİ de bulgurun ana maddesinin buğday mı, pirinç mi, mercimek mi, nohut mu olduğunu bilmem gerekiyordu. Bir diyetperver olarak zorlanmadım, tabii ki buğdaydı. Sunucu "Bir çiftçi çocuğu olarak bu soruyu bilemezdim." dedi. Ben de evde seyrederken çok basit sorularda apışıp kalıyordum. Futbol sorusu çıkacak diye ödüm patlıyordu. "İnşallah değildir." dileğiyle altıncı soruya geçildi.
"TWITTER kullanıcılarına en fazla kaç karakter metin yazma olanağı sunar? a) 30, b) 70, c) 140, d) 250" Önce bilmediğimi söyledim ama 140 gibi bir şey kalmıştı aklımda. Bunun için de oğul jokerimi kullanmayayım, dedim ve son kararımı bildirdim. 140 doğru çıkmıştı. Sunucu, "Twitter'da yok musunuz?" diye sordu. Hayır yoktum. Twitter ile insanlara bildirecek bir haberim olmadığı gibi, takipçileriyle övünecek biri de değildim. Bendeniz boş zamanlarında roman yazardı. "Ay ne ukelasın!" dedim içimden.
BARAJ sorusu sesliydi. Zülfü Livaneli'yi hemen tanıdım ama maalesef soru şarkının sözlerinin kime ait olduğuydu: "a) Murathan Mungan b) Orhan Veli Kanık c) Ülkü Tamer, d) Can Yücel. "Şarkı, 'Güneş topla benim için' diyordu. Orhan Veli olamazdı. Mungan ve Yücel'in dizelerine de benzemiyordu. Fakat Ülkü Tamer'in şiirleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yazımın renklenmesi için mümkün olduğunca çok soruyu görmem gerekiyordu. Seyirciye sormak en iyisiydi. Ülkü Tamer'in oranı yüzde 54 çıktı. Barajı geçememe ihtimalini ortadan kaldırmanın tek yolu yüzde elli jokerini de kullanmaktı. Sonuç olarak barajı geçtim ama garanticiliğim bana pahalıya mal oldu.
DEĞERİ 30 bin lira olan sekizinci soru "Kaç ABD başkanı suikast sonucu hayatını kaybetmiştir?" şeklindeydi. 1 mi, 2 mi, 3 mü yoksa 4 mü olduğuna karar vermem gerekiyordu. Kennedy'nin dışında Abraham Lincoln'ü biliyordum, diğerleri aklıma gelmedi. Sunucu telefon jokerlerini hatırlatınca, editörüme sormaya karar verdim. Fakat editörüm cevap verene kadar süre bitti. Ben "üç" demeye niyetlenirken sunucu "Acaba dört değil midir?" diye aklımı çeldi. Dört başkanı da öldürmeleri biraz uzak göründü. Sunucu, ABD'nin kazan gibi kaynayan bir yer olduğunu söyleyerek bir işaret daha çaktı.
CEVABA fokus olacağıma, zihinsel surfle meşguldüm: "Tamam, Amerika'dır, ne yapsa yeridir. Fakat kardeşim biz de başbakan asmış bir devletiz. Kaldı ki sonuca ulaşmasa da birçok başbakanımıza suikast girişiminde bulunuldu..." Aslında heyecanımı yatıştırmak için konuşmak ihtiyacındayım. Pişekarım çift cevap jokerimi hatırlatınca düşünmeyi kestim. Önce üç dedim, olmadı. Kapana kısılmıştım. Kendimi ekran başında izleseydim "Ayıp ya, bir de gazeteci olacaksın!" diye yuh çekerdim. İkinci ve son kararım dört oldu. Yeşil ışıkla beraber çocuk gibi sevindim. Editörümle dalga geçmek için bir koz elde etmenin sevinciydi aslında bu. Sonradan doğru yanıtı söylediğini iddia etti ama stüdyoda kimse onu duymamıştı.
ARTIK jokerim kalmamıştı. Dokuzuncu soru yandığımın resmiydi: "Schindler'in Listesi adıyla beyazperdeye uyarlanan Thomas Keneally tarafından yazılan romanın orijinal adı nedir? A)Schindler'in Gemisi, b) Schindler'in Treni, c) Schindler'in Rüyası, d) Schindler'in Yemini." Aklıma gelen ilk yanıt "Schindler'in Yemini" oldu. Shindler'in bazı Yahudileri soykırımdan kurtardığını hatırlıyordum ama romanı okumamıştım. Sunucu "İlk aklınıza gelen doğrudur. Sınavlarda bize öğretilen odur." deyince "yemin" fikrim pekişti. Filmi seyretmiştim ama aradan yüz yıl geçmişti! Ne gemi, ne tren, ne de rüya sahnesi kalmıştı aklımda. Seyirci 15 bin liralık çekle yarışmadan çekilmemi istedi. Amaç para değil daha fazla soru olunca dinlemedim. Fakat "Yemin" cevabıyla oyun bitti. Meğer gemiymiş doğru yanıt.
NEŞEM eksilmemişti. Yazım için yeterince malzeme çıkmıştı. Bana uzatılan sanal çeki alıp eve dönerken mızımaya başladım: Bu soru çok zordu, değeri 125 bin liralık olmalıydı. Türkçeye bile çevrilmemiş bir kitabı kim bilsindi Allahaşkına. 60 bin liralık soru, yönetmeni hedeflemeliydi. Bak o zaman nasıl Steven Spielberg derdim! Sunucunun bana verdiği sembolik çeke baktığımda, üzerinde 125 bin lira yazdığını gördüm. Milyoner olamamıştım ama kader, değerimin 15 bin olmadığını biliyordu!
Fakat gece başımı yastığa koyduğumda, paniğe kapılmak yerine biraz akıl yürütseydim doğru cevabı bulabileceğimi anladım. Yazar, romanına Nuh'un gemisi kavramından yola çıkarak ad vermiş olsa gerekti. Nasıl ki Hz. Nuh bazı insanları gemisiyle tufandan kurtardıysa, Schindler'in listesine girebilen Yahudiler de Nazi zulmünden öyle uzaklaşmışlardı. Hayır! Hiçbir mazaret başarının yerini tutmaz, kader aldanmazdı.