Altı Çin, üstü Rusya; işte Mongolya
Türkiye'nin iki misli; geniş bir araziye sahip olmasına rağmen denize kıyısı olmayan bir ülke... Bu kadar şanssız bir coğrafya olmaz herhalde. Yukarı baksan Rusya, aşağı baksan Çin... Geleneksel giyinen yaşlıların yanında, 'çılgın batı' tarzı gençler, uzaydan düşmüş gibi görünen kadınlar ve 'Bu ne ya... Ben neredeyim?' dedirten cinsten lüks jeepler... İşte Moğolistan!
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-07-08 12:48:16
Türkiye'nin iki misli; geniş bir araziye sahip olmasına rağmen denize kıyısı olmayan, Rusya ve Çin tarafından kuşatılmış bir ülke... Dünyada bu kadar şanssız bir coğrafya olmaz herhalde. Yukarı baksan Rusya, aşağı baksan Çin...
Ne fark eder demeyin. Bir kere, ülkenin bir kısmını Rusya (Rusya'ya bağlı Buryat Özerk Bölgesi), bir kısmını da Çin (İç Moğolistan) zaten iç etmiş. Kalan kısmının da (Moğolistan Halk Cumhuriyeti) bu iki ülkenin, özellikle de Rusya'nın her alanda görünmeyen bir markajı altında olduğunu daha Ulan Batur'un mimarisinden anlıyorsunuz. Zira binalar, (yeni inşa edilen siteler dahil), komünist ülkelerde görmeye çok alıştığımız kibrit kutusu modeli 'soğuk' bloklardan oluşuyor.
Yine Rusya'nın "merkeziyetçi" alışkanlığının yansıması olsa gerek; 1350 m. yüksekte kurulu, yıllık iklim ortalaması -1.3 derece olan ve dünyanın en soğuk başkenti olarak anılan Ulan Batur, şehrin ortasından geçen dev boruların oluşturduğu merkezi sistem ile ısıtılıyor. Düşünebiliyor musunuz, biz bu sistemi tek bina için bile çekemiyoruz. Çin işkencesi gibi... Aylarca süren kış boyunca hava sıcaklığının; pardon soğukluğunun eksi 40'ları bulduğu bir yerde bekle ki 'merkez'den sıcak su gele... Neyse binalara takılıp kalmayalım, yavaş yavaş şehre dalalım...
Ulan Batur'a adım atar atmaz 'tezat'lar sizi sarsıyor.
Tarih kitaplarında gördüğümüz gibi giyinen yaşlıların yanında, kafasının iki tarafını kazıtıp tepesini diken 'çılgın batı' tarzı gençler, çamur deryası caddelerde; sanki yere basmadan yürümeye çalışan, uzaydan düşmüş gibi görünen modern giyimli, yüksek ökçeli Moğol kadınlar, oto tamirhanesi görünümündeki caddelerde birkaç adımda bir gözünüze batan süslü bar ve pavyonlar... Yollarda hakim olan eski model döküntü araçların arasında, "Bu ne ya... Ben neredeyim?" dedirten cinsten lüks jeepler ve arabalar...
Halkla olan ilk diyaloglarımdan, kendini beğenmiş şımarık Avrupalıların dışında, Balkanlar'dan Afrika ve Asya'nın büyük bölümünde geçerli olan Türkiye'den; özellikle de İstanbul'dan olmak 'itibarı'nın, burada da geçerli olduğu intibaını ediniyorum. Bu düşüncemi, yaklaşık 20 yıldır orada yaşayan Mustafa Bey ile paylaştığımda, Türkleri 'yabancı' olarak bile görmediklerini söylüyor: "Batılı bir turisti gördükleri zaman, 'bak yabancı' diye bize gösteriyorlar." Bunda, 150 bin civarında olduğu tahmin edilen "Türk" kökenlinin veya nüfusun yüzde 6'sını teşkil ettiği söylenen Müslümanların bir etkisi var mı bilmiyorum...
ULAN BATUR AYNEN BİZİM KÖY GİBİ...
Bendeniz, Konya'nın Ilgın kazasında geniş bir vadinin ortasında, çok eski tarihlerde kurulmuş, yaklaşık 1500 haneden oluşan büyük bir kasabada doğdum. Kasabamızın adı Çiğil ve bugün Kırgızistan sınırları içinde bulunan 'Balasagun' bölgesinde yaşayan ve Moğolların zulmünden kurtulmak için Anadolu'ya göç eden Çiğil Türkleri tarafından kurulmuş.
Çocukluğumda, kasabanın 'old town (eski şehir)' bölümü çok dikkatimi çekerdi. Sanki sarp dağlar arasına sıkışmış, arazinin santimle ölçüldüğü bir yermiş gibi evler kucak kucağaydı. Evin içi ise birinden diğerine geçilen zincirleme odalardan, labirent koridorlardan oluşuyordu. Cephe duvarı olmadığı için pencere de olamayacağından odalar, 'dam'a açılan 'tepedelik'ler vasıtasıyla aydınlatılmaya çalışılırdı. Haliyle evinize, bırakın atın-arabanın gelmesini, yayaların bile tek sıra halinde ilerlemek zorunda olduğu 'aralık'lardan geçerek ulaşabilirdiniz. Tonlarca arpa, buğday hatta saman evin metrelerce uzağındaki aralık başına boşaltılır ve eve sırtınızda taşınırdı.
Aslında kendi mahallemi ve doğduğum evi tarif ettim...
Rahmetli dedemden, "Bizim aslımız Yörük'tür. Atalarımız burayı yurt edinmiş" sözünü duyup, 'Yörük'ün anlamını da öğrendikten sonra, "Her mevsim başka bir yaylada konaklayan, çadırdan başka kapalı mekanlarda hafakanlar basan atalarımız bu 'tepedelikli' evlere kendisini niçin hapsetti acaba" diye çok düşünürdüm.
"Moğolistan'dan memleket muhabbetine nasıl geçtik" demeyin. Ben de bunları, Ulan Batur'da hatırladım ve yılların derinliklerinde kalan o soru tekrar zihnimde canlandı... (Türkiye)
SON VİDEO HABER
Haber Ara